Bugün Kasım'a girdik. Ya da dünyalılar olarak Kasım bize girdi.
İşler güzel, hayat güzel, sağlığım yerinde, huzurluyum, mutluyum ve en önemlisi; hayatımda bir koşuşturma yok. Sakin, olabildiğinde sakin bi şekilde geçiyor günler.
Hayat hep böyle miydi?
siz benim dışımdakiler böyle mi yaşıyordunuz? niye bana söylemediniz ve deli dana gibi ordan oraya, şurdan buraya koşturup durmama izin verdiniz? siz mi izin verdiniz, ben mi ?
haftaya (cumartesi-pazar) vize sınavım var. biraz kastım, çalıştım şu bi kaç gündür ama açıkçası pekde düzgün değildi. Çıkardığım çıktılara, vicdanımı susturmak için bugün bakıp durdum, bi ara inat ettim aldım hepsini okudum.
bu satırları yazarken osurdum.
Osurmak içten gelen bir şey olduğu için olsa gerek çok rahatlatıcı.
Buzdolabım çalışırken, çok ses çıkarıyor. Hani bazı insanlar vardır ya, böyle ufak bi iş yapar da onu herkesin gözüne sokar ve o işi yaptığını 7 deveye duyurur (yoksa dübel miydi? ahahaha dübel perde kornişine takılandı değil mi?) 7 düvel.
işte benim buzdolabım da aynen öyle. çalıştığını belli etmeden asla çalışmaz. canım dolabım.
geçen ay kontrollerimi oldum ve doktor 6 ay sonra görüşürüz dedi :) görüşürüz dedim.
adamın sadece söyleyişi aklımda ama yüzünü anımsayamıyorum. bu yüz körlüğü konusuna alıştım. zaten bi çok insan yüzsüzken, bu körlük benim için on numero oldu :)
artık sikiş sokuşlu yalancı duygusal şeyler yaşamıyorum. yaşamadığım içinde yazamıyorum. zaten mantıklı olan bu.
bazen birine sakso çektiresim gelmiyor değil ama "euzu billahi mine şeytani recim" diye diye kendimi sakinleştiriyorum. osbiri de bıraktım. tutunacak tek dalım o var sanıyordum ama meğer durum öyle değilmiş. insan, kendine söz geçirebilirse her şeyden vaz geçebiliyor muş. anladım, öyle yaşamaya çabalıyorum. yer yer başarıyorum. helal bana.
ev eşyaları konusunda alınacak bir şey kalmadı. bu yüzden artık para biriktirmeye başladım.
iyice biriktirip ev almayı düşünüyorum. bi kaç yüz yıl içinde.
bi evim olunca, sanki tüm sorunlarım çözülecekmiş gibi hissediyorum. sonra ölmeyi bekleyeceğim. yani her halde öyle oluyor. bilmiyorum.
işin trajik yanı şu ki; ev sahibi olduğu yıl ölmüştü. aklıma o geldi. yeri cennet olsun.
şimdi o evde, iki oğlu oturuyor. biri alt katta, diğeri üst katta. evlendiler, çocukları da var. anneleri de yanlarında.
şimdi annem aklıma geldi. bütün anneler mi kötü, yoksa kötü anne bana mı denk geldi.
annemin ilgisizliğini kendim abartıyorum sanıyordum. ara ara böyle düşündüm. hayal ve gerçeği karıştırıyor, böyle düşünmek istiyorum falan sanıyordum.
ama geçtiğimiz şu yakın yıllarda bi gün, yani ameliyat sonrası eve döndüğüm o aylardan birinde, 2numaralı ablam ve üvey ikiz kızlarınında geldiği o günlerde, küçük kızlar atışıp dururlarken ablam "öfff valla başımı şişirdiniz" cümlesiyle başlayan bi kalay çekti ve kızlar bi koşu salona kaçtılar. onların kaçışından sonra annem, ablama "sen çok ilgilenme bunlarla. ablalarına ver o baksın. kocaman kız zaten bakabilir. sen çok çekme bunları" dedi.
dedi, dedi, dedi ve o anda benim jetonlar ard arda düştü.
neden ilkokul çağlarıma kadar bu ablamı annem sandığımı anladım. kendi kuruntum olmadığından emin oldum. annem bana bakmamıştı. gerçekten bakmamıştı ve sanki iyi bok yemiş gibi de, aradan onca yıl geçmesine rağmen, şimdi 5 çocuklu bi adamla evlenen kızkurusuna da aynısını öğütlüyordu geberesice.
