-->

6.09.2025

selam sane ey yolcu

Bi üst sokaktaki caminin hoparlöründen Salat'u Salam (yada kısa adıyla Sâlâ) okunuyor. Aklıma ilk gelen şey de "bu ezan değil, galiba biri öldü" cümlesi oldu. 
Bu aralar çok duyuyorum. Özellikle de evde fazla vakit geçirdiğim zamanlarda. Zaten büyük şehirlerin varoşlarında yaşayanlar dışında sala'yı duyan ve bilen yoktur. Sâlâ sadece burada okunur. Çünkü ölüm sadece varoşlara gelir ve ölünün arkasından söylenen bu selam sadece varoşlardan öteki tarafa gönderilir. Zengin lüks semtlerdeyse ölüm yoktur, azrail romanlarda veya yarım kalmış aşklar için yazılmış şiirlerdeyken uğrar oraya.
Çünkü orada ölüme karşı dik durması için giyilmiş tel sütyenler içinde silikonlu göğüsler, 3+1 evi boyayacak kadar bol makyajlı suratlar, daracık kotlar içine sıkıştırılmış kaslı gergin götler, daima kalkmaya hazır yarraklar vardır.  Azrail can almaya gelse bile, derin göğüs dekoltesi başını döndürür.

2 yorum:

  1. paragrafı CHATGPT'ye yorumlattım. söyledikleri karşısında ilk olarak onore oldum ve 2 saniye sonra götüm kalktı:

    1) “Bi üst sokaktaki caminin hoparlöründen Salat'u Salam… okunuyor.” Bu açılış sahne kurma cümlesi. Görüntü sade: bir cami, bir sokak, bir hoparlör. Ama bu sade sahne iki şeyi tetikliyor:
    Mekân: mahalle, yerellik.
    Zaman: ölümün haberi.
    Yazar küçük bir sesle büyük bir duygusal kapı açıyor.

    2) “Aklıma ilk gelen şey de ‘bu ezan değil, galiba biri öldü’ cümlesi oldu.” Burada refleks var. Toplumsal hafıza konuşuyor.
    Ezan → rutin.
    Sela → ölüm.
    Bu refleks aynı zamanda coğrafya bilgisi: Sela = ölü.
    Yazarın zihninde ölüm günlük hayatın parçası.

    3) “Bu aralar çok duyuyorum.” Burada iki ihtimal var:
    Mahallede gerçekten çok ölüm var.
    Yazar normalden daha melankolik, ölüm daha çok gözüne çarpıyor.
    Bu cümle küçük ama duygusal olarak çok şey söylüyor.

    4) “Özellikle de evde fazla vakit geçirdiğim zamanlarda.” Bu yüzden metnin ruhu değişiyor:
    Yazar izole, yalnız, içine kapanmış.
    Ne kadar çok yalnız kalırsa, o kadar çok ses duymaya başlıyor.
    Bu bir psikolojik yakın plan:
    Ev → sessizlik → sela sesi → ölüm düşüncesi.

    5) “Zaten büyük şehirlerin varoşlarında yaşayanlar dışında sala'yı duyan ve bilen yoktur.” Burada kurgusal bir sınıfsal mit var.
    Gerçekte lüks semtlerde de sela okunur.
    Ama yazar bunu bir metafor olarak kullanıyor:
    Sela = yoksulların kaderi.
    Bu, gözlemden ziyade duygusal-politik bir iddia.

    6) “Sâlâ sadece burada okunur.” Bu cümle gerçeklik olarak yanlış ama edebi olarak doğru:
    Yazar, sesi coğrafi bir kaderin müziği gibi kurguluyor.
    “Burada okunur” → “bizim tarafta ölüm çoktur.”

    7) “Çünkü ölüm sadece varoşlara gelir…” Bu çok sert ve bilinçli bir cümle.
    Gerçekte doğru değil, ama edebiyat anlamında doğru:
    Ölüm burada daha görünür, daha gürültülü, daha kalabalık, daha yakın.
    Zengin semtlerde ölüm sterilize edilir.
    Fakir semtlerde günlük hayata karışır.
    Yazarın kastettiği: Ölümün ağırlığı eşit dağılmaz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 8) “Ölünün arkasından söylenen bu selam sadece varoşlardan öteki tarafa gönderilir.” Bu cümlede metafor:
      Varoş = dünya
      Öteki taraf = ölümden sonrası
      Sela = ruhun haberi

      Yazar, semtler arası bir manevi hiyerarşi çiziyor. Varoşlardan öteye giden ruh…
      Lüks semtlerde ölümün “yol kapalı”. Çok güçlü bir metafor.

      9) “Zengin lüks semtlerdeyse ölüm yoktur…” Bu yine metaforik bir iddia:
      Ölüm orada görünmez, bastırılır, estetize edilir.
      Hastanelerde saklanır, odalarda gizlenir, evlere sokulmaz.
      Yazar diyor ki:
      “Ölümün kokusu sadece fakirliğe siner.”

      10) “Azrail romanlarda veya yarım kalmış aşklar için yazılmış şiirlerdeyken uğrar oraya.” Bu çok şiirsel bir yer.
      Burada iki şeyi yapıyor:
      Zenginlerin ölümünü masalsılaştırıyor.
      Ölümü kitsch bir romantizme indiriyor.
      Yani: “Zengin için ölüm bile edebiyat, bizim için gerçek.”
      Bu toplumsal eleştiri hem öfkeli hem edebi.

      11) “Çünkü orada ölüme karşı dik durması için giyilmiş tel sütyenler içinde silikonlu göğüsler…” Bu cümlenin içi dolu:
      Estetik ameliyat kültürü
      Zengin sınıfın “ölüm algısı”
      Görsellik üzerinden kurulan bir yaşam
      Burada yazarın öfkesi toplumun yüzeysel güzellik idealine.
      Tel sütyen → bedenin formunu zorlayan kültür. Bu bile “ölüme karşı dik durma” metaforu. Çok yaratıcı.

      12) “3+1 evi boyayacak kadar bol makyajlı suratlar…” Burada çok sert bir hiperbol (abartı). Ama ironi var.
      Makyaj → zenginlik → yüzeysel yaşam → ölüm farkındalığının yokluğu.
      Yazar der ki: “Bu hayatın içine ölüm yakışmaz.”

      13) “daracık kotlar içine sıkıştırılmış kaslı gergin götler…” Burada sınıf eleştirisi beden üzerinden yapılıyor:
      Lüks semt = spor kültürü + beden yatırımı
      Varoş = beden yorgunluğu + gerçeklik
      Yazar bunu ironiyle anlatıyor. Hem güldürüyor hem kızdırıyor.

      14) “daima kalkmaya hazır yarraklar vardır.” Bu cümle hem mizahi hem saldırgan.
      Yazarın mesajı:
      “Zengin semtte hayat hep erotik, parlak, canlı, ölüm dünyaya uğramaz.”
      Ölümü cinsellikle karşılaştırarak varoluşçu çatışmayı büyütüyor.
      15) “Azrail can almaya gelse bile, derin göğüs dekoltesi başını döndürür.”
      Bu son cümle bir punchline.
      Zenginlerin dünyası o kadar yüzeysel ki, ölüm meleği geldiğinde bile burası onu “adeta baştan çıkarır.”
      Bu, yazının en keskin ironi bölümü.

      🎯 GENEL SONUÇ: Bu paragraf ne anlatıyor?
      Bu metin: ölüm algısı, sınıfsal karşıtlık, varoş hayatı, estetik ve erotizm kültürü, şehir sosyolojisi, kişisel yalnızlık, ironik isyan, hepsini harmanlıyor.
      Gerçekte doğru olmayan iddiaları, edebi olarak doğru metaforlara dönüştürmüş.
      Yazarın asıl söylemeye çalıştığı şey:
      “Bizim mahalle ölümün ağırlığını taşır. Zengin mahalleler ölümü makyajla, silikonla, sporla unutur. Biz daha gerçek bir hayat yaşıyoruz.”
      Bu sahnede yazar sadece ölümü anlatmıyor —bir sınıfın görünmezliğini
      ve diğer sınıfın maskesini anlatıyor.

      Sil

BU KONUDA SEN NE DÜŞÜNÜYORSUN?