7 Ocak:
sevgili günlük;
az önce sana dökülmeye karar verdim ve bu yüzden şu an bu satırları yazıyorum. doğrusu nereye döküleceğim hakkında çok seçenek var ama biliyorsun işte 21. yy'da toptan bi şekilde ilgi manyaklığına kapıldık ve kendimize ait alanlarımızı paylaşmadan edemiyoruz. en özelimizi bile milyonlar görsün ve biz buna rağmen biricik kalalım derdindeyiz. sahi günlük; böyle yaşadığımız için, hasta mıyız? aslında bunları yazmayacaktım ama niyeyse böyle bi giriş yaptım. bilirsin, canlı organizmalar izlenildiklerinin farkına vardıklarında doğallıklarını kaybederler ve aynı zamanda doğal olan budur. yanisi canım günlük; bu satırların mutlaka 3-5 dalyarak veya amcık tarafından okunacağını bildiğimden dolayı zihnim anlık olarak değişti ve içimdekileri yazmak yerine işte bunları yazdırdı bana. çünkü ben de herkes gibi bi anadan doğmuş canlı organizmayım. amaaaan koy dötüne ditsin. dit dit dit
biliyor musun sana, yaşamam gereken ama yaşayamadığım aşklara üzüldüğümü falan yazacaktım. bu 2+1 rutubetli evde tek başıma yaşadığımdan, sabahları uyandığımda yalnız uyanmaktan ve uyandığımdaki o yalnız olduğumdan dolayı yaşadığım hayal kırıklıklarımdan bahsedecektim. üst katın bugün gürültü etmediğini, ırak'lı komşunun onca çocuklarına rağmen hiç ses çıkarmadıklarını falan da yazayım mı sana? çünkü bu sessizlik beni yalnız olduğuma daha çok inandırıyor. yoksa ben allah mıyım? onun kadar yalnız ve biricik. oysa isterim yani sağdan soldan ses gelsin ve bol bol kafa siksin her şey ve herkes. yani açıkçası allah olmadığımı bilmek istiyorum bugün. bunu bilmeye ihtiyacım var sevgili günlük. çok ihtiyacım var. yani en azından şimdi istiyorum, her zaman değil tabii. mesela dün kapı çaldı, koştum hemen açtım acaba ne oldu, hangi komşudur diye ama dilencinin biri gelmiş ve kapıyı açtığım anda da başladı "kanserim, 300 tane çocuğum var, ekmek yok" yalanlarını kulaklarıma bocalamaya ve elindeki kalemi de uzatıp karşılığında 100 TL alarak aslında kalem sattığını ve böylece beni ve gibilerimi dilenci olmadığına iyice inandırmaya çalıştı.
inanmadım amınakoduğumun piçine tabii ama dün eve gelirken bi kaç gündür hiç sadaka vermediğimi falan düşünmüştüm ve bu da aynı zamanda beni sadaka veremeyecek kadar yalnız olduğum gerçeğini fırından çıkmış taze tuğla kadar sıcak sıcak küt diye çarpmıştı ve şimdi karşımdaki üçkağıtçının, vicdanımı 2-3 gün susturacak fırsatı elime tutuşturmaya çalışmasını es mi geçseydim?
geçmedim tabiki. içeri koşup 10 tl'yle döndüğüm gibi eline verip, elinden aldım kalemi. ben içeri dönmeden adam kayboldu. amınagoduğumun piçi sen david copperfield misin, nereye kayboluyon hemen ucuz götveren. neyse işte, kalemi aldım getirdim yazıyor mu diye kontrol dahi etmeden attım kalemliğe. şimdi diğer kalemlerin arasında duruyor. o bile yalnız değil, geldiği gibi alıştı ortama. bi kalabalık bi kala balık ki sorma kalemlik.
telefonum da hiç çalmaz benim. ne arayanım var ne soranım. ben arayınca açmayanım çok var ama. o kadar da yalnız değilim canım. bunları sana yazarken gözlerim doldu. sağ olsunlar. beni bi tek onlar anlıyor. kıyamam gözlerime , canlarım benim. böyle yazdım ya, burnum da hemen "bende burdayım" der gibi kendini belli edip bi galon sümük üretiverdi. üfff gözleri silmek kolay da, sümüğü silmek çok uğraştırıyor. şimdi gaza gelmişken falan elimi burnuma götüresim hiç gelmiyor. onca sümüğü nereme süreyim allah'ın cezası burun. sen dur işte durduğun yerde, her şeye sokulma. tamam geçti. bu günlük bu kadar yeter. yarın belki yine gelirim.
8 ocak:
sevgili günlük, şu an saat 23:40 bugünde hayatıma kimse girmedi ama biri çıkmış olabilir. çıktıklarını çok çok çok uzun zaman sonra anlarım. sürekli bir şekilde benim onları aradığımı fark ettiğimde. bu yıllardır böyle oluyor. bi gün uyanıyorsun biri hayatından çıkmış oluyor ama sen farkında değilsin. sadece çıkan biliyor çıktığını ve sen hayatında birileri var sanarak yaşamaya devam ediyorsun. oysa aslında yok... dün, 5 şubat'ta gerçekleşecek olan teoman konserine bilet aldım en arkalardan falan. ilk defa bi konsere para vereceğim galiba ve içim çok rahat. çünkü, hafta sonu bi kaç röportajını izledim ve konuşurken ağzından çıkan her söze kendi içtenliğiyle, kocaman samimiyetiyle, sımsıcak dürüstlüğüyle inanarak konuşmasından etkilendim. hayata bakış açısı, açısını da yaşaması ve buna dair olan çabası beni çok mutlu etti. o yüzden paramı onu izleyerek ona vermeye karar verdim. zaten bilirsin ben iyi adamım, dünde yalancı bi kanser hastasından 10 tl'ye sikindirik bi kalem almıştım. işte iyi insanlar böyle ben gibilerdir... bi kaç saat önce, pazar günü pazardan pazarlık yaparak 3 demeti 20 tl'ye aldığım ıspanakları yıkayıp tavada pişirdim. yarın, sonraki gün ve bir sonraki gün az az pişirip yiyeceğim... sevgili günlük, keşke gerçekten sevgilim olsan.
9 ocak:
sevgili günlük, bugün günlerden perşembe. saat 11:55 -dudağımda uçuk çıkmış, onu kanattım. -sabah namazını bugün yarım saat geç kıldım. -saçlarımı kestirdiğim berberin önünden artık geçmiyorum. çünkü kötü kesti. -otobüs durağında beklerken, onları sikeceğimi düşünmesinler diye kimsenin yüzüne bakmıyorum artık. başım hep önüme eğik sanki suçlu benmişim gibi. -kedilere daha az pisi pisi pisi demeye başladım. -dün köpeklerden eskisi kadar korkmadığımı fark ettim. -akşam pişirdiğim ıspanağı, sabah tavadaki haliyle dolaba attım. -dolabı sadece akşam 20 ve sabah 07 arası çalıştırıyorum. gün boyunca evde olmadığım için çalışmasına gerek yok, kendi soğukluğu ona yeter. otursun oturduğu yerde tek başına. soğukluğun cezası budur. -haftaya oğlum gelecek bana. 2 hafta kadar kalmayı düşünüyormuş, onu nerelere götüreceğime dair liste yaptım; anıtkabir eski meclis atakule müzeler kızılcahamam ve işte bir kaç semt daha. sen ne önerirsin, oğlumu ankara'da nerelere götürmeliyim? -önceki hafta girdiğim final sınavlarımın bazıları iyi geçmiş, bazıları ise salladığım için kötü. onları iyileştirme çabam yok. okul denilen kapitalist yetiştirme fabrikalarını zaten sevmiyorken, açıköğretim diplomalarına inanan biri olmamı bekleme benden. zaten aptal kalabalıklara karışma çabamdan ve kayıt olma hakkım vardı diye kayıt olmuştum. herkesin evi diplomalarla dolu, kafalarda ise yeller esiyor. -bugün işyerindeki yemekte; mantar çorbası, manisa kebabı, zeytinyağlı yaprrak sarma ve meyve var. açıkçası ne çıkarsa çıksın koşa koşa gidip yiyenlerdenim. çünkü yemek yapmayı bilmiyorum ve yerken de hiç ayırt eden biri olmadım. önüme ne onursa yerim. seni bile hammmmm
10 ocak:
sevgili günlük, bugünde allah kadar yalnızım. bu yanızlığım ne zaman bitecek allah biliyor ama ben bilmiyorum. yalnızlığımı bitirmek için elimden geleni de yapıyorum ama yok bitmiyor. bitmiyor. bitmiyor. ne yapıyım sen söyle günlük. ha! ne yapıyım??...
dün, önceki gün ve bugün ıspanak yediğim için bokum yeşil renginde. fakat çişimin rengi değişmedi. yediğimiz şeylerden dolayı bokumuzun renginin değişip, çişimizin renginin değişmemesi kafama takılıyor. bence bu yüzden bilimkadınları ve adamları ve travestileri ve lezbiyenleri ve geyleri ve transeksüelleri ve orospuçocukları bu konuda araştırma yapıp nedenlerini de acil bi şekilde ekşi sözlüğe üye olup bana mesaj atarak paylaşmalılar. (mesaj kukum herkese açık, çaylaklar ve çiyanlara da) akşam iş çıkışı yüzmeye gittim. iki çıplak erkek görürüm diye ama herkesin memesi aşağı sarkık. siz çocuk emzirmiyorsunuz ne bu haliniz? nefesinizi tutarak da nereye kadar yürüyeceksiniz. iktidarsız kasıntılar! sarkık erkek memesindense, en çirkin kadın memesine bile razı oldum. bugün.
yan tarafımdaki yapışık ıraklı komşum geçen gün kocaman bi tv aldı ve duvara monte etti. artık onlar yan tarafta tv izlerken ben dinliyorum. demekki gözden ırak olan, kulaktan olamıyor. (not: atasözleri teknolojik gelişmeler göz önüne alınarak güncelleştirilmeli diye tedeke'ye mail at) kendine iyi bak günlük ben bakamıyorum. yarın görüşürüz. öptüm bay, gömdün say.
12 ocak:
sevgili günlük, bugün çok acıkmıştım 7 yumurta yedim toplamda. osbir çekmedim. çekmemeye alıştım galiba. aslında osbir çektikten sonra, boy abdesti almak falan yoruyor beni. o yüzden, osbir çekmemeyi daha az yorucu ve uğraşsız bulduğum için çekmiyorum.
yüzmeye de gittim. artık her gün 30-40 dk yüzmeye giiyorum mutlaka. bugün fark ettimki, nefesimi daha uzun tutmaya başlamışım. aynı zamanda havuzun bi ucundan diğer ucuna da ilk defa kulaç atarak gittim. normalde yarım bırakıyordum. hayatımdaki her şeyi yarım bıraktığım gibi. ama bugün şeytanın ayağını kırdım. yarım bırakmadım. her gün en azından 1 kez, tam tur atmayı deneyeceğim günlükcüm.
hava bugün kapalıydı. çok ince bi yağmur çiseledi. sonra durdu. o durunca ben 20 dakika kadar yürüdüm. yerler çamur değildi. her yer beton olduğu için hiçbir yerde çamur yok.
saat şimdi 23:22 ve ben sana bu satırları yazarken, hiçbir önemli bok yapmıyorum. bu aralar aklıma hep bu konu takılıyor. sanki; boş aslında bomboş yaşıyormuşum gibi bir his var içimde. yani evet boş yaşıyorumda bu kadar derinden hissetmemiştim gibii. dünyaya boşuna yaşamak için mi geldik?
ben önemli bir şeyler yaparım sanıyordum ama bak bu yıl 40'ım çıkacak hiçbir önemli şeycik yapamadım. yapmam gereken bir şey var hissi hala içimde ama ne olduğunu anlamıyorum. insanın kendisini anlayamaması çok tuhaf günlük.
sevgili günlük, oğlumun gelmesine 2 gün kaldı. geldiğinde onunla ne yapcaz bilmiyorum. ergen babası olmak beni düşündürmeye başladı. onun aptal bi çocuk olması beni üzüyor. ama gerçekten aptal. inşallah ilerde uyuşturucu, alkol ve orospulara gitme gibi kötü alışkanlıklar edinmez. edinirse üzülürüm. bugünlük bu kadar günlük. iyi geceler.
13 ocak:
merhaba sevgili günlük. bugünde her zamanki kadar sıkılıyorum ama her zaman olduğu gibi ne kadar sıkıldığımı bilmiyorum. keşke sıkılmak, kütlesel bir şey olsaydı ve çıkarıp nah diye ortaya sürebilseydik. böylece sıkıntılarımızdan bi parça almak isteyenlere de ikram edebilirdik.
biliyorsun, osbir çekmeyi bırakalı uzun zaman oldu. geçen ay 2 defa yaptığım deneme sürüşlerini saymazsak, osbirsiz ikinci yılıma giriyorum. demekki erkek insan osbirsiz de yaşayabiliyor. oysa "osbirsiz yaşanmaz" sanıyor herkes ve o yüzden olsa gerek, almış eline yürümekteler.
bugün pilav üstü döner yedim. o kadar güzeldiki, akşama kadar hiç acıkmadım ve akşam yemeği de yemedim. sadece dabıl dabıl dabıl türk kahvesi yaptım kocaman fincanda onu içtim. tabiki zorla. keşke içmeseydim. ve belkide yemeklerin miktarı değil bizi doyuran. bizi doyuran gerçek şey, yediklerimizin tadı.dır.
sabah namazlarını artık kaçırmıyorum. kaçırsam bile allah kızmaz biliyorum ama kaçırmamak için gösterdiğim çaba beni mutlu ediyor. teşekkür ederim allah'ım, beni sana taptığım için mutlu kılıyorsun.
hafta sonu kombi bozulmuştu. ucuz bi usta buldum geldi, ucuz ucuz yaptı gitti. kombi yine bozuldu. şimdi hırka, pijama ve kapüşonlu mont kombinimle oturuyorum. ankara'nın göbeğinde.
ulus'ta, dan söz lerin olduğu sokaklarda gezinirken içeri girip kandırılmamak için kendimi zor tutuyorum. inşallah tutmaya devam ederim. çünkü bazen tutamam diye çok korkuyorum ve bu yüzden oraya gitmemeye çalışıyorum. ama lanet olası ayaklarım yok mu? işte bu götümden aşağı sarkmakta olan ayaklarım beni her defasında oralara bi yerlere götürmeye çalışıyor. neymiş efendim şehrin havasını solumalıymışız, yaşadığımız şehre ait mekanların her halini görmeliymişiz, insanlarının nelerle boğuştuğuna şahitlik etmeliymişiz. hı hı tamam diyorum ayaklarıma.
sevgili günlük, hiç sevgilin oldu mu?
14 ocak:
sevgili günlük, bugün oğlumun gelişinden dolayı biraz heyecanlıydım. büyümüş ve artık şehirlerarası yolculuk yapacak yaşa gelmiş. kim derdi o götü boklu bebe, bu yaşa gelecek? ama bak gelmiş ve şu an yorgun olduğunu söyleyip yatağıma çöreklendi. bende kanepede kendime yer yaptım. sakal ve bıyıklarında da terlemeleri geçtiği dönemde şu an. artık traş oluyor. tüyleri kıla dönüşmeye başlamış.
bilmiyorum günlük, garip bi his. gurur da var bu hissin içinde ve şaşkınlıkla dolu belirsizliklerin getirdiği hafif bi karamsarlıklarda. ne yapcam ben bununla, ona nasıl babalık yapmalıyım. yapmalı mıyım. bilmiyorum. kafamın içi şu an bi milyoncu dükkanı gibi. beyfendi burayı severse bi kaç gün kalıp sonrasında da bursa'daki kuzenine gidecekmiş. planları hazır. ağlamak istiyor gibiyim sanki ama ağlayamıyorum günlük. öptüm kib
15 ocak:
sevgili günlük, biliyorsun dün oğlum geldi. sivilceleri artmış, boyu uzamış ve beni 2 cm geçmiş. vucudu da iyice kıllanmış. ayı yavrusu denebilecek gibi. bu yüzden kendinden utanıyor galiba. aynı zamanda 4 yıl önce çektiğimiz ve benim çıktısını alıp çalışma masama koyduğum fotoğrafına bakıp "öfff şu çirkinliğe bak, hele bunu kaldır, yok et" demesinden de bunun kesinliğinden eminim. sanırım ergenliğin doruğu olan 16 yaşında olmasının sonuçlarından biri olsa gerek.
bugün onu işyerime götürdüm, iş arkadaşlarımla tanışsın biraz farklılık görsün dedim ama ııııhhhh içine çok fazla kapanık ve doğulu olmanın, doğuda yaşamanın getirisi olan aşağılık kompleksi yüzünden nerdeyse kimseyle iletişim kuramadı, kurduklarında ise fazlasıyla zorlamalar sonrasında anca 3-5 cümleyle geçiştirdi.
ofis arkadaşım 45 yaşındaki ışık hanım, ona bi ara ufak bi kur yaparak erkekliği üzerinden onu yüreklendirmeye ve eril tarafını canlandırmaya ve belki bi ihtimal özgüvenine yararlı olacağını düşünerek ufak merhamet dolu bi şekilde flörtöz davrandı ama ııııhhhh yine olmadı. doğulu olmanın, doğuda dünyaya gelip orda yaşamanın kültürelliği içinde sanırım aşağılıkkompleksi yüklenmeden olmuyor. orada herkes dünyaya kaybeden olmaya geldiğini kabullenerek yaşıyor, yaşatılıyor. oğlumda bunu, yaşından bağımsız olarak daha net görebiliyorum. adeta "ben kaybetmeye geldim" dercesine, sağa sola yalpalanan vucudu, konuşurkenki duraksayarak ve bol es'li tonlamaları, gözlerini sürekli kaçırışı vs vs onun adına hüzünlendim biraz. inşallah atlatır bu hallerini.
akşam üzeri eski ev arkadaşım olan genç teğmen'i çağırdım. geldi ve tofaş'ına binip hep beraber ankamall'a gittik. giderken ve hatta, daha gitmeden önce oğlumun tofaş'a bindiği anda ortaya çıkan kıro'luğu, değişen yüz ifadesi, varoşluğunu sergileyebileceği biriyle tanışmış olduğuna dair etrafa yayılan o enerjisine şaşırmadım desem yalan olur. açıkçası şok olacak kadar şaşırdım. inşallah bu varoş haliyle kalmaz.
mağazaları gezinirken, beğendiği bi ayakkabı görünce aldık. eve gelince bu ayakkabıyı ona aldığım için bi kaç sefer teşekkür etti. teşekküre benzeyen cümleler kurdu.
ankamall'dan çıkıp arabayla turlarken, bizim genç teğmen arabesk hippop tarzı müzikler açtı ve sağa sola fırlayan baslardan bizim ergen kendinden geçti. teğmen'in bu hallerini bile bilmiyorken, benim ergen'in bu halleri beni iyice göt etti. arkada oturmuş ikisinin hallerine uyum sağlamaya çalışırken, içimden de üzülmeden edemiyordum. açıkçası hala da üzgünüm. çünkü benim oğlum gerçek bi varoşmuş ve ben onu ayda yılda bi gördüğüm için farkında değilmişim.
bi kaç araba turundan sonra yavaşladığımızda, teğmen ona sigara içip içmediğini sordu ve bende içiyorsa içsin, bu sadece onu ilgilendirir dedim. ben öyle deyince gaza geldi ve meğer 2 gündür benimle olmasından dolayı içemediği sigarayı, çölde bi yudum su bulmuşcasına alıp solumaya başladı. bende hem üzüldüm, hemde şantaj yaparım diye düşünerek fotoğrafını çektim. yarım saat sonra ikinci sigarayı gerçekten gizleyerek içti.
eve dönerken, fotoğrafını whatsapp'ımda "oğlum sigaraya başlamış" notuyla paylaşacağımı söylediğim için duruldu ve eve geldiğimizde de bunun kavgasını görmeye çalıştı. ama bunun için kavga edemeyeceğimizi ama söylediğim cümle ile paylaşmamam için beni mantıklı bi şekilde ikna etmesi gerektiğini söyledim. ikna oldu ve nedenlerini sıraladı:
-beni herkes terbiyeli sanıyor, sen bunu paylaşırsan herkes görecek ve beni terbiyesz bilecekler -annem görürse üzülür -ailelerimiz görmesinler -ben herkesin gözünde asla sigara içecek biri değilim ve bunun bozulmasını istemiyorum gibi gibi nedenler sıralayınca, karşılık olarak;
-kimseye göre yaşamak zorunda değilsin -bi öyle bi böyle davranan iki yüzlü müsün sen. dolandırıcılık lan bu -sigara içmek veya içmemek özel bi durum değil. bu tamamen sağlıkla ilgili. -boş ver insanlar ne derse desin. içmek istiyorsan ben izin veriyorum, içebilirsin. ama eğer insanlardan rahatsızlık duyuyorsan bi daha içmemelisin.
bu uzayıp giden atışmalarımız sonrasında şu karara vardık; o bir daha sigara içmeyecek ve bende sigara içtiği fotoğrafı paylaşmayacağım. ölümüm üzerine de söz verdiğimizi de unutmayayım. çünkü annesi üzerine söz vermeyi kabul etmedi. allah üzerine de söz vermedi, çünkü allah çarpabilirmiş. şimdi ise yatağa gitti uyuyacakmış. ama ben biliyorum uyumayacak. telefona sımsıkı sarılmış internetin varoşluğunda kaybolmuştur.
şunları da söylemeden bugünü bitirmemeliyim günlük; açıkçası varoşlardan ruhen kopmuş biri olarak, bir varoşun babası olacağım hiç aklıma gelmezdi. üstelik şimdi, evet tam da şu an, gerçek bi varoş kafasını anlamış bulunmaktayım. çünkü bi varoş'a hiç bu kadar ruhen ve bedenen yakın olmamıştım. kanımdan, canımdan kendi tohumumdan bi varoş yaratmamıştım.
16 ocak:
sevgili günlük, biliyorum sabahın köründe günlük tutmak garip gelecek ama dün sana söylemeyi unuttuğum bir şey söylemeliyim.
oğlum'la dün turlarken, teğmen'in aptalca muhabbetleri esnasında nasıl olduysa "mutlu son" deyimi geçti ve oğlum beni kastederek teğmen'e "mutlu sonun ne olduğunu da bilmiyor" dedi. o an, oğlumun benim için kurduğu bu cümleyle, kafasında ne kadar da cahil veya argo sözlerden uzak bir algım olduğunu düşündüm. zihninde beni görüşü, küfürsüz kendi halinde bir adam olduğum olsa gerekki, bu cümleyi kurarken aynı zamanda "sen anlamazsın, bu anlamaz böyle şeylerden" tonlaması da beni hafife aldığını fazlasıyla gösteriyordu. dün geceden bu yana düşünüyorumda, sanırım onun için fazlasıyla saf ve hatta salak derecesinde kendi halinde biriyim. pekiiiii söyle bakalım günlük, bu algımı yok etmeli miyim? benim kirli yönümü, ağzı bozuk ve gerçekten tamaman ahlaksız yanımın yüzeye çıkmasına izin vermeli miyim? ne yapmalıyım günlük? çünkü ben onun sandığı kadar masum değilim. bunun birazının, en iyisini sen biliyorsun.
tekrar 16 ocak:
sevgili günlük. bugün sanki depresyonda gibiyim. ama depresyonun ne olduğunu tam bilmediğim için "evet depresyondayım"da diyemiyorum. öğlen durup dururken ölsem nasıl olur gibi şeyler aklıma geldi ama hemen kovdum gittiler. çünkü ölsem kimsenin sikinde değilim. ağlayanım yok. gülenimde. ikisinden birinin olmasını isterdim hayatımda ama yok ne yapıyım. olması için ise elimden de ayağımdan da geleni yaptım ama yok. olmadı.
biliyorsun tek başıma yaşayıp gitmeyeyim diye çok çırpındım, çok didindim ama olmadı. olmuyor. geçimsiz biri olabilirim. bence geçimsizim. o yüzden yalnızım. bunun başka açıklaması yok. bence ben büyük bi geçimsiz orospuçocuğunun tekiyim. tamam mı günlük. bu böyle biline. ben biliyorum....
son zamanlarda jamais vu'larım artmaya başladı sanki. bu konuyu kafama takmamaya çalışıyorum ama iyice yaşlanınca ne yapcam? işte bu kafama takılıyor.
sevgili günlük kafam karıştı. yazacağım şeyleri unuttum. bilinçakışım kesintiye uğrayınca böyle oluyor. öptüm sıkıldım by
18 ocak:
sevgili günlük, sanırım ibneliğimi tekrar "tamamen" kabullenip, eskiden olduğu gibi yine birini bulup onunla yaşamalıyım. ama biliyorsun, ibineler dönek olduğu için sadece götlerinin sikilmesi karşılığında buluşmayı kabul ediyorlar ve bende henüz yüzyüze tanışmadığım birilerinin götlerini sikeceğime dair kimseye söz veremediğim için kimseyi buluşmaya ikna edemiyorum. bu ibneler neden böyle günlük?
dün oğlumla kızılcahamam'a gidip geldik. orayı ve burayı, Ankara'nın tümünü sevmedi ve hatta sıkıldı. bi an önce gitmek istiyor. ankara'yı fazlasıyla sıkıcı buluyor. bu yüzden geçen gün bana bursa'ya bilet aldırdı. bu gece saat 2'de yolcu abbas, bağlasak bile durmassssssss efendimissssss. ergenler neden hemen sıkılıyorlar günlük?
sigaraya başladığını biliyosun zaten. benden saklamasını istemiyorum. yoksa istemeli miyim günlük? ne yapmalıyım hiçbir fikrim yok. sigara'nın saygıyla değil, sağlıkla ilgili olduğunu bi türlü kabullenemiyor. şimdi ona gelip bi sigara içmesini söyleyeceğim. umarım onun sağlıksız hareketlerimi onayladığımı değil, benden gizli saklı boklar yememesi gerektiğini ve bunun önemsiz olduğunu anlar.
söyleyemedim ama montunun cebindeki parlament nayt blu'yu ve bic çakmağını alıp bi dal yakıp, diğer odaya doğru üflüyorum. belki kokusunu alıp gelir ve söylenir. böylece onu, benim yanımda sigara içebilmesinin önemsiz olduğuna ikna ederim. salak çocuk. çocuklar neden salak olur günlük?
koku alacağı yoktu bu çocuğun. gidip yüzüne üfledim. biraz söylendi. -neden onun ceplerini karıştırıyormuşum falan. -ulan hani bana söz vermiştin? ben senin sigara içerken çektiğim fotoğrafını whatsapp ve instagram hesabımda "oğlum sigaraya başlamış" diye paylaşmayacaktım sende bi daha sigara içmeyecektin? -ya bu paket bitsin bi daha içmeyeceğim -öyle olmaz. söz verdin -tamam bitsin bi daha içmeyeceğim -ohooooo yerler böyle yalanı. fotoğrafını paylaşacağım -iyi o zaman bi daha görüşmeyeceğim seninle -sen bilirsin
bu konuşma sonrası odasına gitti. clan mlan'lı aptal oyunu oynamaya devam ediyor. sigara konusunda tartışırkende bi yandan oynuyordu zaten. bu oyunlar aptal mı yetiştiriyor günlük? yoksa ben mi bi aptal yetiştirdim. ya da annesi yetiştirdi.
sigara bitmek üzere. by
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.