Eylül ayı benim için biraz koşuşturmalı geçtiği ve zaten aylardır bilgisayarım çökük halde olduğu için ne yaptım, ne ettim paylaşamadım. Oysa yediğim bokları paylaşsam iyi ederdim. Çünkü yazma hevesimi dindirmek için kurguyla karışık yer yer fazlasıyla abartılı, samimi ve içtenlikle, kendi ve hayatıma girenlerin yalan tarihini tutarken çok rahatlıyorum. Bundan dolayı da yazmayı, sanırım ölünce bırakacağım.
Şimdi geçen ay'a dönersek şöyle oldu:
1-Kontroller için yine İstanbul'a gittim. 1 haftalık koşuşturmalarda her iki hastaneyi de ziyaret ettim, doktorlarımı gördüm ve kontrol sonrası her ikisinden de aynı dönüşü aldım; sonuçların iyi görünüyor. kemoterapiye ara verelim, epilepsi ilacına devam edelim, kontrol aralığını 3 ay daha artıralım. bu yüzden 6 ay sonra mr ve tahlillerle yine kontrollere gel.
İki hastanenin de aynı cevabı verip, aynı yönlendirmede bulunması içimi rahatlattı. Bu yüzden hemen dönecekken 1 hafta gezip tozduktan sonra meme'lekete döndüm...
2-İstanbul'a gittiğimin ilk günü Öküz Herif'le yaşadığımız eve gittim "hastane kontrollerime geldiğimi ve eğer mümkünse 1 hafta kalıp kalamayacağımı" bana tam açmadığı kapı aralığından sordum ama o; net, yersiz biriktirdiği öfkeli tereddütsüz kızgın ses tonuyla "hayır kalamazsın. hiç arkadaşın yok mu? siktir git arkadaşlarında kal. ardahanlı annen vardı ona git" dedi. Oysa ben, bi ihtimal artık onun bana karşı haksızca biriktirdiği öfkesini yendiğini ve bu görüşmediğimiz süre içerisinde, biraz da olsa ona baktığım yılların hatrına beni belki şimdi içeri alacağını ve en azından "nasılsın" adlı basit bir soru soracağını bile düşünmüştüm. Fakat kafamdaki ona ait bu basit olumluluğun, gerçekte şu an esamesi bile yoktu...
Şaşırmış halde dönüp gidecekken, milyonsaniyeden daha kısa bi anda "kendimi biraz acındırırsam belki hadi kal" diyeceğini düşünerek acındırma numarası yaparak "sadece bi hafta" diye cümleme tüm zavallılığımı boca ettim ama o, tüm zalimlerin "acınacak birini gördüklerinde kırbacı daha sert vurmaları gerektiği yasası" uyarınca, ruhsal elindeki kırbacı, bedensel gözlerinden fışkıran "bana muhtaç biri var, o zaman bu fırsatı kaçırmayıp bir hamamböceğini ezer gibi hemen ezmeliyim" adlı bakışlarından okudum ve okumam biterken o da "hayır dedim, siktir git" cümlesini kafamın içine büyük harflerle kuruverdi.
Ona, bana hakaret ederek ezmesi için bir kaç yalvarma daha sundum ve o da sunumlarımı hiç red etmeden, beni hakaretlerine bulayıp ezerek, son cümlesinde ise aralık kapıyı suratıma büyük bir zevkle çarpıp üst kilitlerini de kitlediğini anladığım mekanik sesler eşliğinde def ederek kabul etti..
İki gün sonra yine eve gittim ve bu sefer evde Öküz yoktu, onun daha önce benimle "arkadaş" olarak tanıştırdığı Özbek Genco vardı. Kapıyı açtı içeri girdim, birbirimizi sorduk ve işte sağdan soldan lafladık. Genco bana benziyor;benim gibi ince beden, benim gibi esmer, benim gibi kıvrak beden hareketleri, benim gibi her şeye her an gülümsemeye hazır ağzı ve benim Öküz'le tanıştığım ilk zamanlarımdaki gibi ezik.
Biraz konuşturdum ve hangi boku yediğini anladığımı belli etmek için "siz Öküz'le sevgilisiniz değil mi" diye soru verdim ve o bi anda şok olmuşcasına "yok yok yok. o hiç yakışıklı da değil. hep şişkoo şişko. ben sevmem böyle çok şişkoları. benim sevgilim var, şimdi dışarda. zaten biz bu evi onla kiraladık." diye başlayıp devam ettirdiği bir sürü yalanıyla paniklemişcesine konuşmaya başladı. Gülümseyip konuyu değiştirdim ve sonrasında da çıkıp gittim.
Zavallı öküz, maddi anlamda her an kendisine muhtaç kalabilecek kadar ayakta durabilen ama buna rağmen güçsüz kalacağı için çekip gitmeyen herhangi birilerini hayatına alıp onu ruhsal, zihinsel, bedensel ve olabildiği kadarda maddi anlamda iyice sömürüp hiçbir şeyi kalmayıncaysa sokağa atacak yeni bir bedenle tanrılık kompleksini tamamlayabileceği yanılgısına kapılmış halde yaşıyor.
Bu tespitimde yanılmak isterdim ama geçmişteki ayrılıklarımız sonrasındaki takıldığı tipleri ve profilleri düşününce, aslında bunların hiç değişmediğini şimdi daha iyi görebiliyorum. Çünkü o bir sünepe olarak, ezik bir şekilde yaşarken yanında daha güçlü birinin olmasına tahammül edemiyor ve tamda bu yüzden, takıldığı kişi ufak bi toparlanıp hayatının iplerini eline aldığı zaman hemen harekete geçip ona düzenli aralıklarla aşağılayıcı davranışlarda, sözsel şiddette, küçük düşüreceği zihin oyunlarında, ufak hediyeler verip sonraki günlerde ise hediyenin karşılığını fazlasıyla beklediğini ima etmeye ve daha sonraki günlerde ise açıkça söylemeye başladığı davranışlarda bulunmaya başlıyor. (Bunu yıllarca bana uyguladığı için, şu anki hayatımda bana hediye ettiği hiçbir şey yok. Çünkü hediye olarak verdiği şey kırılabilecek bir eşya ise, karşılığını istediği an gözünün önünde kırmışımdır, kırılamayacak bir şey ise çöpe atmış veya başkalarına hediye diye verip hayatımdan çıkarmışımdır.)
Zavallı Özbek Genco nasıl bir canavarla karşı karşıya olduğunun farkında değil ve kültürel seviyesi de bunu anlamaya hiç müsait değil. Umarım yaşayacağı sinir harplerinden sağ kurtulur ve hayatına sağlıkla devam eder. Çünkü içine düştüğü, teslim olduğu karanlığın farkında değil.)
3-İstanbul'da kaldığım süre içerisinde Ardahanlı annemde kaldım ve kaldığım süre boyunca kendimi hiç borçlu hissetmedim. Oysa eskiden borçlu hissederdim. Galiba bunun nedeni önceki aylarda onunla gerçekleştirdiğimiz telefon konuşmalarından birinde ona dediğim "hayatında, karşılık beklemediğin hiçbir konuşman yok. benimle bu şekilde konuşmanı sevmiyorum"du.
Evet o cümlelerim işe yaramış ve benimle konuşurken cümlelerini seçtiği çok belli.
Çocukları ise iş güç peşinde koşturuyorlardı. Hatta zamanında benim elinden tutup anaokuluna götürdüğüm kereta büyümüş de şimdi lüks bi restoranda garson olarak çalışıyor. Bana "abi boşver memlekete gitme! gel bizde kal. zaten ağzında iyi laf yapıyor, ben sana bizim orda iş ayarlarım. sende bi kaç haftada iyice ortamın dilini kaparsın. deli gibi para kazanırsın. ben bile şu an aylık 15.000 alıyorum"dedi. Güldüm ve "yok yav. ben bi müddet bizim oraları deneyeceğim. bakalım neler oluyor. hem olmazsa nasılsa döner gelirim. ama şartları iyice zorlamadan, olacakları ve olabilecekleri son damlaya kadar görmeden şimdilik gelmeyeceğim" dedim.
Gerçekten de böyle düşünüyorum. Belki bi gün yine İstanbul'a dönerim ama bu dönüşüm, memleketten tamamen umudumu kestiğim zaman olacak. Şimdilik ufuk az olsa bile görünmeye başladı.
4-Kayıt falan oldum okula. Belge teslimleri, ders muafiyetleri falan derken her şeyi bitirdim ve okul başladı bile. Daha önce adalet okuduğumdan dolayı, şimdi muaf olduğum ders fazla olunca, haftanın iki günü yalnız derslerim var ve okul havasına pek girmiş sayılmam. Onun için sosyoloji hocam'a "hocam ders anlatışınızı çok sevdim. diğer sınıflardaki derslerinize de katılmak istiyorum" dedim, olur dedi. Yakında hocanın kuyruğuna dönüşeceğim. Kerata çok da sevimli bi tip. ısırırım :)
5-Bi kaç tanışma amaçlı flört denemesi yaptım ama şimdi tek tek saymak istemiyorum. Fakat bunları yaşadıkta sonra bi daha emin oldumki salak sevmiyorum, tahammülüm de yok. Ne aradığını, istediğini bilmeyenlerle vakit harcamak istemiyorum. Kimseyi eğitip sokağa salacak vaktim de yok. Ayrıca tip hoş olsada zihinsel gelişimini tamamlamamış, parası dışında hiçbir şeyi olmayanları da beğenemiyorum. Bundan artık iyice emin oldum.
6-Annem ve 3numaralıablam'la konuşmayı kestiğimden bu yana huzuru buldum, evde bol bol kitap okumaya başladım.
Sanırım uzun zamandır hiç bu kadar kitap okumamıştım ve bu uğraşım beni çok mutlu ediyor.