Oldum olası sonbaharları sevemedim gitti gitti. Çocukken de sevmezdim, gençliğimde de sevmedim, şimdi yaşlanıyorum hâlâ sevemedim. Aslında gençliğimde; yaşlandıkça sonbaharları severim diye düşünüyordum ve neden sevmediğim konusunu üzerine çok durmadan geçiştiriyordum. ama şimdi yaşlanmaya başlamışken hâlâ sevmediğimi görünce ve sevemeyeceğimi iyice belleyince, artık kabullendim. Ben sonbaharla anlaşamıyorum. Dökülen yapraklar, zamansız yağan yağmurlar falan hepsi can sıkıcı. Belki de bana ölümü hatırlatıyor diye olsa gerek, ya da başka sebeplerden dolayı.
Son yıllarda ise sonbaharları sevmememe başka bir neden daha eklendi, o da baş ağrısı. Başım bu aylarda fena şekilde ağrımaya başlıyor ve şu havalar tam etkisini kaybedip başka bir mevsime geçinceye kadar da ağrımaya devam ediyor.
Şu bir kaç gündür yine ağrıyor ve ben artık başımı ciddi ciddi koparıp atmayı düşünüyorum. Yani bi baş ne kadar ağrıyabilirse o kadar ağrıyor. Hatta bazen sınırlarını bile zorluyor. Daha ne kadar ağrıyabilirim diye beni denemeye devam ediyor.
Dün o kadar ağrıdı ki öğleden sonra yatağa girdiğimde, hemen uyuya almışım. Akşam 9'da uyanınca tekrar uyudum ve sonra gece 11'de uyanınca da nette takılıp sonrada gece 2'de tekrar uyudum. Sabah 11'de kalktım, başım hala ağrıyor. Şu an saat akşam 7 oldu ve hafif bir ağrıyla beraber devam ediyor. bilmiyorum yani, tamam, baş ağrısı falan ama sıkıldım iyice.
Bu arada geçen gün, ev arkadaşı bulmak için verdiğim ilanlara bir kaç kişi döndü ve görüştüm. Adamın biri geldi; evliymiş yeni boşanmış ve evi barkı karısına bırakıp çıkmış evden. Bir daha o karının yüzünü görmek bile istemiyorum falan diyordu. Baktım olay biraz karmaşık, beni de içine çekecek şekilde daha bi karışacak, bunun üzerine; ben de biraz yüksek ücret istedim. Amacım onun kabul edemeyeceği bir ücretle, evi tutmamasını sağlamaktı ve adam da bu ücret fazla deyip gitti.
Öğleden sonra başka bir adam geldi, eve baktı falan filan benimde kafama yattı, uygun fiyat söyledim ve düşünüp döneceğini söyleyerek gitti. Ama ertesi gün olumsuz cevap döndü. Ben de o sırada başkasına gel eve bak dedim ve adam çıktı geldi.
45 yaşında, kır saçlı, kilolu, işinde gücünde bir adam. Fiyatı söyledim, eve baktı ve tamam dedi.
2 gün sonrada geldi yerleşti. Kirayı bölüşecek olmamız iyi oldu. en azından şu parasız günlerde iyi gelir. Bakalım nasıl olacak.
Adamla çok fazla konuşamıyoruz, o sabah erken saatlerde kalkıp işe gidiyor, akşam geç saatlerde geliyor. Ben o saatlerde ya uyumuş oluyorum, ya da yeni uyanmış oluyorum. O da geldiği gibi odasına girip uyuyor. Eğer olurda şans eseri salonda karşılaşırsak iyi akşamlar veya günaydın diyoruz birbirimize o kadar.
Yani iki yabancı olmamız tabiki normal ama bu kadar yabancı olmak ne bileyim bana çok fazla soğuk geldi.
Öte yandan adam geceleri uyurken kapısını arkadan kitliyor ve odasının ışığını da hep açık bırakıyor. Lan elektrik faturasını bölüşcez tamam da, yani uyuyorsun kapat o ışığı. Boşuna girmesin diye gidip söylenmemek için kendimi zor tutuyorum.
Gerçi artık alıştım, belki de adam korkuyor, ki zaten korkmasa kapıyı arkadan kilitlemez. Ama kilit mevzusu fazla tuhaf değil mi? Resmen benden korkuyor :(
Lan ben o kadar korkunç biri değilim. Üstelik burda korkması gereken biri varsa o da benim, çünkü o benden iri ve daha güçlü. Üstelik o eve geldiğinde ben kapılarım falan filan ardına kadar açık bi şekilde uyumuş oluyorum. Ki kitlemek aklımın ucundan bile geçmiyor. Lan kendi evimde dışlandım resmen.
Neyse, onun dışında hafta sonları evde kaldığında yemek yapıyor ve ciddi anlamda eli çok lezzetli. Muhteşem denecek kadar güzel yemek yapıyor. Resmen bu yönünü kıskanmıştım. ama sonra geçen mutfakta biraz lafa tuttum adamı ve yemek yapmayı nasıl öğrendiğini anlatınca, içim bi tuhaf oldu. Çünkü yemek yapmayı hapiste öğrenmiş. Zaten sohbetimiz boyunca da "allah kimseyi hapse düşürmesin" deyip duruyordu. Sanki allahın işi gücü yok bizi hapse düşürmek için plan yapıyormuş gibi..
Hapse düşmesinin nedeni ise, adam eskiden deli paralar kazanan bi tekstilciymiş, yatları, katları, ofisler vs varmış. ama sonra bi ara bunlar ailece büyük başka bir işe girişmişler ve ne olmuşsa olmuş, iş ters gitmiş. Sonra da o iş diğer işlerine de etki edince, yavaş yavaş ellerindeki yatları katları çıkarmaya başlamışlar. Ama işi toparlayamamışlar ve 1-2 yıl içinde ellerinde avuçlarında ne varsa hepsini kaybetmişler. İflas edip çekleri de geri dönmeye başlayınca adam üçkağıtçılıktan tutuklanıp hapse atılmış. Tabii bu arada karısı onu terketmiş ve 2 çocuğunu da alıp başka bir adamla evlenmiş, ailesi falan adam hapiste olduğu müddetçe hiç arayıp sormamış ve ablası dışında kimse de ziyaretine gelip gitmemiş. 3 yıllık hapis cezasından sonra, serbest bırakılınca bu sefer de tek başına işine gücüne sarılmış ve işte şimdi yine küçük bir tesktil atölyesi açıp işleri yoluna koymaya başlamış.
Neyse işte böyle bir adam.
Belki de bu yüzden odasının kapısını kitlemesini ve gece uyurken ışığı açık bırakmasını normal görüyorum. Ama ne bileyim yine de ben evde tek başımaymışım gibi hissediyorum. Tek farkı cebimden çıkacak paranın azalmış olması. Onun bu evde yaşıyor olmasının hiçbi farkı yok. Hiçbi farkı yoksa ne diye aynı evde olalım ki.. Bu biraz canımı sıkıyor.
Şimdi böyle dedim ya; aklıma; blogun daimi yeni okuyucularından Zeynep'in söylediği cümle geliverdi. Zeynep şöyle demişti mailinde; "sen aslında sevgili mevgili aramıyorsun. sen, seni olduğu gibi kabul edecek, sevecek bir aile arıyorsun."
yani o mail üzerine ciddi ciddi düşününce hak vermiştim. hele şimdi bu adamın da böyle odasına kapanıp hiç konuşmayacağımızı görünce hepten hak verdim. galiba ben sevgili ayağına, ev arkadaşı ayağına kendime bir aile arıyorum. başka da bi sik aradığım yok.
çektiğim saksolar, yediğim yarraklar, siktiğim götlerin hepsi aslında beni sevsinler diye verdiğim ödünlerden başka bir şey değil.
belki de seks'i sadece seks yapmak için, zevk almak için yaparsam işleri yoluna koyabilirim. yani siktiğim kişileri veya beni siken kişileri ailem olmalarını isteyerek değil de, sadece işte sikmek istediğim için sikersem, hayatımda bir şeyler değişebilir. ama işte ben bu sikiş sokuş olaylarının altında aslında başka hesaplar yaparak yaşadığım için de hiçbir şey düzgün olmuyor ve böyle yaşamaya devam edersem de hiç düzgün olmayacak...
Adam yakışıklı mı?☺ Kendimi senin yerine koydum da çok tahrik edici bi hikaye..Evet evet 40 yaş üzeri erkeklerden hoşlanıyorum..😘
YanıtlaSilHayat erkeği, nedense yazılarından nasıl birisini olduğunu merak ediyorum. "Yani siktiğim kişileri veya beni siken kişileri ailem olmalarını isteyerek değil de, sadece işte sikmek istediğim için sikersem, hayatımda bir şeyler değişebilir." cümleni okuduktan sonra direk kendimi düşündüm. Şimdiye kadar hep "sikmek" istedim. Bu yazından sonra gerçek bir cinsel ilişkiye girdiğimde ya "sikilmek" istersem diye de düşündüm. Sonra kişiliğimi göz önüme getirdim. Kibar olmamdan kaynaklı herkes bana "kız" gibisin diyor ama aksine "kız" gibi olan erkekleri hiç sevmem. Ne kadar eşcinsel bir insan olsam da. Ayrıca neden bilmem ama konuşurken kendimi hiç "kız" gibi hissetmiyorum. Hiç öyle "ayol'luk" bir tavrım da yok. Böyle olunca kendime hep "kibarım ondan" diyorum.
YanıtlaSilNeyse. Kendine dikkat et hayat erkeği.
@adısz adam yakışıklı değil. açıkçası hiç o gözle bakmadım. son zamanlarda libodomda düşüş var galiba.
YanıtlaSil@gamzeli sağ ol, sen de kendine dikkat et.
Nedir bu yaşlanıyorum tribi. 20'li yaş insanları genelde 30 olduklarında yaşlanacaklarını 40 olduklarında dede olacaklarını ve 50 olduklarında da mezara gireceklerini düşenecek kadar hayalperestler. Oysa 27 ile 37 en iyi yaşlardır, güçlü ve heyecanlı olursun. 37'den sonra akıllı ve disiplinli ve çekici olursun. 45'inden sonra da babacan, bilgi sahibi ve sahiplenici olursun, bambaşka bir çekicilik daha katılır üzerine. Ama yaşlandığınızı hissettiğinizde Tarkan'ın, Özcan Deniz'in, Emrah'ın, Mustafa Sandal'ın hala bu dinç hallerine bakıp 45'lerinde olduğunu düşünüp, 30 kelimesiyle korkmaktan vazgeçin artık. 30 sadece bir rakam. Ve hiç de yaşlı bir rakam değil aptalca düşünmekten vazgeçin.
YanıtlaSil