Şimdi öylesine bakkalda oturuyorum, gelen giden pek yok. Genelde müşteriler akşam saat 16:30'dan sonra gelmeye başlıyorlar. gün içinde ise ev hanımları acil ihtiyaçlar için ara ara gelip gidiyorlar.
Birde geç uyanan çocukların anneleri tarafından bakkala gönderilme meselesi var, genelde 4 yumurta ve 2 taze ekmek alıyorlar. Sabahın köründe çıkıp gelen bu küçük çocuklar yüzünden, bazı anne-baba'ların, çocukları sırf sabah markete göndermek için yaptıklarından eminim.
Bunlar dışında gelen giden yok, aldığım yeni mallar yerinde duruyor. Bunları nasıl satıcam hiç bilmiyorum. bir de havalar soğuyunca insanlar pek dışarı çıkmamaya başladılar, dışarı kimse çıkmayınca satışlar çok çok düşüyor. Sokakta kedi ve köpek sayısı bile azaldı, insanlar niye dışarı çıksın ki..
Geçen hafta aldığım yeni malların içinde büyük boy Nutella kavanozları da var, ama onlar bile hiç satılmadı. Düşünebiliyor musunuz, Nutelle satılmayan bir bakkalım var, onun yerine Çokokrem alıyorlar. Hem Nutella satılmayan dükkan mı olurmuş ya, bence insanların şu an deli gibi Nutella almaya gelmiş olması lazımdı ama yoklar :( Yoksa Nutella krizi yalan mıydı?
Zaten nutella'lardan birini ben açıp kaşıklamaya başladım ve 3'te 2'si bitti bile. Umarım geri kalanları da yemek zorunda kalmam. Yani çünkü para kazanmam lazım, çünkü ay sonunda kira ödemesi var, elektriği var, suyu var, şusu var, busu var. Birsürü ıvırı zıvırı var.
Üff esnaflık hiç de öyle bana göre bir iş değilmiş, şimdi burada otururken daha iyi anlıyorum. Zaten ben elinde kahve kupasıyla ofisin camından dışarıya bakıp "dünyayı nasıl kurtarabilirim" diye düşünerek zamanını öldürmesi gerekenlerdenim :(
Sabah evden çıkarken, yün hırkamı giydim. Cebimde geçen yıl bu zamanlarda Cihangir'deki evde gripten öleceğimi sandığım günlerden kalma sümüklü kağıt peçetelerim vardı. Elime alıp biraz evirdim çevirdim ve "offf be nerden nereye" dedim kendi kendime.
Hayat çok tuhaf. Geçen yıl Cihangir'de sürterken iyiydi, ama şimdi şehrin olay olmasa hiç farkedilmeyecek olan bu tarafında yaşarken, insan "acaba ilerde daha neler olacak" demekten kendini alamıyor.
Hep bir mutsuzluk, hep bir umutsuzluk hakim bu semtte bana.
Ahh bu arada taşınmak falan filan demişken, buraya taşınırken nakliyecinin bende şok etkisi, adeta soğuk duş etkisi ve daha bilumum şeyler yaratan cümlesini anlatmış mıydım?
Tamam tamam cevap vermeyin anlatmamıştım. Durun anlatayım:
Kendimi bildim bileli hep ev değiştiren biri olduğum için, nakliyeci Kemal abi ile çalışıyorum. Zaten yeni bir nakliyeci bulmaktansa onunla çalışmak daha mantıklı. Çünkü bir sokak öteye de taşınsam, dünyanın öbür ucuna da taşınsam benden her seferinde sadece 100 TL alıyor. Bu durum benim de işime geldiği için ses çıkarmıyorum. Çünkü gelirken hamal'ları da yanında getiriyor ve onlara da adam başı 60 TL veriyorum.
Kemal abiyle tanışmamız da bundan sanırım 5-6 yıl önce falandı. O zamanlar sanırım ya Tarlabaşı'nda yaşıyordum ya da Dolapdere'de. Çünkü oralar hem Taksim'e yakındı, hem de kiralar şimdiki gibi değil, çok ama çok daha ucuzdu. Zaten ev sahipleri, köpek bile bağlasan durmayacak o rutubetli bodrum katları için trilyon kira alabilecek değillerdi ya.
O zamanlar yaşadığım semtler genel olarak hapçıların, esrarkeşlerin, yaşı 50'yi geçmiş şişko kadın fahişelerin, hırsızların ve anadolunun bağrından kopup gelmiş o koca burunlu az önce sakal traşı olmuş laz-kürt jiletci travestilerin ağırlıkta olduğu semtler olsada, bu bana hiç rahatsızlık vermiyordu. Sadece geceleri dışarı çıkarken kimse bana zarar vermesin, salça olmasın diye; üstüme hafifçe bira döküp, elime de yarısı boş bir bira şişesi alıp, karanlıkta yürüyen sarhoş adam numarasıyla sağa sola yalpalayarak yürümek zorunda kalıyordum o kadar.
Ama doğrusunu söylemek gerekirse, onca vukuat işlemeye hazır insanın arasında yaşamama rağmen, o semtlerde yaşamak bana daha çok güven veriyordu. Tek güven vermeyen şey polis ekiplerinin her sokak başında beni durdurup kimlik kontrolü yapmalarıydı. Polis ekipleri değişmediği müddetçe zaten 7-8 durdurma olayından sonra artık beni durdurmuyorlardı. Ama eğer ekip değişirse, bu yeni gelen ekibin de yüzümü iyice bellemeleri için en az 7-8 defa durdurup burunlarından soluyarrak kimlik kontrolümü yapmaları gerekiyordu. Sonra bu yeni ekip de yüzüme alışınca, artık onlarda durdurmuyorlardı.
Genelde polis ekipleri en erken 5-6 ayda bir değişirdi. Çünkü gelen polisler mahalleye alışınca esrar kaçakçılığına ve rüşvet işlerine bulaşıyorlardı. Yüce devletim, para karşılığında kişiliği dik duramayan polis kardeşlerimin çok daha fazla kirlenmemesi için böyle bir sistem geliştirmiş ve en fazla 1 yıl içinde bu tür ekiplerin yerlerini ve hatta görev yaptıkları şehirleri bile değiştiriyordu..
Bak nerden nereye gelmişim, neyse ben Kemal abi'ye geçiyorum: bu mahalleler arası ev değiştirme olaylarımda hep Kemal abi'yi arardım. O da sağ olsun kırmaz, çıka gelirdi. Kemal abi'nin görüntüsü bildiğin basket topuydu. Sadece yanlardan fırlamış kol ve bacakları, birde en üstte kaş ve gözleri vardı o kadar. Yaşı ise 50'lerindeydi. 5 tane çocuğu olmuştu ve çocuklardan 3ü kadındı.
-"erkek çocuklar evlenince en fazla bir kaç mahalle uzağa gidiyorlar, ama kadınlar evlenince bir daha haber almak zor oluyor." diye bi cümle kurmuştu. Yüzüme hüzünlü bir ifade takınıp, Kemal Abi'nin yüzüne bakmıştım. Zaten hüzünlü bir ifadeyle ona bakmaktan başka ne yapabilirdim ki?..
Karısıyla ilgili hiçbir şey anlatmadı. Ben bi kaç taşınma esnasında, lafa "şimdi eşinle başbaşa daha rahatsındır"a getirerek sıkıştırdım ama hep beni duymamış gibi yapıp, başka şeyler anlattı. Karısını ya sevmiyordu, ya da başka bir şey vardı.
Neyse işte, Kemal abi tek bir "offfffff" çekişte, yüzündeki kırışıklıkların sebebini anlatabiliyordu. Bende eşşek değildim tabii, anlıyordum içten offff çekmelerinin derinliğini.
İşte biz bu Kemal Abi'yle geçen yıl yollarımızı ayırdık. Sebebine gelince; ben her ev taşıdığımda hep daha iyi bir eve taşınıyordum. Her defasında "bu ev öncekinden daha güzel" gibi cümleler kuruyordu.
Cihangir'e taşınırken de onu çağırmıştım ve yine onun getirdiği hamallarla eşyaları eve çıkarmıştık. Evin içini falan gördüğünde bayaa uzuun bir ıslık çalmıştı ve "vaybe yeğen sende köşeyi döndün" demişti ve ben "yok be abi ne köşesi" derken, hep beraber kahkahayı kopartmıştık.
Aslında köşeyi döndüğüm falan da yoktu ve bunu o da biliyordu. Sadece diğer arkadaşımla beraber cihangir'de yaşayabileceğimizi birbirimize söyleyip gaza geldikten sonrada işte bu devasa eve taşınmıştık. Tabii deniz gören küçük bir manzarası ve arka tarafta çiçeklerle çevrili bir bahçesi olunca, biraz göze lüks geliyordu. Neyse işte öyle böyle taşındık oraya ve zaman su gibi akıp geçti.
Sonra ev arkadaşımın maddi sorunları başlayınca ve ben bi kaç kirayı ödeyip paraya sıkışınca "burdan çıkmanın zamanı geldi" diye söylenip tek başıma ev aradım ve şu anki evi bulunca da Kemal Abi'yi aradım. Kemal abi sağolsun 2gün sonra hemen çıktı geldi ve evi toplanmış halde bulunca, bu evden daha güzel bir eve taşınacağımı sanarak;
-"bu sefer nereye gidiyoruz" dedi, bende:
-"gazi mahallesine" diyince, o:
-"bu sefer olmadı galiba, geri vites attın" dedi.
-ehhh abi işte ya, böyleside güzel.bakalım daha ne olacak." deyip, onun konuşmasına fırsat vermeden eşya koli'lerinden birini kaptığım gibi merdivenlerden aşağı inmiştim.
Çünkü Kemal Abi'nin bu cümlesiyle böyle bi tuhaf olmuştum. Zaten zor günler geçiriyorken, bir de onun çıkıp "geri vites attın" demesi fena koymuştu bana. İşte böyle yani.
Neyse yine bir şeyler yazdım durdum. Zaten gelen giden pek yok. Kimse geşmiyor ve ben oyalanayım diye akşama kadar onlarca defa kapının önünü süpürüp durmaktan da bıktım. Hem yerleri süpürünce tekrar kirleniyor, rüzgâr sokakta bulduğu bütün çer-çöpü benim bakkalın önüne topluyor. Ben de bu yüzden karar verdim şimdi dışarıyı süpürmüycem. Öyle kalsın bi müddet bakkalım ne olacak.
Nutella pahalı biraz, chokella filan var, onlar biraz daha ucuz. Çokokrem de olmazsa olmaz, tüpleri var hani, çikolata dolu diş macunu tüpleri :) Hayırlısı olsun, inşallah açılır işler.
YanıtlaSilOyy yerim len :D Mail kutuna bak yavru :)
YanıtlaSil