-->

30 Mayıs 2012

yaşamak değil bu yaptığımız, yaptığımız şey; bir yere veya birilerine ait olmaya çalışmaktan başka bir şey değil

Küçük bir çocukken gece'yi, gündüz'den daha çok severdim. Hatta bedenim büyüyüp, sikim yavaş yavaş kalkmaya, kendi özgürlüğünü ilan edip beni eline almaya başladığı dönemlerde, ya da ben sikimi elime almaya başladığım ilk dönemlerde de böyleydi. Çünkü elimin içindeki sikimin sıcaklığının beni fazlasıyla tahrik edeceğinin çok bilincinde değildim ve belki de geceleri o yüzden seviyordum. Ama aslında durum farklıydı. Çünkü gece olunca, seni sevmeyen insanların içinde olmana rağmen, siktiri boktan bir battaniyenin altına girip kendime bir alan yaratma zamanın oluyordu ve orda istediğim kadar sevdiğim kişilerle beraber sabahlıyordum. Çünkü dünyanın tüm çirkinlikleri geceleri bir battaniyenin altına girince yok oluyorlardı.

Ama bu durum, ben sokaklara düşüp geceleri sabahlamak için birilerinin koynuna ihtiyaç duyduğumda bitti. Artık gecelerden ufak ufak nefret etmeye başlamıştım. Şimdi zaman geçtikçe, yıllar birbirini kovalayıp beni yaşlandırdıkça ve ben bu saatte (gece 03:30) şu an kırık çekyatımda oturmuş bu satırları yazarken, gecelerden daha bi nefret ediyorum.
Sebebini de bilmiyorum ve sebebsiz de olsa, işte sevmiyorum artık geceleri. Belki  de bana kendimi sabaha kadar; iğrenç ve yalnız biri olduğumu hatırlattığı ve bunu her gece aynı şekilde arsızca yüzüme vurduğu içindir. Ya da başka sikim bi iş.

Birde işte şu yaşadığım eve alışmaya ve kendimi bi yere ait hissedebilme çabalarım var. Oysa biliyorum çalışmamalıyım, yaşayıp gitmeliyim işte, ama olmuyo amınakoyim. Çalışma sürecimi hızlandırmak için de durmadan eve eşya almaya başladığımı, kendime kalıcı bir yaşam yeri oluşturmaya çalıştığımın gerçek bilincini de daha geçenlerde farkettim ve ardından ne kadar yapay yaşadığımı, yapaylığın içinde boğulup gittiğimi farkettim. Çünkü olmuyor, ne kalıcı bulabiliyorum bu evi, ne de başka bi sikim hale getirebiliyorum.  Olmuyor işte alışamıyorum kendi evime. Kendime yaşam alanı oluşturmaya çalıştıkça kendimden ve yaşadığım bu evden daha bi nefret ediyorum.

Aslında bu durum eskiden de öyleydi. Yani şimdi dönüp 12 yaşlarımdaki o çocukluk dönemlerime bakıyorum da, abimlerle yaşarkende hep bi yastık ve bi battaniye ile yetinmeye, ve çok da ses çıkarmamaya çalışırdım. Sanki bi yastık, bi battaniye tüm yersizliğime ilaç olacaktı, sanki bu ikisi beni fazlasıyla mutlu etmeye yeterdi ve ben yetmediklerini bile bile onlarla yetinmeye çalışırdım. Ama öyle olmuyordu. Heleki bunu işte bu akşam daha bi farkettim. Çünkü o çocukluk zamanlarımda o eve ait olmadığımı hep hissederdim ve sanki biri beni alıp koruyacaktı diye bir hisle gülümseyerek yaşardım o evde. Ama olmadı. Şimdi 30uma doğru koştura koştura yaşarken, o çocukluk dönemlerimdeki iki yüzlü gülümsemelerim şimdi götümde patladı. Çünkü ne kimse kurtardı, nede ben bi sike yaradım. O ezilmişlikleri kabullenerek yaşayıp kendi kendimiz ezip  durdum.

Şimdi bu bir yerlere ait olamama hissini de ondan dolayı olsa gerekki daha fazla yaşıyorum. Mesela bu hafta sonu Ankara'ya zorba'nın yanına gittiğimde bunu daha bi farkettim. Evin tıka basa eşyalarla dolu olmasına bi anlam verememiştim ve yüzüme farketmediğim bir yabancılık yerleşmişti. Ben bunun farkında değilken zorba tamamen farkına varmıştı ve duşa ilk girdiğimizde bana durup dururken "sende bi yabancılık var bugün. böyle sanki bir şeyler rahatsız ediyor" dedi. Bende sadece o an, o durgunluk anımı kafamdan atarcasına "yoo bir şey yok" deyip geçiştirmiş ve ardındanda aynı şeyi bi daha söylemesin diye, rüşvet mahiyetine dudaklarına yumulup sevişmeye başlamıştık ve o da ağzı dudaklarımla dolu olduğu için susmuştu.

Şimdi dönüp hafta sonundaki o durgunluğu düşününce aslında şaşırdığım şey; tıka basa eşyalarla dolu o evin hali değildi bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü bir kalıcılık, bir aidiyet duygusu vardı o evde. Zorba'nın kendi hareketleri de "ben burda yaşıyorum ve bu ev bir yaşam alanı" diye bağırıyordu. Bense, o sessiz bağrışlara yenik düşmüş ve bu yüzden de farketmeden kendi içime kapanmış, ardından da bu durumu farketmeden yüz ifademe ve hal ve hareketlerime yansıtmıştım. Her ne kadar bilinçsizce, hatta tamamen farkında olmadan bu hareketlerimi, yüz ifademi o an saklamaya çalışsamda, zorba durgunluğumu farkedip sebebini sormuştu. Bende o an farketmesemde "yoo bir şey yok" demiştim.

Ama işte o an kaçmak için dudaklarımı rüşvet diye onun ağzına tıkıştırıp kurtulmuşken, şimdi anlıyorum ki; o anki durgunluğumun nedeni aslında hiç bir zaman kendi yaşam alanımın olmayışından ve bir başkasının yaşam alanındaki rahatlığını kıskandığımdan dolayıydı. Beni başkasının yaşam alanı rahatsız ederken, kendi yaşam alanımı da bi türlü yaratamıyorum. Ne bok yiycem bilmiyorum. Çocukluğuma dönüp o mutsuz anlarımda, o kendimi sahipsiz bi piç gibi hissettiğim anlarımı da yok edemiyorum ki! Şimdi ne bi yere ait, olabiliyorum, ne de bi yeri kendime aitmiş gibi hissedebiliyorum. Öylesine bomboş günübirlik yaşayıp gidiyorum işte..

2 yorum:

  1. Çoçukken birinin beni sevebilme ihtimali düşünmüyordum. Hep ailemden beklediğim sevilmeyi, onlardan da bi cacık çıkmamıştı. Taki biri beni götüm için sevene kadar. sonra başka biri, sonra daha başkaları götümün ve sikimin insanların beni sevmesini sağladığını farkettiğimde iş işden geçmişti.Motoru çokdan dağıtmıştım. Artık rampalarda biri itmeyince gitmez oldum. şaha kalkan atın imanı olmazmış, bunuda ben uydurdum aq içimde kalmasın istedim sevgiler hayranın:D

    YanıtlaSil
  2. Birde işte şu yaşadığım eve alışmaya ve kendimi bi yere ait hissedebilme çabalarım var. Oysa biliyorum çalışmamalıyım, yaşayıp gitmeliyim işte, ama olmuyo amınakoyim. al benden de o kadar .

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.