-->

30 Mayıs 2012

yaşamak değil bu yaptığımız, yaptığımız şey; bir yere veya birilerine ait olmaya çalışmaktan başka bir şey değil

Küçük bir çocukken gece'yi, gündüz'den daha çok severdim. Hatta bedenim büyüyüp, sikim yavaş yavaş kalkmaya, kendi özgürlüğünü ilan edip beni eline almaya başladığı dönemlerde, ya da ben sikimi elime almaya başladığım ilk dönemlerde de böyleydi. Çünkü elimin içindeki sikimin sıcaklığının beni fazlasıyla tahrik edeceğinin çok bilincinde değildim ve belki de geceleri o yüzden seviyordum. Ama aslında durum farklıydı. Çünkü gece olunca, seni sevmeyen insanların içinde olmana rağmen, siktiri boktan bir battaniyenin altına girip kendime bir alan yaratma zamanın oluyordu ve orda istediğim kadar sevdiğim kişilerle beraber sabahlıyordum. Çünkü dünyanın tüm çirkinlikleri geceleri bir battaniyenin altına girince yok oluyorlardı.

Ama bu durum, ben sokaklara düşüp geceleri sabahlamak için birilerinin koynuna ihtiyaç duyduğumda bitti. Artık gecelerden ufak ufak nefret etmeye başlamıştım. Şimdi zaman geçtikçe, yıllar birbirini kovalayıp beni yaşlandırdıkça ve ben bu saatte (gece 03:30) şu an kırık çekyatımda oturmuş bu satırları yazarken, gecelerden daha bi nefret ediyorum.
Sebebini de bilmiyorum ve sebebsiz de olsa, işte sevmiyorum artık geceleri. Belki  de bana kendimi sabaha kadar; iğrenç ve yalnız biri olduğumu hatırlattığı ve bunu her gece aynı şekilde arsızca yüzüme vurduğu içindir. Ya da başka sikim bi iş.

Birde işte şu yaşadığım eve alışmaya ve kendimi bi yere ait hissedebilme çabalarım var. Oysa biliyorum çalışmamalıyım, yaşayıp gitmeliyim işte, ama olmuyo amınakoyim. Çalışma sürecimi hızlandırmak için de durmadan eve eşya almaya başladığımı, kendime kalıcı bir yaşam yeri oluşturmaya çalıştığımın gerçek bilincini de daha geçenlerde farkettim ve ardından ne kadar yapay yaşadığımı, yapaylığın içinde boğulup gittiğimi farkettim. Çünkü olmuyor, ne kalıcı bulabiliyorum bu evi, ne de başka bi sikim hale getirebiliyorum.  Olmuyor işte alışamıyorum kendi evime. Kendime yaşam alanı oluşturmaya çalıştıkça kendimden ve yaşadığım bu evden daha bi nefret ediyorum.

Aslında bu durum eskiden de öyleydi. Yani şimdi dönüp 12 yaşlarımdaki o çocukluk dönemlerime bakıyorum da, abimlerle yaşarkende hep bi yastık ve bi battaniye ile yetinmeye, ve çok da ses çıkarmamaya çalışırdım. Sanki bi yastık, bi battaniye tüm yersizliğime ilaç olacaktı, sanki bu ikisi beni fazlasıyla mutlu etmeye yeterdi ve ben yetmediklerini bile bile onlarla yetinmeye çalışırdım. Ama öyle olmuyordu. Heleki bunu işte bu akşam daha bi farkettim. Çünkü o çocukluk zamanlarımda o eve ait olmadığımı hep hissederdim ve sanki biri beni alıp koruyacaktı diye bir hisle gülümseyerek yaşardım o evde. Ama olmadı. Şimdi 30uma doğru koştura koştura yaşarken, o çocukluk dönemlerimdeki iki yüzlü gülümsemelerim şimdi götümde patladı. Çünkü ne kimse kurtardı, nede ben bi sike yaradım. O ezilmişlikleri kabullenerek yaşayıp kendi kendimiz ezip  durdum.

Şimdi bu bir yerlere ait olamama hissini de ondan dolayı olsa gerekki daha fazla yaşıyorum. Mesela bu hafta sonu Ankara'ya zorba'nın yanına gittiğimde bunu daha bi farkettim. Evin tıka basa eşyalarla dolu olmasına bi anlam verememiştim ve yüzüme farketmediğim bir yabancılık yerleşmişti. Ben bunun farkında değilken zorba tamamen farkına varmıştı ve duşa ilk girdiğimizde bana durup dururken "sende bi yabancılık var bugün. böyle sanki bir şeyler rahatsız ediyor" dedi. Bende sadece o an, o durgunluk anımı kafamdan atarcasına "yoo bir şey yok" deyip geçiştirmiş ve ardındanda aynı şeyi bi daha söylemesin diye, rüşvet mahiyetine dudaklarına yumulup sevişmeye başlamıştık ve o da ağzı dudaklarımla dolu olduğu için susmuştu.

Şimdi dönüp hafta sonundaki o durgunluğu düşününce aslında şaşırdığım şey; tıka basa eşyalarla dolu o evin hali değildi bunu şimdi daha iyi anlıyorum. Çünkü bir kalıcılık, bir aidiyet duygusu vardı o evde. Zorba'nın kendi hareketleri de "ben burda yaşıyorum ve bu ev bir yaşam alanı" diye bağırıyordu. Bense, o sessiz bağrışlara yenik düşmüş ve bu yüzden de farketmeden kendi içime kapanmış, ardından da bu durumu farketmeden yüz ifademe ve hal ve hareketlerime yansıtmıştım. Her ne kadar bilinçsizce, hatta tamamen farkında olmadan bu hareketlerimi, yüz ifademi o an saklamaya çalışsamda, zorba durgunluğumu farkedip sebebini sormuştu. Bende o an farketmesemde "yoo bir şey yok" demiştim.

Ama işte o an kaçmak için dudaklarımı rüşvet diye onun ağzına tıkıştırıp kurtulmuşken, şimdi anlıyorum ki; o anki durgunluğumun nedeni aslında hiç bir zaman kendi yaşam alanımın olmayışından ve bir başkasının yaşam alanındaki rahatlığını kıskandığımdan dolayıydı. Beni başkasının yaşam alanı rahatsız ederken, kendi yaşam alanımı da bi türlü yaratamıyorum. Ne bok yiycem bilmiyorum. Çocukluğuma dönüp o mutsuz anlarımda, o kendimi sahipsiz bi piç gibi hissettiğim anlarımı da yok edemiyorum ki! Şimdi ne bi yere ait, olabiliyorum, ne de bi yeri kendime aitmiş gibi hissedebiliyorum. Öylesine bomboş günübirlik yaşayıp gidiyorum işte..

28 Mayıs 2012

bize her yol ankara olsa da, sike sike istanbul'a dönmeyi de biliriz

Hafta sonu ankaralarda gezdim tozdum, sonrada boynu bükük bi şekilde sike sike döndüm geldim istanbul'cuğuma. Ama gelirken koymadı değil, hele bi de sevgiliciğimin ayrılma anında, o "hadi kendine iyi bak, görüşürüz. ben gidiyim, sende inince çaldır muhakak" deme şekli yok mu, yavrum güldürmen bi yana, bi de seni alsam kanadımın altına "gitme bre kafir, gitme bre imansız, gitme zalım gitmeee, sen de benlen gel" diye çığlık atasım geldi de tuttum kendimi. Ama işte dedim ya sike sike döndüm geldim.

Sike sike geldiğim için olduğundan olsa gerek, istanbul hiç de güzel gelmiyor, varsa yoksa ankara artık. Bide bilmiyorum lan, işte adamı sevdim ve gittikçe daha çok sevmeye başladım. Zaten beni havalanından aldığı gibi eve attı ve dış kapıyı kapatır kapatmaz üstümüzü parça pinçik ede ede sevişmeye başladık. Yarabbim nasıl bir öpüşmeydi, nasıl bi dilleşmeydi o öyle. Zaten sevişmeye kendimizi öyle bi  kaptırmışızki bi ara gözümü bi açtımki salondan yatak odasına geçmişiz ve nasıl geçtiğimiz hakkında en ufak bi bilgim yok. Aklımda olan tek şey "acaba dış kapıyı kapadık mı, yoksa konu komşuyu davet eder şekilde ardına kadar açık mı?" sorularıydı. Yatakta biz güreşirken kırlentler götümüzün, göbeğimizin arasından fırlıyor, yastıklar ayaklarımızın altından yerlere doğru sallanıyor ve yatak örtüsünün pestilini çıkarmaya çalışıyorduk.

Hele bide bu dilleşme, yalaşma olayına iyice kendimizi kaptırdığımız bi anda içimden "bakıyım ne yapıyoruz" dedim ve  gözümü bi açtımki, meğer kendi kolumu bacağımı öpüyormuşum. Yani adamla ikimiz bir olmuş, beni öpüyormuşuz. "Tüüü" dedim kendi kendime ve hemen onun gözlerine baktım ve allahtan onun gözleri sımsıkı kapalıydı da, o da beni öpüyordu. Sonra tabii bende hemen kendimi öpmeyi bırakıp, o beni öperken bende onu öpmeye başladım. Artık neresi olduğunu bilmiyorum. Zaten bi ara kendimizi kaybettiğimiz an da boşaldık ve ben onun poposunu öperken uyandım ve içimden bi ses "öğkk ne yapıyorsun, kıllı bi göte yamulmuş dünyanın en tatlı çikolatasını yiyormuş gibi davranıyorsun, oysa o pasta değil ve diline gelen ekşi tad'da birazdan mideni bulandıracak" aklımdan bunlar geçerken, o  da boşaldı ve dönüp kıkırdadı. O gülünce bende "amcık ne gülüyorsun len" diye dönüp baktığımda, az önce sikildiği için zevk aldığından dolayı kıkırdadığı her haliden belli bir ses tonuyla "hiiç" dedi ve durup gözlerine baktım, sonrada ağzımdaki ekşi bok tadını siktir edip dudaklarına yumuldum ve öpüşerek ağzımdaki bok tadını yok ettim.

Zaten en sonrasında da uyuya kalmışız. Saatler sonra uyandığımızda kalkıp yıkandık ve hemen sonrasında tekrar öpüşe koklaşa yatağa girip yine hobba en başa sardık. Boşalınca da yıkandık ve sonra da mutfağa kapanıp yemek falan yaptık, zaten gece olmuşdu ve 3 çeşit yemeği tabaklara boca edip bi güzel yumulduk. Her şeyi olduğu gibi bırakıp koştura koştura yatak odasına geçtik yine en başa ve hobba yine boşaldık yine duşa girdik ve yine yıkanıp çıktık.
Aradan 1 saat falan geçti biz yine öpüşe koklaşa boşaldık ve yine duşa girip yıkanmaya başladık ve ben o anda bastım küfrü "aaaa yeter ama valla, her defasında böyle yıkanacaksak ben oynamıyorum. ne bu ya? birazdan şampuan zehirlenmesinden ölcez haaa" diyerek patladım. Anam ben duş almayı falan seviyorum ama yani böyle her duşa girdiğimde de şampuanı kafama boca etmiyorum. Hatta olabildiğince şampuansız yıkanmaya çalışıyorum. Çünkü sevmiyorum öyle çok kimyevi şeyleri, sevemiyorum.

Hayır bide tamam yani, sevgili peygamberin "temizlik imandandır" lafzı başım gözüm üstüne de, ama yani bu da "eşşeğin amına zevk suyu kaçırmak" olmuyor mu? bırak elindeki şampuan şişesini allah aşkına, ruhuna zarar vereceksin. Bırak bi tenin koksun biraz. insan gibi kok! Ne bu ya?? sentetik sentetik ne yapcam ben seni. Seni, böyle az önce pantene şişesinden çıkmış gibi koklayacağıma, gider naylon bebiş alır öper koklarım daha iyi.

Hem belki ben sana dokunduğum da, terin bana yapışsın istiyorum, belki terin tenimde nasıl duruyor görmek istiyorum. Olamaz mı yani. Belki terin bana yakışıyordur, belki kokun bana en çok yakışacak giysilerden biridir ve ben kendi bedenime göre bir koku arıyorum. Bi dur amcık, yıkan yıkan nereye kadar.  Bide, hadi siktir et yıkanmayı her defasında şampuanla bol bol köpüklenmek ne lan, ölcez ammına koyim olcak o. Sonra da, yaşarken beş para etmeyen bedenlerimizi yanyana çıplak bulanlar, gazetelerin üçüncü sayfalarına "İPNELER BANYODA GEBERMİŞ BULUNDULAR AHAHAHAHA" diye büyük puntolarla yazarlar da beni siktir et sen madara olursun. Çünkü ben kimseleri takmıyorum. Takıldığım tek şey sensin şimdilik. Hem ölürsek,  kimse seni sevdiğimi bilemeyecek, sadece sikiştiğimizi sanacaklar. Dur ne olur at elindeki şampuan şişesini. Ben herkesin seni siktiğimi değil, seni sevdiğimi bilmelerini istiyorum.

Ben böyle bunları düşüne durup, düşüncelerim bazıları dilimin ucunda özgürlüğünü ilan etmiş piçler gibi onun kulağında girip çıkarken "dur artık. bırak o elindeki şampuanı ve sadece suyun etkisine kendini bırak. biraz insan gibi kok" diyerek noktaladım ve o da gözlerini açıp bi küçük kahkaha patlattı, ardından da "haklısın" dedi ve sonra ben ayak parmaklarım üzerinde hafifçe uzanıp onu öptüm, elindeki şampuan şişesini alıp kenara bıraktım, öpüşe koklaşa yıkanıp çıktık ve sonra da sevişe sevişe uyumuşuz. ilk günün hasılatı toplam 5 postaydı.

ikinci gün öğlen sonrasında anca uyandık. Gece uyanıp uyanıp seviştik, sevişip sevişip uyuduk. Sabah kahvaltısını dünden kalan yemeklerle yaptık. Annesinin bi önceki günden yapıp getirdiği börekler ve pastalar da vardı. Sonra akşama kadar sevişip sevişip durduk ve akşama doğru dışarı çıktık. Beni cumhurbaşkanlığı köşküne kadar götürdü. Hepsini de tek tek anlattı, genelkurmay bilmem nesi falanda hepsini gördüm. Neden gösterdiği hakkında bi fikrim yok, o götürdü bende sesimi çıkarmadım, zevk alıyormuş numarasına yattım. O beni gezdirdiği için mutluydu ve bence onun mutluluğu için bu seferlik numara yapmaya değerdi. Yalnız şunu anladımki, ankara da tanıdığınız biri varsa ve siz ilk defa ankara'ya gidiyorsanız, ilk iş sizi alıp bu mekanları gezdirmek oluyor. Tıpkı hacca gitmek gibi, tıpkı kutsal toprakları ziyaret etmek gibi, tıpkı siktiri boktan bilmem daha ne gibi.

Cumhurbaşkanlığı köşkü falan filan derken, sonra da büyük bi alışveriş merkezine gittik bana orda bi kitap hediye etti. Meğer benim ve kitaptaki kahramanın benzer yönleri varmış. Ben de o kahraman gibi hayatı takmayıp, sikime göre yaşıyormuşum, o kahraman da öyle yaşıyormuş. Çok fazla benzemiyormuşuz ama hayatı siklemeyen tavırlarımız aynıymış, o yüzden de bu kitabı kesinkes okumalıymışım. Bana adı "zorba" olan bu kitabı, kendine de entel dantel bi yabancı şarkıcının albümünü aldı ve çıkıp ordaki starbucks'a girdik. Vişneli ve limonlu iki kek, ve beyaz çikolatalı bilmem ne kahvesi alıp geldi ve içtik. Sonra ben dayanamadım onu mıncıkladım, o biraz beni fırçaladı kalkıp dışarı çıktık. Arabaya bindiğimiz gibi öpüştük yine ve uçağın kalkmasına 1,5 saat kaldığı için beni havaalanına bırakmak için yola çıktık. Ama yolun yarısında dayanamadık ve eve dönüp bi daha seviştik, alelacele boşaldık ve ben "lan dur ben duş alııyım, yoksa uçak benim yüzümden düşer müşer allah korusun" deyip duş aldım, sonrasında da son sürat havaalanına gittik. 1-2 dakikayla anca vardık ve yolumuz ayrıldı. Bu arada onun ismi Zorba olsun. Zorba'nın bana yakıştığını söyledi, ama kitabı okuyunca aslında ona daha çok yakıştığını farkettim.

25 Mayıs 2012

Bize her yol ankara

Her zamanki gibi bugünde iş çıkışı istiklal'e gittim yine. Zaten gidecek başka yerim yok. Yine taşşak kokusunu ciğerlerime çeke çeke caddede dolanıp durdum, yine elele tutuşup çevresine kıskandıran sahte gülücükler atan çiftleri izledim, yine yaşlı turistlerin elleri titreye titreye geç kalınmış keşif yapma çabalarına şahit oldum, yine sadece bu caddede cinsel tercihini rahat rahat belli edebilenlerin hallerini beynime kazırcasına baktım, yine kitapevlerinden birine girip sikindirik kitaplardan birine dalıp gittim, yine simitçiyle selamlaştık, yine tütsücüyle sohbet ettik. Aaa ben tütsücüyü anlatmamıştım değil mi? İşte geçen aylarda tanıştık. Bazen istiklal'de dolaşırken onun yanına gidiyorum. Saatlerce öylesine sağdan soldan konuşup duruyoruz. Amaçsız, nedensiz öylesine işte.

Tütsücü yaşı bayaa ilerlemiş, götündeki kıllar ağarmış herhangi bir yaşlı işte. Tek farkı tarih konusundaki engin bilgisi. Ya da ben tarih konusunda hiç bi sikim bilmediğim için bana engin bir bilgisi varmış gibi geliyor. Hiçbir şey olmamış gibi de konuya devam edip gidiyor. Bu arada tütsünün paketini 2 liradan satıyor. Henüz hiç almadım ama bazen onun işi çıktığında tezgahının başına ben geçiyorum ve gelen gidene tütsünün 1 paketinin fiyatını 5 lira diye söylüyorum. Ama alan yok o da ayrı bi konu tabii. Tütsücü bunu neden yapıyorsun diye sorduğunda "çünkü insanların pahalı şeylere karşı zaafı var" diye yanıt veriyorum. Gülüyor ve "siktir et sen, fiyatı neyse onu söyle" diyor. Ama buna rağmen ben bildiğimi okuyorum, o her seferinden  hafif bir fırça kayıyor, sonrada çay getiriyor çay içip yine osmanlı tarihinden konuşmaya başlıyoruz ve ben hiç bi sikim anlamıyorum o ayrı bi konu tabii..

Bu arada cumartesi günü ankaraya gidiyorum. Şu geçen hafta gelen vardıya işte o ısrar etti ve bana ankaraya gidiş dönüş uçak bileti aldı. Hafta sonunu onunla geçiricem, sonrada boynu bükük bir şekilde döner gelirim herhalde.
Aslında bu tür hareketleri sevmiyorum ve o bana bilet aldığı içinde ondan sanki soğudum. Çünkü geçmişimde bana bir şeyler harcayan adamların giderken beni de yanlarında götürme çabalarına defalarca şahit oldum ve artık aynı şeyleri yaşamak istemiyorum. Hem insan sevdiğine illa parasal anlamda destek çıkmamalı, sadece duygusal tatminini sağlasa yeter. Çünkü sevdiğine parasal anlamda yardım etmeye başladığında, onu sana mecbur, kendini ona sahip ilan ediyorsun ve bu durum çok boktan birşey.
Zaten hafta sonu gittiğimde bu konuda uzun bi nutuk çekmeyi düşünüyorum. Aslında telefonda çektim ama dinlemedi. Zaten telefonda da uzun uzun konuşmaktan bıktım. Kulaklarım ağrımaya başladı. Oysa ben telefonu 10 saniyeden fazla kulağında tutamayan denyonun tekiydim. Ama işte onunla konuşurken bende kendimi salıyorum ve saatlerce birbirimize; cevabı aynı olmasına rağmen "nasılsın, nasılsın" deyip duruyoruz.

Aslında onun ses tonunu seviyorum. Mesela bugün sırf onun sesini duymak için aradım. Böyle rahatlatan ve ilgi beklediği her halinden belli bir ses tonu var. O böyle konuşmaya başladığı an, onu koltuk altıma alıp sımsıkı sarasım geliyor. Böyle ağzını burnunu yiyesim geliyo, ama tabii telefonda olduğumuz için hiçbi sikim yapamıyorum o ayrı.
Bide artık onunla olan bu konuşmalarımız nereye kadar gidecek bilmiyorum. Geçen telefonda bana "ya birbirimize aşık olursak ve bu aşık olma hallerimiz ilerlerse ne yapıcaz" diye sordu, bende bilmiyorum. şimdilik kendimizi salalım. bakalım ne olacak. olanlara göre duruma bakarız" deyip atlattım. Ama şimdi durup ciddi ciddi düşününce ne yapacağımı bilmiyorum.

Aslında şeytan kalkgit Ankara'ya yerleş demiyor değil, ama aynı şeytanın dediğini geçmişte yaptığımda hep sonu hüsran oldu, hep az önce doğmuş bir kedi yavrusu gibi sokağın ortasında terkedildim, hep tek başıma kala kaldım. Şimdi de zaten en çok yine böyle terkedilmekten, tek başıma kalmaktan korkuyorum ve korktuğum için de;
ya onu çok seversem, ya ondan vageçemeyecek hala gelirsem ve sonra Ankara'ya yerleşmeye kalkışırsam diye korkuyorum. Ve dedimya, korktuğum için de, ne onu doğru dürüst sevebiliyorum, ne de başka bi sikim yapabiliyorum. Ahhh benim kimsesiz aptal geçmişim neden yanlış insanların peşinden gidip şimdi bu korkuları bana yaşatıyorsunki, ahh benim eşşek kafam neden geçmişinde onca hata yapıp durdunki?
Aslında hatalarımdan korkmuyorum, yine aynı hataları yapmaktan da korkmuyorum. Çünkü hatalarım hep en büyük öğreticilerim oldu. Ben sadece birine alışmışken, yine yalnız kalmaktan korkuyorum ve yaşım ilerledikçe, yalnızlık korkumda yaşımla beraber büyüyor..

20 Mayıs 2012

allahım nooolur bu sefer olsun, allahım noooolur bu sefer olsun

Dün güzel ve özel bi gündü. Sadece her zamankinden biraz daha şaşkındım çünkü hayatımda ilk kez biri benim için yüzlerce kilometre yol tepip gelmişti, biraz daha aptallaşmıştım çünkü karşımda fotoğraflarında gördüğümden daha hoş bir adam vardı ve sürekli "beklediğimden daha tatlısın" diyip duruyordu, olduğumdan biraz daha eşşekleşmiştim çünkü adamın söylediği her sözde samimiyet, yaptığı her harekette içtenlik vardı, öküzleşmiştim çünkü ben doğduğumdan bu yana öküzüm ve bugün onunla buluşunca hepten öküzleşmiştim. O ise inanılmaz heyecanlıydı ve içi içine sığmıyordu. Ama  buna rağmen benim gibi kontrolsüz değil, gayet kontrollüydü ve heyecanını bile kontrol etmeye çalıştığı her halinden belliydi.
Ama bunlara rağmen, o; öküzlüğüme, eşşekliğime, aptallığıma hiç aldırmadı güldü geçti. O böyle davranınca, ben de onu daha bi sevdim, daha bi "iyiki de tanıştık, iyiki de geldin" dedim durdum. O da "tabiki gelirim, saçmalama yaae" deyip durdu.

Bide ben onunla buluşmadan önce, yeni gelin gibi "nasıl anlaşıcaz" korkularıyla doluydum. Çünkü ben, bel üstüne çıkamayan ucuz şakalar yapan ve hatta kendi şakasına herkesten daha çok kendisi gülen sıradanın altında dümdüz bi tipim. Durum böyle olunca da iyice bi mala bağlamıştım.

Mallık dedim de sanırım cidden dünyada benden daha mal bi adam da yok. Çünkü buluşmaya geç kaldım. Evet evet adam teee ankaradan kalkıp geliyor buluşmaya geç kalmıyor, bense burda yaşamama rağmen geç kalıyorum. Yani bendeki öküzlük bu derece vahim bir şey. Ama sağolsun o hiç bunu dert etmedi. Böyle buluşma yerimiz Beşiktaş da olunca, o da bi cafe'ye gidip oturmuş ve beni beklemişti. Bende Beşiktaş'a gidince "geldim sen nerdesin" diye telefon açtığım an, o "sen yerinde dur, ben gelip alıyım seni" dedi ve aradan bi 5 dakka geçmişti ki bi baktım çıktı geldi.
Allahtan arabasıyla gelmişti de, daha buluşma noktasına geldiği anda onu arabada görür görmez kalbüm pıt pıt atmaya başladı. Araba durup da ben binince hemen yanacığından hafif iştahlı bir şekilde öptüm. O da beni öptü ve böyle iltifat etmeye başladı falan. Sonra da "eşşek herif! hani çirkinin tekiydin, hiç de çirkin değilsin" deyip, olmayan tatlılığıma dair bir şeyler söyledi. Bende otomata bağlayıp "sağol sağol" deyip durdum. Sonra da istanbul'da yaşadığı dönemlerde takıldığı semtlere gittik. Tabii o biraz havalı semtlerde yaşayan tiplerden olduğu için gittiğimiz yerlerin karizmasını kendi çirkin görüntümle çizip durdum. O ise bundan hiç rahatsız değildi.

En son bi pideciye gidip oturduk. Böyle göz göze dalıp dalıp gittik. Sonra siparişleri verdik ve ardından aldı bizi bi gevezelik. Bu esnada iki pide geldi, onları hüplettik ve sonra çay falan içip kalktık. Pidelerin parasını da biz kalkmadan önce, ben bi ara "tuvalete gidip geliyorum" diyerek kasaya gizlice hesabı ödedim de öyle çıktık. Tabii sonra bir sürü laf falan söyledi, bır bır bır kafamı sikti ama olsun buna değdi. Çünkü adam teee onca yolu tepip gelmiş, bense 2 pide parasından mı kaçıyım. pehhh. Ama keşke pideler o kadar pahalı olmasaydı. Lan ben 40 lirayla bi hafta boyunca öğlen yemeği yiyorum da neyse.
Yalnız ona dedim, lütfen bi dahaki sefere böyle pahalı yerlere gelmeyelim, yoksa ilişkimiz varsa bile, o da maddi olanaksızlıklar yüzünden çatırdayacak. O da gülüp "üff saçmalama salak" dedi. Hııı hııı bana salak diyor. Bide eşşekherif de diyor arada ama bunlar önemli değil. Sanırım o bunları söylerken iltifat ediyor. Naapalım onun iltifat etme şekli de böyle işte.

Onun dışında adamı cidden sevdim lan. Böyle içi dışı bir biri. Kimseye kötülüğü dokunmayı bırak, dünyaya kelebekler tarafından getirildiğine inanacak kadar temiz ve berrak biri. Oysa ben onun yanında o kadar kirli, o kadar siyah, o kadar pislik kalıyorumki, kendimi ve onu düşündüğümde sanki kendimi ona yakıştıramıyor gibi görüyorum. Neyse işte. Bide onun şimdiye kadar hep uzun süreli ilişkileri olmuş. Öyle benim gibi saatlik ilişkileri olan biri değil, aksine en kısa ilişkisi 1 yıl sürmüş. O yüzden bi ara "ölünceye kadar seni bırakmam" dediğinde içimde kocaman bir sevinç patlaması oldu ve kendimi tutamayıp "ne olur hiiiç bırakma" dedim. 

Neyse işte, pideciden çıktıktan sonra arabaya atlayıp yollarda turladık. Arada ufak tefek öpücükler kondurdum. Ama o utangaçtı ve bu yüzden sürekli "yok şu gördü, yok bu gördü" deyip durdu. Bende "öff siktir et görürse görsün. Çocuk değiliz ya, ne yaptığımızı biliyoruz" diyerek sakinleştirmeye çalıştım ama nafile. O diken üstünde yaşamaya alışmış ve böyle mutlu. Benimse artık dikenler canımı yakmadığı için bu durumu pek takmıyorum.

Onun bu rahatsızlıklarından sonra bende birazcık kendimi tuttum ve sadece yanaklarından öpmekle ve göbeğine sarılmakla yetindim ve böylece akşamı ettik. Akşam da kalktı gitti. Giderken ayrılma anında dudaklarına asılıp uzuuuuun uzzzzuuuuun öptüm. O ise yanımızdan geçenlerin bize olan bakışlarından kaçmakla meşguldu. En son baktım rahat olamıyo bende "ya siktir et milleti, nasılsa sen gidiyorsun, bi sorun varsa benim için sorun olacak, çünkü ben burda kalıcıyım sen gidicisin. O yüzden rahat ol, rahatsız olacak kişi ben olmalıyım" diye sakinleştirmeye çalıştım. Ben böyle dedikten sonra o "tamam. haklısın. ama alışkın değilim" dedi ve o cümlesini bitirdiği anda, ben bi daha yapıştım dudaklarına. Bi kaç saniye sonra dudaklarından ayrıldığımda gülüyordu ve "yaaa benim en büyük çılgınlığım işte kalkıp buraya gelmemdi, bundan daha çılgın şeyler yapamam" falan deyip durdu. Bende "tamam" deyip güldüm ve sonra "hadi git" dedim ve arabadan indim. Ben arabadan indiğimde o da gülüyordu ve sonra da gaza basıp gitti. Giderken de bir şeyleri mi veya bir şeyi mi alıp götürdü sanki..

19 Mayıs 2012

hayatıma girdi mi, ancak ölüsü çıkabilecek olan piç bu olabilir.

Şey işte. Hani nasıl desem bilmiyorum ama, ya benim bugün bir randevum var ve adam sırf benim için teee ankara'dan kalkıp geliyor. Oysa şimdiye kadar hep ben birileri için kalkıp yüzlerce kilometre tepip, sonra boynu bükük bir şekilde geri gelmiştim. Ama şimdi tam tersi oldu ve biri benim için geliyor. Bu ne demek biliyor musun?  bu demektir ki elim ayağım şu an birbirine dolanmak üzere, nefesim kesilmek, kalbim durmak ve götüm pıt pıt atmaktan çıldırmak üzere. Hatta ben şu an bu satırları yazarken o istanbul'a doğru yola çıkmış durumda..
İşte bilmiyorum, bu sefer farklı bir durum var gibi geliyor. Sanki "hayatıma girdi mi, ancak ölüsü çıkabilecek olan piç" bu olabilir diye umuyorum. Ya da inşallah öyledir. Öncekiler gibi terkedilerek sessizce siktir çekilmektense, bu seferki hayatımdan ölüsüyle çıksın ammına koyim. En azından herkese anlatırken "yaa birini çok sevmiştim, mutluyduk, beraber ağlayıp, beraber gülüyorduk. hayatımın aşkıydı ama allah ayırdı bizi" der, sızım sızım sızlar, onu her anlattığımda bir kaç damla gözyaşı falan döker, sonrada hayatıma devam ederim.
Ya dur ben neler diyorum. ya allahım yok, yok öyle bir şey yapma. Sen benim şu klavyede koşuşturan parmaklarımı dinleme, sen kaderimi iyi yazmaya, gönlümü hoş etmeye, yüzümü güldür güldür güldürmeye bak.

Neyse işte. Onunla henüz hiç yüzyüze konuşmadık, sadece netten, msn'den falan konuştuk falan. Bide bazen gün içinde saatlerce telefonda konuşuyoruz. Konuşmalarımız da genelde iran ve israil gerilimi, amerikanın afganistandan geri çekilme planları ve facebook'un borsaya açılma konuları gibi konular oluyor... yaaa manyak mısınız? Saçmalamayın, tabiki böyle şeyler konuşmuyoruz, genelde "ne yaptın, ne ettin, nasıl geçti günün" deyip duruyoruz ve telefonda onca dakka boyunca hep aynı şeyleri konuşmamıza rağmen hiç bıkmıyoruz.
Hayır bide ben hiç sevmezdim telefon konuşmalarını ve hatta böyle telefonda saatlerce konuşanlara aptalmışlar gibi yaklaşırdım, ama öyle değil işte.
Mesela birine dün gece karnıyarık yediğini anlatmanın ne kadar güzel olduğunu keşfettim, bir bardak su içmek üzere yerinden kalkıp, mutfağa gitmek için yola çıktığımda başımdan geçen olaylar ve suyu içtiğim anda bana çağrıştırdığı her şeyi anlatıyorum. Oysa su içtiğim ana ve öncesine dönsek hepi topu 1 dakka sürüyor lan. Ama telefonda konuşurken 2 saatte bitiremiyorum. o da aynen böyle.
bide çok üstüme düşüyor ve bu düşmeleri hoşuma da gidiyor. kendimi bi bok sanıyorum. önemli biriymiş gibi hissediyorum ve sanki dersinki bana bir şey olsa, tüm dünya üzülecekmiş gibi bir hisle doluyorum.
 tabiki değil. zaten ölsem kimsenin haberi bile olmaz. ama olsun o bana bunları hissettiriyor. ama işte hepsi sadece telefon konuşmalarında kaldığı için gerçekte buluştuğumuz an nasıl olacak hiçbi fikrim yok. Hem ben de; koy göte gitsin tadında yaşamaya başladım, olursa olur, olmazsa olmaz.
Ama sanırım bu sefer olmasını çok istiyorum. Çünkü onun o iri cüssesinin arkasında küçük bir panda yavrusu var ve onu çok iyi görüyorum. Ya bi dakka ya yoksa ben, insandan çok bir hayvansever miyim?

14 Mayıs 2012

Kimileri anılarıyla anılır, kimileri de analarıyla

Bu aralar yine eskisi gibi kimseyi siklemediğim günlere dönmeye çalışıyorum. Çünkü bir kaç aydır, herkes gibi efendi, kendi halinde biri olmak istemiştim ve bu arada farketmeden kendimi kaybetmiştim. 
Hem efendi biri olmak demek; gönüllü olarak insanın kendi ammına koydurtması dışında bi boka yaramıyor ve zaten ben de artık efendi biri olmak istemiyorum. 
Hem ben, kendim olarak iyiydim ve sanırım hayatın akışına kendimi bilinçli olarak bırakmak en güzeli. En azından bu arada canın çok fazla yanmıyor ve hatta yansa bile çok fazla takmıyorsun bu durumu.
 Hem zaten böyle yaşadığım dönemde canın yanması sikindirik bi cızırtıdan başka bir şey ifade de etmiyor açıkçası ve zaten, zamanla da tamamen duygusuzlaşıyor, bi oduna dönüşüyorsun. Hayatına girip çıkan insanlar sadece an'larıyla, bide onları hatırladıkça analarıyla anılıyorlar o kadar..

Aşk mı? bilmiyorum. onun ne olduğu hakkında bi fikrim yok artık. Belki seksle karışık herhangi bir şefkat gösterisinin, insan doğasında her zaman bulunması zorunlu olan nefretle yoğrulmuş hali, belki de bencillikten dolayı birilerine ait olma, birilerinin sana ait olmasını isteme duygularının yoğunlaşmış şekli, belki de başka bi sikim şey. Doğrusu, artık ne olduğu veya ne olmadığını takmıyorum ve onun peşinden koşup kendimi daha fazla yormak istemiyorum..

Bu aralar, eski kendimi bulma çabalarımın içinde, böyle saçma sapan yaşadığım için, günlerim; iş, ev, istiklal caddesi arasında geçiyor. Başka bi sikim şey yok.
İstiklal'in her köşesine yarısı içilmiş sigaralar sakladım. Gezinirken hangi köşeye yakınsam oraya gidip sigarayı alıyor ve o köşeye oturup elimdeki sigarayla bazen saatlerce oynaşıp duruyor, sonrada öylesine ani bi şekilde sigarayı yakıp, bitirince de benim gibi amaçsızca yaşayan kalabalığa karışıp, içlerinden birinin peşine takılıp saatlerce o nereye giderse, bende ona çaktırmadan onun peşinde dolanıp duruyorum. Bi gün farkedilirsem çok pis dayak yiycem biliyorum, ama bu aralar tek eğlencem bu. Başka türlü eğlenemiyorum.

11 Mayıs 2012

Bu aralar aptal şapşal bir çok adamla tanışıp duruyorum. Hiç kimsenin aşka inandığı yok ve herkes bana götüyle gülüyor. Onlara kızmıyorum, sadece üzülüyorum.

06 Mayıs 2012

ekmek yoksa, çikolatalı pasta zıkkımlan!

Sanırım artık beni sevdiğini düşündüğüm birilerine ihtiyacım yok. Ya da kendimi "zamanla beni seveceğine" inandırmaya çalıştığım kimselere. Zaten insanı hayata karşı ayık tutan tek şey bu siktiri boktan umutlardır.  "Belki bu sefer gelip hayatıma girip hiç çıkmayacak, belki bu seferki doğru kişidir, belki bu sefer beni sevecek, sadece beni, beni, beni.." diye diye ömür geçip gidiyor ve sen ardına dönüp bi bakıyorsunki aslında hep tek başınaydın.
İşte sadece onun, gelip senin hayatına girip bir daha çıkmayacağını düşünerek güzel zaman geçirmeye çalışmışsın o kadar. Ama sonuç olarak bi sikim değişmemiş ve zaten sen de bunu farkettiğin an pes edersin.
Pes etmek insanı yıkıyor. Hem de çok pis bi şekilde. Artık seni seven birilerine ihtiyaç duymuyorsun. Pes ettikten sonra ihtiyaçların; seni hep sevecek birilerinden, seni düzenli sikebilecek birilerine doğru hızlı bir değişim, hızlı bir evrim geçirir.
Artık sadece seni düzenli siken birileri olsun istersin, ya da düzenli sikebileceğin herhangi biri. Böylece sikişirken bi bahaneyle kokusunu içine çekersin, tenine dokunup içten içe sevgilim, bi tanem dersin. Ellerin bu yeni bedenin saçları arasında gezinmeye çıkmışken, sen ise başkalarını anımsatan bu an'ın acısını içinde dindirmekle meşgulsundur ve zaten artık öğrenmeye başlamışsındır;
her seks bir başka sevgilinin hayaliyle doyar, her seks bir başka orospuçocuğunu anılarıyla noktalanır ve sonuç sen yine öyle sik gibi kala kalırsın.

Geçmişte hayatına girip çıkanları düşündükçe, şimdi yatağına girip çıkacakları önemsememeye başlarsın. Ne olacakki? Hem zaten allahtan bile daha çok sevdiğin adamlar bile, seni bi-iki defa siktikten sonra yokluğa karışıp gitmişken, şimdi seni sevmediği halde yatağına giren adamların onlardan farkları neki? Aslında hiç bi farkları yok. Bu adamlar, o senin ayılıp bayıldıklarından, o beş para etmemelerine rağmen kendinden bile çok sevdiklerinden daha dürüstler. Çünkü en azından seni sikmek için burda olduklarını saklamıyorlar, 2 posta fazla kaymak için ayak üstü 10tane güzel söz söylemiyorlar. Boşaldıktan sonra tek söyleyecekleri söz "gitmemi mi ister misin?" veya "tekrar yapalım mı?"dan daha fazlası değil.
Bir farkları olmadığını kabullendiğin anda daha bi rahatlarsın. İçin içine sığmaz "dünya işte böyle amınakoyim" der, geçiştirirsin ve akşama yatağa atacak yeni birilerini ararsın.

Ucuzluğun, basitliğin bi sınır yok dostum ve inan bence sonsuzluk sadece basitlik için geçerlidir. Çünkü istediğin kadar basit ol, en basitin bile daha basiti vardır. Bunu en çok da yatak daha bir kaç dakika önce tanıştığın adamların spermlerine boyanırken, evin odaları da aynı adamların çığlıklarını dışarı çıkmasın diye kendi içinde saklamaya devam ettiğinde anlarsın.  "Ne yapıyorum"lar çoktan tükenmiş, sen de zaten "koy götüne gitsin" adlı ruh halinin rahatlığına kapılmışsındır. İşte bu yüzden dostum gidenlerin ardından ağlamayı kes ve git bir posta osbir çek de kendine gel.

02 Mayıs 2012

Zaman akıp gidiyor, bi tur daha ver demek olmazzzzZzz

Artık porno filmlerin de bi tadı yok. Geceler gittikçe kısalmaya başladığından bu yana sabahlara küfürlerim çoğaldı. Önceki yıldan bu yana sarınıp uyuduğum battaniyeyi geçen gün attım banyoya ve sonrada soyunup açtım suyu. Şırıl şırıl akan suyun altında o kirlerinden, bende günahlarımdan arınırcasına iyice köpüklenip yıkandık.
Ev sahibimle aramızda kalın bir duvar ördüm iyice. Kirayı artık banka hesabına yatırıyorum, ne o beni görüyor, ne ben onu. Zaten teee ne zamandan bu yana artık bana sıcak yemek de getirmiyor. Hem bir şey söyliyim mi, bende makarna yapmayı ve patates kızartmayı iyice öğrendim. birde sucuklu yumurta yapıyorum sabahları. Midem bulana bulana yiyorum.
Geçen mahalledeki zencilerden birini dövmüşler. Ağzında iki dişi eksik dolaşıyor artık. Neden dövdüklerine dair bi fikrim yok. ama yediği dayak sonrasında artık iyice kenardan kenardan yürüyor.

Geçen üst sokaktaki travestiyi gördüm. Sigarayı öyle bir içine çekiyorduki, dersin bütün dünyanın yükü sadece onun omuzlarında. Başı; ipneliğinin getirdiği alışkanlıktan dolayı hafif yana düşmüş olsada, omuzları dimdikti. Saçlarının rengini açmış bide. Doğrusu eskisinden güzel olmuş. Sokakta erkek gördümmü bakınıp benim olsa beraber yaşasak derdimya, şimdi onu da görünce öyle diyesim geliyor ve bundan çıkarttığım ders şuki; sanırım yalnızlık, tercihlerimizi değiştirmekte çok önemli rol oynuyor.

Mahallemizin gençleri taksim parkına iyice alıştılar. Artık yeni yeni türeyen ibnelere saxo çektirip duruyorlar. Bende eskisi gibi değilim artık, fazla takılmıyorum taksim parkına. Çünkü polisler iyice azıttı ve saxo çekmek için dolanan ipneleri gördükçe kimlik falan sorup sorup joplayarrak parktan kovuyorlar. Kimse sesini de çıkaramıyor, işte yediğimiz önümüzde yemediğimiz sırtımızda yaşayıp gidiyoruz.

Ben mi, bende iyiyim işte. Önceki ay aldığım oturma takımında yayılarak günlerimi geçiriyorum. Bide patronum maaşımı azalttı. Meğer onun da işleri düşmüş falanda filan. Sesimi çıkarmadım. Ses çıkarınca ne olacakki. Bence sessiz kalmak en güzeli. Böylece herkes her şey yolunda sanıyor.