Blogu okumaya başlayan herkes genelde çok kızgın biri olduğum izlenimine kapılıyor. Bunu ben söylemiyorum, gelenler söylüyor.
Hayır aslında kızgın biri değilim, hemde hiç değilim. Sadece dışarda, yani boktan sosyal hayatımda birine bozulduğum zaman, o an onun beni kırdığı gibi onu kırmak istemediğimden dolayı sessiz kalıyorum ve ona karşı hiç bi şekilde en sıradan bi tepki bile vermenin gereksizliğine inanıp, kenarda duran bi sandalye gibi, hatta yıllardır aynı duvara asılı eski toz tutmuş sikindirik bi tablo gibi öylece durup, ona söyleyeceklerimi gelip burda yazıyorum.
Çünkü konuşarak anlaşılmanın bi boka yaramadığını fazlasıyla deneyimleyerek öğrendim.
Çünkü kırgınlık anında en mantıklı cümlelerle bile açıklama yapsan olmuyor.
Çünkü yaradılış tabiatı gereği vucudumuz kırılgan olmasa da, ruhumuz ipince ve çarçabuk kırılıp dökülüyor. Hele bide önceki yaşadıklarımız yüzünden, içten içe iyice dolduğun göz önüne alınınca, o anlarda konuşmak demek üzerinde durduğun iskemlenin ayağına kendin vurmak demek oluyor. Bense sessiz ölümleri daha çok severim. Çünkü kimseyi rahatsız etmezsin. Ne halt yiyeceksen yersin. Tıpkı tek başına intihar etmek gibi. Aslında intiharlardan en güzeli de ayağına ağır bir şey bağlayıp kimsenin olmadığı bi yerde, önce ağzını, sonra ellerini bi güzel bantladıktan sonra kendini sessizce denize atmaktır. Kimsenin senden haberi olmaz, sadece kaçıp gittiğini düşünürler. Akşam yedikleri balığın karnında senin bi parçan olduğu akıllarından bile geçmez. Öyle işte, sessiz ol ve ne karşındakileri ne de kendini fazla üzdürme.
Bu gibi anlarda, insanlar içlerindeki derinlikte sakladıkları gerçek benlikleriyle hareket ederler. Yani sizi kırmak istedikleri için kırarlar, sizi sevmedikleri için sevmiyorum derler ve aslında size hiç değer vermemiş oldukları için bom boş bi şekilde gözlerinizin ta en içine bakarlar.
Ben de bu gibi anlarda eğer karşımdaki kişi için bi hiç olduğumu anlarsam ve o kişinin beni hayatından çıkaracak cesareti yoksa eğer, kendim onu hayatımdan çıkarırım.
Hayatımdan çıkarmanın yolu olarak da, özellilkle o kızgınlık anlarında onlara böyle davranmayı doğru buluyorum. Çünkü öteki türlü karşılık verince daha kötü oluyorsun. Hele bide bu kişi bir zamanlar en sevdiğinken ve sen karşılık veriyorsan canını daha çok yakıyor. Sana bi bir su bardağı gibi davranıyor ve su bardakları ilk kızgınlıkta duvara atıldığında kırılıp kırılmadığı en önemsiz eşyalardandır. Sonrasında birde etrafı kirlettikleri için söylenilme sebepleri olur. Sanki kıran kendisi değilmiş gibi. Onun için en güzeli, sana doğru gelen titaniğin çarptığı buz dağı gibi öylece kalmaktır. Hareketsiz tepkisiz ve yapacak bir şey olmadığını kabullenerek.
Durum böyle olunca, bende sessizliğimi gelip burda bozuyorum. Çünkü her şeyi konuşarak çözebileceğini düşünmenin gereksizliğine inanalı yıllar oldu. Zaten insanları kırmak dökmek yerine burda yazmak daha güzel. En azından şu amına koduğum 3 günlük dünyasında bi kaç kişinin canını daha az yakmış oluyorsun ve bi kaç kişi daha az senin canını yakmış oluyor. Durum böyleyken böyle yani. Yoksa harala gürele sağa sola saldıran bir değilim. Daha açık konuşmak ve hatta daha açık yazmak gerekirse, belki de sadece insanların yüzüne karşı onların değersiz ve birer orospuçocuğu olduklarını söyleme cesaretim olmadığı için gelip burda yazıp rahatlıyorum.
Örneğin hani geçenlerde hakkında yazmıştımya şu dingiliz maykıl, hah işte o. Mesela onun yüzüne açık açık da söyledim ama adam dinlemiyor. Aklı fikri sikişmekte. Tamam bende sikişmeyi seviyorum ama yani sikiş meselesininde kökeni ten uyumundan geliyor. İnsan ten uyumunu, o gözlerine baktığı anki içten gelen samimiyeti, sesindeki sıcaklığı hissedemiyorsa ne diye yatağa girsinki. Sadece yarrak hastası olsam gider akşama kadar götümü siktirir dururum. Ama amacım sadece sikişmek değil.
Çünkü bende, bu kadar sekişme sebebinin daha önceden içimde bir şeyler eksik kaldığı için, içimde bi yerlerde eksik parçalar olduğuna inandığım için süreklileştiğini düşünüyorum. İşte o parçaları toplayıp puzzle gibi birleştirdikten sonra yatağa girmeyi daha doğru buluyorum. Eğer karşımdaki kişi beni tamamlayan değilse, götüme giren yarrak sadece bir deliği kapatmaktan başka ne anlama geliyorki?
Bazen karşımdaki kişide o parçaları anında görüyorum ve tamamlamak için yatağa girmem gerekiyor, bazende dünya güzeli olsa bir şeylerin hala eksik olduğunun farkında olduğum, ama ne olduğunu bulamadığım için aylarca, yıllarca yatağa girmediğim oluyor. Karşılaştıkça da sadece selamlaşıp geçiyorum. Ama sonuç olarak paramparça olmuş şu beş para etmez ruhun, etrafa dağılmış parçalarını birleştirdikten sonra bi boklar yiyebiliyorum.
Dingiliz maykıl'da da işte olay buydu. Beni tamalayabileceğine inandığım bi parçası yoktu ve eğer varsaydı bile tamamlamama fırsat vermedi. Eğer onunla yatağa girseydim kendimi şu an gördüğümden daha değersiz görmeme neden olacaktı. Bende yol verdim. Yol verdiğim günden sonra bi kaç defa mesaj attı, aradı falan filan. Ama ııh insan giderken kendi kapısını, kendi üzerine dışardan kitleyip gidiyor. Ve kitledikten sonra, eğer anahtarı içeri atıyorsa, döndüğünde kapıyı açacak hiç bir şey bulamıyor. Zaten böyle bi durumda çilingir çağırsan ne fayda, kapının arkasına duvar örülmüş oluyor. Yolu açık olsun.
Bide şu taksim finükülerde tanıştığımız hulk vardı. Ondan da hiç ses seda yok. Haftada 3-4 defa telefonunu tuşluyorum ama ıııh tık yok. Ses kaydı her defasında aynı şeyi tekrarlıyor:
Aradığınız "kişiliğe" şu an ulaşılamıyor. Lütfen sinyal sesinden sonra mesaj bırakınız..
Tabii bunda da anlayışlı olmak lazım. Sonuçta adamla teeee "3 ay sonra görüşeceğiz" diye sözleşip ayrıldık. Ama yine de bir şeyler eksik gibi. Mesela gitmeden önceki gün içinde farklı saatlerde bi kaç defa aradım cevap vermedi, hatta mesaj attım, ama o sıradan bi "selam" olsun babında bile dönmedi. Eee tabi, gidiyordu, yoğundur, işi var diye düşündüm kafadan siktir ettim takmadım. Ama yani yine de insan bilmek istiyor. Ne hissedildiğinden haberi olsun istiyor. Yoksa canım sikişmek istediğinden değil, sadece canım yalnızlıktan yanıyor ve bunu en azından benden hoşlandığını söyleyen ve hatta benimde ondan hoşlandığım birinin sesini duyarak, yanan canıma bi tas su dökmek istiyorum. Ama olmuyor.
Böyle anlar "düşündüğün tüm güzel şeylerin, tam tersi istikamette ilerlemesi ve bu yetmezmiş gibi senin sıkışık trafikte arabanda oturup onları izlemen" duygusu gibi bir şey oluyor.
Sonra bunları deneyimleyerek öğrendiğin için her şeyi zamana bırakmayı öğrenmiş oluyorsun ve çok ilerde bi bakıyorsunki zaman akıp giderken sen çook geride kalmışsın. Yetişmeye çalışırkende yanlış insanların altında inim inim inliyorsun. Ama nafile, bunu bi tek sen biliyorsun ve kimseye çaktırmamak zorundasın. İşte bu yüzden gelip buraya durmadan yazıyorsun, yazıyorsun ve durum böyle olunca hep yazacaksın..
umut fakirin, yazı bloggerın ekmeği:P
YanıtlaSil