-->

12 Eylül 2019

kendi içine dalıp çıkmak

3 yıl önce her şeyden sıkılmıştım. Hayatım, yani bana ait olan yaşam, yani; her gün yeniden kalkıp yemeye başladığım saatler falan hepsi istediğim gibiydi. Ama içinde beni rahatsız eden bir şeyler olduğunun da farkındaydım. Bazen durup, beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu düşündüğüm olmuyor değildi. Fakat buna rağmen bulamıyor, bulamadığım için de, içimden "belkide sırf canım sıkılsın diye böyle davrandığımı, böyle hissettiğimi" düşünüp bu rahatsızlığımı boş veriyordum.

Beni sıkan şeyin ne olduğunu bilmiyordum, lakin işte bir şeyler vardı ve ben bunun ne olduğunu anlayamadığım için boş verip, günler boyunca ordan oraya dönüp dururdum.
Günler, beni derinden küçük küçük tırmalayan rahatsızlığımsı şeyle beraber hızla akıp giderken, ben de hâlâ, her defasında başka bir koyunda, her defasında başka biri koynumda olduğu için eğlendiğimi sanmaya çalışarak tüm boşvermişliğimle aşk adında bir bahaneye sığınıp yeni bir koyna, ya da yeni birini koynuma alıp günlerime devam ediyordum.

Sonra işte sıkıldım her şeyden, istanbul'dan, kendimden, etrafımdan, işlerden güçlerden, herkesin bitmek bilmeyen o koşuşturmacasından.
Belki de aslında her şeyden değil, sadece kendimden ve aşk adındaki arayışları bahane ederek girdiğim koyunlardan ve koynuma aldıklarımdan sıkılmıştım. Ama işte gerçek sebep her ne idiyse, içinde sıkılmışlık vardı ve beni çok sıkıyordu.

Sıkılmaktan çok ama çok sıkıldığım sıralarda Kıbrıs'da tam burslu yüksek okul kazanınca hemen toparlanıp yola çıktım. Çünkü burdaki her şeyden kaçmalı, herkesi ve kendimi geride bırakarak Kıbrıs'a kapaklanmalıydım.
Öyle oldu ve kapaklandım. İlk bir kaç hafta İstanbul'daki gibi bir hayat yaşamaya çalıştım ama baktımki aslında zaten kaçtığım şey bu yaşantımdı. Bunu fark ettiğimde biraz durgunlaştım. Durgunlaşmamı kaldıramayınca kudurganlaştım. Kudurganlığın beni iyice yorduğunu anlayınca ise etrafı tutulmuş akarsu gibi durağanlaştım.
Bir müddet bu durağanlığımı korumaya çalıştım ama olmadı. Çünkü etrafım taze etle sarılıydı ve ben uzak kalmak istesem bile onlar beni kendilerine, kendilerini bana çekiyorlardı.
İşte bu yüzden böyle de olmazdı.
Bunun üzerine bende oturup içime kapandım, allah'a beni şu boş erkek düşkünlüğümden kurtarması, eğer kurtarmayacaksa da en azından içimdeki enerjiyi başka bir yöne boşaltması için yalvarmaya başladım. Her gün aklıma geldikçe ona yalvardım.

Sonuçta yalvarmak insanın imanı derecesince içinde olan bir şeydir ve insan görünür, görünmez kalabalığın içinde olsa bile ağzını kapatıp sessiz bir şekilde içinden allah'a yalvarmaya devam edebilirdi.
allah'a yalvarmanın en güzel hâli de budur. Herkes öylece sana bakar, sen ise kendi kendine bakarsın. Nerde olduğunu, o an ne yaptığını, neden orda olduğunu, şimdiye kadar neler yaptığını ve kendinle ilgili önemli olduğunu düşündüğün önemsiz her şeyi düşünür düşünür düşünürsün.
düşünceler arasında kaybolup gittiğin her anın sonunda, biraz daha kendine gelip, imanın kadar yalvarırsın.

Yalvarmak, insanın güçlü olmasına rağmen aslında kendinden daha büyük ve asla yenilmeyecek bir güç karşısında her zaman zayıf olduğunu kabullenmesidir. Kendisinin gerçekte bir gücünün olmadığını ve bu bilinçten dolayı, daima kendisinin karşısındaki o güce muhtaç olduğunu, ruhsal anlamda elinden tutanının olması gerektiğinin bilincinde olmasıdır. Yalvarmak insanın kendini sevmeye başlaması demektir. Yalvarmak insanın güçsüz olduğunu kabullenip, nefes alan herkesin de güçsüz olduğunun farkına varmasıdır.

Yalvarmak şifaya davettir. Ben de yalvarmalarımın sonucu olarak şifamı buldum ve durağanlaştım. Şimdi İstanbul'a gelmişken, Kıbrıs'da yalvara yakara kavuştuğum durağanlığım devam ediyor ve doğrusu bu durum bazen korkutsada bitmesini istemiyorum. Çünkü özellikle burda şunu fark ettim ki; aslında durağanlığım sayesinde hayata daha farklı bakmaya başladım. Daha derin düşünmeye başladım. Üstelik derin düşüncelere dalmalarım günün farklı saatlerinde aniden kendiliğinden oluyor ve bu bazen beni korkutsada, hoşuma gittiğini de söylemeliyim.
Tabii bu derinliğin gittikçe daha fazla derinleşmeye başladığının da farkındayım. Tüm bu yeni derinlik ve düşünce şekli, biraz korkutmuyor değil. Fakat eski delilik karışımı durmayan harekettense, kendime zaman ayırıp dünya, hayat, insanlar, hayvanlar ve genel olarak yaşam üzerine düşündüğüm şimdiki durağanlığı tercih ederim. Bu durağanlık, etrafı kapatılan bir akıntının gidecek başka bir yeri olmadığı için, kendi alanı içinde bulduğu başka bir durağanlık.
Durağanlığın, güzel bir doğurganlık getirmesi duasıyla bu yazıyı da sona erdireyim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.