Babam ölmeden önce hastalığının ilerleyen evrelerinde olduğundan dolayı yürümek, konuşmak ve bizi tanımak dahil hiç bir şeyi tam yapamıyordu. Tabii bir tek bunlar değildi, çişi geldiğinde tuvalete gidemiyor ve altına işeyip, bokunu da olduğu yerde yapıyordu. Ben daha hastalığının başlangıcında bi kaç gün beraber yaşamıştım. O zamanlar hafızası çok fazla gidip gelmiyor, kelimeleri ise bazen düzgün ve yerinde kullanabiliyordu. Ama en kötüsü yalnız olarak sokağa çıktığında, evin yolunu bulamaması ve günün sonunda bizim panikleyerek şehir genelinde onu aramalarımızdı.
Bu kayboluş anlarından birinde, babam yine bize misafirliğe gelmişti. O zamanlar sanırım 13 yaşlarında falandım. Bize derken, ben abimle yaşadığım için oda bi kaç günlüğüne abimlere gelmişti. Bi gün böyle sokağa çıkıp akşama kadar gelmeyince, yengemde panik halinde arayıp "baban sabah çıktı hala gelmedi" demişti ve bende o an kızgınlıkla "ne diye dışarı bırakıyosunki" diye söylenip telefonu kapamıştım. Sonrada sokak sokak onu aramaya çıkmıştım. Sokaklarda kafayı yemiş halde onu ararken, kendi halimi düşünmeye başlamıştım. Ya bende yaşlanınca böyle olursam..
Aradan bi kaç saat geçip babamı hala bulamayınca, yengem tekrar arayıp "baban geldi burda" demişti. Sonra bende eve gitmiştim. Eve geldiğimde babama baktım, hiç bir şey olmamış gibi orda öylece oturmuş önüne bırakılan yemeği yiyordu. Ne kadar zavallı, ne kadar ilgiye muhtaç biriydi. Yaşı 60 üstüydü ve artık birileri olmadan yaşaması imkansızdı. Tıpkı bir çocuk gibiydi.
Sonra işte saatler ilerleyip abim geldiğinde, yengem gün içinde olanları abime söyleyince, abim de bana dönüp "öfff yeter yaww, hep böyle uğraşacak mıyız? yarın sabah ilk işin bi arabaya atıp eve göndermek olsun" demişti. O anda kanım donmuştu lan. Böyle "ciddi misin?" gibilerinden abime bi bakış fırlatıp cevap bekledim, ama abim hala öfleye pöfleye söyleniyordu. Bende dayanamadım "heeee tamam oldu, yarın sabah ilk işim bi arabaya atıp göndermek olacak. Sanki bi paketten bahseder gibi konuşuyorsun. at arabaya gitsin" diye yüksek sesle söylenip, odadan çıkmıştım.
Diğer odaya gidip düşündüm, yani tamam babamı bende sevmiyorum ama ne biliyim yani böyle ilgiye muhtaç, altına sıçan birine de böyle davranılmaz. Hele birde babansa, ondan bi paketmiş gibi bahsedip duramazsın. Hani tamam sevmezsin ama yani sevmiyorsanda, böyle bir hitabı haketmezdi. Ya da ne biliyim ulan bana örnek olman gerekiyor, hani ben sevmiyorum, babam için orospuçocuğunun biri diyorum kendi içimde, ama sen benden büyüksün bana örnek olacaksın nasıl böyle konuşuyorsun, ne diye böyle "at arabaya gönder gitsin" derken onu kansız, cansız bir eşyaymış gibi adlandırıyorsun.
Sonra düşündüm, acaba bende bi gün yaşlanıp bi hastalık geçirdiğimde çoluk çocuğum olursa bana böyle mi davranacaklar, siktir eder gibi, başından def eder gibi, kim bakarsa baksın mantığıylamı yaklaşacaklar. Tabii bi tek bu değildi. Mesela babam altına sıçtığında boku küfürler edilerek temizleniyordu, üstü başı falan türlü şekillerde değiştiriliyordu. Bu gibi durumlarda genelde soluğu dışarda alırdım. Kaçardım böyle, görmek istemezdim o anları. Midem bulanmazdı, sadece yanlış giden bir şeyler olduğunun farkında olduğum için kaçardım. Çünkü orda durup müdahale etme şansım zaten yoktu, bir şeyde gelmiyordu elimden. Bende kaçmayı seçiyordum. Sokaklar güzeldi ama bedenim sokaktayken, aklımın içinde babamla konuşurduk;
Ya bende yaşlanınca senin gibi olursam, ya bende altıma işersem, ya bende altıma kaçırırsam ne yapcam. Kim bakacak bana, kim ilgilenecek benimle. Yemeklerimi kim yedirecek bana, kim konuşacak benimle. Bu konuşmalarım her defasında eksiksiz ama fazlaca böyle devam edip giderdi. Düşünürdüm, düşünürdüm, düşünürdüm.
ammına koyım kim bakacak ki bana. Hiç kimse. Zaten insanın kendi çocuğu tiksinerek kendisine bakarken, elin oğlu mu gelip ilgilenecek, elin kızı mı ilgilenecek, elin orospuçocukları mı ilgilenecek. Cevapsız sorulardı bunlar. Televizyonlarda bakım evleride hep böyleydi zaten. Dayakla yıkanan yaşlı kimsesiz insanlar falan. Ama hayat buydu. Başka ne olacaktıki?
Bu yüzden bende kendi kendime eğer olurda ölmezsem ve yaşım 50 üstüne falan çıkarsa hala yaşıyorsam, bi gün kafama sıkarım olur biter demeye başlamıştım. Hala da öyle düşünüyorum. Belkide o yüzden sıkış tıkış bi hayat yaşamaya çalışıyorum. Sanki herkesten çok şey yaşamalıyım hızında bi yaşamım var. Hiç bir şeye yok demiyor, adeta bi çocuk gibi korkusuzca içine giriyorum. Acemice olması önemli değil, o işi, o olayı bi an önce deneyimlemeliyim diye düşünüp dalıveriyorum. Acaba diyorum böyle koştura koştura yaşamayı seçişimin nedeni o 13 yaşlarında falan gördüklerim sonrasında düşündüklerim ve bilinç altına işlediklerimden midir. Olabilirde, olmayabilirde. Ama sikimde olan tek şey, evet ne olursa olsun hiç bir şeyden korkmadan hoop diye içine girebilmeliyim. Sonunda sadece ölüm olmayacak mı? Öyleyse ne diye çok fazla seçenek varmış gibi yaşıyoruz ki?
Bu yaşlanma mevzusunda böyle düşünüyorum. Neyse işte abime "heee tamam arabaya atayım gitsin, sanki bi paketten bahsediyorsun" diye kendimce fırça kayıp odaya giderken kendi kendime düşünüyordumki bi baktım abim geldi. Hoop kapıyı bi hışımla açıp üzerime saldırdı. Gecenin sonunda, bol tükürük ve bi kaç tokatla günü kurtarsamda, içimden geçenleri söylemiş olduğum için pek acı macı hissetmedim. Abim beni bi güzel pataklayıp, beni olduğum yerde hayvan gibi ağlarken bırakıp diğer odaya gittiğinde, bende ağlaya ağlaya uyuya kalmışım. Sonra aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama saatler her halde gece yarısına gelmiş olmalıki bi ara yine birinin beni dürtmesiyle uyandırıldım. Dedim nooluyoruz, ben babamdır her halde yatağını karıştırdı odaları geziniyor diye düşünüp yerimden kalkacakken, hoop diye yanağıma gelen tokatın ardından odanın içi birden aydınlanıverdi. Ama nasıl bi tokat varya. allahım ben o tokadı ömür boyu bi daha yemedim. Sonra tokadın biri gidip diğeri gelirken ben de sessiz kalmayı tercih ettim. Tokatlatlar üst üste gidip gelirken, canım yanmıyordu ama böyle yanağım pişmiş gibi hissediyorum. Bende yüzümü iki elimle avuçladım. Ama ben o halde ağlarken bi kaç tokat daha geldi sonrada içeriyi bi sessizlik kapladı. İşte o anda abim yine konuşmaya başladı. Yarı uykulu olduğum için ne dediğini anlamıyordum, ama her halde her zamanki küfürlerinden bi kaçını sayıyordu. Orospuçocuğunun biriydi işte. Nefret ediyorum ondan.
Sonra abim siktir olup odadan çıkınca, bende duvara yaslanıp biraz daha ağladım ve düşündümde; hayatım aslında hep böyle olacak. Bundan daha fazlası ne varki? Ne olmasını bekleyeceğimki. Sikiyim ammını zaten herkesin hayatında bunlar olup bitmiyor mudur? Kendimi herkesin hayatında böyle şeyler oluyor diye kandırıp, biraz sakinleştim. Ama sonra dayanamadım biraz daha ağladım ve sonrada allaha beni böyle sahipsiz bıraktığı için kızdım. Madem yaratıyorsun niye korumuyorsun, ne diye yarattın beni, dayak yiyim diye mi yarattın. O zaman sen gel döv. Böyle o yaşta kendi kendime bunları düşünürken uyuya kalmışım. Sabah uyanıp hiç bir şey olmamış gibi hayatımıza kaldığımız yerden devam ettik. Ben bi kaç gün hiç konuşmadım, yemek yemedim kendi kendime bi sonraki dayak faslına kadar trip attım.
Daha sonra babam öldüğünde askerdeydim ve abim arayıp normal bi şekilde "baba öldü" dediğinde sadece "tamam" dedim ve telefonu kapadım. O anda komutanımla çarşıya alışverişe çıkmıştık ve ben onun şöförlüğünü yapıyordum. Şöför olduğumdan dolayı yanımızda cep telefonu taşımamıza izin veriliyordu ve zaten komutanlarımızda telefon numaralarımız vardı. Biz çarşıya çıkıp görev esnasında geç kalınca veya acil bir şey lazım olunca arayıp yol üstünde bi marketten şunları da al falan derlerdi.
Komutanımla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.