-->

28 Kasım 2017

biraz sonbahar, biraz da şom bahar üzerine

(aşağıda okuyacağınız ve sonrasında devamının geleceği upuzun hikâye, geçen yılın Türkiye'sinde (2016 yılında) yaşanılır gibi yapıldıktan sonra iyice abartılarak yazıya aktarılmıştır. Tüm kişi ve kişilikler hayal ürünü olmayıp, hayalden dışarı fırlamış cenevarlardır. )

                                                     -----------------------------------

Geçip giden önceki aylar gibi Eylül'üde yapayalnız bitirmek üzereydim ve artık aradığım şeyin ne olduğunu da bilmiyordum.
Yani zaten aradığım şey neydi, ne arıyordum ve neden arıyordum, bu arayış neden başlamış ve hiç bitmiyordu ki.
Oysa "başlangıcı olan her şeyin bir sonu da vardır" diyordu edebiyatçılar, felsefeciler, matematikçiler, düşünürler, şairler ve astrofizikçiler falan.
sırf onlara dayanarrakktan şunu söyleyebilirimki; arayışımın da artık sonunun gelmesi gerekiyordu.
Ama gelmiyordu ve anlamıştım ki; mantıklı cümleler, hayat karşısında hep boş birer balondan ibarettir. Çünkü hayat, cenk meydanında insanı tokat manyağına çeviren, osmanlı askerinin sağ elinden başka bir şey değildir. Hayat budur.

Hayat buydu ama ne olduğu belirsiz arayışımın bitmemesi de artık fazla yorucuydu. Bu yoruculukta, büyük "bi ihtimal" sonbaharın etkisi de fazlaydı.
Doğrusunu söylemek gerekirse içinde "bi ihtimal" gibi iki kelime geçen bir cümle kurmak yerine, sebep olarak  direkt sonbahar'ı göstermem daha mantıklı olur.

Çünkü, ormanlık alanda sıçtıktan sonra yapraklarıyla götümü sildiğim beş para etmeyen şu sonbahar'ı hiç sevmedim gitti gitti.
Tabii o da beni hiç sevmedi. Birbirimizi karşılıklı sevmeyişimiz bitecek gibi de değil. Bu yüzden olsa gerek, o beni hiç acımadan tokat manyağına çevirendi. O beni hiç acımadan ordan oraya savuran, bana dalsız bir yaprak gibi davranmaktan geri kalmayanın ta kendisiydi. Ondan nefret ediyorum.

Ondan ne zamandan bu yana nefret ettiğimi bilmiyorum. Sadece nefret ediyorum ve nefretimin nedenini de hiç anlayamadım.
İşte şimdi yine sonbahardaydım ve ondan yine nefret ediyordum. Belki de ölünceye kadar tüm sonbaharlardan nefret edecektim.

Oysa aslında "iflah olmaz bir romantiksin" diye sürekli söylenir arkadaşlarım ve onlara göre; sonbahar, tam da benim mevsimimdir. Öyle olmalıymış falan filan. Bu yüzden de depresyon ve türlü şeylere girmektense, bundan zevk almam, önceki aylara oranla daha da mutlu olmam gerektiğini söylerler. Ama hiç öyle olmaz. Ben her sonbahar karışırım, içim dışıma çıkar. Dışımdaki içim bi başkalaşır. Her şeye sıkılırım. Her şeyden sıkılırım ve sıkıldığımı bildiğim için, ben, ben olmaktan çıkıp başka birine dönüşürüm.

Yani görünenimin ve benden beklenin aksine, sonbahar'ı hiç sevmem. Hatta baş ağrılarımın, huzursuzluklarımın, depresyona girip çıkmalarımın arttığı aylardır. Farklı ruh hallerinde yaşamalarım, farklı duygu durumlarına girip çıkmalarım hep bu aylara denk gelir. Hep bu aylardadır.

Zaten; kimsesiz kaldığı için, durmadan saatlerce ağlayan çocuk gibi, yağmur yağdıran bulutlar, adeta slow müzik eşliğinde dans ederek aşağıya süzülen cansız yapraklar, sokakları dolduran suratsız insanları ve arkadaşların sahte gülümsemelerinin bollaştığı bir mevsimi kim sever ki?
hem pardon ama, cidden soruyorum; bunca acı varken, romantiklik sonbahar'ın neresinde?
ölümü çağrıştıran, ölmeye çağıran ve hatta ölümü sürekli kulaklara fısıldayan bir mevsim neden sevilsin ki? Belki ben de bu yüzden sevmiyordum, ve sevmeyecektim de.

(bi hikâye yazacaktım ama vaz geçtim.
yazıyı geçen yıl Ocak veya Şubat ayında yazmıştım. Şimdi bu giriş kısmını yayınlayarak geçiştirmiş olayım. Zaten yukardaki cümleler o ara hissettiğim şeylerdi, şimdi ise pek hissetmediğim ve hissetmeyi de sevmediğim şeylere dönüştü. Çünkü sonbahar takıntımın sebebini de bu ay (2017 yılının kasım'ında) çözdüm. çözünce çok ama çok rahatladım. yani artık sonbahardan nefret etmiyorum. belki de bi kaç yıla kadar sevmeye bile başlayabilirim. )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.