Boyu benden 7-8 cm uzun olduğu için başım hep yukarı bakar bi
şekildeydim ve o da boyumun kısalığının ona verdiği avantajla, hafifçe
tepeden bakıyordu bana. Bir ara küçük bir kaldırım kenarında aramızdaki
boy farkını kapattığımda durup o donuk mavi gözlerine baktım ve
"gözlerin çok güzel" dedim tüm samimiyetimle. Cümlemi daha 1 saniye önce
bitirmiştim ki, suratında belli belirsiz hafif bir tebessümle
"biliyorum. herkes öyle diyor" dedi.
Üstelik bunu, öyle
bilgiçlik taslarcasına veya ukala bir tavırla değil, gayet normal bir
konuşma cümlesi şeklinde söylemişti. Yani sanki onunla tanışmamızın
üzerinden daha 1 saat bile geçmeden bu cümleyi sarf edeceğimi
biliyomuşcasına normal bir şekilde "biliyorum" demişti.
O
böyle söyleyince, bi anda kendime geldim. Evet, yapay bir durgunluk
içerisine girip, adeta kendimden geçmişcesine güzel sözler söyleyerek
yalakalık yapmaya hiç gerek yoktu. Çocuk zaten neyin ne olduğunun
farkındaydı ve oyun oynayacak değildi. Bu ucuz iltifatlardan da
yorulduğu, bıktığı, az önce sarfettiği o "biliyorum" cümlesinden dolayı
fazlasıyla belliydi.
Benim yavşak yalaka cümlelerim
bitmeye yüz tutmuşken, diğer arkadaşı yanında biriyle çıka geldi.
Yanındaki kişi barlarda erkek dansöz olarak çalışıyordu ve cidden iyi
kıvıran biriydi. Ama mavigözlü'nün arkadaşı ile birbirlerini nasıl
bulduklarını anlamış değildim ve bu gece ilk defa tanışmış olduğumuz
için de sormayacaktım. Aslında sormam gerekiyordu, ama işte çok fazla
ileri gitmemem gerektiğini düşündüğüm için susacaktım.
Çünkü
daha İstanbul'a gelmeleri bile bir kaç saat olmuştu ve ortak bir
arkadaşımız onlara göz kulak olmam için bizi tanıştırıp ortadan
kaybolmuştu. Durum böyleyken de sorguya çekecek halde değildim ve böyle
bir hakkım olduğunu da hiç düşünmedim.
Sonra her şeyi boşverdim ve
onların istekleri doğrultusunda hep beraber saçma sapan mekanlara
takılmaya başladık. Dansöz olan çocuk gittiğimiz her yerde üstünü başını
değiştirdi, sahneye çıkıp bir kaç göbek attı ve mekandan mekana
süzüldük durduk.
Gecenin ilerleyen saatlerinde
Dansöz'ün işleri bitti ve biz artık ne yapalım sorularıyla o tarafa bu
tarafa gidip geliyorduk. en sonunda Dansöz "gelin sizi travesti barına
götürcem" dedi ve hoppadana kalkıp gittik. İçeride vitrin mankeni gibi
bacaktan ibaretmişcesine gezinen travestilerle birbirimize göz süzerek
gezinip dururken aradan 10 dakika geçmişti ve bir an kendime geldiğimde
tek başıma etrafa bakınıp durduğumu farkettiğim gibi mavigözlü'yü
aramaya başladım. Lan arkadaşı onu bana emanet etmişdi, şimdi bu
kaybolursa ben ne bok yerim diye düşünerek içeriyi kolaçan etmeye
başladım ve çok geçmeden de bir kenarda adamın biriyle bakışırlarken
bulup yanına gittim.
Mavigözlü onu görüp yanına
gittiğim için biraz bozuldu, diğer adam ise beni beğenmediğini ve hatta
bana kızdığını belli edercesine yanındakine dönüp "bu da ne ya, nerden
çıktı bu" dedi ve benim piç piç ona bakarak tek kaşımı kaldırıp ıslık
çalmaya başlamamla defolup gitti.
Mavigözlü'de bi anda
çıkıp geldiğim ve onların tanışmasını yarıda kestiğim için bana
kızdığını surat ifadesinden belli etmişti, ama bu gece onun
kızgınlıklarını sikleyecek gibi değildim. Onu ve diğer arkadaşını sağ
salim eve götürmekle yükümlüydüm o kadar.
Tabii onlar sadece 2
günlüğüne eğlenme niyetiyle ailelerinden izinsiz İstanbul'a gelip etrafa
göz attıkları için beni pek siklemiyorlardı. Ailelerini de
siklemiyorlardı, aslında hiç kimseyi siklemiyorlardı. 2 gün sonra ise
yine Erzurum'a okuluna döneceklerdi. Dönünceye kadar da arı gibi
çiçekten çiçeğe konmak istiyorlardı.
Zaten mavigözlü'nün hayatı
biraz karışıktı, kafası ise hayatından daha karışıktı. Annesi ve babası
ayrı oldukları için, amcası onu okutuyordu galiba veya dayısı. Bak
unuttum şimdi. Ama sınıfta kaldığını ailesinden saklayacak kadar da
korkuyordu ailesinden, bunu unutmamıştım.
Korkusuna rağmen işte
bir fırıldaklık yönü vardı hep. Gözleri bile dört dönüyordu ve etrafına
öyle bir bakıyordu ki, ahh nasıl da süzüyordu. neyse.
Bunları
hep, onu benimle konuşmak zorunda bıraktığım anlarda anlatmıştı. Çünkü
yapacak bir şey yoktu ve arkadaşımız beni, onları gece boyunca hiçbir
şekilde bırakma-mam konusunda defalarca tembihlemişti. Bende japon
yapıştırıcı görevini üstlenmiş, mavigözlü ve arkadaşı nereye giderlerse
peşlerinde tıpış tıpış geziniyordum. Ama buna rağmen onlar beni
atlatıyor ve her defasında yeni biriyle karşıma çıkıyorlardı. Gece
boyunca arı gibi çiçek çiçek gezip polen toplar gibi gezindiler, en son
kiminle ne yaptıklarını takip etmekten yorulduğumda artık saat sabahın
körüne geliyordu ve onları zorla alıp arkadaşımın evine dönmüştük.
İkisini de tek parça halinde eve bırakıp çıkacaktımki mavigözlü "gidiyor
musun" dedi "evet, yarın işim var" dedim. O donuk mavi gözlerini
hafifçe devirip masumane bir şekilde uzun uzun bana baktı, kırık
çekyatın diğer köşesine doğru hafifçe kaydı, başını yastığın diğer
köşesine bıraktı ve o güzel gözlerini anime karakteri gibi yavaşça açıp
bir daha baktı.
O böyle yapınca içimden "aa sikerim
lan işi" deyip, çekyatta bana açtığı yanına uzandım. Benden iri olduğu
için, yanına uzandığım gibi oyuncak bir ayıya sarılır gibi sarıldı bana.
Saçlarımı kokladı biraz, kollarıyla varlığımı hissetmek istercesine
sımsıkı sardı beni. Kemiklerim birbirine girerken, kokusunu içime
çektim, leş gibi alkol ve ucuz travesti parfümleri kokuyordu. Burnumu o
beş para etmez parfüm kokularından uzaklaştırıp koltuk altına sokarken,
ter kokusunun güzelliğiyle zevkten sarhoş olmaya başladım.
Mavigözlü de bu sırada hala kemiklerimi kırmak istercesine sımsıkı
sarılmaya devam ediyordu. Sanki kaybettiği oyuncağını bulmuş da
sarılmayı bırakırsa tekrar kaybedecekmiş gibi sarılıp bir yandan da,
başımı koklayarak derin derin nefes alıp veriyordu.
İşte onun bu derin nefes alışverişlerini farkettiğim gibi bir anda eski kendimi gördüm..
O,
ne yapacağımı bilemediğim günlerim, her kucağa; sahiplenilmek veya
sahiplenmek için girdiğim zamanlarımı anımsadım. Kimsesiz oluşumun
ağırlığını kabullenemediğim zamanlarımı, yalnızlığın yarattığı o
bıkkınlık günlerimi yaşamaya başladım bir kaç saniye içerisinde.
İşte
ben de daha önce böyleydim. bu kadar yalnızdım ve yalnızlıktan dolayı
sürekli hata yapıyordum. Üstelik hatalarım bir kaç tane değil, bir kaç
milyona varmıştı ve bunların hepsinin farkında olmama rağmen her gün,
hiç pişman olmadan, dokunulmamış yeni hatalar yapmaya devam ediyordum.
devam: http://hayaterkegi.blogspot.com.tr/2015/05/mavigozlu-melek-2.html
devamını hemen bekliyorum... çok güzel hikaye.
YanıtlaSilçok güzeldi. harikasın. hep böyle şeyler yaz :)
YanıtlaSildevami ne olabilir amk sikip.birakmistir
YanıtlaSilokg