-->

21 Mart 2016

Sevmek neydi?

Geçenlerde Öküz'le olan barışmamızı anlatayım, o; 2-3günlük buluşmalarımızın en ince detaylarına kadar girip "onunla barışırken; neyi neden yaptığımı, nasıl yaptığımı, o buluşmalardaki konuşmalarımızda ve karşılıklı jestlerimizde, tam olarak ne hissettiğimi yazayım da, ilerde "eşcinsel birlikteliklerde beraber olmak" adındaki derslerde okutulsun olsun" diye bi yazı dizisine başlamıştım. (işte o çok şok yazı dizisi ) ama yazdıkça sıkıldım ve yazıya devam etmeme kararı aldım. Sonuçta sik denilen bir şeyin, deliğe neden girdiğini anlatmak için çok da kasmaya gerek yok. Bi şampuan reklamında da dediği gibi "yıka ve çık" :)))
Ama yine de eğer yazsaydım, en sonunda yazıyı bağlayacağım ana fikir şu olacaktı;

Doğru kişi olduğu hakkında küçük bir ip ucu gördüğünüz kişiden; kaşı gözü, götü göbeği, 3-4 sözü eğri diye öyle kolay kolay vaz geçmeyin. Çünkü insanlar, iki üç sözüyle veya siktiri boktan bir davranışının ardından değerlendirilip, sonuca vardıktan sonra çöpe atılacak kadar basit değiller. Yapmayın bunu. İnsanların kocaman bir geçmişleri var, size anlatamadıkları ve ne kadar yakın olursanız olun, asla anlatamayacakları gizli bir geçmişleri var. O geçmişimiz bizi bugünkü kararlarımızı almakta ve bir şey yaparkenki davranışlarımızda etkileyip yönlendiriyor, hemde çok fena şekilde etkiliyor.

Hem zaten vaz geçmek en kolayı değil mi? Hele ki çevrede bu kadar çeşit varken, seks bu kadar ulaşılabilir ve duygular şelaleyken, birine takılıp kalmayı başarmak daha zor oluyor.

Ama işte biliyorsunuz, hayatı bu basitlikte yaşayınca, karşımızdaki insanlar da birer ürüne dönüşüyorlar, onları kendimiz için birer ürün haline getiriyoruz. Sanki beğenmezsek, aldığımız yere götürüp iade edebilirmişiz gibi, sanki bedenimize uymazsa anında paketleyebilirmişiz gibi.
Tabii böyle davranırken, aslında kendimizi de, karşımızdaki için ürünleştirdiğimizden haberimiz olmuyor. bizi de paketleyenler bu kafayla paketliyorlar..

Bu anlamda bakıldığında, ilişkilerimizin kısa olmasının veya aslında elle tutulur derecede, kalıcı ilişkiler yaşayamamamızın nedenininin bu bakış açımız olduğunu düşünüyorum. Yani ilişkilerimizde kapitalist davranıyoruz. Ki; kapitalizmi her anlamda olmasada çoğunlukla seven biriyim ve kendimi yer yer kapitalist olarak tanımladığım da oluyor. Ama ilişkiler söz konusu olduğunda, daha doğrusu duygular söz konusu olduğunda kapitalizmi siktir ediyorum.
Çünkü kalplerimizde iyiliğe ve güzelliğe dair bir bölüm var ve o bölümün girişleri bazen yaşadığımız yıkıcı olaylar esnasında, tarafımızdan kocaman kayalarla kapatılsada, asla tam anlamıyla yok olmuyor ve o bölüm, bizim, sonsuza kadar insan olarak kalmamızı sağlıyor. İşte canilerin ağlamasını sağlayan bölüm tam da orası..

 Şimdi böyle diyorum ama benim de; bir cani gib; hissiz, sevgisiz ve sadece seks odaklı yaşadığım zamanlarım olmadı değil, ama şu da var ki, o insanlara uyduğum için onları ürün olarak görmüştüm. Bunu kendim de deneyimleyince, biliyorumki böyle düşüncelerle yaşarken tanıştığımız insanlar bizim için; ilişki yaşanacak kişi değil, tadına bakılacak bir şey olup çıkıyorlar. Yani tamamen skora dayalı bir tüketici olup çıkıyoruz. Anlık bir karın doyurma veya kendini oyalama, bugünü de atlamaya dayalı bir ruh haline bürünüyoruz. Nasılsa yenisi var, buna tekmeyi koy gitsin..

Böyle yaşadığım zamanlarım aklıma gelince utanmıyor değilim, ama utangaçlığımın nedeni aslında ilişki denilen şeyin var olabileceğine inanmadığım ve aslında kimsenin bana ilişki yaşamak için yaklaşmadığı dönemlerimin de olmasıdır. Bunu laf olsun diye söylemiyorum; o dönemlerimde gerçekten iki erkek arasında ilişki olabileceği fikrini taşıyamıyordum ve bu yüzden olsa gerek en fazla cinsel tatmine dayalı beraberliklerim oluyordu.

Hayatımın böyle bir kaç yılının geçtiğini ise geçen yıl 45 yaşında bir arkadaşımın; ben 35 yaşına kadar iki erkek arasında ilişki olabileceğini hiç aklıma getirmemiştim, kimse de bana öyle yaklaşmamıştı" dediğinde anladım.
O böyle dediğinde çok üzülmüştüm, yani birinin nerden baksan 18 senesi sadece erkek erkeğe seks yapılır mantalitesiyle yaşamış olması ve kaçırdığı o güzel yılların insani hüzünlendirmemesi zaten imkansız. Onun adına üzülmüştüm ve üzülürken fark etmiştim ki; aslında benim de 5-6 yılım böyle geçmişti..
 Çünkü ben de, sanırım bilinçli olarak iki erkek arasında ilişki yaşanabileceğini fark ettiğim yaş 25 falandı. Yani bu blogu tutmaya başladığım yıla denk geldi, diyebilirim. Tam işte o yaşlarda, erkek erkeğe aşk yaşanabileceğine inanmaya başlamıştım. Onun öncekilerinde ise tanıştığım kişilere karşı bir şey hissetsemde kimse karşılık vermediği için o duyguları hep içimde bastırarak boğuyordum. Böyle sadece skora dayalı yıllar yaşamış olduğum için utandığım oluyor. Evet utanıyorum..

Durum böyle işte, yavaş yavaş öğreniyoruz veya aslında çok geç kalıyoruz. Kendi adıma çok geç kaldığımı söyleyemem ama o 5-6 yılımın da bu şekilde geçmiş olması hüzünlendiriyor beni.

Zaten hayat böyle bir şey, yaşlandıkça, yaş aldıkça öğreniyorsun. Nerde hata yaptığını, hangi hatalarla zamanını boşa geçirdiğini ve hangilerinin zamanını aldığını geçmişine bakınca görebiliyorsun. Öncesinde gördüğün tek şey; o an'dan ibaret.

O an'ı yaşa'mayı destekleyen biriyim. Yani insan tabiiki de içinden geldiği gibi yaşamalı, o an'ı doya doya yaşa'malı. Ama ne yazıkki, bazılarımız yönlendirilerek o an'lara itiliyoruz. Yani istediğimiz için değil de o an'a yönlendirildiğimiz için yaşıyoruz. Durup düşünmeden o an'a atıyoruz kendimizi. Oysa küçük bir anlık durağanlık sonrasında o an'ı yaşamaya kalkışsak daha iyi olurdu.

Hayatımın çoğunluğunu, düşünerek olmasada, hislerime güvenerek yaşadım. Buna rağmen pişman olduğum zamanlarım olmadı değil, ama hislerimin beni yanıltmadığını da, hislerimin hiç yanılmadığını da bu şekilde gördüm. Yani hislerim bana "açıkça yapma" diyordu, ama ben yine de o boku kaşıklıyordum ve boğulurcasına yiyordum. Sonra zaten dolu dolu bir pişmanlık hissi ve ağızda günlerce gitmek bilmeyen iğrenç bok tadı. Buna deneyim deniliyor, ama keşke o deneyimleri hislerimize daha fazla kulak vererek yaşasak, yaşamaya devam etsek.

Bu yüzden olsa gerek, yaş alıncaya kadar bazı şeyleri kavrayamıyoruz. Yaş alıncaya kadar demiyim de, işte ömürümüzün bir kaç güzel yılı geçip gidinceye kadar, hislerimize güvenmediğimiz için zorluklar yaşıyoruz, zor zamanlar geçiriyoruz.

Zaten bundan dolayıdırki insanlar 30'lu yaşlarına gelinceye kadar çok zorlanıyorlar, durmadan zorluk çekiyorlar, onlarca sorunları oluyor, o sorunların içinde nefes almadan yaşayabiliyorlar.
Bazılarımız sorunlarını görüyor ve farkında olarak, çok etkilenmeden yaşamayı seçiyor. Ben öyle yaptım. Bi yerden sonra, sorunlarımı kabul edip, hayatımı çok fazla etkilemesine izin vermeden yaşamaya çalıştım. Yer yer görmezden geldim, gelmeye çalıştım ama böyle yaparken de sorunlar bitmiyor. Sizinle beraber sorunlarınızda büyüyor, büyüyor, büyüyor ve bi yerden sonra artık sizden daha büyümüş oluyorlar.

Tüm insanlar böyle. Hepimizin özünde aynı olsada, farklı şekillerde yaşadığımız sorunlar var. Bu yüzden şunu düşünmeye başladım; kendi sorunlarınız ve tanıştığınız insanların sorunları varken, siz de kendinizi araya sıkıştırmayın. Böyle yaparsanız gerçek anlamda, o kişi ve sorunları arasında, siz ve sorunlarınız büyük bir patlamaya neden olursunuz. Her şeyden önce de o sorunlar varken zaten ezim ezim ezilirsiniz.

İşte Öküz Herif'le böyle olmuştuk biz. Yani onun zaten onlarca sorunu vardı, benim de sorunlarım vardı. İkimizde birbirimizin hayatına girip, kendimize yer açmaya çalışırken de, sorunlardan dolayı çatışmalar yaşandı. Bu yer açma çabaları esnasında çıkan çatışmaları çok önemsemedik ve sonra da Bing Bang olduk.

O günlerde benim evimde onunla kavga ederken, ona fırlatıp duvarlarda kırdığım tabak çanakların alçılarda açtığı kırık döküklerin izlerine şimdi bakıp gülüyoruz ama doğrusunu söylemek gerekirse hiç de gülünecek şeyler değil. Ev arkadaşım o izlere bakıp "bunlar gerçek sanat" diyor ama aslında, gerçek bir acı'dan başka bir şey değil onlar. Hele salonun kapısına fırlattığım telefonun açtığı deliğin öyle her an gözümüzün önünde durması, şimdi öküz herif'le kucak kucağayken utanç duymama da neden oluyor. Ama yapacak bir şey yok, o an olup bitmişti her şey. Sadece kabulleniyorum ve bakıp "o kadar bağırıp çağırmakla, kırıp dökmekle yazık etmişim ikimize de" diyorum.

Tüm bunlar geçmişte kalmışken, hâlâ da arada küçük patlamalarımız olmuyor değil. Oluyor ve ben o anlarda onu alıp bi kaşık suda boğduktan sonra, leşini onca kilometre yerlerde sürükleyerek ibreti alem için taksim meydanına götürüp atmayı düşünmüyor değilim.
Ama en fazla 2 saat sonra yine hiçbir şey olmamış gibi, yine güllük gülistanlık oluveriyoruz. Hatta öyle bi oluyoruzki; sanki az önce kanlı bıçaklı olan biz değilmişiz gibi davranıyoruz. Öyle uç noktalarda yaşanan duygu durumlarına teslimiz. Ama olsun, ben onun bu tarafımdan katli vaciptir hallerini de seviyorum.
Zaten sevmek böyle bir şey galiba.
Yani sevmek; onunla yaptığın kavgaları da sevmektir, seni sevemeyişlerini, sevgisini ifade edemeyişlerini de sevmektir. Hatta sevmek; sırf onu sevmek için, kendince bir bahane bulmaktır. Yoksa da bi bahane yaratmaktır. Yani sevmek güzel bir şey. Durmayın, sevin abi'la'larım, ne duruyorsunuz.

3 yorum:

  1. Şu kurduğun cümleni çok sevdim: "Doğru kişi olduğu hakkında küçük bir ip ucu gördüğünüz kişiden; kaşı gözü, götü göbeği, 3-4 sözü eğri diye öyle kolay kolay vaz geçmeyin. Çünkü insanlar, iki üç sözüyle veya siktiri boktan bir davranışının ardından değerlendirilip, sonuca vardıktan sonra çöpe atılacak kadar basit değiller. Yapmayın bunu. İnsanların kocaman bir geçmişleri var, size anlatamadıkları ve ne kadar yakın olursanız olun, asla anlatamayacakları gizli bir geçmişleri var. O geçmişimiz bizi bugünkü kararlarımızı almakta ve bir şey yaparkenki davranışlarımızda etkileyip yönlendiriyor, hemde çok fena şekilde etkiliyor."

    Öte yandan son yazıların ile birlikte dikkatimi çeken şu ki acaba 30 yaş bulanılına mı giriyorsun? Olabilir mi? Çünkü eskisi kadar ilişki yaşamıyor daha çok ilişki üzerine yazıyorsun. Sanki hayattan elini eteğini çektin ve uzaktan ders verir mahiyetinde her şeyi bir bir sentez etme, kontrol etme ve düzeltme, düzenleme modundasın.

    Bunu atlatacağını umuyorum 30 değil 37 bunalımı vardır, artık orta yaş 37+38 yaşıdır bu 30 yaşlar devresinde çok daha verimli daha zeki ve daha başarılı ilişkilerinin yazıya dökülmüş hikayelerini okuyacağımızı umuyorum ve belki de hayatının en başarılı aşkı ve ilişkisine de tanık olacağız kim bilir.

    Ha bir de senin olmaz ise olmazın en önemli özelliğini kayboluyor, bunun nedeni biraz da hayatı artık daha ciddiye alman ve kendine döndürdüğün namlunun ucunda yazmandan olabilir mi?

    Mizah başkalarını yaralayan bir silah iken drama kendini yaralar. Daha çok dramaya döndüğünü düşünüyorum. İlerde daha da mizah ile hayatı iplemediğin yazılarına döneceğini umuyorum.

    Mizahın eksiliyor. Daha çok gül, sana gülmek daha çok yakışıyor.


    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.