-->

08 Kasım 2018

gereksiz yazılardan biri

Okuldaki yüzler artık pek yabancı gelmiyor. Çünkü geçen yıldan bu yana her önüme gelenle tanışıyor, ne yaptıklarını, ne yapmak istediklerini, neden okul okuduklarını, neden bu okulu seçtiklerini, okudukları bölümü okuma amaçlarını ve diğer onlarca soruyu daha sorup muhabbet ediyordum.

Bu kadar soruya karşılık bir çoğundan "neden bunları soruyorsun" veya "neden çok soru soruyorsun" gibi yanıtlar alıyordum.
Yanıtlarına karşılık olarak cevabım ise "çünkü 3-4 yılını okul okumaya vereceksin ve doğrusu bunun senin kararın olup olmadığını  merak ediyorum" oluyordu.

Evet, kararlarının kendilerine ait olup olmadığını merak etmekle beraber, aynı zamanda insanları tanımak ve seçimlerinin nedenlerini anlamak için sorup duruyorum. Çünkü insanları anlamak, tanımak istiyorum ve bence insanı anlamak, insanlığın var olan sorunlarına çözüm bulmak için olmazsa olmazlardandır.

Zaten sorularımın karşılığında gördüğüm şu oldu ki; herkesin kendini ikna ettiği haklı bir nedeni vardı, ama tüm haklı nedenlerine rağmen bazılarınınki çok salakçaydı. Çünkü bunlar aslında okumayı hiç istemiyorlar, ya da aslında sadece aile baskısıyla okuyorlar, bazıları ise aileden birinin hayalini gerçekleştirmek için okuyorlar.
Tüm bunlar çok saçma. Ne yani hayatının 3-4 yılını ailenin istediği kişi omak için mi harcayacaksın ve sonrasında da pişmanlıklarla dolu bir ömür mü sürdüreceksin. Bu salakça değil mi?

Bu tür insanlara acımak ile acımamak arasında gidip gelmişimdir. Çünkü aile çoğu zaman çocuk için iyi olanı yapmak konusunda adım atarken, aslında farkında olmadan kötü olan adımı atar. Bu kötü adım sonunda ise çocuk kendisi olarak değil, ailenin içindeki baskın karakterin gerçekleştiremediği hayali yapan kişiliğe bürünmüş olarak yaşamaya başlayıp büyür, okur ve bi bok olmadan mutsuz bi şekilde yaşlanıp ölür.

Bu tür yaşamlara insan israfı diyorum. Yazık. Çünkü belki de dünyaya büyük bir yararı olabilecekken, hırsına yenik birinin etkisiyle, kendisinin olmadığı bir kişiliği sürdürüp, yaşamının sonuna varıyorlar. Bu tür yaşamları azaltmak ve herkesin istediği gibi yaşamasını sağlamak konusunda bir şeyler yapmak istiyorum ve zaten çoğunlukla yeni tanıştığım insanlara yönelttiğim soruların başlattığı konuşmalarım da hep bu yönde oluyor. Umarım bir-ikisi üzerinde etki bırakıp, kendi hayatlarını yaşamaları konusunda cesaretlendirmişimdir.

İşte sırf meraktan sorduğum sorular, yani kendimce gerçekleştirdiğim anket vari yaklaşım sonunda ve zaten aynı okulda okumaktan dolayı insanlarla karşılaşa karşılaşa çoğuyla tanıdık, yani diğer anlamıyla; selamlaşmalık olup çıktık. Ama sadece selamlaşmalık. Bundan daha fazlası olanlar ise sadece bi kaç kişi oluyor. Diğerleri, aynı kefeye konulduklarından habersiz hayatlarımıza devam edip gidiyoruz.
Gerçi okuldan bağımsız olarak da; daha önce aramızda sadece bir karşılaşma bile olmuşsa, benim o kişiyle selamlaşmaya devam eden ve bu selamlaşmayı, aksi bi durum yaşanmadıkça sürdüren bi yanım hep vardı. Burda olan da bu davranışımdan başkası değil. Hem zaten insanlarla selamlaşmanın ne zararı olabilir ki. Bu yüzden olumsuz bi eylem yaşanmadıkça selamlaşmayı devam ettiriyor, karşımdaki kesmedikçe bende kesmemeye özen gösteriyorum.

İşte şimdi okulda gezinirken de, selamlaşmalarımız bu minvalde gerçekleşiyor. Tanıştıktan sonra muhabbetimizin daha sıkı olduğu bazı insanlarla karşılaştığımda ise ya karşılıklı istekli bi sarılma, ya da tokalaşarak selamlaşma gerçekleşiyor.
Buna rağmen bazılarıyla uzaktan kafalarımızı aşağı yukarı kaldırıp indirerek, bazılarıyla ise el sallayarak selamlaşıp geçiyoruz. Bunlar arasında Zemzem'de vardı.

Zemzem'le geçenlerde karşılaştık. Bulunduğum cafede benim masaya gelip "nasılsın" deyiverdi "iyiyiyim" diye yanıtladım. Elindeki kahvaltı tepsisini masaya bırakıp, beni öptükten sonra oturmaya hazırlanırken bi yandan da tepkilerimi ölçmeye çalışıyordu. Çünkü geçen yıl ona çıkma teklifi etmiştim (http://hayaterkegi.blogspot.com/2018/03/salak-durumuna-dusmek.html ) ve ondan sonra bi daha iletişim kurmamıştık.

Galiba ben onu bir iki defa sağda solda görmüştüm, ama o anlarda sanki yüzünü başka yerlere dönmüş gibi yaptığını düşündüğüm için durup selam vermemiş, yanından öylesine geçip gitmiştim.
Şimdi ise karşımda durmuş arada bakınıyor, sessizliğim üzerine ise bi anlam arayışına giriyordu.

Bi ara tebessüm ettim ve o da gözlerimin içine bakıp "yeni halim nasıl, siyah saç yakışmış mı? eskiden sarı yapıyodum ya, gözlerim? mavi lens kullanıyorum artık. dövmem?" diye durmadan sorular sordu. dövmesi boynundan göğüslerinin arasına doğru iniyordu ve oda bunu gösterebildiği bir kıyafet giymişti. Derin dekoltesi, gözlerin gözlerine değil, göğüslerine kaymasına neden olacaktı.

Tavırları, konuşması ve bakışlarından anladığım kadarıyla eski salaklığından, bir şey kaybetmemişti, ama artık konuşurken biraz daha sakindi. soruyla karışık tepkilerine karşılık ne dediğimi hatırlamıyorum. her zamanki gibi önemsiz bir şeyler konuştuğumuzu, konuşurken ise onu daha acıyarak süzdüğümü hatırlıyorum.

kahvaltısını yaptıktan sonra "sigara içelim mi" dediği için dışarı çıktık ve banklardan birine otururken artık ona acıyarak değil de, daha çok yolunu bulmaya çalışan bir su akıntısı gibi bakmaya başladığımı fark ettim. sorduğum sorulara verdiği cevaplar, ağzını biraz daha yaymadan ama kelimelerin üzerinden durarak konuşmaya çalışması, yeni tarzı, el kol hareketleri ve göz süzüşü falan; tüm bunların sonunda ona baktığımda, sanki tüm davranışlarında değişiklik olduğunu sandırmasıyla beraber, fazla da bi değişmişlik yokmuş gibi bi rahatsızlık vermişti bana.

ama sonra düşündüm de; o'da işte kendince yaşamaya, arada güzel sözler söylenip kandırılarak ve bazen zorla da olsa sikilmesine rağmen ayakta durmaya çalışarak yaşayıp gidiyordu. tüm bunları abartmama gerek yoktu. çünkü kendi saçma hareketlerine rağmen, hayata karşı meydan okuması ve sonrasında düşmüşlüğünü takmadan kalkıp yürümeye devam etmesi yeterdi.
ama yine de gözlerinin içine baktığımda sanki ağlamak için omuz arayan birini görüyordum. oda zaten farkında olmadan bunu bana belli ediyor ve belkide aslında kendisi de kimsesizliğinin farkında olduğundan dolayı bana böyle davranıyordu.

hem zaten hepimiz aynı değil miyiz? kimsemiz yokken, yani henüz sahiplenilmemişken; yalan olduğunu bilmemize rağmen iki düzgün lafa, etrafta gezinen düzgün tiplere kanıp sürekli sikilmedik mi?  oysa istediğimiz şey yalan söylenilerek tavlanıp sikilmek değildi ki.
istediğimiz şey sadece kendi rızamızla, yani kendimiz isteyerek ve aşkla seks yapmaktı. o da bunu istiyordu. ama insanın istediği şeylerin gerçekleşmesi hep zordur. gerçekleşmezdi. gerçekleşir gibi olduğu zaman bile rüyadan uyanır gibi çat diye biter, öylece yarım yamalak kalırdı.

zaten anlattığına göre artık izmirli çocukla da görüşmüyorlarmış. onu sileli uzun zaman olmuş. bir de şey vardı, hani ona bazen tecavüz eden bi çocuk varmış ya, ondan da kurtulmuşmuş. çünkü çocuk hırsızlıktan dolayı yakalanıp hapse atılmış ve 15 aylık hapis cezası varmış. bu yüzden kafası rahatmış artık.
onun anlatımlarına karşılık "iyi bakalım, aa güzel" falan gibi cümleler kurup durdum. sonra "biliyor musun, aslında insan yolunu bulmaya çalışıyor. hepimiz aynıyız. farklı değiliz ve işte yaşayıp gidiyoruz." dedim ve o:
-ama ben gerçekten çok değiştim
-sevindim
-daha da değişicem eski hataları yapmıycam
-sevindim. zaten insan yaparken hata olduğunu bilmiyor. yapmadan da bazen hata olduğunu anlamıyor. zaten olmuş bitmiş her şey.
-seninle konuşmayı özlemişim
-(gülümsedim)
-gerçekten. insanı çok rahatlatıyorsun. harika konuşuyorsun. özlemişim ya resmen
-eyvallah. (gülümsemeye devam ettim)

Bu bi kaç dakikalık konuşmamızdan sonra ayrıldık. Geçen hafta başka bi yerde karşılaştık ve gördümki; aynı hataları yapmaya devam ediyordu. Akıllanmak, çok geç gerçekleşen bir evrim süreci. onun için ise henüz çok erkendi. yiyeceği çok bok, ilerde dönüp baktığında "keşke yapmasaydım" diyeceği çok şey olacaktı. Pek akıllanan tiplerden biri de değil aslında. Çünkü davranışlarına tekrar şahit olunca; onun gerizekâlı sayılacak kadar salak biri olduğuna inandım ve bunun sonunda ona hiç acımadım. Sadece onu salak olarak kabullendim. O da böyle biriydi ve yaşadığı, yediği her şey onun kararıydı.

Bi kaç gün sonra Zemzem'in geçen yıl kankisi olan Oda Arkadaşı'yla karşılaştık. O da aynı bölümde okuyordu ve bu yıl alttan dersi olmadan ikinci sınıfa geçmiş. Sağdan soldan konuşup dururken, konu Zemzem'e geldi ve "ben artık yoruldum onunla uğraşmaktan. geçen yıldan bu yana görüşmüyorum da. ne hali varsa görsün" dedi.
Ona benim Zemzem'e olan çıkma teklifimden bahsettim ve "o zamandan bu yana görüşmüyorduk, geçen gün yukarı da karşılaşınca öyle muhabbet ettik. biraz toparlamış gibi" diye devam ettim.

Arkadaşı ise "yok o kız akıllanmaz. biliyorsun, geçen yıl çok uğraştım, onu biraz toparlamak istedim, elimden geldikçe yardımcı oldum ama artık sıkıldım. ya bi de sen neden ona çıkma teklifinde bulundun ki" dediğinde "bilmem. galiba o ara çok fazla birileriyle takılıyordu ve yaşadığı kötü deneyimlerden onu bi an olsun çekmek istiyordum" diye yanıtlayınca oda bana "ah canım. seni anlıyorum ama ne yazıkki bende çok geç anladım. çünkü o çekip kurtarabileceğin biri değil. ben de en sonunda yine başını belalara sokup durduğunda 'ne halin varsa gör' deyip öylece görüşmeyi kestim"

Biraz daha muhabbet ettikten sonra ayrıldık. Arada bir karşılaştıkça selamlaştık o kadar. Geçen yıldan bu yana Siyahi biriyle çıkıyor. Zemzem'in salaklığına göre, onunla karşılaştırılmayacak kadar zeki, akıllı ve doğal bi kız olduğu için, olmayan aklı başında kişiler listemde yukarılarda duruyor.

Yazı da çok uzadı. Ben de uzadıkça sıkıldım. Bu kadar yazmak yeter, artık bitireyim. Çünkü bitirmezsem, bitecek gibi değil.
Hem zaten onca kişiyle tanışıklığım gerçekleşti. Hepsinden bahsetmeme de gerek yok. İşte karşılaştıkça muhabbet ediyor, vakit geçiriyoruz.


2 yorum:

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.