-->

29 Ağustos 2018

kurban olduğumun tutarsızlığı

Kurban olduğum bayram da geldi geçti. Geçmiş olmasına rağmen mübarek olsun.
Bundan sonra sırada daha güzel günler var gibi hissediyorum. İçim dışım büyük bir umutla dolu ve benim dışımdaki insanlara da dağıtasım var.

Hep güzel şeyler yaşayacakmışım gibi yazmış olabilirim. ama siz engin bilgisine ve mütevaziliğini göstermekten bir an bile kaçınmayan kibirli zavallılara şunu söylemek isterim ki; bazen güzel olmayan günler de yaşayabilirim. (umarım mutlu oldunuz)
ama o güzel olmayan günlerden korkmuyor, umursamıyorum. hatta o günlerin gelip geçmesinden sonra, oturup onlardan ders alacağımı da sanmıyorum. çünkü ben buyum. ders alamıyorum. ders bana ters.

Sonuçta iyi veya kötü, her şey olup bitiyor ve biz sadece arkalarından bakakalan insancıklarız.
Hem zaten ben arsız bi hayat erkeğiyim. Yaşadıklarımdan ders almam, sadece yaşadıklarıma ders veririm.
Tüm bana ait olmayı beceremeyen kayıplarıma rağmen hayat beni korkutmuyor. Küsüp kendi sakin köşeme çekilesim de gelmiyor. Her kötü veya olumsuz şey sanki beni daha da güçlendiriyor gibi hissediyorum. Çok da iplemiyorum ya o da başka bir şey.

Hatta yukarda "güç veriyor zıttırı pıttırı" falan dedim ama aslında güç de vermiyor ya, sadece işte cümlenin gidişine göre öyle yazasım geldi yazdım. Yoksa olmuş olanlara karşı, iyi veya kötü bir şey hissetmiyorum. Sadece o yaşanmışlıklar sırasında biraz bunalıyorum ve bu ne, niye oldu, hımmm güzel oldu, bu sertti, bu kadar fazla, yoksa fazla değil mi? gibi kendi iç konuşmalarım oluyor o kadar. Geçip gidince ise, tıpkı mutlu anların gelip geçmesi gibi, o da gelip geçmiş oluyor, yaşanmışlıklarından bir çizik bile kalmıyor.

dün oda arkadaşım gündelik konuşma esnasında "hiçbir şeye bağlı olmadan yaşamak nasıl bir şey" dedi. böyle olduğumu düşünmemiştim ama o sorunca "güzel. zaten insan bir şeye bağımlı olmamalı, hiçbir şeye bağlı kalmamalı. sonuçta hepsi gelip geçici. niye bağlı kalıyoruzki? gereksiz" deyiverdim.
açıkçası muhabbetimiz uzadı gitti ama şu an ne konuştuğumuzu tam hatırlamıyorum. onunla konuşurken, muhteşem beynimle de "bağımsız biri miyim" diye düşünüyordum.

bence bağımsız değilim. sonuçta sırf başımı sokacak bir yere ihtiyacım olmasından yola çıkarak olaya bakmaya kalkışsak bile, bağımsızlık yalan. kimse bağımsız olamaz.
ama tabii onun demek istediği şey, belki de (sadece)bir aile, bir anne-babaya hesap vermeden yaşamak bağlamında olabilir ki; bu konuda bağımsız biriyim.

ama bu bağımsızlığı kazanmak, çok kaybettirdi ve belki hâlâ da kaybediyor görünmemin nedeni aslında bağımsızlığımdan başka da bir şey değil.
insan bedel ödemeden, hiçbir şeye sahip olamıyor. hatta kendi varlığını bile, en yakını sayılan ama yine de kendi dışında olan insanlardan satın alamıyor.

dünyaya göz açtığımız andan itibaren ağzımızın bir şeyleri yalamaya olan ihtiyacından bile yola çıkarak şunu söyleyebilirimki; ağzımız hep içine bir şey sokulmasını isteyecek. bundan dolayı da başımız boktan çıkmayacak ve biz de bu şekilde hiçbir zaman tam bağımsız olamayız. ama bi nebze; neye bağımlı olacağımızı kendimiz belirleyebilir ve zaten çoğumuz bunun savaşını veriyor, mustafa kemal'in yaşamadığı zorlukları yaşayarak hayatımıza devam edip gidiyoruz.

ya aslında şu hemen üstteki paragrafta başka bir şey yazacaktım ama bi anda kelimelerin kendi kendine dökülmesinden dolayı gelişi güzel yazıverdim. dönüp mantıklı veya mantıksız, salak veya başka bir şeyce olmasına bakmadan da devam edip yazıcam.

bi de son zamanlarda tutarlı olmak veya tutarsız olmak konusuna takıldım. oysa tutarlı olmak zorunda değiliz. "tutarlı olmak zorunda" kelimesinden bile, bunun zorunluluk olmasını anlayarak, saçmalığı fark edebiliriz.
tutarlı olmayı geçmek istiyorum. bir müddet hayatımı tutarsızlığı savunarak sürdüreceğim gibi. bakalım.
bu günlük bu kadar yazmaya çalışmak yeter. inşallah her gün böyle yazarım.

21 Ağustos 2018

Aşk karın doyurur mu, doyurmaz mı?

işte bildiğiniz gibi Öküz'le uzun zamandır görüşmüyorduk ve hatta beni blockladığı için artık yazışmıyorduk bile. Zaten blocklamış veya blocklamamış ne olacaktı ki. Sonuçta konuşmuyorduk ve bu yüzden artık bi önemi de kalmamıştı.

Bu halde aylar geçti ve işte günlerden bir gün blocku kaldırıvermiş. Kaldırınca da önceki hafta yine eskisi gibi yazışmaya başladık. Tabii bu yazışmamız daha çok birbirimize laf sokmak üzerinden ilerleyip durdu.
Aslında laf sokmaya meraklı değildim ama işte o laf sokunca ben de dayanamayıp misliyle karşılık verdim ve o durum olduğundan daha da beterleşti. Bi kaç gün bu şekilde gidip geldik, sonra ne olduysa olay bizim sanki var olan bi ilişkinin içindeymiş gibi kavga etmemize dönüştü.
Oysa bildiğin laf dalaşındaydık ve ilişki namına aramızda bir şey kalmadığını ikimizde biliyorduk. Peki şimdi bu ne demekti?

Konu üzerinde çok durmadım.
Açıkçası hoşuma da gitti. Hem zaten saçma sapan onca insanla tanışıp durmuştum, oncasıyla yatmıştım, oncasını öpüp kaçmıştım, oncası da beni öpüp kaçmıştı ve tüm bu onlara rağmen, hiçbi bok olmamıştı.
Bu kadar umutlanıp, sonra tekrar umutsuzluğa sarılınca, kalp bile yorulup kanı başka şekilde pompalıyor. Beyin desen zaten o da artık pes edip, seni farklı düşünmeye zorluyor.

Hem zaten geçen yıldan bu yana iki kişilik ilişkileri yakından gözlemliyor ve görüyorumki; aslında insanlar birbirlerini sevmiyorlar, sadece birbirlerine tahammül ediyorlar.
İnsanlar birbirlerini çoğu zaman gerçekten hiç ama hiç  sevmiyorlar, insanlar sadece yeni bir kişiyle daha yatmamak için var olan kişiyle yatmaya devam etmek istiyorlar.
İnsanlar birbirlerine aşık değiller, insanlar sadece birbirlerine aşıkmış gibi davranmayı ve canları birine aşık olmak istediğinde elindekine aşık olmayı istiyorlar.
İnsanlar ilişkiden ilişkiye koşturup, birini yarım yamalak tanımaktansa, karşısındakinin her bokuna sabredip birbirlerini tamamlamak istiyorlar.
İnsanlar çoğu ruhsal olmak üzere, bedensel olarak da çirkin olduklarını biliyor, aynaya her baktıklarında güzel olmadıklarını görüyor ve bu yüzden yeni birine aşık olmaktansa, yeni birini bulup kendine zar zor aşık etmekle uğraşmaktansa, o an hayatında olan kişi ve kendisinin çirkinliğine göz yumup yoluna devam etmeyi tercih ediyorlar.

İnsanlar aşık değil. aşk biten bir duygu durumu. İnsanlar birbirlerini köpek gibi sevmiyorlar, insanlar birbirlerinden nefret ederek seviyorlar ve tüm nefretlerine rağmen karşılarındakine ve en başta da kendilerine sabretmeyi tercih ediyorlar. Çünkü insanların canı yarrak veya göt istediğinde harıl harıl aramak istemiyorlar. Bu yüzden her an için ellerinde hazır da birini bulunduruyorlar.

İşte ilişkilerden gördüğüm şey bu ve daha niceleriydi.
Belki bende öyle yapmalıydım. Yani sonuçta, iyi veya kötü onu tanıyordum. birini tanımak yüzlerce gün, binlerce saat, milyonlarca an sürerdi. Bu kadar vakit ayırmışken ve onca kişiyle yatışıp durmama rağmen bulamamışken, artık onu ve kendimi yani "bizi" kabul etmeliydim. Hem o da kabul etmişken, daha ne isteyebilirdim ki.
Sırf bu yüzden bile elimdekine dönüp bakmalı, artık onu her haliyle kabul etmeliydim.

Mantıklı olan buydu.
öyle yaptım ve o da benden farklı şekilde düşünmediğini söylediğinde içim rahatladı.
bi kaç gün sonra, gelip benimle seks yapmak istediğini, söylediğinde "tamam gel" dedim ve ilk uçağa atlayıp geldi.
O geldiğinde iş yerinden izin aldım, ona takıldığım için bir kaç gün güzel vakit geçirdik, gezdik tozduk, kavga ettik, seviştik, uyuduk, uyandık, kahvaltı ettik. Sonra gideceği gün, cebinden 240 TL aldım ve bunun benim param olduğunu söyledim.
Bunun için de ayrıca kavga ettik ve buna rağmen parayı vermedim. Çünkü işten 3 günlüğüne izin almıştım ve 3 günlük izin karşılığında 240 TL kaybım vardı.
Hem zaten aşk da bi yere kadardı. Herkes bilir, aşk karın da doyurmaz. En iyi de ben biliyorum; aşk karın doyurmuyor.

Yıllarca ona baktım. Benim evimde yaşadık, yedi içti, güldü eğlendi, bazen ağladı da.
Şimdi tüm o iyi kötü günleri geride bırakmışken sıra ona geldi.. Yani eğer bi yuva istiyorsa, bu sefer yuvayı kuran o olacak. Zaten benim yuvam dağılalı çok oldu. Kuracak mecalim de kalmadı.


06 Ağustos 2018

küfürlü veya küfürsüz konuşmak. işte bütün mesela bu

4 kişiye göre yapılmış olan 20 metrekarelik odadaki; babası 3 evlilik yapmış, 15 kardeşli, cahil, sığ dünya görüşüne sahip ve tüm konuşma cümlelerini "anasını sikiyim", orospuçocuğu", "amın evladı", "amının dilini sikiyim", "amınakoyim yaaa" diyerek bitiren Manisalı oda arkadaşımız geçen gün annesinin rahatsızlandığını söyleyerek işten çıktı gitti. onun yerine ise, Urfalı oda arkadaşımın, sarışın urfalı lise arkadaşı geldi.

Onlar Urfa'da beraber okurken tanışmışlar ama bi kaç yıldır çok fazla iletişimleri yokmuş. Hatta 1-2 yıldır birbirlerini de görmemişler, sadece whatsapp'den falan iletişimlerini sürdüyorlarmış.
Şeflerimiz "burda elemana ihtiyaçları olduğunu" söylendiğinde, ilk urfalı oda arkadaşım bu sarışın urfalıya "burda elemana ihtiyaç var, gelmek ister misin?" diye yazmış ve çocuk "gelirim" diye cevaplayınca, ertesi gün ben ve ilk urfalı oda arkadaşımla onun cv'sini beraber hazırlayıp insan kaymakları ofisine verdik.

İnsan Kaymakları Ofisi presedürlere göre hareket ederek, çocuğun gelip işe başlamasının uygun olduğunu bildirdi ve çocuk da bi önceki hafta gelip barda bizimle garson olarak iş başı yaptı.
Geldiği günden bu yana, kendi odasını sevmediği için de, bizim odada ilk urfalı oda arkadaşımla beraber yatıyorlardı.

Beraber yatmalarına cinsel bi anlam yüklemedim. Gayet insani bulduğumu ve illa ibneyim diye, herkesin herkese sürtüyor olduğunu düşünmeme gerek olmadığını kendi içime anlattım.
İçim ikna oldu. Hayat devam etti.

Buraya kadar her şey güzel, ama açıkçası bu sarışın Urfalı'nın  konuşma tarzı ve bilinç yapısı, Manisalı'dan çok farklı değil. Çünkü o da sürekli küfürlü konuşuyor ve tüm cümlelerin sonuna, muhteşem olan "sikmek"i yerleştirip, karşısındakine bi saldırı ve aşağılama ifadesi olarak kullanıyor.
Bu yüzden geldiğinin ikinci gününde, şimdi burdan geçip gitmiş olan Manisalı'ya söylediğim gibi
-"çok fazla küfürlü konuştuğunu" ona da söylediğimde, bana karşılık olarak;
-"ben böyle konuşuyorum, benim konuşmam böyle" diye hafif terslercesine ve onu bu şekilde kabullenmem gerektiğine dair mesajın yüklü olduğu bir ses tonuyla cevap verdi. Bunun üstüne bende Manisalı Cahile yaptığım gibi:
-"o zaman benimle konuşurken küfürsüz konuşmaya dikkat et. bu sana olan kişisel bi tepkim değil, bi kaç yıldır genel olarak insanlarla küfürsüz konuşmaya çalışıyorum ve benimle konuşan insanların da benimle kurdukları iletişim süresince küfürsüz konuşmalarını istiyorum" dedim ve cevabım üzerine rengi atmış olarak, bi önceki cümlesinin neredeyse tekrarı olan
-"valla ben böyle konuşuyorum, benim konuşam böyle" diye cevapladı.

Zaten genel olarak, kelime hazneleri düşük olan ve konuşma becerileri gelişmemiş insanlarda bu hep böyledir. Küfür etmenin konuşma-iletişim olduğunu sanarak yaşarlar ve küfürlü cümlelerin tüm konuşmalarının asıl yerini almadığını düşünerek yaşayıp giderler.
Oysa bu düşüncelerinin tam tersine; küfürlü cümlelerle dertlerini anlatır, esprilerini yaparlar, arkadaşlıklarını sürdürür, yeni arkadaşlıklarını kurarlar.
Daha önce bende öyle olduğum için bunun ne kadar yanıltıcı bi durum olduğunu biliyorum. bu yüzden ona:
-"senin konuşmanın böyle olduğunun farkındayım. ama herkesle konuştuğun gibi benimle konuşmanı istemiyorum" dedim. hani böylece, en azından sadece ikimizin arasındaki iletişimin sürmesinin küfür etmeden de olabileceğini, bana küfür etmeden de gayet iletişim de kalabileceğimizi anlatmaya ve bu çabamın sonunda da beni anlayacağını düşünüyordum. Ama o benim düşüncelerimin tam tersine;
-"o zaman senle hiç konuşmayayım" demez mi?

saniyenin milyonda biri gibi bi süre için bile olsa üstüme bi afallama çökmedi değil. afallamam gelip geçtiğinde kendimi toplayıp;
-"eğer küfürlü konuşacaksan, hiç konuşma. ama küfürsüz konuşacaksan her zaman konuşabiliriz" diye cevap verdim ve bu sefer bana yüzü biraz daha sararmış bi şekilde;
-"tamam senle hiç konuşmam" dedi. Bende bunun ikimiz için de iyi olacağına inandığım için, tüm samimiyetimle;
-"olur. küfürlüdense, hiç konuşmayalım benim için daha iyi olur. " dedim ve konuşmamız bitti.

Bu diyalogumuz bittiğinde, konuşmaya başlamamızla beraber sararmaya başlayan yüzünün rengi biraz daha sararmıştı. sanki "nasıl olurda kendisine karşı, küfürsüzlüğü tercih ettiğime" şaşırmıştı.
Aslında evet, buna şaşırmıştı. Çünkü eskiden bende de olduğu gibi; o da küfür etmenin bi bok olduğunu sanıyordu ve buna göre tüm konuşmalarına küfürle nokta koyuyordu.
Zaten nedense "küfür etmenin samimiyet göstergesi olduğu" inancı bu kadar yayılmışken, birileriyle küfürsüz konuşmak, cinsiyet farketmeksizin artık fazla ezikçe bulunuyor..
Oysa asıl eziklik; küfürsüz konuşamadığı için küfür edenlerde, derdini anlatmak için cümle kuramamakta, küfürsüz espri yapamamakta, küfür ettikçe samimileştiğini düşünmekte.

Öte yandan, çalışanların yaşı ve düşünsel durumlarına baktığımda; burayı okul ortamından pek de farklı görmüyorum. Hatta geçen yıl okulda olduğu gibi, burada yaşadığım sorunlardan biri de bu küfürlü konuşanların, iyi bi halt yiyomuş gibi, tüm muhabbetlerine en basitinden "amına koyim, sikiyim" cümleleriyle başlayıp, sonlandırmaları.
Bu yüzden okulda da (özellikle yeni tanıştığım insanları) sürekli benimle küfürsüz konuşmaları konusunda uyarmak zorunda kalıyordum ve çoğu ilk etapta onları terslemek için bu şekilde karşılık verdiklerimi sansalar bile, sonrasındaki günlerde gerçekten küfürsüz konuşmaya başlıyorlardı. Bu iyiye işaret bi durumdu ve en azından aramızda oluşabilecek saygısızlığın çoğunu önceden önlemiş oluyordum. Orda yaşadığım deneyimleri burda da tekrar yaşıyorum gibi duruyor. Tabii ordaki deneyimlerin çoğunun olumsuz gelişmelerini bildiğim, yaşadığım için, burda bir çoğunu daha yaşanılmadan önleyebiliyor ve böylece daha huzurlu, daha sakin biri olarak kalabiliyorum.

Şu son bi kaç yıldır gözlemlediğim kadarıyla, yaşı fark etmeksizin olsa bile; özellikle sizden yaşça ve iç dünyası sizden daha küçük insanlarla olan iletişiminizin ilk anında sınırları kesin bir dille belirtmezseniz, aranızda sınır diye hiçbir şey kalmıyor ve sonradan sınır çizmeye kalkıştığınızda da ortalık toz dumana karışıyor. Bunu fark ettiğim günlerden bu yana, ilerde kimseyle bu durumun, daha sonra soruna dönüşmesini istemediğim için, iletişimimizin başladığı ilk anda "benimle konuşurken küfür etme, küfürlü konuşma" demek zorunda kalıyorum.
Yukarıda da dediğim gibi; insanlar bu cümlem karşısında ilk an'da bozulsalarda, sonrasında gayet normal bi istek olduğunu anlamış ve kabul etmiş olarak benimle iletişime devam ediyorlar. Çoğu bunun onlar için de iyiye atılan adımlar olduğunu söylüyor.

Tabii buna rağmen, iletişimimizin mecburi olarak sürmesiyle, iletişimin başında kurmuş olduğumuz sınırlar gittikçe flulaşıyor ve ben arada bi tekrar sınırları hatırlatmak zorunda kalıyorum. Çünkü biliyorum ki; eğer benimle konuşurken küfürsüz konuşması gerektiğini hatırlatmazsam veya sınırları yok sayarsam, bende çok geçmeden bu sevmediğim konuşma tarzına döneceğim.
Bu yüzden olabildiğince tetikte oluyor, kendimi ortama uydurmamaya ve beni taraflarına çekememelerine özen gösteriyorum.

Yazıyı bitirirken, yeni gelen Sarışın Urfalı'ya dönecek olursak, şimdilerde konuşuyoruz. Benimle konuşurken küfür etmiyor ve bazen ağzından kaçtığında da "özür dilerim" diyor. Özür dilemesi güzel bi davranış. Ama bunu ben surat asmadan önce yapıyor olsaydı daha güzel olurdu.
Belki bi gün tamamen küfürsüz konuşur ve ben o günleri de görürüm.

Sarışın sarışın demişken, biraz daha derinlemesine karakter analizine girip yazıyı noktalayayım:
Burda çalışanların çoğu gibi onunda ailesiyle arası kötü. Hatta o kadar kötü ki; ailesiyle yaşadığı zamanlarda bile çoğu zaman arkadaşlarında kalıyormuş. Abisiyle girdiği vurdulu kırdığı bi kavga sonrasında ise eve uğramayı tamamen bırakmış ve okul kazanıp Yozgat'a okumaya başladığından bu yana da sağda solda çalışıp hayatını kazanıyormuş.
Sınıfından bi kızla çıkıyorlar ve bu yüzden bazen "bu kız beni gerçekten seviyor" diye söyleniyor. Umarım çok mutlu olurlar. Biraz aptal olsa da, mutluluğu hak ediyor. Zaten insanın aptal olması, mutsuzluğu hak etmesi anlamına gelmez. Mutluluk her şeyden bağımsızdır. Kötülükten ve kötülerden bile. Hem zaten kötüler bile mutlu olmayı hak ediyorlar. Belki de kötü olmalarının nedeni; mutsuzluktur.

Sarışın Urfalı konusu dağılıyor, uzatmadan bitireyim. Aslında bitirmeden önce; onun mahalle aralarındaki ucuz spor salonlarında squat yapmış olduğu için götünün almış olduğu o muhteşem şekilden, hafif kaslı kollarından bahsetmek isterdim ama işte gerek yok. Çünkü kollarını ve götünü geliştirmiş olsa da, göğüs kafesini geliştirememiş ve bu yüzden ön profilden iğrenç bi beden yapısına dönüşmüş. Tabii squat'ı çok abarttığı için götünün fazlasıyla dışa çıkık durduğunu da söylememe gerek yok. Ki; bunun kendisi de farkında ve bazen esprisini de yapıyor.

Göt demişken; geçenlerde yataklarımızda uzanmış laflarken ve muhabbet uzayıp erkekler üzerine bi sohbet konusu açıldığında "kadınlar mı erkekler mi" diye sordu ve bende "ikisi de" diye cevapladım.
Herkes dönüp bana baktığında "yani nesin" diye devam etti "biseksüel" diye cevapladım.

Buraya geldiğimden bu yana bu konuyu konuşmamıştım ve konuşmak da istemediğim için, böyle bi muhabbet açılmamıştı. Şimdi açıldığında ise geçiştirmedim ve cevaplayınca, ertesi gün İlk Urfalı Oda Arkadaşım "keşke söylemeseydin" dedi ve bende "yok yahu. niye yalan söyliim ki? hem ne olacak. bu kötü bir şey değil. eğer kötü olduğunu düşünen veya rahatsız olan varsa da odasını değiştirsin" diye cevapladım "haklısın" dedi, konu kapandı.
Konu kapandı ama bi kaç sefer esprisi dönmedi değil.
Neyse bu günlük de bu kadar.