-->

14 Temmuz 2018

Vahşi Batı'daki Tatil Köyü'nde Uysal Bir Garson

Ramazan Bayramı'nı geçirmek için ailemin yanına gitmiştim ama ne yazıkki ben bayramı geçiremedim, o ve onlar bana geçirdi.
İlk günler nerdeyse hep iyi geçen bayram öncesi, esnası ve artık iyice yüz göz olmaya başladığımız anda zehir olan bayram sonrasında, kafamı ellerimin arasına almadan içindekileri bi yerlere oturtup, yıllar önce aldığım gibi yürürlüğe soktuğum eski kararımı şimdi tekrar gündemime getirip, artık işlemde olmayan o kararı tekrar işleme sokmam gerektiğine ikna oldum. 
Çünkü bazen böylesi daha iyidir. Önce kendimiz, önce kendimiz, önce kendimiz ve sonra yine kendimiz ve en sonunda da biz iyi olduktan sonra herkes için böylesi daha iyidir.

Evet, yani bazen olumlu veya olumsuz bir şeyler olur biter ve zaten bizde hayatı, tüm güzelliği veya olanların çirkinliğine rağmen yaşayarak devam ettirip gütmek zorundayızdır. Hem yaşantımız, HAYAT karşısında, yerdeki herhangi bi karıncanın yaşamı gibidir. Tek fark burdaki karınca sizsiniz ve sizin gibi milyarlarcası daha vardır.

Siz içlerinden sadece biriyken ve çevrenizde sizin gibi milyonlarca karınca daha varken, şimdi yapmanız gereken şey sakinleşip kendinizden 50 kat ağır olan yükünüzü yere bıraktıktan sonra, olmakta olanlara baktığınızda bi tercih yapma zorundasınız:
ya siz de olup bitenlerle beraber bitmeyi tercih edersiniz, ya da yolunuza devam eder gidersiniz.

Kararımı zaten vermiştim; yani eskiden yaptığım gibi yoluma devam edip gitmeli, tekrar aileme dönmemeliydim. Onlarla olan ilişkiyi (ki aslında ortadan kaldırmıştım)tekrar ben yönetmeli ve asla (bi daha geri adım atarak)ödün vermemeliyim. Bunun sonucunda yine yalnız kalacak ve bazen yalnızlığımdan kaynaklı çok fazla yanlış yapacak, bazen sırf yalnızlığımı yok etmek için saçma sapan bir yaşam sürecek, gerçek anlamda hiç tanıyamacayağım insanlarla zaman geçirerek vaktimi öldürüp yok edecektim ama zaten başka ne yapabilirim ki? 
Gerçi böyle diyorum ama yalnızlığına karşı; şimdi eskisine nazaran daha iyiyim ve farkındalığım daha yüksek. Üstelik artık onu yok etme çabasına da girmiyorum. Bunun aksine onu biraz da olsa ehlileştirdim ve bunu bilinçli bir seçimin sonucunda yaşamaya başladım. Böylece saçma sapanlıklarım azaldı ve gittikçe daha da azalttığımı kendim de görüyorum.
Hem zaten yalnızlık o kadar da korkulacak bir şey değil. Ona alışalı çok oldu. Ona aşık olalı...

Süslü kelimeleri bir araya getirdiğim cafcaflı kendimi haklı gösterme cümlelerini bi kenara bırakıp sadede gelirsek; artık ailemden tamamen kopup gitmeli ve kendi yolumu iyice belirginleştirmeliyim. Bu herkes için iyi, benim için ise mecburi bi şey.

Oysa uzun zamandır "aile" ve aile ilişkileri hakkında düşüncelerimi, fikirlerimi vesaireleri değiştirmiş olduğum için böyle düşünmüyor ve bu yüzden adımlarımın sıklığını ve yürüyüş tarzımı değiştirmiştim. Daha önce onlara karşı yürürken; uzun aralarla paldır küldür adımlarken, şimdi daha sık ve "catwalk" demek doğru olur mu bilmiyorum ama işte karşılık bekleyerek "davetkâr" yürüyordum diyebilirim. 

Bundan çok önceki "aile" anlayışım ise hemen hemen şöyleydi: 
aile; bireyi, dünyanın onu rahatlıkla sömürebileceği hâle getiren en küçük topluluktur. 
Böyle düşünüyordum ve bu yüzden aile kavramının doluluğuna değil boşluğuna, özellikle kutsallığının sıfırlığına inanıyordum. (zaten şu her şeye kutsallık atfetme alışkanlığımız olmasa dünya daha güzel bir yer olur. buna da canı gönülden inanıyorum.)

Aile kavramının kutsal olmadığını yer yer dile getirdiğim ve hatta kendi ailem içinde de tartıştığım olmadı değil. Böyle konuştuğum zamanlarda herkesin ağzı açık hayretler içinde kalıyorlardı. Bu düşüncem biraz evrim geçirsede, yer yer hâlâ böyle düşünmüyor değilim.

Tüm bu düşünceleri bi kenara atıp, şimdi neden onlara yakınlaşmaya başladığımın veya yakınlaşmak istediğimin sonucunda yaşananlar karşısında böyle kırıldığımın nedenine inersek:
Ailemi en son geçen yıl görmüştüm ve özlediğimi düşünüyordum. Zaten özellikle 2-3 yıldır onlarla eskisine nazaran daha sık iletişim kuruyor ve daha fazla gidip görüşüyordum. 
Belki de bu hareketlerimin altında olgunlaşmaya başlamanın getirdiği, getirmekte olduğu yeni bakış açılarımın etkisi olabilir. Zaten azda olsa öyle de olduğuna inanıyorum. Ama tabi benim de hiçbir zaman tek bir düşünceye saplanıp kalmamak gibi bir yanım varken, o eski düşüncelere bağlı kalarak onlarla hiç görüşmemek olmazdı. Tüm bunların ardından ise, görüşmelerimizin sonunda hep hayal kırıklığı oluyordu. 

Hayal kırıklıklarına o kadar alışkındım ki, bunları çok önemsemiyor, olumlu olan tarafları gözümde büyüterek, aslında kötü olmadığını, aksine gittikçe iyiye doğru yol aldığımızı kendi kendime dile getirerek içime su serpiyor, üzüntü yangınımı söndürmeyi başarıyordum.
Yani sonuçta ailemdi. Kötü şeyler yaşasakta, biliyorum ki başım sıkıştığı an aradığımda el uzatacak olan onlardan başkası değil. Aile tüm kötülüklerine rağmen budur. Böyledir.

Hem sonuçta karınca değil, herkes gibi bende insanım. Ot gibi yerden de bitmedim. Kendi kendime bi yerde yeşerip büyümedim. Kurtlar tarafından bulunup vahşi doğada yetiştirilmedim. Benim bi insan ailem vardı. 10 yaşına kadar annem olduğunu sandığım bi ablam, evde ne işe yaradığını bilmediğim anne dediğim yaşlı bi kadın, diğer ablamlar, abimler falanlar filanlar var. 

İnsan, şimdiki mutsuzluğundan farklı bi mutsuzlukla sarmalanmış olarak büyümüş olsa bile, ailenin kutsallığına inanma-masına rağmen 33 yaşına gelmişkende aile sıcaklığını arıyor. Bu başka bi sıcaklık, başka bir şey. O hissin tam olarak anlatılması için belki de onlarla iyi bir iletişim kurulması lazım. Ama arada iletişim olmayınca, anlatımı hiç becerilemiyor. Ya da ben beceremeyenlerdenim.

Yukarda da dediğim gibi; uzun zamandır görmemenin verdiği özlem duyguları arasında onlara gittiğimde gördümki; aslında sandığım gibi özlememişimdir. 
Sadece her zamanki gibi uzun zamandır olardan uzak kalınca özlediğimi sanmışım o kadar. Gittiğimde kaldığım nerdeyse her gün onlarla atıştık ve zaten bayram sonrasındaki son tartışmada da dayanamayarak hemen Vahşi Batı'ya doğru yola çıktım.
O gün şunu bir daha anladım ki:
İnsanın; sevilmediğini, istenilmediğini bilmesi kadar güzel bir duygu yok. Bunu bazen unutuyor olsam da, aileme dönerek tekrar hatırlıyor olmak muhteşem bi duygu. Teşekkürler.

Dönüşten önce evden çıkarken oğlum'da evdeydi. Bir kaç saat önce bizimkilerle kavga etmiştik ve doğrusu, bakış açılarından dolayı oğlumun onlarla vakit geçirmesine gönlüm razı değildi. Bu yüzden onu da alıp evden çıktım ve herkesin önünde "bir daha bu eve gelme, hep annende kal" diye tembihledim. 
Onu kardeşimin evine bıraktıktan sonra oğlumun annesine de aynı minvalde bir mesaj gönderdim ve taksiye atlayıp ufukta kayboldum.

Vahşi batıya geldiğimde kredi kartına yüklenerek geçirdiğim bi kaç günlük savrulmanın ardından, nihayet 5 yıldızlı bi tatil köyünde garsonluk işi buldum. Akşam 18:00'den gece 02:00'ye kadar bar garsonluğu yapıyorum ve benimle beraber çalışan onlarca kişi daha var. 
burada bi kaç ay sabrebilirsem, biraz para biriktirip vücudumu Kıbrıs'a atabilirim. Sonrasında yine buluruz bi çaresini.


1 yorum:

  1. Öhee!! Bir kaç ay bloguna girememiştim şimdi bu yazıyla tekrar nostalji yaparken bir de oğlunun olduğunu öğrenince vay dedim nerede hangi ara oğlu oldu bunun hem ben ne zamandır girmiyorum bu bloğa ya da neyi ne zaman kaçırdım? Neyse geriye doğru bakıp oğul nerede hangi ara çıktı araştırmam gerek. Yalnızlığın üzerine kurduğun cümlelere ise öldüm bittim. Güzel çok ağdalı olmadan vurucu ve felsefemsi olmuş. Kalemine sağlık. Aile konusunda hangi konuda kavga ettiğiniz konularına hiç girmiyorsun belli ki bu konuda kendinden de suçlar bulduğun ve çözümüne elinin gitmediği için üzerini çabucak kumla örtüp kokusu çıkmadan ortadan kaçan kediler gibisin.

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.