-->

23 Temmuz 2018

Garsonluk ve bahşiş toplamak

Tatil köyü kavramını hep duyan ve bilenlerdenim. Burdan öncesine kadar online dünya dışında tatil köyünü hiç görmemiştim. Hele bu çalıştığım 5 yıldızlı tatil köyü gibi bir yeri hiç görmemiştim. Aslında buraya tatil köyü demek uygun mu onu da bilmiyorum. Bunun yerine öncelikle büyük bir otel binası var diyeyim, yine aynı arazi üzerine koşullandırılmış ücrete göre ayrılan belli özelliklerde 2 katlı küçük lüks villalar var diyeyim, havuzlar, plaj, barlar, disko, aqua park, yemekhaneler, farklı konseptlerde ve dünya mutfaklarından lezzetler sunan çeşitli restoranlar ve (biz modern köleler için yapılmış) yatakhane binaları, (biz köleler için)küçük bi kantin, yine yemekhane vs vs var.

Burası lüks sayılabilecek bir yer ve misafirler genellikle avrupalılar. Tabii bol miktardaki rusları, orta direk türkleri ve araya karıştırılmış bir kaç arap turist'i de unutmamak lazım. 
Rusların çoğu (kadın erkek farketmeksizin) taş gibi oldukları için onları belki ilerleyen zamanlarda ayrıca ele alacağım. Şimdilik iç geçirerek, geçiyorum. Canım ruslar.

Gelen müşteri kitlesi genellikle aileler olmasına rağmen, araya kaynayan bir kaç bekâr türk erkeği de yok değil. Bunları salak olarak görüyorum ve zaten onlarda gecenin sonunda salak olduklarını "abi hiç kız yok ya. herkes aile, herkes yaşlı, hiç tek gelen yok" cümleleriyle açık ediyorlar.
Bunlar zengin ailelerin "öff sizden, hayattan, yaşamaktan sıkıldım, acilen bi haftalık tatile ihtiyacım var" diye kredi kartlarını ve marka kıyafetlerini toplayıp gelenlerden başkası değil. Pek sık karşılaşmasak da, arada çıkıp gelenler oluyor. Tabii yanlarında en yakın arkadaşlarıyla.
(Günün sonunda sikecek amcık bulamayınca, odalarına çıkıp osbir çekip uyuya kaldıklarını düşünsemde, bazen birbirlerine çakmadıklarını da düşünmüyor değilim.)

Bu ergenlikten kurtulamamış tayfa dışındakiler ise ailelerden oluşuyor. Yani bir çoğu; tatili, hayatlarına iş gibi yedirmiş, parasını pulunu biriktirmiş, işini gücünü yoluna sokup ununu eleyip, eleğini sadece 1-2 haftalık asmışlardan oluşuyor.

Tabii herkes evlenip çoluk çocuğa karışmış değil. İçlerinde bazen yeni evliler de çıkıyor. Onlara akşamları masaya oturduklarında hoşgeldin şampanyası patlatarak, daha nice yıllar buraya gelip gitmeye ikna etmeye çalışıyoruz. Yani bi şampanyaya ikna olan da bana tuhaf geliyor ya neyse.

Güzel, mutlu anlar olup biterken, bazen karı kocaların kavgası da çıkıyor. Örneğin geçen gün, kadının biri akşam güneşinin altında kocasının beynini yedi.
Üstelik tek defada değil, yaklaşık 3 saat boyunca söylendi de söylendi.

Normalde böyle durumlarda ortadan kaybolan ben (ki özellikle böyle utanç dolu anlara asla şahit olmak istemem, çünkü böylece kavgacılardan birinin en azından daha az utanmasını sağlamaya çalışırım. yani düşünsene karın kafanın etini yiyor, biri de gelmiş masayı temizliyor falan)
işte normalde böyle durumlarda ortadan kaybolan ben, Şefim'in ısrarlı bardakları ve ot bok böceği topla ısrarlarından dolayı sürekli o masa ve çevresindekileri ziyaret etmek zorunda kaldım. 
Her gitmemde de kadının, kocasını farklı bir aşağılama cümlesine kulaklarımla şahit oldum.

Kadın adama "senden bi bok olmaz, senle niye evlendim, sen benim dengim değilsin, bize baksana, sen kimsin, nesin" tarzında konuştu da konuştu. Adam gariban dinleyip durdu. Üstelik bunlar dışında (ki kavgaları yaklaşık 3 saat sürdü) allah bilir ya kadın neler neler demiştir de adam sineye çekti.

Kadının böyle söylenmesinin belki haklı nedenleri vardı, ama bence ortalık yerde hiçbir haklı neden olmaz. Her hald ya gerçekten önemli bir şeydi, ya da işte kadının salaklığından kaynaklı bir durumdu. Sonuç olarak adamın ne bok yediğini de bilmiyorum. Ama ne bok yerse yersin, kadının başbaşayken bile "dengim değilsin" cümlesini duyduğum an sağ gözünün biraz altına osmanlı tokadını patlatır "dengin değilsem siktir git ananın amına dön" derdim de adam sabırlı çıktı, tokadı basmadı, büyük bi sabırla dinledi de dinledi.
Ama tabii ben şef'imin baskısıyla masalarına yanaşmaya başladığım zamanlarda "tamam, biraz sesini alçalt" falan diyor, yerin dibine girip ortadan kayboluyordu.

3 saatlik aşağılamaları da ben yalnız değil, diğer çalışanlarda ister istemez duydu, ordan geçerken şahit oldular. Şahit olanlar içerde kendi aralarında "amına koduğumun karısı bi susmadı. adam da iyi sabırlı ha. herhalde çocuk için sabrediyor. ben olsam tokat manyağı yapar, havuza atardım" gibi yorumlar da yapıldı.
Neyseki her şeye rağmen ayrılmadılar, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi tatillerini yapıp, hayatlarına devam ettiler.

Buraya gelen müşterilerin bazıları yıllardır ailece tatile gelip gidiyorlar. Erkeklerin berber değiştirmemesi gibi bir durum bu tatil köyleri için de geçerli. İnsanlar memnun kalınca gelip gitmeye devam ediyorlar. Yalnız 10 yıl boyunca aynı tatil köyünde tatil yapmak bana biraz tuhaf gelmesinden çok, saplantılı gibi geliyor. Lan manyak mısınız, aynı tatilköyüne ne diye gelip gidiyorsunuz. ÜStelik alkoller ucuz, yemekler bence kötü, hizmet kalitesi garsondan garsona değişiyor, odalar temiz.

Yani sanırım paralı pullu olsam, asla bu şekilde bi tatil anlayışına sahip olmayacağım. Malum garsonum ve param yok, yani fakirim.
Garson demişken biz garsonlardan bahsedeyim:
Valla günde 8 saat sadece ayakta koşturarak çalışınca, günün sonunda ayaklarımız pert oluyor. 15-20 metrekarelik odalarımıza girdiğimiz gibi boxer'larla veya şortlarla yatağa kendimizi atıp ölüveriyoruz.

Ertesi gün uyandığımızda her tarafımız hâlâ ağrıyor ve tam ağrılar bitmeye yakın yine mesai başlıyor. Bunun sonunca ise hepimizin ayak parmakları su toplayıp şekil değiştirdiler. ÜStelik su toplanan kısımlar patladıktan bir kaç gün sonra sertleşip zamanla nasırlaşmış gibi oluyorki, o zaman ayaklar daha çok ağrıyor.
Taii sadece ağrıyan şey ayaklarımızı değil. Benim gibi ilk başlayanlarda sol elin ilk üç parmağının tutulması gibi durumlarda yaşanılıyor. Bunun nedeni ise tservis epsisini sürekli elde tutarak çalışma. Bu ağrı ise 1-2 ay sonra alışmış olunca geçiyor. Benim de hemen hemen 1 aylık çalışmam dolmak üzere ve gerçekten elimin ağrısı geçmek üzere. Ya da aslında ağrı geçmiyor, ağrıya alışıyoruz. Ama alıştığımız için ağrının geçtiğini sanıyoruz.

Tüm bunlara neden sabrediyoruz derseniz:
Aslında çalışanların çoğunu gözlemledim ve gördümki; hepsi birer kaybeden. Hayatta bir şey sahibi olamamış veya olamayacağını kabullenmiş. Bir kaçı iş deneyimi edinmek için gelmiş, bir kaçı okul harçlığı çıkarmaya çabalıyor, bir çoğu ise fakir aile çocukları. Okulu bırakalı yıllar olmuş ea geçen yıl bırakıp buralara gelmiş. Hayatlarında karınları belki ilk defa günde 3 öğün burda doyuyor. İşten çıksa, bir daha 3 öğün yiyemeyecek.

Yapabileceği hiçbir şey yok. Eğitimsizliği, onu bu garsonluğa kitleyip bırakmış. bu genç yaşında böyle bir hayat yaşamak zorunda olmak, bazen kollarına jilet attırmak zorunda bıraksada, acısını içine atarak da bir şeyleri değiştiremeceyeceğini çoktan anlamış, bu yüzden bedeni üzerinde  görünür kıldırıyor.

görünür kıldırmak dedim de, galibe benim de kendimi görünür kıldırmak şekillerimden biri de işte bu blogu tutmak.

Çalışanlardan bazıları yaşını başını çoktan almış benim gibi adamlar, bazıları başka işten anlamayan, anlamayacaklarını kabullenenler, kimse tarafından iş verilmeyen eğitimsizler, toplumun dışına itilmişliklerinden dolayı ucuz iş gücüne dönüştürülenler, bazılarının gidecek hiçbir yeri yok, bazılarının ailesi çoktan onları dışlamış, bazıları borç batağındalar falan da filanda fistan da.

Bazıları ise garsonluğu kolay bir iş olarak görüyor. Çünkü asgari ücret alsa bile, müşteriye iyi bir muamele çektikten sonra güzel bi bahşiş kopartabiliyorlar ve bu bahşişlerin birikmesiyle maaşları aylık 5.000 TL'yi bulabiliyor.

Zaten ben bile, şu bi kaç hafta içinde bahşişler sayesinde kredi kartı borcumu kapatıp, bu ay alacağım para ile de, elden aldığım borçlarımı kapatabilecekken, eski çalışanların piçlikleriyle alabildikleri bahşişlerin miktarı konusunda daha iyi tahminler yapılabilir. Umarım daha çok kazanırlar ve hayatları daha da güzelleşir.

Çalışmak için her şey paraya dayalı değil. Bazen çalışma arkadaşlarının da güzel olması gerekir. Çoğu saygısız, konuşmayı bilmeyen ve birbirini yağlamaktan başka hiçbir şey düşünmeyen insanlar olunca anlaşmam da zor oluyor. Zaten biriyle iyi geçinmek için ona yağ çekmek zorunda kalmak bana göre değil. Bir ortam da kabul görmek için, onlar gibi davranmama gerek yok. Böyle bir hayat isteseydim ailemle yaşardım.
Bunu istemeyince burda da biraz göze battım ve ilk günler bir kaç kişiyle kavga ettim. Nedeni de; sevmediğim muhabbetlerinde onları onaylamamam ve yaptıkları her muhabbeti benimle de çevirmek zorunda olmadıklarını söylememdi.

Bir iki defa uyardıktan sonra yine aynı şekilde devam ettiklerinde, yüzgöz olmak zorunda kaldım ve çok şükürki olay büyümeden diğerleri araya girip bizi ayırdılar. Ayırmasalardı kesin dayak yerdim ama yine de elimden geldikçe altta kalmamaya ve verebildiğim kadar zararı vermeye çabalardım. Sonuçta boyum kısa ama ellerim de elma armut toplamıyor.
Kavga sonrasında şef gelip bizi fırçalayınca ortalık duruldu, bende olayı anlattım ve  böylece çözüldü.
O garsonlarla şimdilerde mecbur kalmadıkça muhabbete girmiyorum, sakin sakin yaşayıp gidiyoruz.

Tüm bu hengameler ve şeyler arasında; garsonluğu sevdiğimi, belki de alsında yapmam gereken işin bu olduğunu ve hayatımı artık sadece bu işe vermem gerektiğini düşünmediğim günler olmadı değil. Hatta bi ara "belki de önceki hayatımda köleydim" diye kendi kendime ciddi ciddi düşündüm.
ama önceki hayatımda portakalda vitamin, toprakta çamur olduğumu anımsayınca hepsini boş verdim.

Neden böyle düşündüğüme gelirsek, insanlara hizmet etmekten resmen zevk almıştım, almaya başlamıştım. Yani birine köle gibi hizmet etmenin nesi güzel olabilir bi türlü anlamıyorum ama doğrusu bu işi sevmiştim. ki hâlâ da seviyorum.
Bi kaç gün daha bu kölelik üzerine düşününce gördümki; aslında sevdiğim şey garsonluk değildi, hizmet etme esnasında aldığım bahşişlerdi.
Evet maaş günüme daha vardı ama nerdeyse maaşın yarsını bahşişler sayesinde toplamıştım bile. Bu da beni işe motive ettirip, işi sevmemi, severek yapmamı kolaylaştırıyordu.

Tabii bahşiş olayında hâlâ çok iyi olduğumu söyleyemem. Ama gittikçe iyi olduğumu söyleyebilirim. Üstelik artık kimin, hangi masadakilerin bahşiş verebileceğini artık anlamaya başladığımı söylemeliyim. Bir de diğer garsonları takip ediyor, bazen de nasıl para koparacağım konusunda onlardan fikir sitiyorum. Sağ olsunlar, hepsi de ellerinden geldikçe fikir veriyor, şöyle yap böyle yap demekten geri kalmıyorlar.

Genel olarak ise bahşiş koparma yöntemlerimiz şöyle:
1-öncelikle kibar bi şekilde hoş geldiniz denir ve cevap verenlerin ses tonu ile mimiklere göre, ya günlük olaylar konusunda espri yapılır, ya da hemen sipariş sorulup getirilir.
Eğer masada yumuşama vardıysa zaten sipariş geldiğinde bahşiş hemen alınmış olur. Masada fırtına esmeye devam ediyorsa, sipariş servis edilir, o masa çağırmadan gidilmez. Çünkü böyleleri genelde üst perdeden konuşur ve sanırlarki; dünya onlar için dönüyor.
Böylelerini hissettiğimiz anda o masaya fazla uğramayız ve siparişini gidip kendisinin almasına yönlendiririz. Çoğu pes edip kendisi alır, gecenin sonuna kadar da bize ters ters bakmaya devam eder.

2-bir masanın ilk siparişinden sonraki siparişlerde, artık tekrar sormaya gerek olmadan o masaya içkiler içildikçe yenileri bırakılır. Bunun amacı, insanların sohbetini böldürmeden, muhabbetlerini tatlı tatlı devam ettirmek ve tabiki bahşiş koparmak. Avrupalı insanlar genelde bunu "profesyonellik" olarak görüp, ilk serviste teşekkür eder, eğer ikinci servis yine sorulmadan geldiyse cüzdanlarını çıkarıp bahşişi tepsiye veya direkt olarak elinize uzatırlar. Türkler genelde cebinize sıkıştırırlar :)
Para verip utandırmak istemezler veya paranın miktarından dolayı utanmak istemezler.

3-Bazen de tüm özenli ilginize rağmen bahşiş koparılamaz. Bu gibi durumlarda bahşiş koparılamayan masaya sık uğranılır, arada kül tablaları değiştirilir, boş bardaklar alınır, yalandan çöp varsa alınır falan filan gibi numaralar yapılır. Tabii hepsinde sanki sadece masa temizliği için gelinmiş gibi davranılır ve "bir isteğiniz var mıydı" diye sorularak geri çekilir.

4-Ama en iyi bahşiş koparma şekli ise müşteriye, müşteri olduğunu hissettirmemektir. Örneğin ben çok espri yapıyorum ve herkesle dalga geçiyorum. Bazen siparişlerini götürmeyip "valla unuttum, bi ara geçerken bırakırım" gibi cevaplar veriyorum.
Yabancılara ise siparişlerini götürüp masaya servis ederken çok konuşkan olana siparişini direkt uzatıp o tam alacakken geri çekiyorum. bunu bi kaç defa tekrar ettikten sonra arkadaşları ona o kadar çok gülüyorki adam artık hafifçe kızar gibi oluyor ve zaten bende o anda uzatıp "afiyet olsun" diyerek servisi tamamlıyorum. Bu numarayı, şu bizim maraş dondurmacıları varya onlardan aklıma gelmişti. Ondan dolayı yapıyorum, ama cidden çok işe yarıyor. Herkes 10-20 TL bi şeyler veriyor.
Ama tabii kadınlar bu numarayı yaptığım zamanlarda çabuk bozuluyorlar, erkekler ise eğlenip geçiyorlar. Bozulanlara ikinci servisi daha hızlı yapıp, masalarına peçete bırakıp "for you" deyip gülümseyerek gönüllerini alıyorum. Çoğu kahkaha atıyor :D

5-Türkler kahve falına bayılıyorlar. Bazen "hadi bi şekerli kahve ısmarlıyım da için" diyorum ve çoğu "fal da bakacaksan olur" diye hemen düşüveriyorlar. Ben de "fal bakmayı bilmem ama edebiyatım iyidir, bir şeyler sallarım" diye karşılık veriyorum. Sonrasında kahve getirip, 10-15 dakika sonra da eğlenerek bir şeyler sallayıp bitiriyorum. Masayı toplarken, bahşişi uzatmış oluyorlar.

6-Bazen günlerce hizmet ettiğiniz insanlar olur. Ama nedense hizmetiniz hâlâ gözüne batmaz ve "masaya iyi bak" demeye devam ederler. Şimdiye kadar "gözümü dikip masaya bakma numarası" yapıyordum, ama geçen gün yine bu cümleyi kuran birine, baş parmağım ve işaret parmağımı birbirine sürterek işaret ettim ve bu da bana demez mi "çok özür dilerim, valla cüzdanım yanımda değil" ben de karşılık olarak "zaten bütün para vermek istemeyen müşteriler bu yalanı söyler" cümlesini kuruverdim.
Yani o anda öyle bi hızla her şey oldu bittiki, ben bile o hareketi yaptığımı, adamın cevabına karşılık bu cümleyi kurduğumu çok geç anladım ama artık bokun içindeydim. Neyseki yine de ne istedilerse fazla fazla götürdüm ve o da gecenin sonunda gidip odasından 60 TL getirip "teşekkür ederim" diyerek uzattı. Hiç utanmadım.
bir müşteri olarak sen kibar olduğun zaman garsonlar sana ölüp bitiyor ve herkes birbirine senden bahsedip "keşke bütün müşteriler onun gibi olsa" diye iltifat ediyorlar.  ama bazıları hem kibar değil, hem de emrederek konuşuyorlar. böyle müşteriler değil para vermek, üstüne ev tapulasa, garson senden kaçarlar. siparişini de gidip kendin almak zorunda kalırsın.
yani en azından ben öyle yapıyorum. bakıyorum adamın hal hareketleri gayet medenice, gayet insanca davranıyor, gidip adamla hoş beş edip, ne isterse götürüyorum. ama diğerlerinin ise mecbur kalmadıkça masasının yanında bile geçmiyorum.
bir de ne olursa olsun, sakın "cüzdanım yanımda değil" demeyin. sonuçta güzel dil yılanı tatlı deliğinden çıkarır, zaten siz de para vermek zorunda değilsiniz. parayı da daha en başında her şey dahil olarak otele ödemiş oluyorsunuz. siz artık bize para vermeden, biz size hizmet etmek zorundayız. çünkü aldığımız maaşı da hak etmeliyiz.

7-Bahşiş koparma yöntemlerinden biri de ailelerin çocuklarıyla oynama nuramasıdır. Ben henüz yapmadım ama diğer arkadaşlar çocuklarla oynayarak baya bahşiş topluyorlar. Doğrusu yakından tanımadığım, tanışmadığım insanların çocuklarını sevmek bana çok iğrenç geliyor. Doğru bi davranış olarak da görmüyorum.

Şimdilik bunlar aklıma geldi. Eğer sizin bahşiş toplama önerileriniz varsa acilen yazın, çünkü okul için mutlaka para biriktirmem lazım.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.