-->

01 Temmuz 2018

bulanık su

İstediğimiz kadar özgürlük naraları attıktan sonra, götümüze boncuk sokup kulağımızın arkasını siktirsek de, her şeyi olduğu gibi yaşayamadığımız gibi, yaşadıklarımızı da oldukları kadarlıklarıyla bile olsa buralara yazamıyoruz.
Zaten yazabildiklerimiz ya geçmişe karışmış ve artık gerçekliğini çoktan kaybettiği için değersizleşmişler, ya da artık eskisi kadar kişinin üzerinde etkisi olmayan anılardan oluşan aşılmışlıklardan ibaret şeyler.
Gerçekliğini çoktan kaybetmişler ise hatırlandıkları kadarıyla kurgulanıp yazılabiliyor. Ama kurgular da çoğunlukla hep başkalarının başından geçenlerle tamamlanıp öyle aktarılabiliyor. Ya da yer yer ben öyle hareket ediyorum demeliyim.

İyisiyle değil de, kötüsüyle bayram geldi geçti. Geriye ise nasırlaştıkları için tutup yere çalmama rağmen hiçbir şey hissedemeyen kalpler, benim yüzümden gözyaşlarıyla ıslanmış küçük bir yürek ve aştığım yüzlerce kilometre kaldı.

Kilometreleri aşarken içim içimi yedi, yediklerim bana dokundu, her şey birbirine girince düşüncelerim bulanıklaştı. Bir kaç gün boyunca oğlumun:
-annemle yine barışın
-ama biz onla çok farklıyız. biliyorsun hep kavga gürültü vardı, bu hep öyle gidiyordu
-ya tamam da, küçük bi ihtimal de yok mu? küçücük?" cümlesi tarafından esir alındım.

Bu son cümlesini günlerce düşündüm. Düşündükçe üzüldüm ve sonra "belki de oğlum için annesiyle barışmalıyım" diye karar verdim. Sonuçta etrafındaki babalı çocuklara, sıcak görünen yuvalara özeniyordu ve bu isteğini kendinden kaynaklı masumluğuyla dile getiriyordu.
Tam da işte ben kararımı verip, belki de oğlumuz için annesine telefon açıp "eğer sen de uygun görürsen, çocuk için bir araya gelelim. sadece o istiyor diye bi araya gelip, tekrar aynı evde yaşayalım" demeyi düşündüğüm gün, kıyamet koptu.
Evde herkes üzerime gelip, abandıkça abandılar ve o an gördümki; aslında her ne kadar çocuk için bir araya gelsek de, ona hiçbir zaman mutlu bir yuva veremeyiz. Çünkü ailem bu. Oğlumun annesinin ailesi de farksız değil. Kafaları geçen yüzyılda kalmış ve bunu aşamıyorlar. Olur da biz tekrar aynı evde yaşamaya başlarsak, işte o zaman geçen yüzyıl adetleri tekrar evimize yerleşecek ve her şey silbaştan başlamış olacaktı.

Madem her şey sil baştan başlayacak, o zaman neden bu kadar süredir noktalamıştımki. Neden o çocuğu babasız da büyünebileceğine alıştırdımki? Bunu yapmaya ve her şeyi tekrar en başından bok etmeye hakkım yok. Kimseye ve en başta kendime ve oğluma bu kötülüğü tekrar yapamam. Evet kötü şeyler oldu bitti, ama daha kötüsünü yaşamayı hak etmiyoruz.

Hem şimdi dönüp evin içinde kopan o kıyamet sahnesine bakıyorum da; aslında bu kez de farklı olmadı. Çünkü her defasında böyle oluyor. Aynı şeyleri, farklı zamanlarda tekrar tekrar yaşayıp duruyorum. Belki de buna karşı bi bağımlılığım oluştu, veya aynı kırgınlıkları yaşamaktan bıkmadım gitti. Belki de tüm bunlarla uğraşmak yerine, aynı şeyleri deneyimleyerek ve her defasında daha büyük bi hayal kırıklığıyla yüz göz olmak yerine, değiştiremeyeceğimi kabullenip, onlarla mücadeleyi bırakmalıyım.
Evet bunu yapmalıyım.

Zaten tüm bu kırgınlıkların, yaşanılan ve yaşatılan hayal kırılıklarının nedeni de benden başkası değil. Çünkü değişime inanan biri olduğum için, insanların değiştiklerine dair umudum da bitmiyor.
Belki de umudumu tümden yitirmek yerine, sadece bazı konularda yitirsem daha iyi olacak. Böylece herkesin daha güzel bi hayatı olur. Tabii en başta benim.

Aslında bi ara öyle yapmıştım. Yani tüm umudumu yitirmek yerine, bazı konulara dair yeşerip duran umudumu toplayıp çöpe atmıştım ve gerçekten kendimi daha iyi hissetmiştim. Üstelik sadece ben değil. Hayatımda olan herkes iyi hissetmişti. Herkes iyi hissediyordu.

Ama sonrasında pes edip, diğer insanları (daha doğrusu, biraz daha geleneksel yaşayan ve geleneksel kalıplarından çıkmak yerine, hayatlarını geleneksellikle harmanlayarak yaşayanları)kıskandım, bu yüzden kendi doğruluğumu bırakıp, onları taklit ederek bir şeyleri başarabileceğimi, iyileştirebileceğimi, kendimi ve ailemi daha sağlıklı bir zemine oturtabileceğimi düşünerek yaşamaya başladım.
Bundan bi nebze başarılı olmadım değil. Ama sonuçta, bi yerden sonra ipler kopuyor ve taklidin de yapaylıktan öteye geçmediği hemen belli oluyor. Çünkü onlar da modern hayatın içinde ayakta kalmak için, taklit etmeyi keşfetmişler.
Ne aptalım değil mi? Sadece kendimin taklitçi olduğunu sanarak yol almışım ve sonra bi yere çarpınca da üzülüyorum.
İşte bu taklit etme işi falan hepsi, kendini kandırmaktan başka bir şey değil.
Zaman; meyveleri olgunlaştırır, kıskanarak baktığımız insanları taklit etmeyi öğretir ve yaşlıları tek tek öldürür.

2 yorum:

  1. Sesin eksik , ev ıssız bir sokak bugünlerde
    Titriyor hikayesi lambalarda, kaçağı bol sevgimizin..
    Nerede, hangi ağacın gölgesinde oh diyor ki şimdi yüreğin?
    Bir erkek için baba olmakla ölçülmüyor mu hayatın yükü?
    Sırtından atıp gittiğin ergen yüzlü zarif oğlunun canında
    Menfi bir özleme dönüyor artık yokluğun..
    Cahit Zarifoğlu
    Maraş(1955)

    YanıtlaSil
  2. Açıklama Sesin eksik , ev ıssız bir sokak bugünlerde
    Titriyor hikayesi lambalarda, kaçağı bol sevgimizin..
    Nerede, hangi ağacın gölgesinde oh diyor ki şimdi yüreğin?
    Bir erkek için baba olmakla ölçülmüyor mu hayatın yükü?
    Sırtından atıp gittiğin ergen yüzlü zarif oğlunun canında
    Menfi bir özleme dönüyor artık yokluğun..
    Cahit Zarifoğlu
    Maraş(1955)

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.