-->

26 Ocak 2018

29.08.2017'den

Dün gece evdeyken çok ama çok sıkıldım. Bu aralar zaten hep sıkılıyorum. Şu frengi illetini kaptığımdan bu yana ise, sevgili canım her zamankinden 2 kat, 3 kat, 4-5 katlarca daha fazla sıkılıyor. Sadece, sıkılmaktan sıkılmıyor. Ve bu gidişat ne olacak bilmiyorum. Sanki canım, sıkılması için yaratılmış ve o da eline geçen her fırsatı değerlendirmekten geri kalmak istemiyor gibi.

Aslında şu frengi zıkkımını çok taktığımı da söyleyemem ama işte bilirsiniz, bazen içinde olduğunuz durum sizi biraz daha karamsar düşünmeye iter. Sanki çok çok çok çok kötü bir şey olmuş, bundan daha kötüsü yokmuş gibi düşünmeye başlarsınız. Sanki ölüme her zaman uzakmışsınız da, şimdi çok yaklaşmışsınız gibi düşünmekten kendinizi alamazsınız.

Bu neden olur nasıl olur bilmiyorum ama bana çok sık olur.
Ki ölüme her zaman yakınızdır. Mesela twitter'a dalmış bir şöförün sizi biçip geçmesi, siz o biçilmede ölmeseniz bile sonrasında sizi kurtarmaya gelen cahil yardımseverlerden birinin yanlışlıkla boynunuzu kırıp ölümünüze sebep olması, bisikletli birinin size çarpıp sizin de düşerken kafanızı kaldırımın kenarına vurmanız sonrasında, aslında sizde olmamasına rağmen beyin kanaması geçirmeniz nedeniyle, ya da alışverişteyken birinin alış veriş arabasıyla sol ayak serçe parmağınızın üzerinden geçip ezmesine ve sonrasında, parmağınızdan kaptığınız mikropun tüm vucudunuza yayılıp sizi mezara düşürmesine,  arkadaşınızın esprisine kahkahalar içinde gülerken bir arının gelip dilinizden sizi sokup şişmesine ve böylece dilinizin nefes borunuza doğru şişip nefessiz  bırakarak öldürmesine, bir sivrisineğin sizi sokup 3-5 gün sonra sıtmadan öldürmesi bile an meselesidir. Ölüm bu kadar yakın, ama sanki hiç yokmuş gibi ondan uzak yaşıyoruz.
Oysa "sevgili ölüm" işte şu kadarcık yakındı bize.

Frengi yüzünden öleceğimi düşünmüyorum, ama tabiki bi pislik olduğumu düşünüyorum. Yani düşünsene, frengiyi kimden kapmış olabilirim ki? Hangi pislikle yattım, hangi pislikten kaptım ve bende bir pislik oldum kim bilir.
Sırf bu yüzden olsa gerek, canım bugünlerde durduk yere sıkılmak için bir bahane ararken, şu frengi bokuna yapışıyor ve bana, allah tarafından cezalandırıldığımı falan da düşündürtüyor. Bunun sonrasında ise, o anda sıkılmakta olduğumdan daha fazla sıkılmaya başlıyorum.

Aslında bu düşünceye ait olan can sıkıntısını, biraz da olsa aştım gibi. Yani allah tarafından cezalandırılmak için frengi kapmak konusunu.
Hem zaten allah beni neden frengi ile cezalandırsın ki. Üff bunu artık kafaya takmıyorum. Çünkü frengi kapmanın şartları bellidir ve bunun allah ile alakası yoktur. Sen o şartları yerine getirdiğin için frengi kaparsın o kadar. Durum böyle olunca da, frengi kaptığım için allah'ı suçlamaya gerek yok. Suçlanacak olan biri varsa o da benim.
Evet bu konuda suçlanması gereken tek kişi benim. Çünkü sırf hoşlandığım birileriyle olmak için yanıp tutuşurken, temizliğe ve onların temizliğine dikkat etmedim ve boku yedim.
Bu yüzden aynada kemdime bakıp belki bir iki tokat atmalı ve sonra yüzüme tükürmeliyim. bilmiyorum yani. İşte canım sıkılıyor. ve böyle şeyler yazasım var: frengi frengi frengi...

Şu an düzenli olarak tuvaletlerine gelip sıçtığım starbucks'lardan birinde oturmuş bu satırları yazıyorum ve etrafta bir kaç tuhaf tip daha var. Herkes ilginç olduğunu düşündüğü bir şekilde davranıyor. Çok cool ama aslında ezik.
Onlardan bahsedecektim ama vaz geçtim. Bence insan, kendisiyle kaldığı zaman sadece kendinden bahsetmeli. Kendinden bahsetmek, bir neşter alıp kendi içini açıp bakmak gibi bir şey. İlk zamanlar çok fazla can acıtıcı, ama sonraki zamanlarda; tuhaf bir alışkanlığa dönüşmüş zevkli bir oyun gibi. Bunu anlatabilmek için en iyi örnek, ayaklarında mantar olan birinin ayaklarını durmadan kaşıması ve bir kaç dakika sonra, parmak aralarındaki derinin kalkıp kanamaya başlamasına rağmen hala kişinin ayaklarını kaşımaya devam etmesi örneğini verebilirim.
Bu kaşınma hissi o kadar zevkli ve bıktırıcıdırki; hem bıkmış bi halde kaşırsınız, hem de inanılmaz zevk alırsınız. Taki elleriniz iyice yoruluncaya ve kendinize sırf yorulmuşluğunuzdan dolayı "dur" diye söyleninceye kadar devam eder bu iş.

Kendine, kendinden bahsetmek de böyle bir şey işte. Hem can acıtıcı, hem alışkanlığa dönüşmüş bir zevk durumu vardır.
Aslında en iyisi de böyle yapmak, yani sadece kendime, kendimden bahsetmek. Böylece başka insanların kusurlarına değil kendi kusurlarıma odaklanıp ne bok olduğumu daha iyi görebiliyorum.

Bunun güzel yanları olduğu gibi kötü yanları da var. Örneğin:
İnsan sadece kendisine dönüp baktığında zamanla bi yerlerini çok kurcaladığı için kendini bozabiliyor. Tıpkı bir oyuncağı çok fazla kurcaladığında bozulup bir daha eski haline getirememek gibi. Üstelik tamir edilse bile, civataları yerlerinden bir kez sökülüp, daha sonra yine yerlerine takılmıştır bile. Anlatabiliyor muyum?

Ama işte dediğim gibi, bunun diğer güzel yanı, sadece kendinle ilgilenmenin güzelliği. Yani zaten başka insanlarla neden ilgilenip onları kurcalıyoruz ki, neden bu kadar hayatlarına zerk oluyoruz ki? Bence dönüp kendimize bakmalıyız, sadece kendimize bakıp ne bok olduğumuzu iyice anlamalıyız. Önemsizliğimiz, bi bok olmadığımız ve olamayacağımız üzerine düşünüp kendimizi iyice kabullenmeliyiz. Sadece kendimiz. Sadece. Sadece. Sadece.

Canım sıkılıyor. Ne yazdığımı ve ne yazmak istediğimi bilmeden bunları yazıyorum. Canım sadece yazmak istiyor. Durmadan, saatlerce, günlerce yazmak. Anlıyor musunuz.

Dün gece evden çıktığımda da canım sıkılıyordu ve hala sıkılıyor. Saatlerce, günlerce yazsam bile sıkılacak, sıkılmaktan bir an bile vazgeçmeyecek. Çünkü sıkılmak için doğmuşum gibi hissediyorum. Her şeyden ve herkesten sıkılıyorum. Sıkılmadığım hiçbir şey ve hiç kimse olmadı henüz. Çok şükür, ben sıkıldığım anlarda bunu çok belli ediyor ve karşımdaki de benden sıkılmaya başladığı için siktir olup gidiyor. Kendimle baş başa kaldığımda ise işte böyle sıkılıyorum ve sonsuza kadar durmadan "sıkılıyorum" diye yazmak istiyorum.

Oturduğum bu boktan starbucks'dan da sıkıldım Kalkıp başka yere gideceğim ve orada etrafımdaki insanlar hakkında yazmak istiyorum. Saçma sapan şeyler. Hiçbir önemi olmayan her şey hakkında saatlerce yazmak istiyorum.
Ne giydiklerini, nasıl güldüklerini, el kol jestlerini, arkadaşlarıyla konuşurlarkenki mimiklerini, ses tonlarını, konuşurken çıkardıkları hırıltıları, hapşurmalarını, sevgililerine dokunuşlarını ve dokunma çabalarını, birbirlerini öpüşlerini ve aşkla bakışlarını, yürüyüşleri, oturuşları, tuvalete gidip gelmelerini..
tüm bu şeyleri yazmak istiyorum. çünkü hepsi birer ayet. hepimiz birer ayetiz. bu tanırının, insana yaptığı çok güzel bir iltifat. insanların birer ayet olması.
ama herşeye rağmen tüm bu yazdıklarım hiçbir boka yaramıyor. Sadece okuyanın sadece zamanını çalacağım yazılar olacak bunlar.
burdan kalkıp başka bi cafeye gidiyorum. sonraki saçma yazılarımdan birinde görüşürüz.


23 Ocak 2018

Dedi Kodu

"bunun bilinmesi seni neden rahatsız ediyor ki?
veya senin hakkında konuşmalarından niye rahatsızlık duyuyorsun ki?
boş ver ya ne düşünürlerse düşünsünler, sen böyle değil misin? kimin nasıl konuştuğunun ne önemi var ki?
"yok öyle demişler, yok böyle demişler" ne fark eder? bırak konuşsunlar.
ama buna rağmen konuşmalarından rahatsızlık duyuyorsan, sorun senin bunu henüz kabullenemediğin gerçeğinde. sorun sende. yoksa onların senin hakkında konuşmalarında değil." dedi.
bu konuşmamızdan hemen sonra ve aslında o anda bile biraz rahatlamadım değil. hatta çok çok rahatladım.

bu konuşma ve diğerlerinin gevezelikleri olduğunda biz onunla henüz seks yapmamıştık. sadece birbirimizi nedensizce çekici bulduğumuzu ve aslında birbirimizi beğenebilecek özelliklere sahip olmamamıza rağmen, belki de bizdeki şeytan tüylerinden dolayı biraz yakınlaşmış, akşamları ayrılırken de, gecenin karanlığından faydalanarak beni dudağımdan bi kaç kez öpmüştü.
ben de bir iki defa sımsıkı sarılmak istediğimi ve belki aramızda seks olmadan, ona sarılıp uyumak istediğimi belirtmeden edememiştim. (kahrolası çakma romantik ben.)
o ise bu cümlelerim üzerine gülmüştü.

ama tabii sürekli beraber gezmemiz ve yakın durmamız, insanların bizim hakkımızda konuşmalarına neden olmuştu.
bununla ilgili bana bir şey diyen yoktu, çünkü öyle bir konu açacak olsalar bunu rahatlıkla konuşabileceğimi, onlarla olan daha önceki konuşmalarımızdan biliyorlardı.
benimle konuşamayanlar, onunla bu konuda çok fazla takılıyorlardı ve o da tüm bu salak-saçma ucuz muhabbetleri devam ettirebiliyordu.
çünkü aramızda var olduğunu saydıkları ilişkimizde, erkek olarak gördükleri taraf oydu ve o ne yaparsa erkekliğinden, ben ne yaparsam dönekliğimdendi. böyle bir algı içerisinde, onunla açtıkları muhabbetleri o da bu yüzden rahatlıkla kaldırabiliyor, hatta bunun normalliği havasında devam da ettirebiliyordu. çünkü sikilen o değil bendim ve o da kendini siken olarak gördüğü için, bunun kötü bir şey olmadığını ve kötüye dair bir yakıştırma veya havada olmadığını belli ettiği cümlelerle yarı dalga geçer bi şekilde konuşmaları devam ettirip, işte şimdi de bunu bana söyleyebiliyordu.
yani aslında o, sadece skor yapıyordu, ben de skorun yapıldığı potaydım. oysa eğer olaya skor yapmak üzerinden bakacaksak, aslında aynı skoru ben de yapmış sayılmalıydım.

saçma muhabbetler bi yana, beni rahatsız eden şey de bu pota olarak görülme olayıydı. yani benimle konuşamamalarının nedeni, aslında beni dönek olarak görmelerinden ve aslında benim iğrenç bir iş yaptığımı düşünmelerinden ve tabii buna bağlı olarak da, bunun dalga geçilecek, hafife alınacak bir konu olarak görülüp, benim olmadığım ortamlarda rahatlıkla bunun esprisini yapabilmelerindendi. yoksa götümü siktirmemi ciddiye alıp, aslında dalga geçilecek bir konu olmadığını değil de, normal bir konu gibi ele alsalardı sanırım kızmazdım ve onunla da aramızda yazının ilk paragrafındaki konuşma geçmezdi.

kızdığım şey arkamdan konuşmaları, götümü siktirdiğimi kulaktan kulağa fısıldamaları veya  götümü siktiğini düşündükleri kişiyle bunu rahatlıkla konuşmaları değildi. kızdığım şey bunun dalga geçilecek, alay edilecek bir şekilde dile getirilmesiydi. yani aslında kendilerince aşağılamalarıydı. bunu sevmiyordum. sevemiyorum.
bi kaç gün daha bu konu üzerine kendi kendime kızdım ama sonra boş verebildim. sonuçta insanlar hep konuşacaklardı, çünkü ağızları vardı. üstelik beni aşağılık olarak görmeleri, beni aşağılık kılmazdı. bu onların kendileriyle alakalı bir sorundu.

öte yandan, onun da bu konuyu böyle rahat konuşmasına sevindim. sonuçta bunu iyi veya kötü olarak görmüyordu. sadece, bi erkekle yatmanın normalliğinin farkındaydı. bu normallik biraz varoşça (skor yapmaya dayalı bir bakış açısından dolayı) olsa bile, kendi içinde (nedenini bilmediğim bir şekilde)hoşuma giden bir anlam yüklüydü ve şimdilik buna odaklanmak yeterliydi. gerisi kimin umrundaydı ki?
hem benim için ona "bakıyorum onunla çok yakınsınız, hep takılıyorsunuz" diyen çocuğa "sen daha parlaksın, istersen biraz da sana takılayım" demişti. buna kahkaha atmıştım. hâlâ da aklıma geldikçe kâhkâha atıyorum. şu an olduğu gibi.


20 Ocak 2018

Aklımdaki soru-n-lar

Az önce bi cafede oturuyordum ve karşımdaki kimsesiz masaya gençten bi adam gelip oturdu. Yaşı sanırım 24 falandı. Tipine bakınca fazlasını yakıştıramadım. Aslında gördüğümden fazlasını da yakıştırırdım ama yaş tahminlerimde, birinin tipine bakarak bir sonuca vardığım o önyargılı zamanlarımı geçeli bir kaç sene oldu.

Zaten erkekler göründükleri kişiler değildirler, hiç oldukları gibi görünmezler. Göründükleri kişiler olsalardı onları yine de sever miydim, sevmeye kalkışır mıydım bilmiyorum.
(Ama şu an için olan durumu göz önüne alarak söyleyebilirim ki; evet sanırım severdim.)
Ben, erkekleri seven bir erkeğim ve bunu gün geçtikçe daha bilinçli bir şekilde kabulleniyorum.
Yani bunu, yanlış veya doğru bir durum olarak değil, sadece olduğum bir hâl olarak yaşıyorum.

biliyorsunuz, daha daha daha önceleri böyle değildi, değildim. kendimi değiştirdim. insan kendini hep değiştirir. ben herkesten daha çok değişirim. değiştiririm. çünkü bunu; insan olmanın bir gereği olarak görüyorum. "sürekli değişim içinde olmak ve bunu bilinçli olarak başlatıp sonlandırmak, insana özgüdür. insan olmanın ve insan olarak kalmanın gereklerinden biridir" diye düşünüyorum.

Bu bilinci kabullenmek, kabullenerek yaşamak basit olmadı. Olmuyor. Bazen şu anki kendimden canım çok sıkılıyor. Kendim, kendi canımı çok sıkıyor.
Can sıkıntısı, insanın başına bela edilmiş tanrı vergilerinin en sonlarında gelir. Canımız sıkılmasaydı kim bilir nasıl ilkel kalır, nasıl da çoktan ölmüş olurduk. (bir ara can sıkıntısına övgü adında bir şeyler saçmalamalıyım. şu an canım, sıkıntım hakkında yazmak istedi.)

Değişimim kolay olmadı. Değişmek üzerine ve değişmemek üzerine ve değişimin kendisi üzerine çok düşündüm. Çok içlendim. Çok saçmaladım, çok şeyler yaptım.
Bazılarını severek, bazılarını sevmeyerrek yaptım. Ama ben yaptım. Hepsinin sorumluluğu bana ait, yapmasam kafayı yer miydim bilmiyorum. Ama kafayı yememek için yaptığımı da düşünmüyor değilim. Belki de her şey hayat denilen şu yolda, ayakta kalmakla ilgili. Yani tüm çabamız ayakta kalmak ve kalmaya nasıl çabaladığımız ile ilgilidir. Yani saçmalamış olmamızın hiçbir önemi yoktur. Sadece yapıp geçmişizdir.

Konu erkekler ve erkeklerle yaptıklarımdı ama neden oraya başlayamıyorum. Zaten şu bağlama işlerini hiç beceremem. Sahi siz nasıl bağlarsınız konuları birbirine, insanları kendinize, kendinizi eşyalara filan?

Bir şey sorucam: İnsan neden kendisi gibi birine dokunmanın verdiği o ağırlığı, götünü siktirmenin verdiği o aşağılanma hissini veya karşısındakinin götünü sikmenin verdiği o güçlü olan tarafmış gibi davranma ikiyüzlülüğünü, kolay kolay aşamıyor?
Yani sonuçta postu deldirmişsiniz olmuş bitmiş veya bir postu delmişsiniz geçmiş gitmiş işte. Daha ne diye bu delik deşik postları takıntı haline getirircesine düşünürsünüz ki?
Sahi yanlış mı yapıyoruz. Aslında bir kadının postunu mu delmeliyiz. Aslında kadın, erkeğin gelip postunu delmesi için yalnız mı yaratıldı. Erkek hem bir erkeğin, hem bir kadının postunu delmeyi tercih edince, neden toplumun taşları yerinden oynuyor. Yani size ne abi, benim sikimin kimin şeyiine girdiğinin ve kimin sikinin benim şeyime girdiğinin. durun kaçmayın fazla mı pornografik yazdım. çok mu saçmaladım.
doğusu sikimde değil. şu an sadece kafam bi milyon ve böyle olması için hiçbir kimyasal kullanmıyorum. hiçbir şekilde alkol malkol, cuğara muğara, hap map atmıyorum. sadece bazen çok düşünüyorum. çünkü aklım var diye düşünüyorum. sahi ben akıllı mıyım? aklım yerimde mi? ben aklımda mıyım?


Biliyor musunuz şu tüm sikilme işlerini aşamayınca ucuz bi kişiliğe dönüşmüş olarak yaşayıp gidiyoruz. Bu, bir insan için en kötüsü.
(hayvanlar için en kötüsü, insanlar tarafından pişirilip yenilmek.) şimdi diğer masaya döneyim mi? hani masaya gelip oturan adama, o çirkin erkek güzeline.

Artık kimsesi olan masadaki adamın çok da ahım şahım bir güzelliği yok, ama nedense arada bir bakmadan edemiyorum. Oysa klasik bir erkek işte. Sakallı, bıyıklı, kalın dudaklı, hafif griye çalan seyrek saçlı, beyaz ve sarı arasında kalmış bir ten rengine sahip, gözleri küçük, elleri kocaman.
Üzerinde koyu renklerde giysiler var. Gömleğinin üstten ilk 3 düğmesi açık olduğu için vücudunu düzenli olarak traş ettiği, çıkmaya başlamış olan sert kıllardan anlaşılıyor.

sahi bu traş etme olayı nerden çıktı. ne diye traş ediyorsunuz kendinizi. ne yani, bakımlı olmanın kendini traş etmek olduğunu mu sanıyorsunuz. oysa bakımlı olmak, karşındakiyle konuşurken, göz teması kurmaktır, kelimeleri doğru telaffuz etmek, yavşak yavşak konuşmamaktır. saçlarını düzenli kestirmek bakımlı olmak demek değildir, saçlarını lavabodan toplamak, duştan çıktığında duş alanını temiz bırakmak bakımlı olmaktır.
iki kaşının arasını almak da bakımlı olmak değildir, bakımlı olmak kaşla göz arasında kırk takla atmamaktır.(öff ne diyorum ben, ne diye sardım bu mevzulara şimdi. sahi acaba hap mı atsam ne yapsam, ya da cuğara mı içsem, belki de birileriyle yatmamak için edindiğim şu, kendi kendimi parmaklama alışkanlığımı bırakmalıyım. sizin canınız am-göt-meme-yarrak çektiğinde ne yapıyorsunuz? ben osbir çekmeye başladım. ve kendimi dağıtmanın önüne geçtim. başardım mı? bimiyorum. sizce? )

Adam masada tek oturmaya devam ediyor. Elinden telefonu düşmedi gitti. Arada bazen telefonun ekranına dalıp gitmesi, tüm erkekliğiyle öylece duruşu, arada bir büyüyen burun delikleri ve hatta tümden yamuk koca burnu, hepsi nedense gözüme çok güzel geliyor. Sahi bunca kaba bir yapıya rağmen neden bir erkeği çekici bulup, ona hayran kalıyorum.
ve erkeklerin bunca çirkinliklerine rağmen, kadınların narinliğini, kırılganlıklarını neden çekici bulamıyorum. neden bir kadını da, bir erkeği incelediğim kadar incelemiyorum.
neden bir kadını da bir erkeği arzuladığım kadar arzulayamıyorum.

şu aralar bu konularım üzerine düşünüyor ve kendime, bununla ilgili yeni düşünceler arıyorum. Aslında olay sadece içimden gelen bir tercihten mi ibaret, her şey genlerimle mi alakalı, yoksa bunların etkisinin olmasının yanında, erkeklere yönelişimin nedeni olarak, benim kendi estetik algılarımın da etkisi var mı?

Bence olay, kendisini sürekli yenileyen bilimin açıkladığı gibi, sadece genlerimle alakalı değil. Olay sadece içimden gelenin baskısıyla yönelmiş bir durumdan da ibaret değil. olay ne dostum (burda siyah adam nidası var)
İşte tam burada siktir et tüm bilimsel araştırmaları, sayfalar boyunca erkek maymunların ve erkek domuzların ve erkek arı kuşlarının ve erkek aslanların ve erkek leoparların da erkeklerine sulanıp onları siktiklerinin sıralanarak, insan eşcinselliğinin normal olduğunun savunulduğu saçma makaleleri.

Ne yani, erkek aslanlar diğer erkek aslanları sikiyor diye, benim eşcinselliğim de mi normalleşmiş oluyor? ne yani, erkek maymunlar erkek maymunlarla, dişi maymunlar dişi maymunlarla çiftleşiyor diye, benim kendi cinsime yakınlaşmam, onlara aşık olmam, onlarla yıllarca aynı evde yaşamak istemem de mi normalleşiyor. 

Sanmıyorum. Bir hayvan üzerinden eşcinselliğimin normal görülüp, kabullenilmesi, bu salak teoriler üzerinden, içinde bol bol seks olan aşk hayatımın normalliğinin savunulması beni(insanı) aşağılamaktan başka gizli bir amaç taşımıyor.

İnsanın eşcinselliği, hayvanınkinden farklı bi durum barındırıyor. ikisi eşit değil. Çünkü amacımız sikilmek veya sikmek olsa bile, hayvanınki gibi bir akılsızlıkla değil, içinde, daha akıllıca olan tercihler barındırıyor. Sorumluluk ve kendin olma hissi barındırıyor. İnsanı, özel yapan budur. çünkü insan, eylemlerinden sorumludur. eylemleri, iradesinin dışa vurumundandır. hayvanda irade yoktur. insan ve hayvanın yolu, yüzbinlerce yıl önce ayrıldı. bu az bir zaman değil ve hayvan hâlâ akılsızlığıyla yaşamaya devam ediyor.

gerçek maymunları bir kenara bırakıp, maymunsu erkekleri neden tercih ettiğime dönecek olursak; sanırım bunun nedeni, çirkinliği seven yanımla ilgili. Çirkinliğin içindeki anlam arayışımla ilgili. Çirkinin güzelliğini fark etmek ve onun farkında biri olarak o güzelliğe sahip olma, büyük bi inatla, o çirkinliğe değer vermek isteyen yanımla ilgili.

belki de diğer binlerce homo gibi benim de üstün bi estetik anlayışım vardır. estetik anlayış, bakış açısı, çirkinliğin aslında güzel olduğu düşüncesine kapılmama neden oluyordur ve bu yüzden çirkin bir erkeği sevebiliyor, ona aşık olabiliyor ve onunla aylarca aynı evde yaşayabiliyorum. başka bir açıklaması olamaz. şimdilik.

Çünkü özellikle şu günlerde üniversite ortamında olmaktan dolayı çevremdeki genç veya olgun kadınlara da bakıyorum ve onları da uzun uzun inceliyorum. Tüm bu bakmalarıma, incelemelerime ve bazen hafif flörtleşir gibi gelişen konuşmalarımıza rağmen, henüz beni, sıradan bir erkek kadar heyecanlandıran bi kadınla tanışmadım. Henüz bi erkeği süzdüğüm süre kadar, kendisini süzdüren bir kadınla karşılaşmadım. Sahi yoksa kadınları tümden cinsel hayatımdan çıkarmalı mıyım? Arada bazen de olsa yatmamalı mıyım?

Biliyor musunuz, bugüne kadar hiçbir kadına aşık da olmadım. Sadece her şeyi kısa yoldan, yani uzatmadan onlara söyledim ve işler yolunda gitti, olan oldu.
Oysa bir kadına aşık olmak ve bir kadına aşık olmanın tadına varmayı çok istiyorum. Onu sevdiğimi bilmesini istiyorum. Ona aşık olduğumu bilmesini, onun için her boku yiyebileceğimi bilmesini istiyorum.
biliyor musunuz, bir kadına aşık olmamış olmanın hayatımdaki en büyük eksikliklerden biri olduğunu düşünüyorum. aslında düşünmüyorum, bunun bir eksiklik olduğunu biliyorum ve bunu bilmek bazen canımı yakıyor. üstelik basitçe yakmıyor, çok yakıyor.
Bir kadına aşık olmak, bir erkeğe aşık olmaktan başkadır. Başka hissettiriyordur, bambaşka bir tadı vardır.
zaten aşkın insandan insana değişen hali varken; neden, cinsiyetten cinsiyete değişen bir hali olmasın ki?

yoksa henüz o kadınla karşılaşmadım mı? yoksa, yoksa, yoksa beni tamamlayacak olan o özel kadınla, yoksa onu tamamlayacağım özel kadınla karşılaşmadım mı?
Sahi ne zaman karşılaşacağız ve ne zaman ikimiz bir elmanın 3 parçasından 2'si olacağız.

19 Ocak 2018

Büt Büt Atıyor Kalbim

Dün itibariyle tüm sınavlar bitti ve şimdi sınav sonuçlarının açıklanmasını bekliyorum. Eğer sevmediğim derslerden olan tarih ve muhasebe'den kalmazsam, diğer derslerden sınıfta en yüksek puan almışlardan biri olarak geçtiğimi şimdiden söyleyebilirim. Ama bu lanet olası Tarih ve Muhasebe tüm tadımı kaçırıyor. Bakalım onların sonucu ne olacak. Umarım korktuğum gibi geçmemiştir ve ucundan kurtararak da olsa geçmişimdir.

Diğer derslerden ise zaten korkmuyorum. ama yine de vizelerde çalıştığım gibi çalışmadığımı ve üstelik finalleri biraz boşladığımı bile söyleyebilirim. Keşke derslere biraz fazla asılsaydım ve notlarım şimdi beklediğimden daha iyi olsaydı. Ama ne yazıkki öyle olmayacak.

Zaten şunu fark ettim, herkes benim gibi vizelere asılıp, finallerde boşvermiş. Artık vizelere asılmanın sonucunda aldıkları yüksek puanlardan mı, yoksa, sonrasında gelen özgüvenden mi bilmiyorum. Bununla beraber şunu söyleyebilirim ki, boşlayan ve fazla asılmayan tek kişi ben değilim. Bu yüzden içim biraz rahatladı ve fazla suçluluk hissetmiyorum.

Bunların sonunda Hukuk'daki arkadaşlarımdan bir kaçı bütlere kaldı bile. Resmen sınavları bok gibi geçmiş ve harıl harıl ne yapacaklarını düşünüyorlar. Üstelik bütlere daha 1 hafta süre olmasına rağmen, şimdiden derslere geceli-gündüzlü çalışmaya başladılar bile. 
Onların bu çalışmalarını gördükçe, içimden "inşallah benim kaldığım yoktur" diye dua etmeden duramıyorum. 
Zaten kalmışsam, bütlerde de kalırım. Çünkü sınavlar hem daha zor yapılıyormuş, hem de benim kafam muhasebe ve tarih'e basmıyor.

Gerçi geçen gün tarih konusuna şöyle biraz ciddi ciddi ilgi gösterince kafamın bastığını anladım. Ama sanırım kafamın tam basması için, kendimi motive edicek bir şey bulmalıyım. Yoksa böyle ucundan bakıp geçerek olmaz bu iş.
Ayrıca yine, o az ilgim sonrasında fark ettimki; eğer Tarih'le içli dışlı olursam, onu sevgilim gibi, canım gibi sevebileceğimi bile söyleyebilirim. Yani geriye kalan tek şey benim ilgimi ona vermem ve onun da bana karşılığında yüksek puanlar vermesi. 

Bu ilgim sonrasında, hobi olarak bile tarih kitapları okumaya başlamayı düşünmüyor değilim. Nasılsa kütüphanede raflar dolusu, her konuda yazılmış tarih kitabı var. Hazır, bu ara tatilde, bi yere kıpırdayamıyorken (çünkü uçak bileti dünya parası ve ben de bu yüzden almayı düşünmedim, almadığım için de bir yere gidemiyorum) gidip kütüphaneye kapanayım, her gün 100 tane tarih kitabını yalayıp yuotube, iyice kafayı yiyeyim. 
Hem belki, bunun sonucunda ilerde Türkiye'nin ikinci ilber ortamlı'sı olurum. kim bilir. zaten o da iyice yaşlandı, eğer benden önce ölürse, yerine ben geçerim. ama ben ondan önce ölürsem benim yerime kimse de geçemez. 
hımmm. galiba bu güzel bir şey. yani kimsenin yerime geçememesi. vay be, resmen eşim benzerim yok. kimse yerime layık olamıyor.

Şimdi tarih konusunu geçip, mide kavgası'na geleyim. Bu hafta itibariyle, ders notlarımdan ilk paramı (1.000 TL )kazandım. Çünkü sınıftan biriyle notlarımı paylaşırken, aynı zamanda onu derslere de çalıştırıyordum ve bu emeklerimin karşılığı olarak dün ondan 1.000 TL aldım (buralar sevinçten hep TL emojisi)
Diğer piçler notlarımı almadılar ve çoğu da büt'lere kaldı. Hatta rahatça söyliim sanırım 10 kişi bütlere kaldı. 
Onlar kalmışken, bende dua mı edeyim; umarım büt'lerden de geçmezler ve kredi başına 330 TL okula öderken canları yanar da, ikinci dönem benden ders notu almaya ikna olurlar. 
Gerçi okula, kaldıkları dersler için ödeyecekleri para da çok değil. Heppi toppu 2.000 TL ediyor. Bu rakamları ödemek de onlar ve aileleri için kötü değil. Hatta umurlarında bile değil. Çünkü zaten bu ödemeleri göze almış olarak buraya gelmişler. 
Onların benden not almayacakları sonucundan yola çıkarak şunu söylemeliyim ki; benim taş atıp yorulmayacağım şekilde para kazanabileceğim bir iş veya para kazanma yolu bulmam, keşfetmem falan lazım. Bakalım artık. İnşallah para kazanmanın zekice, ama bedenimi de fazla yormayan bi yolunu bulurum.

Zekâ, kitap okumak falan fistan konularını açmışken geçen hafta internetten bir çok e-book indirdim ve onları okumaya başladım. Çünkü önümüzde "Yarıyıl Tatili" denilen 35-40 günlük bi süre var ve bu süre içerisinde, yurtta tek başıma oturup kafayı yemek yerine, kitapları açıp sular seller gibi okumak istiyorum. Böylece uzun zamandır listelerimde beklemekten yorulmuş olmalarına da değmiş olur.

Hem gördüğünüz gibi, yurtta düzenli yemek yeme imkanım varken ve barınma sorunum da yokken, hayatın beni; görgülü, bilgili, kültürlü ve daha zeki birine dönüştürmekten başka bir seçeneği yok. 
Yani resmen içinde bulunduğum zorunlu şartlarım beni, daha zeki ve mecburi bilge birine dönüştürecek gibi duruyor. 
Gerçi şu anki halimle de çok salak değilim ve yine bi şekilde ayakta kalıyorum ama daha da zekileşmek ve bunun sonucunda da iyice akıllanmak kötü bir fikir değil. Teşekkürler hayat.
İnşallah finalde bana kafamı yedirtmezsin. muck.


16 Ocak 2018

Peltek'in Anıları

sen bana böyle biraz sanki yadırgar gibi bakıyorsun ama aslında ben bu tür şeylere çok da yabancı değilim. Erken yaşta öğrendim bunları. 

6 yaşımda abim beni 50-60 tane bilgisayar olan bi internet cafeye götürmüştü. o zamanlar Bağcılar'da yaşıyorduk. Yani bu abim daha polis tarafından öldürülmemişti. Kanlı canlıydı, elimden tutabildiği zamanlarıydı. Ben de bacağı kadar ya vardım, ya yoktum. 

İnternet cafeye girdiğimizde, abim "az işim var. sen burda otur, gelecem" dedi gitti masalardan birine oturdu. ben de kenarda duran kırık mırık çekyata oturdum. Aradan bi kaç dakka geçti, canım sıkıldı böyle içerde gezmeye başladım. bi baktım milletin bilgisayarında hep porno açıktı. Çeşit çeşit porno. Kimse de bir şey demedi. Öyle masaların arasında gezerken, milletin bilgisayarlarına baktım durdum. Çok tuhaf gelmişti, ama normal gibiydi de.

sonra da kendim gittim internet cafeye falan. yani seksi meksi erken yaşta gördüm, öğrendim, o zamanlardan biliyorum bu tür şeyleri. Öyle yaşımın şimdi 21 olduğuna bakma sen.
12 yaşında falandım bi adamı siktim.

O zaman bizimkiler yeni iflas etmiş, elde avuçta bir şey kalmamıştı. Abimi de bi polis öldürmüştü zaten. O yaşıma kadar zengin olduğumuzu hatırlıyorum, ama zenginliğin öle çok farkında değildim. Şimdi hani büyüdüm ya, ondan dolayı anlıyorum o yaşlarıma kadar aslında zengin olduğumuzu, şimdiki gibi kirada yaşayıp, ay sonunu zor getirmediğimizi, evimizden, soframızdan eksiğin olmadığını, annemin kollarında bilezikler olduğunu filan.

sonra işte babamın işleri biraz ters gidip, bizde para kalmayınca 10 çocuk etrafa dağıldık. 5 erkekten 4'ü kalmıştı. Ben en küçükleriydim yaşım 12'ydi. Taksim'de akşama kadar  güneşin altında soğuk su satıyodum.

Orda bi tane daha sucu vardı. Yaşı büyük bi adamdı. Tabii biz tek değildik, çok kişi vardı oralarda. Herkes bir şeyler satıyordu, ama biz onunla hemen hemen aynı köşelerde durup ikimizde sadece su satıyorduk. zaten küçük olduğum için kimse de bir şey demiyordu.
Trafik sıkışınca, oralar karışınca arabaların arasına dalıp millete kucağımızdaki sulardan satıp, elimizdekiler bitinceyse koşup hemen kendi köşemizden bi koli daha su getirip, bu sefer ona kasıyorduk. 

Bi gün yine o adamla su satıyoduk. Ama etraf öyle çok kalabalık değildi. Elimizde az su kalmıştı. Bitmeye yakın ikimizde biraz ara vermiş, öle sağdan soldan bi şeler konuşuyoduk. 
bi ara bana diğer köşede duran ihtiyar bi adamı gösterdi, dedi ki "bak bu veriyor" 
ben ilk önce anlamadım. yani aklıma bir şey gelmedi. o yüzden "ney, nasıl" dedim, o da "veriyor işte"
-iyi de ne veriyor?
-ne olacak, götünü veriyor
-harbi mi?
-valla. istersen git söyle. 50 liranı alır ama" dedi.
Zaten internet cafede de hep porno filmleri izlediğim için kafama takıldı. Biraz düşündüm. "bugün cebimdeki parayı eve vermiyim" dedim kendi kendime, sonrada gittim adamın yanına "param var" dedim. Adam da biraz yüzüme baktı, sonra da "tamam" dedi. 

Yaşlıydı. 60 yaşında filandı. "beni takip et" dedi, ben de "tamam" deyip, onu takip etmeye başladım. İlerdeki duraklardan birinde otobüse bindi, hemen ardından ben de bindim, Balat'ta indi, bende indim, o nereye gitse ne yapsa ben de aynısını yaptım. bi mahalleye girdi. Sonra da evlerden birine girip, dış kapıyı açık bıraktı. Ardından bende içeri girdim. parayı verdim. çok heyecanlıydım
Bi kaç sefer siktim, çıktım geldim.
Yaşım 12'ydi ama iyi çakmıştım.

ben her işi yaptım biliyon mu? biraz da yapmak zorunda kaldım. benim için her şey kötü başladı. sonra daha kötüye de gitti. dilimin altında bu et olduğu için, çocukken de rahat konuşamıyordum. bu yüzden bile öretmenlerden çok dayak yedim. zaten okurken de, bana gerizekalıymışım gibi davranıyorlardı, yıl sonunda da hep sınıfta bıraktılar. kimse özürlüler okulundan bahsetmedi. babamın atölyesi vardı. abimin büfesi vardı. işleri iyiydi ama kimse ilgilenmedi benle, okulu bıraktım. kimse de oku demedi. sonra zamanla kendi kendime bir şeyler öğrendim.

biliyon mu, abim deliydi biraz. yani deli değil de, herhalde deli yanı vardı. babama, arkadaşı şaka olsun diye ensesine vurmuş. abimde görmüş bunu. koşmuş gitmiş dükkandan döner bıçağını almış gelmiş adamı tek bulduğu bi köşede parça parça etmiş. adam ölmemiş. zar zor acile yetiştirmişler. bi kaç ay sonra kendine gelip hastaneden çıktığında "biraz para verin köyüme gideyim orda yaşayayım, sizden de şikayetçi olmam" demiş. Babam da tutmuş adama istediği parayı vermiş ve adam köyüne gitmiş. Abimden şikayetçi de olmayınca, deli abim hapisten çıkmış, babama demiş ki "biri sana şakaylada olsa el kaldıramaz"

şimdi hatırlıyorum da, hep böyle olaylar oluyordu zaten. rahmetli yerinde durmuyordu. hep bi şeyleri filan oluyordu. bi olayları, bir baş ağrıları filan. bi gecede mahalledeki kürtlerden biriyle bi köşede karşılaşmışlar. abim o gece zil zurna sarhoşmuş. bu kürt'te tutmuş buna küfür eder gibi ağır konuşmuş "ne biçim erkeksin, bu ne hal" filan diye. bizim rahmetli de sarhoş kafayla "trabzonluyum lan ben. senden erkeklik öğrenmem" demiş.

bi o laf söylemiş, bi bu söylemiş. o şekil biraz bağrışmışlar. abim bakmış lafla olacak gibi değil. kafa da iyi ya, kürde demiş "haklısın. gel sana bi şeler ısmarlıyım." adam da kabul etmiş. bizim rahmetli de tutmuş bunu büfesine götürmüş "sen otur, ben sana bi şeler açayım" diye bunu kafalayıp oturtmuş, sonra da içerde sakladığı döner bıçağını çıkarıp bunu doğramış.

bi kaç saat sonra kendine geldiğinde bakmışki etraf kan gölü, adam yerde can çekişiyor. tutmuş taksiye attığı gibi hastaneye götürüp, acile bırakmış. tabii o çıkacakken polis molis gelmiş. tartışmaya başlamışlar.

bizim rahmetli iyice diklenmiş. zaten ben de hatırlıyorum, babam dışında hiç kimsenin lafını dinlemezdi. işte öyle biri olunca, polislere de iyice kafa tutmuş "çekilin lan şurdan" demiş. kavga büyümüş. rahmetli "ben gidiyorum" deyip, acilin dış kapısına doğru yürümeye başlamış. polisler de sürekli "DUR" diye bağırıyormuş. etraf da o sırada artık iyice ana baba günü olmuş. millet hep kaçışıyormuş. zaten sonradan kameralardan izlemişler o şeyleri. 

polislerin "DUR"una karşılık bizim rahmetli "ateş edemezsiniz lan" deyip bunlara basmış küfrü. acil falan hepsi boşalmış, millet etrafa saklanmış. polislerden biri buna uzaktan bağırarak “kimliğini çıkar, kimsin nesin öğrenelim” demiş. bizim rahmetli de buna inanmış, elini arka cebine uzattığı anda polis tutmuş bunun olduğu koridora doğru şarjörü boşaltmış.

bizimkisi rahmetli olduğunda cesedinden 5 tane mermi çıkmış.
-e siz dava falan açmadınız mı?
-açtık. babam her türlü test yaptırmış. her türlü raporları almış. kamera kayıtları, şahitlerin söyledikleri filan hepsi tutanaklara geçmiş ama buna rağmen mahkeme polisi suçsuz bulmuş.
-ne yaptınız, siz de polisi mi vurdunuz?
-yok. polisin yerini değiştirdiler. en son bi kaç yıl önceydi. erzurum mu, antalya mı öyle bi şey dediler. oralara güya sürgüne gönderilmiş. sonra bizimkiler de polisin peşini bıraktılar. abim işte öyle 2004 yılında, poğu poğuna öldü gitti.
-yazık olmuş." dediğimde ona baktım. hemen atladı öptü beni.
(9 ocak 2017'den kalma)

12 Ocak 2018

genç kadının 40 gün 40 gece içindeki değişimi

Geçen gün Zemzem mesaj attı ve sonrasında da kararlaştırıp buluştuk. Daha ilk anda;
-vefasız!!! niye hiç aramıyo, yazmıyorsun!!" diye sert ama aynı zamanda, sadece kadınlığa geçişin tamamlanmak üzere olduğu o ilk feminen özentiliklerden biriyle tatlı tatlı çemkirdi. 

(bu edasıyla daha çok işve yapıyordu. hatta kendini, 2-3 yıllık bir kadın olarak değil, 15-20 yıldır kadınlığını yaşayan bir dişiymiş gibi ifade etmeye çalışıyordu. 40 gündür görüşmemiş olmanın ardından bu kadar işvelenmiş olması, yüz hatlarının biraz daha kadınlaşmış olmasına çok şaşırdım. şaşırmamın nedeni, bir dişinin kadınlaşmak üzere olmasına ilk defa şahit oluyor olmam olabilir.  çünkü yakından tanıştığım ve değişimini fark ettiğim birinin evrimine daha önce tanıklık etmemiştim.
kimseye hesap vermeden seks yapmanın verdiği o huzur, rahatlık ve bilumum hislerin ifadeleri, Zemzem'in yüzünde çoktaaan yerleşik hayata geçmişti bile. o artık amı olduğunu ve içine bir yarrak girdiğinde onu bedensel olarak çok mutlu edeceğini kabullenmişti.
Artık istediği zaman seks yapabileceğini ve bunun onun hakkı olduğunu anlayarak yaşayacak olanlardandı.

saçının rengi biraz daha açılmış, bakışları artık daha dik ve iddialı bir şekilde karşısındakinin gözlerine sorumsuzca odaklanıyor. üstelik gözlerini hiç kaçırmıyor. 40 gün öncesine nazaran giyimi daha kışkırtıcı bi şekilde kendine özel şeyler arar gibi bir havaya sokmuş onu. 
neyse şimdi bunları geçip onunla olan konuşmamıza devam edeyim)

-Çünkü bana kendini ağırdan satmaya kalkıştın. ben ise, daha önce söylediğim gibi, bu tür hareketleri sevmiyorum. birilerinin bana kendini ağırdan satmaya kalkışması, midemi bulandırıyor. seninle de o yüzden görüşmek istemedim.
-ayy aşk olsun. valla öyle bir şey yapmadım. herkese yapsam bile, sana yapar mıyım?
-evet
-bak valla cidden. yanlış davrandıysam özür dilerim. ama inan hiç de öyle bir şey yapmadım. öyle bi amacım yoktu. hem sana öyle davranır mıyım? sadece o an, öyle yazmışımdır. bi de biliyorsun yeni dönmüştüm, başım fena kalabalıktı
-hımmm tamam. ama ben yine de böyle şeyleri sevmiyorum
-tamam söz, bi daha çok dikkat ederim. gerçekten de özür dilerim
-tamam.
-barıştık mı?
-küsmemiştik ki. sadece bir süre seni yok sayarak görüşmemeye kararlıydım o kadar. 
-ama şimdi geçti değil mi?
-evet :)
- :) ayy çok sevindim. (deyip boynuma sımsıkı sarıldı. iyice yapışmasından dolayı, alttan bacaklarını da bacak arama yapıştırmaya kalkıştığını düşünmedim değil, ama sonra bunun bi ihtimal benim kuruntum olduğunu düşünerek boş verdim. o da bir kaç saniye daha tüm bedenini bedenime bastırmış bi şekilde sım sıkı sarılmayı sürdürdü ve sonrasında hafifçe vücudunu, vücudumdan uzaklaştırırken cümlesine şöyle devam etti ) 
-eee bugün ne yapıyorsun, zamanın var mı? seninle konuşmaya çok ihtiyacım var. çok çok özledim. 
-evet. ama bana bi daha öyle davranma. çünkü iyi salak bi kız olduğunu biliyorum ve davranışlarını iyi niyetine bağlayarak görmezlikten gelmeyi sürdüremem
-tamam söz!
-peki"

bu konuşmadan sonra çıkıp gezindik, gezinirken bol bol muhabbet ettik ve akşam oldu. Beraber bindiğimiz otobüsün bizi duraklarımızda indirmesinden sonra yurt odalarımıza döndük. 

Geçen ay, annesiyle olan sert telefon konuşmamızdan sonra ailesinin Zemzem'i apar topar İzmir'e göndermesiyle, o da, bu sıralar orda yaşamakta olan eskiden bu yana arkadaşı olan otostopçu bi çocukla takılmış. zaten bi kaç yıldır da tanışıyorlarmış. ailesiyle de tanıştıkları için, onunla takılmasının daha iyi olabileceğini düşünmüşler. o da bol bol takılmış. 
Zemzem, otostopçu için "en sevdiğim insan" deyip duruyordu. Üstelik 3 yıl sonra onunla evlenebilirmiş de. Bu cümleyi, genç adamın kendisi söylemiş.

Tüm bu ve diğer konuşmalarımız esnasında ona daha bi dikkat ettim. kadınlığını artık tam olarak yaşamak için can atıyordu ve bunu dışarıya yansıtma biçimi, kadın doğmakla alakalı değil, daha çok kadın olmanın tadına varmak gibiydi. 
Sanırım kadın olmanın güzelliğini, kadınlığa has gücü ve bu güçten doğan arzulanılır olmanın verdiği gizemli havanın farkına varmış, bunu da yaşamak istiyordu.
Ama yine de bir sorun vardı. bir şeyler eksik veya fazlaydı. Bunun ne olduğunu bir türlü anlayamadım. Sanki bir olmamışlık, bi yapaylık veya fazla olan başka bi şey vardı. Sahi neydi o, anlayabilecek miyim?

Tabii tüm bunların yanında, beki de aslında bi tuhaflık yok, her şey çok normaldi ve ben sadece 40 günlük buluşma sonrası ilk karşılaşmamızdaki davranışlarından dolayı bunları düşünmüş olabilirim. Bilmiyorum. 
Çünkü montunu sol omzundan kolunun dirseğine kadar düşürmüş, düşürüşüyle de geniş yakalı kazağını da aşağılarda bi yerlere çekip götürtmüştü ve bu yüzden kazağın altındaki siyah sütyeninin kopçası tamamen dışardayken, aynı şekilde biraz kasılmış bi şekilde sol diri dik göğsünü tutmaya devam ediyordu.

Böylece göğüs dekoltesi de iyice açılmış olduğu için, görüşmediğimiz şu süre içerisinde yeni yaptırdığı, boğazının hemen altından, iki göğsünün arasına doğru inip ordaki karanlığın içinde bi yerde kaybolan varoş tribal dövmesi "ben de burdayım" diye bağırdığından onu fark etmemek imkansızdı.

Belliki dövmesini herkese göstermek, kendisine yönelen tüm ilginin memelerinde değil, dövmesindeymiş gibi algılamak istiyordu. Sahi, acaba kendini ikna etmiş miydi? bunu bilmiyorum ama beni ikna etmemişti ve bu yüzden;
-"daha önce de onlarca kez söyledim. çok güzelsin. hatta şöyle söyliim; insanların bakışlarının üzerinde olmasını sağlamak için memelerini göstermeye ihtiyacın olmayacak kadar güzelsin.
sen burdaki her 100 genç kadının bir araya gelerek anca yaratabileceği güzellikte bir kadınsın. sırf bu yüzden bile şu ucuz numaralara ihtiyacın yok. kadın veya erkek, herkesin gözü zaten sende. ki erkeklerin zaten abazalıktan dolayı bakışlarını senden alabildiklerini hiç sanmıyorum. bi ihtimal belki sana çaktırmıyor, kendilerini ağırdan satıyorlardır. ki buna rağmen sen de, çoğunu yakalıyorsundur. çünkü güzel bi kadına bakmanın verdiği o tacizkar bakışları, adeta sana iltifat eder gibi kendilerinde hak gördüklerinden, yakalandıklarında saklama gereği bile duymazlar." daha da uzatacaktım ama o araya girdi ve;
-yaaaa. inanmıyorum. sen nasıl bi insansın. seninleyken kendimi çok iyi hissediyorum. insanı çok iyi hissettiriyorsun" dedi ve bu sırada montunu omzuna çekip kazağıyla da memelerini kapadı. bunun üzerine ben;
-hayır ya, memelerini kapat diye söylemedim. eğer içinden açmak geliyorsa tabiki açık bırak. ama biliyorumki, sadece güzel olduğunu kabullenmediğin ve bunun farkına da çok sonraları varacağın için, böyle davranıyorsun. bu ise beni çok üzüyor. çünkü ben de yıllarca sevilemeyecek kadar çirkin olduğumu düşündüm, her gün bunu ta içimde hissettim. sanki dünyanın en çirkin erkeğiydim ve bu yüzden birilerinin bana "çok yakışıklısın" demesine inanmıyor, inanamıyordum bile. aynı ruh hallerini senin de yaşamakta olduğunu biliyorum. insanız ve bunlar bizim en zayıf yanlarımız. ki zaten bu günlerimiz en tehlikeleri zamanlarımızdır.
-hımmm. peki neden böyle davranıyoruz ki?
-valla bilmiyorum. ama büyük ihtimal, aşağılanarak büyütüldük. güzel, yakışıklı, değerli olduğumuz söylenmedi. değerli olduğumuz hissettirilmedi. biz de büyüdükçe, cinselliğin gücünü fark edip, açığımızı bu şekilde kapatmaya çalışıyoruz. oysa gerek yok. çünkü zaten güzeliz. birinin etimizin tadına bakıp "ımmmm çok güzelmiş" demesine gerek yok. 
-bilmiyorum. ama böyle davranmak çok hoşuma gidiyor.
-biliyorum. belki de aslında tüm bu olanları ve olacakları yaşamalısın. sonuçta senin kendine özel deneyimlerim olmalı ve bunların sonrasında öğrenmişliklerinle yoluna devam edeceksin.
-evet doğru."

Daha 50 gün önceki tanışmamız esnasında, yüzünde var olan çocuksu hava biraz daha kaybolup, yerine onun istediği kadınsı havadan gelmişti. ama tabii nedense yüzüne oturmamış gibi de duruyordu. ya da ben hareketlerinde biraz maskülenlik sezdiğim için bi tuhaflık olduğunu düşünüyordum. 
o da bu söylediklerimi doğrulamak için, ara ara barda ayak üstü öpüştüğü yeni kızlardan, yurtta onu kenara sıkıştırıp memelerini elleyen arkadaşlarından bahsedip durdu.

Boynunda da taptaze morluklar vardı ve bu morlukları da konuştuk. Önceki akşam bar'a gitmiş ve geç vakitte kalacak bi yer bulamayınca, orda tanıştığı biriyle onun evine gitmiş. Çocuk sürekli onu sikmek istediğini falan söyleyince, o da bakire olduğunu, utandığını, seks yapmak gibi şeyleri evlenmeden önce yapmak istemediğini söylemiş. çocuk biraz durulmuş ama sonrasında yine kudurganlık baş gösterince, üzerine abanmış ve bu yüzden ilişkiye girmeden, sürtünme yolu ile bir şeyler yaşamışlar. 
tabii bunun taciz ve hatta belki de tecavüz olduğunun farkında değildi. böyle bir şey olduğunun farkında da değildi. bu yüzden "yazık etmişsin kendine. bu deneyimlerin pişman olduğun anılarının en başında gelecek" dediğimde, kendisini "ama ne yapıyım, sokakta mı kalsaydım" diye savunur gibi bir cümleyle karşılık verdi.
Boynundaki morluklar normal değildi ve derinliği, sevişmekten değil de, daha çok; yüzlerce yıllık esaretinden sonra mezarından kurtulmuş bi vampirin ısırıklarıyla oluşmuş gibiydi. Bunun esprisini yapıp güldük ama onun sırf bi gecelik kalacak yere ihtiyacı olduğundan dolayı, bu saldırıyı karşısındaki erkekte hak olarak görmesi de kötüydü.
-zaten o saatte yurt'a dönemezdim. gitsem, görevliler geç kaldım diye rapor tutacaklardı, bir sürü şey falan işte. öyle saçma işlerle hiç uğraşasım yoktu. uğraşmak istemedim. hem galiba çocuk da biraz yakışıklıydı. en azından, bu gece, kafamda, o kadar da pişman olacağım bir anı olarak yer etmeyecek galiba.
Bu cümlelerinden, onun gece başına gelenlerden dolayı fazla pişmanlık duymadığı ve biraz da doğal karşıladığı çok belli olduğu için bir şey demedim. Çünkü onun bedeni, onun boynu, onun kararıydı. Zaten iki saat sonra kendisi de "sanırım zorla olması, biraz hoşuma da gitti" diye yorumda bulundu. 

Bunlara rağmen, kadınsılaşan bakışları, ne istediğini belli eder tavırları arasında bazen çok fazla abartı olmuyor değildi. Onu izlemek ve kız çocuğundan, kadınlığa geçişine şahit olmak tuhaf bir durum.
Ailesiyle arasını biraz düzeltmiş olduğunu söyledi, ama doğrusunu söylemek gerekirse, pek inandığımı söyleyemem. Sanırım ailesi onun orospu olmasından korktuğu için üzerine çok geliyorlardı ama bu hep ters tepiyordu.
Çünkü Zemzem seks yapmayı çok sevdiğini hiç saklama gereği duymuyor ve elinden geldiğince bunu sevdiğini belli ediyordu.

Evet seks yapmak kötü değil, ama bu yoldan geçip gitmiş biri olarak, onun da bedenini, benim bir zamanlar kullandığı gibi böylesine hor kullanması, kendine kötü davrandığının farkında olmaması üzücü. Üstelik bedenini kullandırtma durumunu, para kazanabileceği bir meslek haline dönüştürme çabası içerisinde olduğunu da düşünmeden edemedim.
Bunu düşünmeme neden olan şey ise; benimle olan konuşmalarındaki bi kaç cümlesinden, sanki normal bi iş teklifi eder gibi sözler söylediğini çıkardım ve geçtiğimiz günlerde de beni onunla gören bir çocuk gelip yarı şaka yarı ciddi bi şekilde "ya onun hakkında bir şeyler duydum, eğer ciddiyse ben de takılayım mı" diye soru sordu? Ben de "bilmem, benim sadece arkadaşım ve ne yaptığıyla ilgilenmiyorum. eğer çok merak ediyorsan git sen sor" diyerek hafif tersler bi ses tonuyla cevap verdim.

Ama bi yandan Zemzem'in, kafamdaki bu soruyu onaylarcasına, sonraki günkü buluşmamızda da aynı tarzda bi muhabbeti döndürmesiyle, bundan emin oldum. 
Yani sanırım Zemzem, orospu olmaya karar verdi ve benim de parasız bi ibne olduğumu bildiği için Pezevenk'i olmamı istiyor. Ama bunu açık bir dille sormaktan çekiniyor ve bu yüzden baklayı ağzında döndürüp döndürüp duruyor.

Bunu dün geceki muhabbetlerimizde de ima edince, kendimi çok kötü hissettim. Çünkü o beni pezevenk'i olarak düşünürken, ben onu, sadece sikilmenin tadını henüz bi kaç yıldır almış, okuldan dolayı da ailesiyle iyice uzaklaştığı için her an seks yapma fırsatını ele geçirmiş acemi bir kadın olarak görüyorum.

O, parasızlığından dolayı, nakite çevirebileceği tek şeyi olan 190 gramlık amını ve 350'şer gramlık 2 memesini sermaye olarak ortaya atıp, orospuluk mesleğini yapmak isterken, ibnelik mevzularımdan dolayı beni de kendisinin pazarlamacısı olarak görmesi ve bunu bana bi kaç defa ima etmesi canımı sıktı.

Dışardan nasıl bir izlenim verdiğimi biliyorum. Ama verdiğim bu izlenim hiç bir zaman pezevenk izlenimi olmadı. Daha çok; kimseyi siklemeyen ve tüm kaybına rağmen, kendi doğrusuna göre yaşayan biriyim. 
Acaba bu rahatlığım, pezevenklik yapabileceğim kadar rahat biri olduğum havasını mı katıyor bana. Ya da ibne olmam, her türlü teklifin rahatlıkla yapılabileceği cesaretini mi veriyor insanlara?

Bu konu üzerine biraz düşündüm ve ertesi gün, bana "Zemzem'le takılayım mı" diye soran götoşu görünce, karşılaşmamak için kaldırımın diğer tarafına geçtim. ama o beni gördüğü için peşimden geldi ve aynı muhabbeti yaptığı anda, sağımdaki banklara oturup ona da oturmasını söyledikten sonra;
-dışardan nasıl göründüğümü bilmiyorum. ama fazlasıyla rahat biri olduğumu biliyorum. bu rahatlığımdan cesaret alarak benim pezevenklik yapabileceğimi düşünüyorsan yanılıyorsun. o gün etrafın kalabalıktı, arkadaşlarının arasında da çok bozmak istemedim ama eğer olurda bir daha bana pezevenk muamelesi yaparsan ağzına sıçarım.
-yok beni yanlış anladın
-bana ağız kalabalığı yapma. çünkü seni yanlış anladığım falan yok.  ne bok biri olduğun belli, böyle bir muhabbeti rahatlıkla yapacak kapasitedesin. sırf ibneyim diye pezevenklik de yapacağımı sanarak gelmiş boş boş konuşuyorsun. ağzını topla bi daha bana bu şekilde sakın yaklaşma. 
-yaw sen beni yanlış anladın
-seni yanlış manlış anlamadım. doğru anladım. ama ben pezevenk değilim, sadece erkeklerden de hoşlanan bi erkeğim o kadar. bu da beni pezevenk yapmaz. kimsenin de gelip bana bu şekilde konuşması hakkını vermez.
-eğer beni yanlış anladıysan özür dilerim
-hala yanlış anladıysan diyor. yaw ben salak mıyım? ne bok olduğun belli. hala gelmiş benim yanlış anladığımı söylüyorun.
-ee yanlış anladın
-sus yeter. boş boş konuşma. yanlış manlış anladım. özür dile, bi daha da böyle bi muhabbet açma
-tamam özür diliyorum.
-özrünü kabul ediyorum. bi daha beni gördüğün de, ben selam vermeden selam verme. ben senle konuşmadıkça, sakın bi yerlerde gelip konuşmaya da kalkışma.
-tamam
-şimdi kalk git!
kalkıp gitti. ertesi gün beni gördüğünde, bi an selam verecek gibi oldu ama konuşmamız aklına gelmiş olmalıki, selamının boğazında takılıp kaldığını mimiklerinden anladım. 

Zemzem'in bana pezevengi olmam teklifini rahatlıkla yapmasının nedeni ise, ibnelik mevzularımdan başka bir şey değil. Çünkü ibnelik algısının toplumdaki anlamı, fazlasıyla ahlaki erozyona uğramış birilerine yalnız yakıştırılıyor. Oysa ahlaki bir erozyona uğradığım yok. Sadece götümü, sikimi sevdiğim veya beni seven birilerine elletmeyi seviyorum o kadar. 

05 Ocak 2018

2017 hesap defteri

2017 de diğer yıllar gibi VIZ'layarak gelip geçti.
Tüm yıllar ömürden tek tek yiyor. Bakalım hazıra dağ dayanacak mı?
yıl gelip geçmişken, hesabını da görüp defteri kapamak en güzeli olacak. Zaten başka da yapacak bir şey yok.
-----
2017'nin başında büyük umutlarla Gaziosmanpaşa'daki eve taşınmış, içinde en azından bi 10 sene boyunca günümü gün edeceğimi düşünüyordum.
Ki aslında bir kaç ay o şekilde de yaşadım.
Çünkü yerleşmem ve iyice alışmam kısa sürmedi. Sanki o evde doğup büyümüş gibiydim, o ev hep benim olmuştu, olacaktı. benim için yapılmış gibi hissediyordum. Kendimi o eve, ve evi de kendime öylesine şiddetli bir şekilde ait hissediyordumki, günlerce hiç dışarı çıkmama rağmen sıkılmıyordum. yani açıkçası nedensiz bi rahatlıkla bağlanmıştım.
şimdi dönüp bakıyorum da 33 yaşıma kadar taşındığım tüm evlerimden en sevdiğim ev o oldu diyebilirim.
Ama yıl sonuna doğru okul durumum nedeniyle, Kıbrıs'a geldim ve ev sahibi de pisliğinden dolayı "evi satacağını" söyleyerek çıkmamı istedi. alelacele eşyalarımı Şişli'de oturan bir arkadaşımın evinin balkonuna taşıttım. Bir kaç parça eşyayı da ev sahibinin tanıdığı birine bağışlayarak evden çıkmış oldum.
------------
Ordan çıktığıma üzüldüm, canım çok sıkıldı.
Hatta geçen ay boşanma mahkemem için İstanbul'a 1 günlük gelip gitmek zorunda kaldığımda, evin son halini gidip gördüm ve tadilat nedeniyle, ev sahibimin eşyalarımı düşürdüğü o rezil duruma şahit olunca kendimi çok kötü hissettim.
Sanki bedenim, doktorlardan oluşan acımasız bi organ mafyası tarafından uyuşturulmuş ve gözlerim açık bi şekilde tüm olanların farkındayken, yani her şeyi izlememi sağlayarak böbreğimi, dalağımı falan alıp, beni öylece parçalanmış bi şekilde bırakıp gitmişlerdi.
Oysa 2013 yılında, karım ve çocuğumla yaşadığım evden ayrılırken bile o eve bu kadar duygusal bir bağlılık hissetmemiştim.
"ayrılalım" dedikten sonra, oğlumu alarak evi terk eden karımın ardından, ben de o evde en fazla 1 ay kalmış ve sonrasında ergenlik zamanlarımdan bu yana arkadaşım olan X'le Cihangir'de kiraladığım eve taşınmıştım.
Üstelik evden taşınırken hiçbir şey hissetmemiştim. Sadece "bir an önce taşınmalıyım. Bu evden çıkıp her şeyi ardımdan bırakmalıyım" diye bir cümle baloncuğu, kafamın içinde gezinip durmuştu. Bırakmıştım. Belki de aslında kaçıyordum. kaçmıştım.
-------------
ve 2017, nihayet yalnız kalmam gerektiğini anladığım, aylar süren iç mücadele sonunda kabullenebildiğim, sonrasında ise bunu bilinçli bir yalnızlık olarak yaşadığım ve bundan dolayı da, önceki yıllara nazaran bu konuda kendime yüklenmeden geçirdiğim güzel bir yıldı.
yani, insanın yalnızlığa da ihtiyacı olduğunu anladığım,
yalnızlığın aslında ihtiyacımız olan ekmek, su, hava, güneş, seks gibi ihtiyaçlarımızdan biri olduğunu anladığım,
yalnızlığın aslında bi işkence olsun diye yaratılmadığını fark ettiğim, bunu ta en derinlerime kadar içselleştirdiğim bir yıl oldu.
hatta "2017'de yalnızlığın ehlileştirilmesi gereken bir ejderha olduğunu anladığım ve onu bir kedi yavrusunu severcesine sakince, yavaş yavaş ehlileştirmeye başladığım yıl da oldu" diyebilirim.
Onun bunca yıl beni yakıp kül etmesine izin vermiş olmam aklıma geldikçe ara ara üzülmedim değil, ama sonuç olarak çok da geç kalmış sayılmam.
ve hatta genel olarak "bunu anlamış olmam bile yeter" diye düşünerek rahatladığım yıl oldu.
-----------
2017, sadece kendime daha çok zaman ayırdığım, buna bağlı olarak da "ne yaptım? ne yapıyorum? ne yapacağım?" diye düşündüğüm yıl oldu.
sahi ne yapmıştım, ne yapıyordum ve bundan sonra ne yapacaktım?
oturdum, düşündüm, taşındım. boş yaşamışım gibi hissettim. üzüldüm.
çünkü yaptıklarım içinde, bireyselliğimi ele geçirmek dışında hiçbir şey yoktu. kendi özgürlüğümü kazanmış olmam. kimsenin bana hesap sormasına izin vermediğim bir hayata sahip olmam dışında elime geçen hiçbir şey yoktu. bunun sonucunda ise "belki de özgür olmak, insanı boşlukta hissettiriyor" diye düşünmeye başladım. bi ara bu düşünceden dolayı kafayı yiyecektim ama sonra yine toparlandım. zaten oldum olası, çok iyi toparlayan biriyimdir. çünkü bilirim ki toparlamak için önce dağınıklığı kabul etmek, dağınıklığın varlığını görmek ve ona sahip çıkmak gerek. dağınıklıklara benden iyi sahip çıkan kimse yokken, benden daha iyi toparlayan da olmazdı.
aylar sonra tüm bu dağınıklık ve toparlamaları aştığımda anladım ki, aslında kendi özgürlüğümü kazanmışken, başkalarının da özgürlüğüne neden olacak şeyler yapabilirdim. bu yüzden bi yerden başlamak gerekirdi. kafamı biraz da bu konu üzerine yordum ve önümde beliren seçeneklerden en mantıklısına göre yaşamaya başladım. okul okumak gibi.
------------
nasıl bi kafam varsa, toparla toparla bitmiyordu. bu yüzden başka konular hakkındaki takılmışlıklarımı da, kafamın içinde bir araya toparladığım, sonrasında bu toparlanmışlığı olmaları gerektiği yerlere tek tek yerleştirdiğim ve bu yerleştirme sonrasında kafamda kocaman boşluklar açtığım, bunun sonucunda da, kafamda daha fazla yer ve aslında ne istediğimi, ne yapmam gerektiğini biraz daha anladığım bir yıl oldu.
yıllar önceki dağınıklıkları topladığım, yerlerine taşıdığım, bu yüzden de kendimi daha az suçladığım bir yıldı.
------------
Gözden kaçırdığım ve kabullenmekte zorlandığım yanlışlarımı görüp kabullendiğim, ölçüp biçtiğim, onlara mantıklı cevaplar bularak kendimi kandırmak yerine sadece yanlış yaptığımı kabul ettiğim yıldı 2017.
2017 resmen akıl yılım oldu.
akıllandığım ve aklımı sevdiğim, akıllı olduğumu kabullendiğim yıl oldu :) aklıma sağlık.
-------------
hiçbir şeyden korkmamam gerektiğini ve korkmadan yaşayabileceğimi anladığım yıl da 2017 idi. Korkacak hiçbir şey olmadığını görmeyi tercih ettiğim ve bundan dolayı biraz daha fazla kendime geldiğim, kendi hayatıma sahip çıktığım bir yıldı.
-------------
2017'nin başlarında çalıştığım yerden istifa ederek ayrıldım. Çünkü patronum çok suni bi adamdı ve beni, egosuna yenilmiş olduğu bir anda fırçalamaya kalktı. Doğrusu türü ne olursa olsun fırçalamaların hiçbirini sevmeyen ve iş hayatında karşılaştığı sıkıntıların yarattığı stresin tüm hıncını çevresinde en zayıf gördüğü kişiden almaya kalkışan insanlardan nefret eden biriyim ve bu yüzden, böyle durumlarda bana karşı kırılan ilk potta, o potu alıp karşımdakinin kalbine saplarcasına hesabını dürerim.
İstifam sırasında gelişen olaylara bağlı olarak onu öyle bir ezdimki, sanırım hayatı boyunca bir daha özgüvenini toparlayamacak. Hep o ezik ruh haliyle etrafta gezinip, kendisini bi bokmuş gibi hissettiren zavallı karısının yanağından kalabalıkta öperek, evde ve ofis ortamlarında tek kaldıklarında onu azarlayarak kendini iyi hissetmeye çalışacak. Zavallı kadın, ona sabretmekle hata ettiğini çok geç anlayacak. Ama sonuç olarak hayat onun hayatı ve ayrılma kararını vermesi gereken de ondan başkası değil. evlilik ve boşanma şahsa, sıkı sıkıya bağlı haklardandır.
-------------
2017, unutmuş olduğum "insanlara, sırtımızda değil, yanımızda yer vermeliyiz" cümlemi hatırladığım ve bu cümleye göre, gerçek kişiler ve tüzel kişilerle olan ilişkilerime çeki düzen verdiğim yıldı.
karımız-kocamız-arkadaşımız-garındaşımız veya bilmem neyimiz olsalar bile, kimseyi sırtımızda taşımamalıyız. çünkü yan yana durmadıkça, karşılıklı konuşmak mümkün değil. mümkün de olmayacak.
yani eşitlik için altta veya üstte değil, yan yana olmak lazım. Bunu sağlamak için elimden geleni yaptığım yıldı. bir şeyler başardım. daha fazlasını da başaracağım.
------------
ölmeden önce dünyaya birazcık da olsa yararı dokunan biri olmaya karar verdiğim yıldı 2017.
Bu yüzden ilgi alanlarımdan biri olan Hukuk eğitimine bi yerden başlamaya karar verdim ve 2 yıllık Adalet Meslek Yüksekokulu'na kaydımı yaptırdığım gibi gelip okumaya başladım.
Böylece içindeki o okutulmamışlığıma ait ezikliği de alt ettim. daha da alt etmeyi düşünüyorum.
------------
üniversite okuma kararını vermekle kendimi çok iyi hissediyorum ve sanırım daha şimdiden, hayatım boyunca pişmanlık duymadan aldığım ve hiçbir zaman pişmanlık duymayacağım kararlarımın en başına bu kararım yerleşti bile. bu kararla, adeta içimde bir arı kuşu yarattım. uçmadan duramıyor. duruşu bile uçarak mümkün. öylesine güzel ve sadece bana özel.
------------
hayata, önceki acemi deneyimleri sonrasında aldığı yeni kararlar sayesinde defalarca sıfır'dan başlamış biri olarak 2017'de de sıfır'lanıp, adeta dünyaya tekrar kucak açmış olmak iyi geldi.
33 yaşına basmış bile olsan, hiçbir şey için geç olmadığını, "geç" denilen bi kelimenin insanlar için olmadığını tekrar tekrar anlayan biriyim. bundan yola çıkarak şöyle söyleyebilirim ki; belki de, insanın bir kaç yıl arayla yeniden sıfırlanması lazım.

sıfır'lanmak kararı insanı çok zorlayan bir süreç ama sadece bir süreç. ve özünde, kendi hayatına sahip çıkmaktan başka bir şey değil.
sıfır'lanmak, yaşadığının farkında olmak, bir hayatın olduğunu fark etmek ve bunu insanlara da fark ettirmektir.
belki de hep böyle yaşamalıyız. yoksa bir köyde, ya da modern bir şehirde doğup, hayatını hep aynı şekilde ve belki de yönlendirilmiş olduğumuz bi ideal uğruna yaşayıp ölmenin bize ne yararı olacak ki?

sırf bu yüzden bile olsa, hayatının tek bir anında, hiç alakan olmayan bir konuda emeklemeye başlamak, o büyülü heyecan, o harikuladelikten mahrum kalmamak lazım.
zaten bence; insan, hep yeni şeylerin öğrencisi olmalı.
insan yenilikten değil, yenilen-memiş olmaktan korkmalı.
(demek istediğim şey, aynı hayatı yaşamış olmaktan kaçınmanız değil, aynı hayatı yaşarken de bunun sizin kararınız olup olmadığına karar vermeniz ve öyle yaşamanız.)
bunları söylememin nedeni; sanırım, yıllarca aynı düşünceye saplanıp kalmak, aynı hayatı o bıkkın soluklarla alıp vermek, yaşarken yediği şamarlarla etrafında dönüp durmaktan ve bunun karşılığında, kendinden bile sıkılmak olan boş bir hayattan ise, anlam arayışı içinde çaba harcamayı daha kıymetli buluyor olmamdır. zaten çabamı, öncelikle sadece kendimi, sonrasında ise hayatı daha iyi anlamak ve bunun sonucunda da, öğrenmişliklerimi 2-3 kişiye bile olsa sakince aktarabilmek üzerine yeniden düzenledim.
bu yüzden, neyi neden yaptığımız, neden dünyaya geldiğimizi anlamak ve sınırlarımızı bulmak olan bir yaşam sürdürmeliyiz. elimden geldiğince öyle yapıyorum. yapmaya çalışacağım. umarım pes etmem.
------------
Şimdi dönüp bakıyorum da, sanırım alt edemeyeceğim hiçbir şeyim yok ve bu huyumu çok seviyorum.
2017 yoksulluğuma rağmen, kendimi çok güçlü hissettiğim ve gücümü kabullendiğim yıl oldu.
yoksulluğun var olmadığını ve aslında yoksulluk denilen şeyin, yıllarca kafamızda yarattığımız kendi güçsüzlüğümüzden kaynaklı bir savunma mekanizması olduğunu biraz daha kabullendim.
Belki de kabullenmemiz gereken şey, tüm yoksunluğa karşı, kendi varlığımız.
Yani varlığımızı yoksunluğun çok çok üstünde tutmamız gerek. Ancak böyle başarabiliriz. Varlığımız her şeyin üstesinden gelebilecektir. buna inanarak yaşamak lazım. varsanız başaracaksınız. yoksa dünyaya gelmiş olmanın başka ne gibi bir anlamı olabilir ki?
sırf bu düşüncelerimden dolayı, şu an bile, karşımda duran herkese meydan okuyabilecek kadar kuvvetli ve hırslı hissediyorum kendimi. ama bu hırs yıkıcı değil, daha çok yapıcı ve başkalarına da gücünden verecek bir kaynak gibi içimde duruyor. Kendimi hiç bu kadar iyi hissetmemiştim. İçimde tükenmeyecek olan zengin bir yer altı kaynağı bulmuş gibiyim.

--------------
kendimi sevmeye başlayıp, sonrasında ise gerçek anlamda sevdiğim yıl oldu 2017.
bunu nasıl yaptım, nasıl oldu çok da farkında değilim. ama 2017'de kendimi sevmeye başladığımı biliyorum. zaten bi yerden sonra bi baktım ki; kendimi seviyorum.
büyürken, içime, farkında olmadan yerleştirilmiş olan o aşağılık hissinden kurtuldum. kendimi kimseden üstün görmüyorum. kimseyi de kendimden üstün görmüyorum. herkesle eşitiz ve eşitliğin ne olduğunu anladığım. kabullendiğim bir dönemdeyim.
tüm bu duyguları yaşatan allahıma şükürler olsun.
teşekkür ederim allahım. elhâmdürillah. elhâmdürillah. elhâmdürillah.
allahım lütfen, var olduğu hâlde, farkında olmadığım daha nice duyguları da yaşamayı nasip et bana. amin.
---------------
eski ilişkileri ve onlara bağlı, ufak tefek sorunları tamamen arkadam bıraktığım yıldı 2017.
bu yüzden de büyük bi rahatlama yaşadım. birbirine görünür olamayacak kadar uzaklaşmış iki insanın hâlâ irtibatta kalmasının o gereksizliği, belki bir gün lazım olur adındaki o sisin bağladığı insan ilişkisinin olmayan ama hep hissedilen ağırlığını da tamamen yok ettim.
---------------
Hayır demeyi öğrendiğim ve bol bol kullandığım yıl oldu 2017.
Sanırım hayatım boyunca biriktirdiğim HAYIR'ların yarısını bu yıl kullanmış oldum. Keşke daha erken yaşta, daha erken dönemde kullanmaya başlasaydım. Bu kadar basit bir kelimeyi telaffuz ederken neden zorlanıyoruz ki?
Bence insanın kendine yapabileceği en büyük iyilik HAYIR demeyi öğrenmesi olur. Şu an aklıma başka bir şey de gelmiyor.
---------------
Seks yapmayı azalttığım ve kendimi bu anlamda daha çok korumaya aldığım 2017, cinselliğin aslında sürekli yeni insanlarla yaşanılarak keşfedilecek bir olay olmadığını, tam aksine; cinselliğin, tek eşlilikte yaşanılırken daha fazla zevk verdiğini düşündüğüm ve buna göre kendime çeki düzen vermeye başladığım yıldı. bu konuda fazlasıyla kafa patlattım ve kafa patlatmalarım sonrasında aylarca seks yapmadan durabildim. bu süreç içerisinde sadece osbir çekmenin güzelliğiyle yetinirken, aslında seksi güzel kılanın, o esnada beynimizde olup bitenler olduğunu iyice kavradım.
---------------
2017'de sfiliz kapıp, yine ondan kurtuldum. durmama ve cinsellik hakkında bilinçli olarak daha fazla düşünmemi tetikleyen şey bu da olabilir. hem biliyorsunuz; bin nasihat, bir musibet kadar öğretici değildir.
--------------
2017'de gençlerin içine düşünce, kendimi aslında hiçbir zaman yaşlı görmediğimi ve bunun farkında olmadığımı da anladım. Meğer ben hep 23 yaşında gibi yaşamışım. Üstelik, daha 15-16 yaşarındayken ve şimdi 30'larımdayken de hep o yaştaymışım gibi yaşamışım. yaşıyorum. sanırım yaşamaya da devam edeceğim. çünkü ben buyum.
--------------
gençlerin içinde olunca, aslında gençlikte yaşanılanların hep aynı olduğunu, hayatın belli tekrarlardan oluştuğunu daha iyi anlıyorsunuz. geçip gittiğiniz yollarda, şimdi aynı oyuncaklarla farklı insanlar oynuyor ve sizinle aynı duyguları hissediyorlar. yani insanlar hep aynı. sadece zaman geçiyor, yıllar denilen bir şey sırtımıza binip bizi daha yavaş yaşamaya itiyor. yoksa yaşam hiç de farklı değil. farklı olan tek şey, oyuncaklarla ne zaman, nasıl oynadığımız. bir de hava durumları falan filan işte.
--------------
herkesin kendisi gibi insanları mutlaka bulacağına ve bi şekilde yollarının kesişeceğine inandığım 2017'de, benim gibi düşünmese bile, bana ben olduğum için saygı duyan bir kaç güzel insanla ilişkim daha da derinleşti. adeta bir ağacın köklerinin toprağın derinliklerine uzanması gibi bir his bu. yanlış yapmadığına bir kez daha emin olmak ama her şeye rağmen, kendini sürekli sorgulamak, sorgulamaya devam etmek, yanındakilerle bunu ara ara tekrarlamak, onlarla karşılıklı bir tartışma içerisinde hem kendini, hem onların kendilerini görmesini sağlamak. belki de yaşam budur. kendimizi görmek ve sürekli görünüyor muyuz diye kontrol etmek. çünkü insan kaybolan bilen bir varlıktır. insan var olmuşsa, yok da olabilir.
---------------
2017'de ibne-liği ve -liğimi de sorgulayıp durdum. (gerçi bu sorgulama hayatımın sonuna kadar devam edecek bir sorgulama olacak ve eminimki hiçbir zaman bitmeyecek. zaten güzel olan şey de bu. yani insan olduğumuz için hep düşünmek zorunda olmak. hep düşünmek. düşünebiliyor olmak.)
düşünebiliyor olmamın sonucunda ise vardığım (özet) sonuç şöyle:

çoğunluğa dayattırılarak kabul ettirilmesinin aksine; ibnelik, SİK ve GÖT'ten ibaret değil.
Bu yüzden, ibne'liğin iki organın arasına sıkıştırılmasına karşılık, onlardan biraz uzakta ve her zaman üstünde olan bir organ daha var olduğunu iyice kabullendim. Adı: KALP
Bu muhteşem organ, aslında bizi daha az yanlış yapmaktan koruyan en güzel organlarımızdan biri.

Onunla, biraz altındaki diğer ikisini karşı karşıya getirince güzel bir üçgen oluşturuyoruz ve bu sayede de, ibneliği, ilk ikisinin arasında sürekli ezilmekte olmaktan kurtarabiliyoruz.
Yani artık, sikiniz kalktığı için, götünüz kaşındığı için biriyle beraber olsanız bile, kalbiniz sizi hep "doğru yapıyor muyum" diye içinize kurt düşürecektir. bu güzel bir şey, insanı güzelleştiren bir şey. kendimden biliyorum.
----------------
ve 2017'de şunu da anladım;
insan, diğer insanlarla olan ilişkilerinde, ilk olarak kalbiyle düşünür. Aklıyla değil. insan olmak için ilk kıstas bu bile olabilir.
eğer ölmeyip, yaşamaya devam edersem ve yaşadıkça düşüncelerimi buraya dökmeye devam edersem, bu konuda içimde açılan yeni boşluğa dolan, bu konuya ait tüm fikirleri ve düşünce kırıntılarımı toparlayarak ara ara buraya yazacağım.
bu cümlenin sonundaki yargıya nerden ve nasıl kapıldım bilmiyorum ama son zamanlarda şöyle düşünmeden edemiyorum: belki de kalp sadece kan pompalayan bir organ değildir. kalp, belki de aklın ta kendisidir. onunla düşünüyor, onunla yaşamımıza çeki düzen veriyor, akıl dediğimiz organla da sadece günlük yaşamımız idare edecek işleri yapıyoruzdur.
böyle  şeyler işte. (şu an bu konuda çok saçmalamaya başladığımı düşünüyorum. kısa keseyim.)
---------------
şimdilik 2017'y ait başka bir şey aklıma gelmiyor. siz ne yaptınız, nasıl geçti 2017'niz?