-->

24 Aralık 2018

hırsızın dünlüğü

abi buraya gelmeden önce çok kötüydüm. her pislik vardı bende. zaten öncesinde de hapisten yeni çıkmıştım. üstelik hapse girdikten sonra 4 yıllık sevgilim de beni terketti kaltak. insan dediğin böyle yapar mı? sevgili öyle mi olur. hani biz birbirimize ölecektik, nerde kaldı ölmek. ben hapse düşünce hemen ayrıldın. unuttun gitti.
tamam belki hayatımız düzgün değildi, belki hep yanlış yaşadık ama ne yapalım, şartlar bizi hep öyle yaşamaya itti. biz de istemezdik öyle bir hayat yaşamayı ama sonuçta yaptığımız şeyler yanlış da değildi.
insanlar bana hırsız diyordu, ama ben hiçbir zaman hırsızlık yapmadım. asla bir kişinin tek kuruşunu bile almadım, hatta bırak almayı, elimi bile uzatmadım.
ha dersen ki "peki çalmadıysan insanlar niye sana hırsız diyordu?" haklısın ki, sorman da çok doğal, durum şöyleki: etrafımdaki insanlar hırsızdı. doğru dürüst çalışan bir kişi bile yoktu. etrafım hep hırsızla çevrili olunca, benim adım da hırsıza çıkmıştı.


(hırsızın birinden aklımda kalanlar)

23 Aralık 2018

yazma arzusundan

Yaşlandıkça omuz ve kulaklarımdaki bir kaç tüy, tüylükten kıla dönüştüler. Öyle abartılı bi durum değil ama, tek tük olmalarına rağmen gözüme çarptıklarında "kurt kocamaya başladı" cümlesini kurdurtmadan beni rahat bırakmıyorlar.
Bu sabah da uyandıktan sonra aynada kendimi süzerken kulağımdakileri görüp "kulaklarımdaki kıllar da aldı başını gidiyor" diye kendi kendime sesli bi şekilde söylendiğim için, oda arkadaşım çakmağıyla yakmayı teklif etti ve "olur" cevabımdan sonra da yakıp "üff içerisi tavuk kızartması gibi koktu amığa koyim" diye kendince espri yaparak kapıyı açıp balkona çıktı.

Mardin Nusaybin'li. 22 yaşına henüz basmış kalın kafalı bi çocuk. Koca etli burnundan; kalın kafalılığının, hayatı boyunca peşini bırakmayacağı sonucunu çıkarmak hiç de zor değil.
Seyrek saçlarından daha dolgun ve gür olan kaşlarının arasını sürekli alarak, onları ikiye bölmesine rağmen devamlı kızgın ve çatık kaşlı bi şekilde etrafına bakması yüzünden aradaki temizlenmiş bölgeyi tekrar gölgeleyerek bakışlarını tek kaşlılaştırdığının da hiiiiç farkında değil.
Bence tek kaşlı olmak ona daha çok yakışıyordur ama bana fikrimi sormadığı için düşüncelerimi onunla paylaşmak yerine, burada siz milyonlarca kişiyle paylaşıyorum.

Bu arada, biri herhangi bir konu hakkında fikrimi sormadan yorum yapmamayı da yeni öğrendim. Öncesinde çok fazla salak durumuna düştüğümü, kendimi kendi ağzımla düşürdüğümü rahatlıkla söyleyebilirim.
Zaten her şeyi de işte böyle geç ve çetrefilli öğreniyorum.
Bunun nedeni; ergenliğimi, kendi yaşıtlarımla yaşamak yerine ve bu sayede bazı şeyleri kendi olağan süreçleri içerisinde öğrenme şansına kavuşmak yerine, abim ve yengem tarafından, dış dünyadan yalıtılmış olarak yaşamam olsa gerek.
Henüz başka bi neden bulamadım. Aklıma gelirse, buraya da yazarım.

Tekrar Nusaybinli'ye dönecek olursam; burnundan soluyarak konuşması, ses tonuna, sanki boğazında bol miktarda balgam varmışcasına veya burnunda sümkürülmeyi bekleyen koca bi topak sümük varmış gibi bi hava katıyor.
O konuşurken, içimden "keşke sümkürsen, keşke boğazını temizleyip de rahatlasan" diye söylenmekten, çocuğu doğru dürüst dinleyemiyorum bile.
Zaten pek iletişimde de olmadığımız için gündelik konuşmalar dışında pek bir şey de konuştuğumuzu söyleyemem. Yani kaçırdığım bir şey yok ama yine de kendime dert etmiş bulunmaktayım. (umarım en büyük derdim bu olur.)

Okumaya da pek meraklı değil. Daha çok ailesi istediği için gelip okumaya başlamış. Sonrasında da bir işe yerleştireceklermiş ve hayatı kurtulacakmış. Umarım düşündükleri gibi olur. Umarım her şey bu kadar basittir. (belki de aslında her şey bu kadar basittir.)

Abartılı yerel konuşma tarzı, okul nedeniyle memleketinden buraya gönderildikten sonra içine düştüğü yalnızlığını yok etme ve kendini kabullendirme çabasından başka bir şeyden kaynaklı değil. Oysa insanın hiçbir zaman olduğu gibi kalamayacağı göz önüne alındığında, çabasının gereksizliği hemen anlaşılıyor.

Diğer oda arkadaşım da ondan pek farksız değil. Ama İstanbul Avcılar'da doğup büyümüş biri olduğu için, konuşması ve hayata bakışı biraz daha farklı. Aynı olan şey ise, o da kendince uydurduğu saçma sapan davranış ve konuşma tarzını kabullendirme çabası içerisinde ucubece yaşayıp gidiyor.
Bazen ikisine de fena halde sinir oluyorum ama sinirim geçtikten sonra ikisini de komik bulduğum için, hallerini göz önüme getirip kahkaha atmaktan kendimi alamıyorum.
Bunun nedeni onları küçük görmem sanıyordum ama öyle değilmiş. Daha çok acıma duygumdan kaynaklı bir ruh halinden kaynaklandığını şimdi daha net görebiliyorum.
Yazıyı bırakıp, matematik çalışmaya başlayayım. Malum bu yaz DGS sınavı ile büyük bi kavgam var.

21 Aralık 2018

son 1-2 yıldır okumakla ilgili sık duyduğum sorular

Bu yaşta okul okumak?

biraz daha bekleyemedin mi?

Neden okul okuyorsun?

Neden okuyorsun ki?

Okul okumak için biraz geç olmadı mı?

Bu yaşta okul??

Bu yaşta hâlâ okuyor musun?

Neden şimdi okul okuyorsun?

Daha önce hangi okulu bitirdin?

Okumak için biraz değil, çok geç kalmışsın.

Senin ne işin var ki okulda?

Ne işin var burda, boş ver okulu

Boşuna iki senen geçecek.

Bizden bile geçti, senden çoktan geçmiş.

Benim yaş 22, ben  de ben geç kaldım diyordum.

Gerçekten bu yaşta mısın? şaka yapıyorsun değil mi?

Ohaaa. Babam yaşındasın.

Okumak için biraz daha bekleyemedin mi?

Okuyup ne yapacan?

İşin gücün mü yok da gelmiş okuyorsun?

Okuyunca ne olacakkiii?

Bu yaşa kadar okumamışsın bir şey olmamış, bundan sonra da okumasaydın.

Okuyunca bi bok olmuyor, boşuna okuyorsun.

Boş ver okuma, dön memleketine.

Ne güzel işin varmış işte, niye gelmiş okuyorsun.

Okumak ne ya, zamanına yazık değil mi?


17 Aralık 2018

olmak ya da olmamak. bütün mesele bi tek bu değil!



İnsanın kendi değişimini izleyebildiği, bunun artık farkına vardığı bir seviye var.
İnsanın kendisini görmeye, yanlışını veya yanlışlarını fark etmeye başladığı bir seviye var. 
İnsan kendi kendisini yanlıştan çevirmeye çalışıp, doğru olana doğru yönlendirmeye başladığı bir seviye var.
Bu durumun yaşandığı dönemin bir adı var mı bilmiyorum. Ama herhalde "dönem" demek biraz yanlış olur. O yüzden buna, bilgelik diyelim. 
Sanırım bilgelik yolunda ilerlemeye başladım. Ya da işte adı her ne ise. 
ya da aslında tüm bu olmuş olanlar, olmakta olanlar ve olacaklar, bilgelik falan da değil, sadece yaşlanıyorum.
Belki de aslında yaşlılık deyip, tüm bu olan güzellikleri basitleştirmemeliyim. 
yani yaşadıklarım yaşlılıktan değil, yaş almaktan dolayı değil, sadece bilgeleşiyorum.

08 Aralık 2018

Sevdiğim müzikler

Sevdiğim şarkıları-müzikleri toparladığım bi blog oluşturmuştum ama güncellemeyince, üzülüp sildim. Çünkü güncellenmeyen bloglar öteki dünyada, sahipleri olan blogger'ların yakasına yapışıp "beni neden güncellemedin" diye haklarını arayacaklarmış. Allah katında bunun hesabını veremeyeceğimi bildiğim için silmemin daha iyi olacağını düşünüp sildim. Bu yüzden de ara ara sevdiğim şarkıları post olarak burada paylaşıyor olacağım.

Sıla - Cam


London Grammer - Hey Now


Hooverphonic - Mad About You


Shura - Touch


Groove Armada -  Think Twice


The Great Gatsby- Young And Beautiful


Sia - Elastic Heart



BlakRoc - What You Do To Me


Myriam Faris - Enta El Hayat


Pink Floyd - Shine On You Crazy Diamond

07 Aralık 2018

önemsiz görünen önemli şeyler

Her şeyin boş olduğunu biliyor, ama anlamlandırma çabası içinde yaşayıp gidiyoruz.

Geri dönüp baktığımızda göreceğimiz tek şey; yiyip içip sıçtığımız olacak. ( tek değil. aslında üç şey yapmışız.)

Sadece film izlediğim, kitap okuduğum döneme girdim yine. Makaleler ve diğer şeyleri de artırdım. Okul da normal gidiyor. Değişen bir şey yok. Ben dışında.

Eski heyecanımdan pek bir şey kalmadı gibi.

Yeni insanlarla tanışarak, kendime işkence ediyormuşum gibi hissettiğim için tanışmalarımı yok ettim. Tanıştığım insanlarla iletişimimi de azami seviyeye indirdim. Artık insanlar selam vermeden selam vermiyorum. Göz kontağı kurmamışlarsa yan yana geçip gidiyoruz.

Eski samimiyetimi kaybettim. Kimseyle samimi bir diyaloga girmeye gerek yok. Çünkü insanlar kendilerine gösterilen samimiyeti, karşısındakini aşağı görmek için fırsat olarak görüyor ve öyle davranmaya başlıyorlar. Bu yüzden bir çok kişi haşlamak zorunda kaldım.

Gereksiz diyalogları azalttığımdan bu yana insanların salaklıkları gözüme daha çok batıyor.

Galiba yakından bakmak, anlamamızı zorlaştıran nedenlerden sadece biri. Bütünü ve gerçeği görmek için, bazen herkesten ve herşeyden birazcık uzaklaşmak yetiyor.

Yalnızlığın iyi yanları da var. İstediğin zaman mastürbasyon yapabilmek gibi. Yalan söyleme zorunluluğunu da ortadan kaldırıyor.

En sevmediğim şey de, bazen insanları kırmamak için yalan söylemek zorunda kalmak. Oysa doğru, kırıp dökmek demek olmamalıydı. Doğru sadece doğru olmalıydı. İnsanlar neden bu kadar zayıf ve yavşak?

Öküz'le bu aralar çok fazla atışıyor ve sürekli bir şeyler yüzünden kavga ediyoruz. O yüzden iletişimimizi ona göre ayarlamaya başladım. Yani onun ilgisi varsa ilgi gösteriyor, onun ilgisi yoksa kendimi dizginleyip kabuğuma çekiyorum. Beni bana bazen çok kötü hissettiriyor ve bunu ona söylediğimde umursamıyor bile. Ben de onun bana yaptıklarının aynısını ona yapmaya başladım ve bende bi değişiklik olduğunu, ama değişikliğin ne olduğunu bi türlü anlayamadığını söyledi.

Birini sevmek demek, onun sevgisini ve zamanının tümünü sömürmek demek olmamalı. Ona saygı duymak demek olmalıydı.

Bu hafta 2 kişiyle yakınlaştım ve midem bulandı. Her defasında özür dileyerek kaçıp gittim.

Şu an bu satırları yazarken, Öküz whatsapp'den "müsait olunca ara" diye yazdığı için onu arıyorum ama cevap vermiyor. 

Öküz'e sevgimi çok fazla belli ettiğimde, benden midesi bulanıyor olabilir. Ya da sevginin fazlası, midesini bulandırıyor olabilir. Çünkü uzaklaştığını, iletişimimizi düşürdüğünden anlayabiliyorum.
Oysa tam tersi olmalıydı. DNA kodlarından birinin tekrar yazılması gerekiyor.

Ayaklarımdaki mantar hastalığı için, eski bi eczacının önerisiyle bir kaç ilaç kullanmaya başladım. Umarım allah bu bahaneyle şifayı verir de rahatlarım. Amin.

Tüm pantolonlarımı terziye götürüp slim fit tarzı bir şey yaptım. Çünkü bol bol yemek yememe rağmen kilo alacağım yok ve artık bunu kabullenmeliyim. Yıllardır çuval giymekten de sıkılmıştım. Şimdi üstümü başımı iyice sıkan kumaşlar sayesinde hafif bi özgüven de gelmedi değil. 

Kumaşın insana özgüven vermesi çok saçma.

30 Kasım 2018

Vizelerden sonraki dedi kodum

Kpss puanları açıklandı. Beklediğimden biraz aşağı almışım ama yine de fena sayılmaz. Çünkü testlerdeki sorularla ilişkimi keseli 18 yıl olmuş ve buna rağmen genel kültürümle bir şeyler yapmayı becerebilmişim. Bakalım aldığım kıytırık puanla devlet memuru olabilecek miyim ve nasıl bir devlet memuru olacağım.

Kpss'yi geçip okuldaki Vize sonuçlarıma gelirsek; açıklananlar içerisinde en kötü notum 72, en iyisi ise 98. Bence 72 olan da kötü ama "nasılsa önümüzde Final'ler var" diyerek çok takmıyorum.
Hem aslında 72'den daha aşağı beklediğim 2 dersim daha var. Onlar henüz açıklanmadı, haftaya açıklanacaklar. Umarım 70'den aşağı olmazlar.

Gerçi böyle diyorum ama biri çok kötü geçmişti. Hatta o derse çalışırken "hoca bunu sormaz" diye geçtiğim bir iki  konu vardı, sınav kağıdında soru olarak bizzat o konunun başındaki cümleler soru olarak karşıma çıkmıştı.
Üstelik konular o kadar salakçaydılarki anlatamam. Zaten sınavda görünce de şok olmuştum. Aahhh hocam yaktın beni mi desem, ahhh kendi kendimi mi yaktım desem bilemiyorum.
Hoca'da yaşlı mı yaşlı bi adam. Sınıfa gelip kitaptan ders konularını okuyup gidiyor. Hayır madem okuyup gidicek, neden okul bu adama para veriyor anlamış değilim. Keşke ders hocasına verilen paraları bana verseler de adalet yerini bulsa..

İyisiyle kötüsüyle koca bi sınav haftasını geride bıraktık ve desler başladı. Henüz hocalar ve benim dışımda derslere giren çıkan yok. Öyle yuvarlanıp gidiyoruz.
Benim zaten derslere katılmak dışında yapacak başka bir işim yok, hocaların da işi bu diye geliyorlar. Bazı hocalar "bugün kimse yok, haftaya ders işleriz" deyip imzamı alıp gidiyorlar, bazıları ise imza mı da almadan çekip gidiyorlar. Üzülüyorum.

Bu hafta derse gelen hocalardan iki tanesine, sınıftaki genç kadınlardan birinin dedikodusunu yaptım. Çünkü benim ibne olduğuma dair sağda solda dedikodu yapmıştı ve ayrıca ders notlarımı sattığım için gelip bana "sen kim oluyorsun da ders notlarını satıyorsun, ne hakla satabiliyorsun. ayağını denk al. yoksa kötü olur" diye söylenip durmuştu. İlk başlarda umursamamıştım ama ayağını denk al dediğinde baya bi sinirlenmiştim.

Tabii bu dediğim gelişmeler geçen yıl olmuştu ve o gün ona karşı bağırıp çağırmak yerine "bundan sonra birbirimizi gördüğümüz zaman tanımamazlıktan gelelim. çünkü ben öyle yapacağım" deyip konuyu kapatmıştım.
O günden sonra onu her gördüğüm yerde ise sanki yokmuş gibi davranmıştım. Hâlâ da öyle davranıyorum ama ne yazıkki o öyle davranmıyor. Çünkü arkamdan konuşmaya devam ediyor, aynı ortamda bulunduğumuz her yerde gözlerimin içine bakmaya çalışıyor.

Arkamdan konuştuğunda bir şey yapamıyorum ama aynı ortamda olduğumuzda gözlerimin içine büyük bi nefretle bakmaya çalıştığı zaman sikimi avuçluyorum ve o, bu çirkin hareketim sonrasında hemen başka bi tarafa dönüyor. Bazen beni izlediği zaman da aynı hareketi yapıyorum ve anında başka bir şeylerle ilgilenmeye başlıyor.
Dediğim gibi aynı ortamdaykenki çözümüm bu ama her zaman aynı ortamda olmuyoruz ve o da hakkımda car car car konuşmaya devam ediyor.

Bende bu yüzden onu hocalara "hocam bi arkadaşımız Vize sınavlarına girmeyip meykap'a bıraktı. hocalarımızın çoğu da vize sınavlarına 1-2 kişi girmemiş olduğu için meykap sorularını değiştirmeden vize'de sorulan soruların aynısını soruyorlar. o arkadaşımız da böylece hangi soruların sorulacağını bildiğinden, sadece o soruların cevaplarına çalışmış olarak meykap'a girecek. bu haksızlık. çünkü hangi soruların çıkacağını bilmeden genel des çalışması yapıp sınava giriyoruz, o ise 3-4 soruya çalışarak girip yüksek puan alıyor. zaten geçen yıl da böyle yapmıştı" diye şikayet ettim. Hocalar, genç kadının yaptığının doğru bir hareket olmadığını ve bu yüzden soruları değiştireceklerini söylediler. Ben tabii o an hemen dünyanın en mutlu insanı oluverdim.
İnşallah gerçekten soruları değiştirirler ve böylece dolaylı yoldan da olsa, cadaloz benimle uğraşmanın ne demek olduğunu öğrenmiş olur. Zaten sikim kadar boyu var, türlü türlü huyu da var ya neyse.

Bu arada sorunum olan insanlarla, böyle dolaylı yoldan uğraşma konularını da yeni yeni öğreniyorum. Oysa eskiden olsa, sorunum olan kişiyle doğrudan gidip yüzyüze konuşarak çözmeye çalışır, aramızdaki olağan durumu tatlıya bağlamak için elimden geleni yapardım. Tabii o arada kendimi heder eder, karşımdakinin yalamadık tarafını bırakmazdım ama yine de en azından yüzyüze düşüncelerimi iletir, günü öyle noktalamış olarak bitirmiş olurdum.
Şimdi ise öyle yapmıyorum. Çünkü bazı insanlarla yüzyüze konuşmanın pek işe yaramadığını, her şeyi açıkça konuşmanın aslında pek zararlı olduğunu, kendimi boşu boşuna yorduğumu anlamış bulunmaktayım.
Zaten artık kabullendim; insanlar dolaylı yoldan işlerini hallederek, daha az risk almış oluyorlar ve böylece, ellerini fazla da kirletmiş olmuyorlar. Ben de öyle yapmaya başladım. Sanırım onların kurallarına göre oynamak, herkese kazandıracak, beni de çok mutlu edecek. Hatta şimdiden mutlu olmaya başladım bile. Çünkü böyle yapmak da pek eğlenceliymiş. Üstelik hocalara "hocam hazır kimse yokken biraz dedikodu yapayım" dediğimde, hepsi gülmeden edemiyorlar :)

Neyse saat geç oluyor. Yakında yeni dedikodular ve köstebek planlarımla tekrar karşınızda olurum. Şimdilik baybay.



27 Kasım 2018

Sarhoşken sikilmek veya sikilmemek. İşte bazen bütün mesele budur!

Önceki gece, sınavlardan çıkmış olmanın etkisinden dolayı salak rolünde olduğum için gereksiz bi etkinlikteydim. Oysa daha en başından etkinlikte olmayı hiç istemememe rağmen gitmiştim ve olaylar gelişmeye başlamıştı bile.
Mekân; gündüz kafe, gece ise bara dönüştürülen bi yerdi. Geceyi düzenleyenler ise Azeri, Gürcü, Kırgız, Özbek ve Rus'lardı. Gelenler de onlardan başkası değildi ve ortalığın karışacağını daha ilk kafile geldiğinde anlamış gibiydim ama kalmaya devam etmiştim.

Oraya beni götüren ise Travesti Sesli'nin kendisiydi. Hani şu geçen yıl tanıştığım Kalın Sesli Kız vardı ya o. Hani erkek arkadaşı Tiz Sesli'ydi falan.
Ben onların birbirlerinin zıt ses tonlarında olmalarından ve Tiz Sesli'nin biraz kırıtkan, Kalın Sesli'nin ise biraz erkeksi olmasından dolayı birbirini tamamladıklarını düşünürken, onlar yüzlerce defa ayrılıp tekrar barışıyorlardı.

Bu ayrılık ve barışmalar esnasında ise ben ve Travesti Sesli'nin yakınlığı, onların ayrılmaları sırasında daha bi artıyordu. Çünkü ilişkisinin yanlışlarını veya işte diğer detaylarını gelip benimle konuşarak görmeye anlamaya çalışıyordu. Ben de kendi deneyimlerimden yola çıkarak ona ilişkiler ve kadın erkek olaylarını anlatıp duruyordum. Durum böyle olunca daha fazla zaman geçirmeye, gittikçe de sürekli beraber takılmaya başlamıştık. Ama geçen yıl okul bitmeden üç hafta önce, onun sık sık yaptığı gibi o gün beni yine satınca, ben de hiç üstelememiş günümü geçirip sonrasında da hayatıma devam etmiştim.

Okulda karşılaştığımız zaman ise sanki beni tanımıyormuş gibi davranmış, sonrasında ise beni gördüğü yerlerde yanımdan geçip gitmeye devam etmişti. Doğrusu bu davranışlarının bu kadar abartılı olmayan ve hatta küçük ve önemsiz sayılan örneklerini daha öncede göstermişti ama bu kadar büyük ve abartılı olanını ilk defa gösteriyordu.
Bu davranışlarına karşılık çok şaşırdım, biraz kırıldım, sanırım biraz üzüldüm de ama sonuç olarak, benden uzak durmasının ilişkisi için daha iyi olduğunu düşünerek kendimi ikna ederek kandırmayı başardım.
Zaten hep böyle yapmıyor muyuz? Yani kendimizi kandırmıyor muyuz? Biz kendimizi kandıramazsak da birilerinin bizi kandırmasına izin vermiyor muyuz?

Neyse işte; onun böyle davranmasıyla iletişimiz koptu ve biz kocaman olmayan şu okulda iki yabancı gibi yaşamaya başladık. Bu süreçte, onu biraz anlar gibi oldum. Çünkü erkek arkadaşı, onun benimle zaman geçirmesine pek iyi gözle bakmıyordu. Ama o yine de benimle takılıyordu. Böyle olduğunda, benim yüzümden bazen atıştıklarını falan söylüyordu.
İşte biraz da sırf bu yüzden, onun adına, artık onunla aramızın iyi olmamasına sevindim gibi de oldu. Böylece daha iyi bir ilişkisi olacak, benim konu olduğum sataşmaları ortadan kalkmış olacaktı.

Gerçekten böyle olmuştu ve okulun bittiği hafta, o ve Tiz Sesli Sevgilisi, eskisine nazaran artık daha fazla yakınlaşmışlar, sokakta her zamanki gibi biraz çekingen veya rol yapar gibi değil de, bunların aksine birbirlerine pek samimi ve içten davranmaya başlamışlardı. Beni de zaten tanımazlıktan geliyorlardı. Bu sorun değildi. Çünkü ben onlardan yaşça büyüktüm ve çocukluklarını hoş görebilirdim.
(Büyüklük; kendinden küçükleri hoş görmekten ve danışıldığı zaman konuşmaktan ibarettir. Bunu öğreneli çok olmadı.)

Hem görüşmeyi kesen o olunca, görüşmek istediğini söyleyen de o olmalıydı. Ayrıca yapılan kaba davranışlara karşılık artık özür beklediğim ve açıkça "özür dilerim" denilmeden önce asla adım atmadığım, atmayacağım seviyeye ulaşalı da çok oldu. Böyle davranmak konusunda geri adım atmayacağıma dair kendime de söz verdim.
Çünkü insanlar kaba olduklarını bilerek kabullenmeli ve kabalıklarına karşılık da özür dileyebilmeliler. Hayatımdaki insanlara bunu öğretiyorum ve gerçekten çok yararını görmeye başladım. Oysa eskiden böyle değildim. Biri ağzıma sıçsa, peçeteyle siler, onunla konuşmaya, iletişimimizi sürdürmeye devam ederdim.

Şimdi, ben eskisi gibi olmayınca ve zaten eğitim yılı bitince, onunla aramız tamamen görüşmediğimiz bir seviyeye taşınmıştı. Ama yaklaşık bir ay sonra bana whatsapp'den yazdığında şaşırdım. Yazdığı şey ise gündelik "selam, naber" babında cümlelerdi.
Önce selamına hemen karşılık vermeyi düşündüm ama sonra "yaptığı yanlışa karşılık, özür dilediğini anlayıp, özür dilediği zaman cevap vermeliyim" cümlesini içimde kurup, selam'ını cevapsız bıraktım.
O da zaten üstelemedi ve bu yazışından 2 ay sonrasına kadar da bir daha yazmadı.
Tekrar "naber" ve 1 saat sonrasındaki "hayırdır konuşmuyor muyuz?" diye yazdığında da cevaplamadım. Çünkü zaten konuşmuyorduk ve nedenini biliyordu, ama buna rağmen salağa yatıp, ya da beni salağa yatırıp iletişimimize kaldığımız yerden devam etmek istiyordu. Böyle davranmasının nedeni ise; daha önce hep böyle yapmamızda. Bu sefer de öyle yapacağımızı sanıyordu. Ya da beklentisi o yöndeydi.

Zaten "hayırdır, konuşmuyor muyuz?" diye yazarak sorduğu anda, cevap verirsem, ikimiz arasında, onun örtük isteğiyle, bitmek bilmez bi yazışma başlayacak, bunun sonucunda da her zamanki gibi gevezeliğimden yararlanıp, arkadaş olmaya çalışacak, ben ise yine onun davranışlarını yaşına bağladığım için, direnmeyi bırakıp, sürtüp giden bir arkadaş ilişkisindeymişiz gibi, kabalığını hoş görecektim.
Hep böyle yapardık. Sadece onda değil, tüm ilişkilerimde hep böyleydim. O ise bunun farkındaydı ve "hayırdır konuşmuyor muyuz"un sonrasını öngörecek kadar zeki genç kadınlardandı.
Oysa karar vermiştim; kesinlikle özür dilemeliydi. Özür dileyinceye kadar da konuşmamalıydım.

Cevap vermeyeceğimi anladığında ise yazmayı bırakıp aramaya başladı. Telefonlarına da cevap vermedim ama ısrarlı mesajlarından ve aramalarından şunu anladımki; erkek arkadaşından ayrılmıştı. Bu yüzden yanlızlığını, onu anlayacak, onun gibi düşünecek biriyle gidermeye çalışacaktı. Oysa ben onun yalnızlığını gidersem bile, duygusal boşluğu devam edecekti..

Bunu ona, henüz biz görüşürken de defalarca farklı konulardaki tartışmalarımızda, farklı şekillerde söylemiştim, söylüyordum;
"Şu an erkek arkadaşın var diye yalnızlığı pek hissetmiyor olabilirsin ve hatta sırf yalnız kalmamak için de erkek arkadaş ediniyor olabilirsin. zaten erkek arkadaşından ayrıldığında da sürekli beni aramanın nedeni, bu yalnız kalmama çabandan başkası değil. Ama bence yapman gereken tek şey, yalnızlığını ehlileştirmek. Yalnızlıkla başa çıkmayı öğrenmek.
Oysa sen henüz bunun farkında değilsin ve bu yüzden dışarı çıktığında veya okula gittiğinde sürekli yanında birini bulunduruyorsun. Böyle yaparak kendine yazık ediyorsun. Bunu çok geç olmadan anlamalı, yalnızlığı ve sana ait yalnızlığını kabullenmeli, yavaşça da ehlileştirmelisin. hayatında kimse olmadan, yanında kimse bulunmadan da yaşamanın normalliğini, normalliğin ortaya çıkaracağı güzelliği keşfetmelisin"

Bu ve daha nice cümleleri farklı zamanlarımızdaki sohbetlerimizde de kuruyor, ona kendimden örnekler veriyordum ama o hep red ediyor, aksine aslında yalnızlığı bildiğini söyleyip duruyordu. Oysa o sadece, o anda bana karşılık vermek için bu tür cümleler kuruyordu. çünkü hiç kimse kuru bir yalnızlıkla baş başa kalmadan, yalnızlığın ne olduğunu bilmez, bilemez. Onun öğrenmesi de çok sancılı olacaktı. Şimdi ise henüz toy olduğu için vakti vardı...

Yaz ayları geçerken, okulların açılmasına da az zaman kalmıştı. Geçtiğimiz yıl erkek arkadaşıyla çok zaman geçirdiği için çevresinde pek arkadaş edinememişti ve şimdi okullar açılıp da yüzlerce öğrencinin olduğu koca anfiye tek başına girip çıkmaya başladığında biraz şapşallaşacaktı.
Oysa söylemek istediğim şey de buydu; hayat erkek arkadaşlarımızdan ibaret değildir. Dışarı da kocaman bir dünya var. Değiştirebileceğimiz veya bizi değiştirecek kocaman bir dünya...

Eğitim dönemi başladıktan bir kaç hafta sonra okula gittiğimde fakültenin önünde, geçen yıl sınıfta hocaya sorduğum ensest sorusunun ardından gelip benimle tanışan genç kadın arkadaşımla karşılaştım ve onunla birbirimize sarılıp öpüşürken, Travesti Sesli'de hemen yanındaydı.
Bana bakıp ona selam vermemi, onu da sormamı ve hatta ona eskisi gibi sarılıp öpmemi bekliyordu ama ne yazıkki, onun benden açıkça "özür diliyorum" diyeceği zamana kadar, onu görmemeye ve yok saymaya kararlıydım.
Bu yaptığım sessiz bir şiddet gösterisiydi ve beden yerine ruhun ezim ezim ezileceği, görünmez bi şekilde alınan sert darbelerin görünmez bi şekilde kişiyi hiç tatmadığı kadar büyük bir acıyla incitmesinden başka bir amacı yoktu.
Kalın Sesli'nin yanında, diğer arkadaşımla tüm içtenliğimizle birbirimizi yanaklarımızdan öpüp, ardından da ayak üstü bi kaç saniyelik samimi bir muhabbet edişten sonra tekrar öpüşüp ayrılınca, Kalın Sesli olduğu yerde gözlerime dik dik bakarak öylece kala kalmıştı..

Bu ilkinden sonraki karşılaşmalarımızda da onu yine yok saydığımı kabullenmiş olmalıki, gelip özür diledi ve bende özründen önce sanki bir şey olmamış gibi davranmaya başlayıp arkadaşlığımızı sürdürdüm.
Bundan sonra ise gerçekten de çok gülüp geçtiğimiz anlar yaşadık, fazla vakit geçirdiğimiz için de sürekli kavga ettik, tartıştık ama sonrasındaysa eskisine göre iyice yakınlaştık.

Bazen yine eskisi gibi kabalıkları olmadı değil, ama artık kabalıklarına karşılık özür dilemesi gerektiğini öğrenmiş olduğu için özür diliyordu ve ben de bunun üzerine arkadaşlığımızı yine devam ettiriyordum.

"Ettiriyordum" diyorum çünkü dün gece beni ısrarlı bi şekilde o bara götürüp, sonrasında ortalık karışmaya başladığında beni tek başıma bırakıp gitmesi son nokta oldu.
Neyse olan oldu zaten. Artık çok umrumda değil. Ama umarım ya yeni bir erkek arkadaş edinir, ya yalnızlığını ehlileştirir, ya da lezbiyen olduğunu kabullenir veya umarım arkadaşlarımın "o sana aşık" cümleleri doğru çıkmaz...

Otalığın karışması ise; bara gelen ikisi hafif sarhoş, biri ayık genç üç kadından dolayı oldu. Çünkü eğlence başladığı sırada dışarıda onlarla tanıştık ve içeri girdiğimizde kadınlar "ya bize sahip çıkar mısın" dedikleri ve diğer ayık olanda sürekli "yardım et bana" demesinden dolayı, kadınları, erkeklerin götürüp sikmemeleri için çabalamaya başladım.

Kalın Sesli ise onların sarhoş olarak buraya gelmelerinden dolayı, bardaki erkekler tarafından götürülüp sikilmelerinin bizi ilgilendirmeyeceğini, başlarının çaresine bakmalarının sadece kendilerini ilgilendirdiğini söyleyip duruyordu. Üstelik bunu kızlara da defalarca şu cümlelerle söyledi:
"ne diye sarhoş olarak bara geliyorsunuz ki?"
"burası bar, ne bekliyorsunuz ki?
"madem sikilmek istemiyorsunuz, neden sarhoş geliyorsunuz ki?"
"bu kadar erkeğin arasında ne arıyorsunuz?"
"burdasınız, demekki sizde sikilmek istiyorsunuz"
"ee baksanıza herkesle dans ediyorsunuz, istemiyorsanız etmeyin, neden dans ediyorsunuz ki?"

Bu ve diğer aklımda olmayan "amınıza koyayım"lı cümlelerini de gece boyunca çabalamalarım esnasında sarhoş kadınlara karşı kurup durdu.
Kadınlara karşı bunları söylerken, arada bazen beni de kenara çekip "ya bırak kadınları ne halleri varsa görsünler. adamlar şimdi seni dövecekler, sana bir şey olacak. boşuna niye başını belaya sokuyorsun. baksana zaten adamlar çok pis. seni döverler, sana bir şey olacak" gibi cümleler kurup durdu. bi an ona hak vermedim değil, ama sonra içimde bi yerlerde çok derinden duyulması zor da olsa bi sesin "yaptığım şeyin devamını getirmem gerektiği"ni tekrarlayıp durdu. Hem zaten eğer doğru bildiğimizi yapmayacaksak, neden yaşıyoruz ki? Neden sağlığımız yerindeki? Bu yüzden kalın sesli'nin yüksek volümlü sesini umursamadım ve onun aksine, içimdeki volümsüz sesi dinleyerek yaptığım şeye devam ettim.

yani, Kalın Sesli'nin kadınlara kurduğu küfürlü cümlelerine karşılık, kadınların sarhoş olarak sikilmelerini önlemek için çabalayıp durdum. eğlenmelerinin sadece burada herkesin gözü önündeki danslarıyla yeterli kalması için uğraşmaya devam ettim.

Tabii uğraş derken, orda dans etmeleri ve herkesle sadece müzikten dolayı yakınlaşmalarından bahsetmiyorum. Çünkü zaten dans etmeye gelmişlerdi. Bu herkesin önündeyken normaldi, sarhoş genç kadınlara rağmen ayık olan herkes topluluk içinde otokontrolünü sağlayabilir, sıkıntı çıkarmadan eğlencesine devam edebilirdi.
Ama işin rengi, ayık erkeklerin, sarhoş genç kadınları kendi arabalarına bindirmeye çalışmaları ve benim karşı çıkmama rağmen, onları ısrarla dışarı götürüp çekiştirmeye başlamalarıyla değişince, kendimi bi anda kelle koltukta gezerken buluverdim.

Bi ara ortam iyice gerildiğinde, kadınları götürmeye çalışan erkeklerden bir kaçıyla birbirimize o kadar sert karşılık vermeye başladıkki, içlerindeki en yakışıklı ve en atletik ve en iri olanı bana doğru gelip iyice yapıştıktan sonra kulağıma "kızlar istiyor sana ne, sen niye karışıyorsun" dediğinde, ben çoktan tahrik olmuş, onunla olan vücut yakınlaşmamızın verdiği mecburiyetten dolayı çocuğun iri memelerinden birini, onu taciz etmek amacıyla dokunurken dayanamayıp hafifçe çimdiklemiştim ve o da bunu fark edip şaşkınlıkla geri çekilmişti.

Bu hareketim sonrasında o bi daha gelip beni bu kadar yakınlıkta uyarmadı. Ama diğer arkadaşları sarhoş kadınları çekiştirirken, kadınlar ve onların arasına girdiğimde bana "bırak kızların peşini" ve "kafan gövdene ağır geliyor herhalde" cümlelerini kurmaya başladılar.

Tehditlerini bi an korkarak karşılasam da, sonrasındaki bi kaç saniye içerisinde; yaptığımın yanlış olmadığını ve haklılıktan kaynaklı bir davranış içerisinde olduğum için duruşumu ve çabamı devam ettirmem gerektiğini düşünerek, onların tüm küfürlü tehditlerini de umursamadım, çabalarımın sonunda ise kadınları arabaya atmalarını önlemiş olarak içeri girip tekrar dans etmeye başladık.
bi kaç dakika sonra ortalık yine hareketlendi, gelip beni kenara çekmeler yine arttı, ve en sonunda tekrar dışarı çıktığımızda, kafamın gövdeme ağır geldiği tehditlerini tekrar işitmeye başladım.
Bu esnada gözüme kapıdaki badigard ilişti, ona durumu anlattım ama pek iplemedi. Olduğu yerde korkuluk gibi durup bakmaya devam etti. Zaten etrafımızda uzaklaşacak karga yoktu, korunmasız taze etin başına konmuş akbabalar vardı ve bostan korkuluğunu pek takmıyorlardı.

Ama inadım inattı; yani kadınları sarhoş olarak siktirmeyecektim. Bu yüzden tehditlerini ve tüm itip kakmalarını umursamadım, en sonunda ise Akbabaları uzaklaştırıp, kargaşayı bi şekilde giderdikten sonra kadınları, sarhoş halleriyle başlarına bir şey gelmemiş olarak alıp, başka yerde olan arkadaşlarına bırakıp ayrıldım.

Bu sırada Kalın Sesli'yi de gece boyunca takındığı tavrından dolayı ayıplayarak ciddi bi şekilde azarlamış, kadınlarla sarhoşken bu şekilde konuşamayacağı konusunda uyarmış, eğer almakta olduğu Hukuk Eğitimi'ni gerçek hayatına uygulamayacaksa, babasının parasını yemeyi bırakıp, bi an önce Mardin'deki hayatına geri dönmesini söylemiştim. O da bana bağırıp çağırmış, onu dinlemediğimi görünce de defolup gitmişti.

Ertesi gün de ona "sen fazlasıyla bencil, sadece kendini düşünen birisin. iyi bir insan değilsin. kötüsün. İçindeki kötülüğün azalmasını zamanla da yok olmasını dilerim. ama benimle bi daha karşılaştığında tanımamazlıktan gel. senin gibi insanlara hayatımda yer yok" mesajını atıp engelledim. Ben engellerken bir şeyler yazıyordu ama göndermesine izin vermeden engellemiştim ve mesajları bana ulaşmadan onda kalmıştı.
O zeki biriydi, eğer mesajının bana ulaşmasına izin verseydim, yine kendince haklı nedenler öne sürecek, yüzlerce yalan söyleyecek ve en sonunda da, yaptığının yanlış olduğunu kabul ederek özür dilerken, bi daha asla böyle bir davranışta bulunmayacağına yemin edecekti. O böyle biriydi. Ama ben artık hayatımda sadece kendini düşünen, gözünü kırpmadan yalan söyleyebilen insanları tutmayı bırakmıştım. Bundan habersizdi...

Kadınları arkadaşlarına bırakıp ayrılırken, onlara "çok şükür siz istediğiniz için, sarhoş olarak sikilmenizi önledim. eğer yarın ayıldığınızda hala aynı kişileri istiyorsanız, okul zaten küçücük. kampüste iki tur attıktan sonra karşılaşmanız zor değil. birbirinizi tavlayıp seks yapın. ama şimdi salak salak insanların arabasına binip, gece boyunca size tecavüz etmelerine neden olup kötü bir anı yaşamayın" demekten geri kalamadım. Çünkü biliyorumki; arabaya binip gidecek olsalardı, gece boyunca bardaki tüm erkekler üstlerinden geçecekti.
Sabahın ilk ışıklarına kadar, ya da onlar ayılıncaya kadar sürecek olan bu tecavüzler ise onlara, kötü bir anıdan başkasını vermezdi.

Bunu biliyorum ve çok eminim. Bunu en çok ben biliyorum ve herkesten çok ben eminim.
Çünkü bir arkadaşımla uzun zaman önce görüşmeyi kestik ve yaşamış olduğu travmadan habersiz olarak, onunla aramızda iki kişilik "doğruluk mu cesaret mi" oyunu oynarken, ona 18 yaşından bu yana sakladığım sırrımı söyledim ve bu sırrım, onun henüz bi kaç yıl önce yaşadığı çok daha kötü bir anısının karşıtlığından başkası değildi.

Görüşmeyi kesme nedenimiz şöyle gerçekleşmişti, o:
-hadi birbirimize hiç kimseye anlatamadığımız, utanç verici bir sırrımızı söyleyelim. ama ikimizde dürüst olacağız ve her zamanki gibi açıkça söyleyeceğiz. tamam mı?
-tamam.
-söz mü?
-söz.
-o zaman sen başla
-hayır sen
-ay tamam ben başlıyım. geçen ay memlekete gittiğimde annemin parası çaldım ve o düşürdüğünü sanıyor
-annenin parası olduğu için bu normal bence. hırsızlık bile sayılmaz.
-ya üff, ama ben çok utanıyorum.
-iyi peki
-o zaman sen bi sırrını söyle. benimki gibi olmasın. gerçekten utandığın bir sır olsun
-ya yok ya, beni bu kez es geçelim. aklımda bi tane var ve gerçekten düşündüğüm zaman utanıyorum. iyisi mi ben biraz daha düşüneyim.
-niye ya. aklındakini şimdi daha çok merak ettim. söyle, hem bu bi terapi gibi
-hımm iyi peki
(o an durdum ve düşündüm. gerçekten aklımdakini söylesem mi, söylemesem mi?
belki de aslında hiçbir zaman söylememeliydim ama işte, o gün bayram günüydü ve biz gidecek, konuşacak, görüşecek kimsemiz olmadığı için onun evinde buluşup kahvaltı etmiş, sonrasında da işte Kadıköy'e doğru yürüyorduk.
ben düşünürken o da ısrar etmeye devam ediyor, aramızda her şeyi konuştuğumuz için ona güvenmem gerektiğini tekrarlayıp duruyordu. tekrarlamaları arasında karar verip söze şöyle başladım)
-18 yaşındayken, Taksim'de sarhoş genç bi kadın beni çok beğenmişti ve beni istediğini belli ettiği için, bende onunla tanışmış 5 dakika sonra ise arkadaşımın evine götürüp beraber olmuştum.
aradan yıllar geçti ama bence sarhoş biriyle olmamalıydım. aklıma geldikçe utanıyorum. onun istemiş olması yeterli değildi. ben onun sarhoşluğundan yararlanmıştım" dedim. cümlem bittiğinde onun bakışları dondu kaldı ve hiç konuşmadı. 20 dakika sonra Moda Çay Bahçesi'ne girip oturduğumuzda da konuşma-maya devam etti.

Ters bir şeyler olduğunu anladım ama 1 saat daha oturmamıza rağmen hâlâ konuşmayınca çok utanıp "ben gitsem iyi olacak" deyip kalktım ve o bu sırada:
-sana ne diyeceğimi bilemiyorum
-lütfen bir şey söyleme
-yanlış anlama seni yargılamıyorum
-hayır hayır bir şey söyleme. görüşürüz sonra
-seni yargılamıyorum. sadece susmak istedim" dedi ve biraz daha sessiz kaldıktan sonra ben kalkıp gittim. bir daha da yüz yüze hiç görüşmedik.

Ama o günden sonraki bir kaç gün içinde bana whatsapp'den şöyle yazmıştı:
"Hayatta bazı şeylerle karşılaşmayı hiç ummazdim. Lay lay lom yuruyusumuzde de sorduğum sorunun altından gelecek bilginin böyle ağır olacağını bilemedim. Yanlış birşey soylememek için sustum. Şimdiyse dusunuyorum , birsey yapabilir miyim? Bu nasıl geçer ? Nasıl değişir? 
Başıma geldi.. ustune konuşmak istemiyorum ama beni en çok yaralayan kısmı bu işte. Kendime hep sordum bana bunu yapan kisinin hala dostları var o hala yaşıyor çevresi var geziyor tozuyor, nasıl olur ya böyle bir insanla , insanlar nasıl arkadaş olmaya devam eder ki diye hep sordum, çok üzüldüm aylarca konusamadim içime attım sarhoş oldum ayilamadim ne olduğunu bilmeyen ama kendini kaybeden beni, arkadaşlarım tasidi hep bi yerlere. 
Anlatamadım ne desem bilemedim. Ağladım ve kendimi kaybettim sadece. Unuttum sandım. Bi gün falimda çıkana kadar. Bana ulasmasini engellemiştim, bir cesaret yüzleşmek istedim. Bana ulaşmak istemiş. Bir sorun olduğunu ne olduğunu bilmediğini söyledi. 
Yaptığını anlattigimdaysa tepki veremedi bile . Birlikte agladik. Seni ben affediyorum ama Allah bir daha böyle birşey yaparsan umarım affetmez seni dedim. Affedemedim. 
Birilerine dokunmak çok zamanimi aldı. Arkadaşlarımdan uzaklaştim kendime yabancilastim. Biliyorlardı ben de birşey olduğunu ama soyleyemedim. Evlerde partiler olurdu yatak az olurdu. Ben kimseyle uyuyamazdim tek kalmama izin verirlerdi. 
Gay bi arkadasa alistim sonra o partiye geldikçe ona sarılıp uyudum hep. sonra bir adam çıktı karşıma. Eski sevgilim işte. İlk gece arkadaşın evinde sevistik. Ben ilişki istemediğimi soyledim . Bana geldi sonra tekrar sevistik ağlayarak anlattım başıma geleni ve onceden başka bir sevgilimden sokak ortasında yasadigim tacizi. Bak dedim iliski istemiyorum ama bana saygı duy bana bunları yapma. Yola çıktık onla nusaybine kadar gittik. Yolda ona güvendim iyi yol arkadaşı iyi insan demekti. Sevgili olduk. Aylar sonra sokak ortasında saclarimi çekiyordu. Affedemedim bu sefer. 
Hiç bir erkeğe güvenim kalamadı. Bana bile bile bunu yapan erkeğe hele hiç guvenemedim bir daha, hani anlatmıştım ilk gece bana vurmayacakti kötü davranmayacakti diye dusundum... psikolaaga gittim aylarca , toparlanmam lazımdı bu sefer kolay oldu savunma dersleri aldım. Şimdi biri bana dokunsa ağzını burnunu kirarim dedim. İşin teorisini öğrenmek için siddetsizlik merkezine başladım. Kendimi tanımaya sevmeye başladım tekrar. Ama o adamları affedemedim. Hiç hem de. 
Nefret buyudu içimde tiksinti arttı. Yokmuş onlar gibi yaşamaya çalıştım. Sokakta karşılaşınca maalesef bayilacak gibi oluyordum. Yolumu değiştiriyorum dua okuyorum yanımda biri varsa ona sariliyorum bilmiyorum, şimdi bunca şey yaşadım ama kötü konusamadim sana. 
Karşılaşmamız konuşmamiz bir kader sanki ben içimde nefretimi büyütürken ve yok sayarken yasadiklarimi karşıma çıkan sır bana diyor ki sanki, mücadele et dusun yardım et yok sayma. Ama inan ne diyeceğimi bilmiyorum. Uzun zamandır kimseyle konuşmamıştım. Bana inanmayan yakın dostlarım oldu destek olmayan. ben çok yalnız kaldım o adam kalmadı hem de hiç ... 
seni yargılama hakkım kesinlikle yok ama inan bilmiyorum senin için ne yapabilirim birşey yapabilir miyim bilmiyorum... çok üzgünüm seni kirdiysam.  en büyük sirrim bu benim de işte, bu da sen de kalsın.."

(onun bu mesajına karşılık şöyle yazdım)
kurban olayım ben sana. sen tanıdığım en güçlü insansın. senin yanındaykenki rahatlığımın, verdiğin huzurun tarifi yok. 
keşke anlatmasaydım. eskisi gibi yine içimde öyle bi yerde beni yemeye devam etseydi, ama böyle içimden çıkarıp sana atmış olmasaydım. affet beni.

(mesajıma karşılık şöyle yazdı)
Affetmek bana dusmez, kader demek ki karşıma çıktı tekrar. Ben kendimi toparlayayim bir sure. Dusuneyim. haber alamazsan darılma olur mu?

(yukardaki cümleleri yazdığında, karşılık olarak şöyle yazmam gerektiğine inanarak şunları yazdım )
Yok estahfirullah. İyi ol yeter. Dilersen bir yerlerde karşılaşırsak tanışmamış gibi yapalım. Bir süre ikimiz için de daha iyi olur. dikkat et kendine.

bu yazışmamızdan bir-iki hafta sonra ona Facebook'tan şöyle yazdım:

selam kardeşim, seni çok seviyorum, seni ilk gördüğümde de böyle uzaklara dalıp giden, bedeni orda olmasına rağmen, kendisi orda olmayan birini görmüştüm. oturup konuşalım. birbirimizi dinleyelim. lütfen. Uzun bir sure oldu konuşmayali . Dusundum dusunemedim . Bilmiyorum. seni kırmak istemiyorum ama bu suskunlugum kırıcı bir hale geldi farkındayım. On beş gün daha yogunum sonrası için konuşalım oturup Canımsın, tamamdır. Sana haksızlık yapmak istememiştim. Ama sanırım biraz çocuğum bazı sırlar insanları etkileyebilir uzebilirmis bilmiyorum. Sonrasında üstüne dusunemedim bile sadece çok kötü hissettim. Seni süreçte uzduysem üzgünüm. Vakit ayiramadigim içinde üzgünüm. Umarım iyisindir ve hayatin güzel gidiyordur.

seni suçlamadım ve davranışını masumca buluyorum. hatta çok masumane ve günahsızca bir davranış. doğal, samimi, içten ve çok insani bir davranıştı. bu doğallığın yüzünden sana haksızlık yaptığımı bile düşünüyorum. çünkü öncesinde seninle, senin bireysel sorunların üzerine konuşmadık ve ben aslında senin konuşmanı bekledim. sanki bir şeyler anlatman ve içindekini dışarı çıkarman gerekirdi gibi bir his vardı içimde. hatta seni ilk gördüğümde (ki seni ilk gördüğüm andaki o durgunluğunu fazlasıyla masumane bir etkileyiciliği olduğunu söylemiştim) dalıp gitmiş ve bedeni orda olmasına rağmen kendisi orada olmayan birini görmüştüm. o çatıdaki dalmışlığın fazla derineydi ve bunun kelimelerle ifade edilmesi yetersiz.. görüştüğümüz süre boyunca, keşke seninle, senin daha çok konuşmana fırsat vererek konuşsaydık. onu da yapamadım, hep sen konuşursun, anlatırsın diye bekleyerek erteledim, sana da ertelettim. böylece sırtındaki yükten habersiz kaldım ve o yetmezmiş gibi büyük bir yük daha yükledim sırtına. seni çok üzdüm affet. Lütfen özür dileme.. kapatalim artık bu mevzuyu.

11 Kasım 2018

olmakta olandan gerçeğe kaçmak veya gerçekten kaçmak

Önceki gün duşta yıkanırken, bi anda; yaşamakta olduğum hayatın gerçekliğinden aslında kopuk olduğumu, hayatı herkes gibi gerçek hâl ve bilinciyle değil, aslında kendi yaratmış olduğum düz, hissiz, etkisiz ve yapay haliyle yaşadığımı görüp, gördüğüm için ise, hemen şimdi bu kopukluğu ve yapaylığı gidermek amacıyla, güçlü bi şekilde yaşamakta olduğum bu an aracılığıyla herkesin yaşadığı gerçekliğe bağlanmaya çalıştığımı fark ettim.

Bu kopukluğu ve sonrasındaki "gerçekliğe bağlanmaya çalışma durumu"nu ilk kez yaşamıyorum. Ama özellikle bu hafta bir kaç kez daha yaşamış olunca, duş anında; ilk korkutucu ve dehşetinden biraz daha sıyrılmış olduğumu ve bu sayede, şimdi farklı bi yerde, farklı bi eylem sırasında bu durumu tekrar yaşarken tüm korkutucu ağırlığına rağmen sakin kalabildiğimi, hatta duşta yere yığılmadan ayakta durabildiğimi rahatlıkla söyleyebilirim.

Evet bu "gerçekliğe bağlanmaya çalışma durumu"nu veya olan şeyin adı her ne ise, işte onu bu hafta 3-4 defa daha, yapmakta olduğum uğraşlar esnasında tekrar tekrar yaşadım. Şimdi, geçen yaz yaşadığım ilk deneyimimdekine göre daha sakin geçiyorlar ama ne yazıkki korkutuculuğu yine aynı. 

Özellikle uzun zamandır ilk kez yaşıyor olduğum için olsa gerek, yaşadığım o andaki "gerçekliğe bağlanmaya çalışma durumu" çok ağırdı. Bunu yaşıyor olma nedeni olarak, bazen fazla zihinsel bir işlem içinde olduğumu düşünüyorum ama aslında o anlarda öyle bir uğraş içinde olduğumu söyleyemem. Hatta zihinsel uğraşın aksine, her zamanki kadar sade ve fazlasıyla dümdüz yaşadığımı ve algılarımın da bu şekilde çalıştığını söyleyebilirim. Ama bu şekilde yaşıyor olmama rağmen neden böyle korkunç ve ağır bir şeyi deneyimliyorum anlamış değilim.

Zaten bu deneyimi uzun zamandır ilk kez tekrar yaşarken yaptığım yorucu veya zihinsel bir uğraş da yoktu. Sadece fotokopici'de, sınavlara 10 gün kalmış olmasına rağmen kitapçıya gelmemiş olan kitaplarımızdan birinin fotokopisini çekiyordum o kadar.

Ama fotokopi işinin yarısına gelmiştim ki, pencereden bakmakta olduğun apartmanların olduğu sokağın arasındaki derinliğine gidip geldiğimi, renkleri çok daha yoğun gördüğümü, ardından da kusmak, baş ağrısı ve bilinç kaybı, bilinç kayması gibi şeyler yaşamaya başladığımı hatırlıyorum. Ya da aslında ne olduğunu bilmediğim duygu durumlarını, şu an bu şekilde tanımlıyorum.
Çünkü o anda olduğum yere yığılacakken kendimi zar zor tutmaya çalışıyor, sahibime şükür etmek amacıyla içimden fatiha süresi okuyor, beni bu durumla baş başa bırakmaması için ona defalarca yalvardığımı, üst üstte kelimeli şehadet getirdiğimi de anımsıyorum.
ve şimdi düşünüyorumda, o an allah'a şu şekilde  yalvardığımı da daha net anımsıyorum "allahım ne olur bana yardım et. ne olur bana bir şey olmasına izin verme. allahım ne olur olmakta olanı anlamam için bana zihin açıklığı ver. ne olur allahım yardım et. allahım ne olur güç ver bana. bu yaşadığım şey ne? allahım ne olur anlamam için bilgi ver bana."

O an çok korkmuştum. Sonraki günler yaşadığım "gerçekliğe bağlanmaya çalışma durumu"ise bu yaşadığıma göre daha hafifti. Hatta dalga geçecek olursam; bunlar, ilk yaşadığıma göre çerez bile sayılırlardı. Çünkü ilkini geçen yaz çalıştığım tatil beldesinde gezinirken yaşamıştım ve kendime geldiğimde, sokaklardan birinde bi kaç saniyelik de olsa bilincimi kaybetmiş bi şekilde bi köşeye kusmuşken yığıldığımı, kendime gelip de, yardım için etrafıma toplaşmış bir kaç kişiye "bir şeyim yok, güneş çarptı her halde. yok ambulans çağırmayın. gerek yok" gibi cümleler kurduğumu hatırlıyorum.
İnsanlar dağıldıktan sonra ayağa kalkıp yürümeye devam etmiş, bu arada da içimden; olanları ve olmakta olanı anlamam için allah'ın bana yardım etmesi için dua ediyordum.

O ilkti ve anımsadığım kadarıyla büyük bi dehşete kapılmıştım, ama şimdi dönüp o ana baktığımda o gün tam olarak ne yaşadığımı, ne hissettiğimi detaylarıyla hatırlamıyorum. Çünkü geçti gitti ve insan unutkandır. Ben ise çok çok unutkanım.

Tabii o anı biraz unutmaya çalıştığımı ve yaşadığım korkunç deneyime karşılık, o gün kendimi sakinleştirmek için aslında bir şey olmadığını, sadece otelin personel yemeğinin kötü olmasından kaynaklandığını veya hava sıcaklığından etkilendiğimi söyleyip durmuştum.
Akşam tekrar kusarak, aynı şeyi yaşadığımda ise; kendimin bile daha ne olduğunu bilmezken, şimdi kalkıp birine anlatsam bile kimsenin anlamayacağını düşünerek, yüzümü yıkayıp odama gittiğimde ise suyun altında oyalanmıştım.

Şimdi bunları tekrar yaşıyorum ama aslında yaşadıktan bi kaç gün sonra dönüp baktığımda pek bir şey olmadığını da düşünmüyor değilim.
Ya da dediğim gibi; aslında, şu an üzerinden zaman geçmiş olduğu için bir şey olmadığını sanıyorum.
Tabii biraz da tanımlayacak, kelime bulamıyorum. Çünkü nasıl anlatacağımı, tam olarak nasıl tarif edeceğimi de hiç ama hiç bilmiyorum.

Geçenlerde bu durumu tekrar yaşadığım günün sabahında, iki haftada bir İstanbul'dan gelip Adalet Psikolojisi ve Adli Tıp derslerimize giren Profesör'e, son dersin bitişinde yanına gidip "hocam sizin branşınız psikiyatri miydi? sanırım bi sıkıntım var da.  inception'u izlediniz mi? orda hani rüyadayken gerçekliğe uyanıyorlar ya, işte bu ara onun gibi bir şey yaşıyorum" diye tarif etmeye kalkıştım ve hoca cümlemi bitirir bitirmez "bu benlik değil, nöroloji bakar buna" deyiverdi. Teşekkür edip konuyu kapadım.

Evet aslında şimdilik tam tanımlama, ya da olayı anlama ve anlatma biçimim bu şekilde. Çünkü yaşamakta olduğum gerçekliğin aslında gerçek olmadığını, her şeyin aslında gerçek gibi göründüğünü ama benim aslında o gerçekliği yaşamadığımı ve şimdi tüm bu zihinsel eylemler esnasında gerçekliğe bağlanmaya çalıştığımı fark ediyordum.

Üstelik olmakta olan şey sırasında, bi yandan da; nasıl olup da gerçeklikten koptuğumu, neden koptuğumu, neden kopmuş olduğumu, ne zaman koptuğumu, ne zamandır nasıl koptuğumu, nasıl olur da şimdiye kadar bu kopukluğu fark etmediğim gibi soruları da kendime sorup duruyordum.

ve aynı anda şu soruyu da düşündüğümü şimdi hatırladım: şimdiye kadar hayatı, herkesten farklı bir şekilde hissederek yaşamıştım. bunun farkına şimdi varmıştım ve bu yüzden gerçek hayatı yaşamadığımı, gerçekliği aslında yaşamadığımı, ama bi an önce bağlanarak yaşamam gerektiğini, belki de aslında herkesin yaşamakta olduğu gerçekliğe hemen bağlanarak yaşamak yerine, sakince adım adım bağlanarak mı yaşamaya başlamam gerektiğini de düşünüyor, soruyor ve kendimi sakinleştirerek fikir de yürütüyordum.

Yani işte özetle; şu an aklımda gelmeyen ama bitmek bitmeyen sorular arasında, aslında tüm gerçekliğine rağmen, bilinç olarak gerçek hayattan kopuk olarak yaşadığımı ama o anda tüm gerçekliği fark edip, herkes gibi olmayan gerçekliğimden, herkes gibi olan şu anki gerçekliğe bağlanmaya çalıştığım durumu bir kaç defa daha yaşadım.
Korkutucuydu, ama şu anda o durumun içinde olmadığım ve üzerinden de günler geçtiği için ne kadar ve nasıl bi korkunçluktu olduğunu tam ifade edemiyorum.

Dediğim gibi; şimdi o anları yaşadığım zaman yere yığılıp kalacağım gibi bir şey oluyor ama korkudan ve yaşadığım dehşetten dolayı o an yapmakta olduğum işi yapmaya devam etmem gerektiğini düşünüp, bi yerlere hafif dayanırken, aynı zamanda allah'a "beni bana bırakmaması için" yalvarmaya başlıyorum.
Çünkü o an o kadar çok korkarak anlıyorum ki; bana tüm bu olanlara ve olacaklara karşılık sadece Allah'ın yardım edeceğinden emin oluyorum.



08 Kasım 2018

Geçen yıldan bu yana yaşadıklarımdan öğrendiklerim

Düzenli bi  hayat yaşamak zor değil, sadece sabır ve inat isteyen bir iş.

Bu yaz otelde çalışırken fark ettim, sanırım hiçbir zaman yaşımın ekmeğini yiyemeyeceğim. Çünkü olgun biriymişim gibi davranmak, "yaşlıyım ve bana hürmet edin, saygı gösterin, bir dediğimi iki etmeyin" tarzında bir yaklaşımda bulunarak insanlarla iletişim kuramamak gibi bir sorunum var. Ayrıca yaşlıyım diye hürmet mi gösterilir? Bunu oldum olası saçma bulmuşumdur. Saygınlık, yaşla gelen bir şey değildir, gerçekten saygın biri olmakla ilgilidir.

Artık hemen düşmüyorum iltifatlara. zaten iltifatları gerçek bulmuyordum ama şimdi sikmek için yapılan iltifatlara kanmıyorum.
oysa eskdien öyle değildi ve böyle olduğunu bilmiyordum. şahit ola ola öğrendim. öpülsem bile, amacın seks olduğunu anlıyorum. eskiden ne salakmışım, biri iki güzel laf söyleyince aşık oldu sanıp hemen yanına yatıyordum. eskiden ne aptal mışım, biri bana güzel baktı mı, boynuna atlıyordum.





gereksiz yazılardan biri

Okuldaki yüzler artık pek yabancı gelmiyor. Çünkü geçen yıldan bu yana her önüme gelenle tanışıyor, ne yaptıklarını, ne yapmak istediklerini, neden okul okuduklarını, neden bu okulu seçtiklerini, okudukları bölümü okuma amaçlarını ve diğer onlarca soruyu daha sorup muhabbet ediyordum.

Bu kadar soruya karşılık bir çoğundan "neden bunları soruyorsun" veya "neden çok soru soruyorsun" gibi yanıtlar alıyordum.
Yanıtlarına karşılık olarak cevabım ise "çünkü 3-4 yılını okul okumaya vereceksin ve doğrusu bunun senin kararın olup olmadığını  merak ediyorum" oluyordu.

Evet, kararlarının kendilerine ait olup olmadığını merak etmekle beraber, aynı zamanda insanları tanımak ve seçimlerinin nedenlerini anlamak için sorup duruyorum. Çünkü insanları anlamak, tanımak istiyorum ve bence insanı anlamak, insanlığın var olan sorunlarına çözüm bulmak için olmazsa olmazlardandır.

Zaten sorularımın karşılığında gördüğüm şu oldu ki; herkesin kendini ikna ettiği haklı bir nedeni vardı, ama tüm haklı nedenlerine rağmen bazılarınınki çok salakçaydı. Çünkü bunlar aslında okumayı hiç istemiyorlar, ya da aslında sadece aile baskısıyla okuyorlar, bazıları ise aileden birinin hayalini gerçekleştirmek için okuyorlar.
Tüm bunlar çok saçma. Ne yani hayatının 3-4 yılını ailenin istediği kişi omak için mi harcayacaksın ve sonrasında da pişmanlıklarla dolu bir ömür mü sürdüreceksin. Bu salakça değil mi?

Bu tür insanlara acımak ile acımamak arasında gidip gelmişimdir. Çünkü aile çoğu zaman çocuk için iyi olanı yapmak konusunda adım atarken, aslında farkında olmadan kötü olan adımı atar. Bu kötü adım sonunda ise çocuk kendisi olarak değil, ailenin içindeki baskın karakterin gerçekleştiremediği hayali yapan kişiliğe bürünmüş olarak yaşamaya başlayıp büyür, okur ve bi bok olmadan mutsuz bi şekilde yaşlanıp ölür.

Bu tür yaşamlara insan israfı diyorum. Yazık. Çünkü belki de dünyaya büyük bir yararı olabilecekken, hırsına yenik birinin etkisiyle, kendisinin olmadığı bir kişiliği sürdürüp, yaşamının sonuna varıyorlar. Bu tür yaşamları azaltmak ve herkesin istediği gibi yaşamasını sağlamak konusunda bir şeyler yapmak istiyorum ve zaten çoğunlukla yeni tanıştığım insanlara yönelttiğim soruların başlattığı konuşmalarım da hep bu yönde oluyor. Umarım bir-ikisi üzerinde etki bırakıp, kendi hayatlarını yaşamaları konusunda cesaretlendirmişimdir.

İşte sırf meraktan sorduğum sorular, yani kendimce gerçekleştirdiğim anket vari yaklaşım sonunda ve zaten aynı okulda okumaktan dolayı insanlarla karşılaşa karşılaşa çoğuyla tanıdık, yani diğer anlamıyla; selamlaşmalık olup çıktık. Ama sadece selamlaşmalık. Bundan daha fazlası olanlar ise sadece bi kaç kişi oluyor. Diğerleri, aynı kefeye konulduklarından habersiz hayatlarımıza devam edip gidiyoruz.
Gerçi okuldan bağımsız olarak da; daha önce aramızda sadece bir karşılaşma bile olmuşsa, benim o kişiyle selamlaşmaya devam eden ve bu selamlaşmayı, aksi bi durum yaşanmadıkça sürdüren bi yanım hep vardı. Burda olan da bu davranışımdan başkası değil. Hem zaten insanlarla selamlaşmanın ne zararı olabilir ki. Bu yüzden olumsuz bi eylem yaşanmadıkça selamlaşmayı devam ettiriyor, karşımdaki kesmedikçe bende kesmemeye özen gösteriyorum.

İşte şimdi okulda gezinirken de, selamlaşmalarımız bu minvalde gerçekleşiyor. Tanıştıktan sonra muhabbetimizin daha sıkı olduğu bazı insanlarla karşılaştığımda ise ya karşılıklı istekli bi sarılma, ya da tokalaşarak selamlaşma gerçekleşiyor.
Buna rağmen bazılarıyla uzaktan kafalarımızı aşağı yukarı kaldırıp indirerek, bazılarıyla ise el sallayarak selamlaşıp geçiyoruz. Bunlar arasında Zemzem'de vardı.

Zemzem'le geçenlerde karşılaştık. Bulunduğum cafede benim masaya gelip "nasılsın" deyiverdi "iyiyiyim" diye yanıtladım. Elindeki kahvaltı tepsisini masaya bırakıp, beni öptükten sonra oturmaya hazırlanırken bi yandan da tepkilerimi ölçmeye çalışıyordu. Çünkü geçen yıl ona çıkma teklifi etmiştim (http://hayaterkegi.blogspot.com/2018/03/salak-durumuna-dusmek.html ) ve ondan sonra bi daha iletişim kurmamıştık.

Galiba ben onu bir iki defa sağda solda görmüştüm, ama o anlarda sanki yüzünü başka yerlere dönmüş gibi yaptığını düşündüğüm için durup selam vermemiş, yanından öylesine geçip gitmiştim.
Şimdi ise karşımda durmuş arada bakınıyor, sessizliğim üzerine ise bi anlam arayışına giriyordu.

Bi ara tebessüm ettim ve o da gözlerimin içine bakıp "yeni halim nasıl, siyah saç yakışmış mı? eskiden sarı yapıyodum ya, gözlerim? mavi lens kullanıyorum artık. dövmem?" diye durmadan sorular sordu. dövmesi boynundan göğüslerinin arasına doğru iniyordu ve oda bunu gösterebildiği bir kıyafet giymişti. Derin dekoltesi, gözlerin gözlerine değil, göğüslerine kaymasına neden olacaktı.

Tavırları, konuşması ve bakışlarından anladığım kadarıyla eski salaklığından, bir şey kaybetmemişti, ama artık konuşurken biraz daha sakindi. soruyla karışık tepkilerine karşılık ne dediğimi hatırlamıyorum. her zamanki gibi önemsiz bir şeyler konuştuğumuzu, konuşurken ise onu daha acıyarak süzdüğümü hatırlıyorum.

kahvaltısını yaptıktan sonra "sigara içelim mi" dediği için dışarı çıktık ve banklardan birine otururken artık ona acıyarak değil de, daha çok yolunu bulmaya çalışan bir su akıntısı gibi bakmaya başladığımı fark ettim. sorduğum sorulara verdiği cevaplar, ağzını biraz daha yaymadan ama kelimelerin üzerinden durarak konuşmaya çalışması, yeni tarzı, el kol hareketleri ve göz süzüşü falan; tüm bunların sonunda ona baktığımda, sanki tüm davranışlarında değişiklik olduğunu sandırmasıyla beraber, fazla da bi değişmişlik yokmuş gibi bi rahatsızlık vermişti bana.

ama sonra düşündüm de; o'da işte kendince yaşamaya, arada güzel sözler söylenip kandırılarak ve bazen zorla da olsa sikilmesine rağmen ayakta durmaya çalışarak yaşayıp gidiyordu. tüm bunları abartmama gerek yoktu. çünkü kendi saçma hareketlerine rağmen, hayata karşı meydan okuması ve sonrasında düşmüşlüğünü takmadan kalkıp yürümeye devam etmesi yeterdi.
ama yine de gözlerinin içine baktığımda sanki ağlamak için omuz arayan birini görüyordum. oda zaten farkında olmadan bunu bana belli ediyor ve belkide aslında kendisi de kimsesizliğinin farkında olduğundan dolayı bana böyle davranıyordu.

hem zaten hepimiz aynı değil miyiz? kimsemiz yokken, yani henüz sahiplenilmemişken; yalan olduğunu bilmemize rağmen iki düzgün lafa, etrafta gezinen düzgün tiplere kanıp sürekli sikilmedik mi?  oysa istediğimiz şey yalan söylenilerek tavlanıp sikilmek değildi ki.
istediğimiz şey sadece kendi rızamızla, yani kendimiz isteyerek ve aşkla seks yapmaktı. o da bunu istiyordu. ama insanın istediği şeylerin gerçekleşmesi hep zordur. gerçekleşmezdi. gerçekleşir gibi olduğu zaman bile rüyadan uyanır gibi çat diye biter, öylece yarım yamalak kalırdı.

zaten anlattığına göre artık izmirli çocukla da görüşmüyorlarmış. onu sileli uzun zaman olmuş. bir de şey vardı, hani ona bazen tecavüz eden bi çocuk varmış ya, ondan da kurtulmuşmuş. çünkü çocuk hırsızlıktan dolayı yakalanıp hapse atılmış ve 15 aylık hapis cezası varmış. bu yüzden kafası rahatmış artık.
onun anlatımlarına karşılık "iyi bakalım, aa güzel" falan gibi cümleler kurup durdum. sonra "biliyor musun, aslında insan yolunu bulmaya çalışıyor. hepimiz aynıyız. farklı değiliz ve işte yaşayıp gidiyoruz." dedim ve o:
-ama ben gerçekten çok değiştim
-sevindim
-daha da değişicem eski hataları yapmıycam
-sevindim. zaten insan yaparken hata olduğunu bilmiyor. yapmadan da bazen hata olduğunu anlamıyor. zaten olmuş bitmiş her şey.
-seninle konuşmayı özlemişim
-(gülümsedim)
-gerçekten. insanı çok rahatlatıyorsun. harika konuşuyorsun. özlemişim ya resmen
-eyvallah. (gülümsemeye devam ettim)

Bu bi kaç dakikalık konuşmamızdan sonra ayrıldık. Geçen hafta başka bi yerde karşılaştık ve gördümki; aynı hataları yapmaya devam ediyordu. Akıllanmak, çok geç gerçekleşen bir evrim süreci. onun için ise henüz çok erkendi. yiyeceği çok bok, ilerde dönüp baktığında "keşke yapmasaydım" diyeceği çok şey olacaktı. Pek akıllanan tiplerden biri de değil aslında. Çünkü davranışlarına tekrar şahit olunca; onun gerizekâlı sayılacak kadar salak biri olduğuna inandım ve bunun sonunda ona hiç acımadım. Sadece onu salak olarak kabullendim. O da böyle biriydi ve yaşadığı, yediği her şey onun kararıydı.

Bi kaç gün sonra Zemzem'in geçen yıl kankisi olan Oda Arkadaşı'yla karşılaştık. O da aynı bölümde okuyordu ve bu yıl alttan dersi olmadan ikinci sınıfa geçmiş. Sağdan soldan konuşup dururken, konu Zemzem'e geldi ve "ben artık yoruldum onunla uğraşmaktan. geçen yıldan bu yana görüşmüyorum da. ne hali varsa görsün" dedi.
Ona benim Zemzem'e olan çıkma teklifimden bahsettim ve "o zamandan bu yana görüşmüyorduk, geçen gün yukarı da karşılaşınca öyle muhabbet ettik. biraz toparlamış gibi" diye devam ettim.

Arkadaşı ise "yok o kız akıllanmaz. biliyorsun, geçen yıl çok uğraştım, onu biraz toparlamak istedim, elimden geldikçe yardımcı oldum ama artık sıkıldım. ya bi de sen neden ona çıkma teklifinde bulundun ki" dediğinde "bilmem. galiba o ara çok fazla birileriyle takılıyordu ve yaşadığı kötü deneyimlerden onu bi an olsun çekmek istiyordum" diye yanıtlayınca oda bana "ah canım. seni anlıyorum ama ne yazıkki bende çok geç anladım. çünkü o çekip kurtarabileceğin biri değil. ben de en sonunda yine başını belalara sokup durduğunda 'ne halin varsa gör' deyip öylece görüşmeyi kestim"

Biraz daha muhabbet ettikten sonra ayrıldık. Arada bir karşılaştıkça selamlaştık o kadar. Geçen yıldan bu yana Siyahi biriyle çıkıyor. Zemzem'in salaklığına göre, onunla karşılaştırılmayacak kadar zeki, akıllı ve doğal bi kız olduğu için, olmayan aklı başında kişiler listemde yukarılarda duruyor.

Yazı da çok uzadı. Ben de uzadıkça sıkıldım. Bu kadar yazmak yeter, artık bitireyim. Çünkü bitirmezsem, bitecek gibi değil.
Hem zaten onca kişiyle tanışıklığım gerçekleşti. Hepsinden bahsetmeme de gerek yok. İşte karşılaştıkça muhabbet ediyor, vakit geçiriyoruz.


07 Kasım 2018

istanbul mollası

Geçen hafta Perşembe gecesi uçarak İstanbul'a gittim ve saat 01:00 civarında Öküz'le Taksim'de buluşup, valizimi arabasına attıktan sonra Tek Yön'e girip müşteri olduk. Orda biraz öpüştükten sonra, içeriye bakınıp youtube playlistlerinden çalmakta olan müziği dinlemeye çalıştık ama insanların beni ortama yeni düşmüş taze et sanmalarından dolayı etrafımda akbaba gibi dönmeye başlamalarıyla bu durumdan sıkılıp, sonrasında da Öküzün de iyice rahatsız olmasından dolayı ordan çıkıp İstiklal Caddesi'nde gezindik.

İstiklal'i o keş kalabalığından dolayı pek özlememişim ama İstanbul'un geneli için aynı şeyi söyleyemem. Zaten İstanbul'un suyundan içip de ayrı düştükten sonra özlememek mümkün mü?
Ben de en son geçen yıl yine bu zamanlar istanbul'a gelmiştim ve ondan sonra ilk defa geliyordum. Canım istanbul. Canım benim. Seni çok özlemişim ama bi yandan sanki hiç ayrılmamışım gibi bir his var içimde. Acaba aklım hep sende olduğundan dolayı mı, yoksa aslında gerçekte hiç özlemediğimden mi? bilmiyorum ki.

Zaten her şeye hemen alışan şu içim, dışımdaki yaşama hevesimi bazen yok etmiyor değil. Ama onu da böyle olduğu için seviyorum. Çünkü belirsizliğe karşı olan o çekim gücüne karşılık beni sakinleştiriyor ve bana; anormal olan her şeyi normalleştirerek yaşatıyor.

Bu sayede, sanki her şeyi daha önce yaşayıp deneyimlemişim de tüm bu kaos ve koşuşturma koca bi tekrardan ibaretmiş gibi hissetmiyor değilim ama yine de bu durum olumsuz değil ve hatta yer yer hoşuma da gidiyor. Çünkü beni daha makul ve mantıklı, daha insani ve canlı kılıyor.
Ve işte sevgili İstanbul, uzun zaman sonra sana kavuştuğumdaki heyecansızlığım, senin eksikliğinden değil, benim fazlalığımdan olabilir. Kırılma bana olur mu? ve lütfen darılma da..

İstiklal'de gezinirken ben ve öküz'ü yakın gören adamlardan biri "oda var" diye teklifte bulundu ama teşekkür ettiğimde uzaklaştı. Öküz ne olduğunu anlamadığı için bön bön bakındı durdu, sonra ben durumu açıklayınca "ohhaaa, yok artık" gibilerinden tepkiler gösterdi.

İstiklal işte, bildiğimiz gibi, herkese açık, herkese toleranslı,  herkesi bağrına basmaya hazır. Hem sarhoş dolu, hem hırsız, kapkaççı, hapçı, jigolo, hem sekse aç zengin dolu, hem paraya muhtaç fucker ve serseri dolu. Travestiler, ucubeler, normal olduğunu sanarak yaşamaya devam eden ben gibiler, anormal olduğunu sanan normaller ve diğer hilkat garibeleri. İstiklal'de her zaman herkese yer vardır ve işte şimdi de vardı.

biraz daha gezindikten sonra saat iyice ilerledi ve gecenin sonunda o evine giderken ertesi gün buluşmaya karar verdiğimiz için arabasından valizimi alıp, Kurtuluş'ta bi arkadaşımın evine girip uyudum.
Sabah uyandığımda, valizden; geçen yılki ders kitaplarımı çıkarıp arkadaşımın raflarına dizdim ve öğleye doğru Öküz'le sözleştiğimiz yerde buluştuk.
Öğlen yemeğini yedikten sonra Sarıyer taraflarını gezinip, sonrasında Öküz'ün önceki ay sınav tarihimi söylediğimde, 1 geceliğine rezervasyon yaptığı otele gittik.

Otel dediğimde Sheraton'ın Bağcılar şubesi. Sheraton lüksü yok, yakışıklı garsonun pantolonu arkadan yırtıldığı için defalarca dikikti ve eğildiği zaman tekrar yırtılacak diye ödüm koptu.
Koca otelde bizim dışımızda bi kaç kişi daha vardı ama biz de zaten Öküz'ün seks açlığından dolayı sadece 1 günlüğüne yer tutmuştuk. Sağolsun Öküzle birlikte odaya girdiğimiz gibi seks yapıp durduk ve ertesi gün kahvaltı yaptıktan sonra çıkıp İstanbul'u gezdik.

Öküz yine bildiğimiz Öküz. Cinsel açlığı bitmek bilmiyor ve bu yüzden sürekli seks yapmak istiyor. Cimriliği de aynı cimrilik ve çocukluğunda yaşadığı yoksulluğun etkisinden çıkması için ne yapılabilir artık hiçbir fikrim yok. Ya da fikir yürütmek istemiyorum ve onu böyle kabullenmeye başladım. Yani olduğu haliyle. Yani olması gerekeni yapmaya başladım. Kabullenmek. Yapmamız gerekenden şey bundan başkası değil.

Kavgalarımız da eskisi gibi aynı şekilde devam etti. Sürekli atıştık ve sanırım atışmalarımızı seviyorum. Ya da sevmeye başladım. Bu sevme nedenim de kabullenmek olabilir. Yani bizi kavgalı olarak kabul ettim ve bunu kabul ettiğim için bu halimizi sevmeye başladım.
Zaten onunla olan atışmalarımız esnasında; sanki her anı atışmak için değerlendiriyormuşuz gibi hissettim. hissetmeye başladım. Belki de böyle daha iyiyiz. Belki de böylece iyileşiyoruzdur. (ya da şu an böyle hissettiğim için böyle yazıyorum)

Otelden ertesi gün sabah kahvaltısından sonra çıktık ve İstanbul'u gezinip sonrasında yine ayrıldık. Sınav sabahı beni arkadaşımın evinin ordan alıp, sınava gireceğim okula götürdü. Üstümdeki her şeyi ona verip, sınava girdim.
Sınavda biraz heyecanlanmadım değil ama 3-5 dakika sonra heyecan meyecandan pek de eser kalmadı. İyice alıştıktan sonra bildiğim kadarını yaptım ve sınav süresi dolmaya yakın zamanım kalmış olduğunu görünce atladığım sorulara göz attım.
Atladığım sorular matematik sorularından başkası değildi. Çünkü matematik bilgim yok ve bundan dolayı onları yapmakla uğraşmak yerine, bildiğim alanları yapmayı tercih etmiştim. Böylece hem zamandan, hem de gereksiz stressten kurtarmış oluyordum. Zaten şimdi kendimce hesaplıyorum da, sanırım sınavdan en fazla 65-70 puan gibi bir şey alacağım. ama yine de bakalım işte. umarım daha kötü bir sonuç almam.

Sınavdan çıktığımda koştura koştura havaalanı otobüslerinin olduğu durağa gittik ve orda Öküz'le birbirimizi öpüp ayrıldık. Otobüse binip havaalanına gittiğimde çok beklemeden saatim geldi, uçağa atlayıp Kıbrıs'a döndüm.

Kıbrıs'a döndüm ama zaten burdan da yaz aylarında mezun olucam ve bu sınavdan aldığım puana bakmadan, ilan edilen memur alımları arasında, bana göre olan tüm duyurulara başvurucam. Bu çabalarımın sonrasında da bi yerlere yerleşirsem daha ne istiyimki.

En azından düzenli bi maaşım olur, oturur işimi yaparken, bi yandan da oğlum için kenara para biriktirmeye başlarım. Zaten biraz da onun için girdim tüm bu okul okuma ve sonrasında memur veya bir şey olma yoluna. Ama bakalım artık, inşallah sonu da güzel olur.

Memur olursam yazmaya ve edebi anlamda gelişmeye daha çok zaman ayırmayı da düşünüyorum. Çünkü entelektüel anlamda çok büyük bi eksikliğim olduğunun farkındayım ve bu eksikliği, düzenli para akışımın olduğu bir sisteme adapte olduktan sonra tamamlamak daha kolay olacak gibi duruyor.
Umarım yanılmıyorumdur. Yanılıyorsam da zaten istifa eder, işsizliğe tekrar geri dönerim. Yani çok büyük bi dert değil.



02 Kasım 2018

Diplomalar kağıt mı, kağıtlar mı diploma falan işte

Buraya geldiğimde okul başlamıştı ve başlamış olduğu gibi de kalabalık bi şekilde devam ediyordu.
Üç hafta sonra vizelere gireceğimiz için kütüphanedeki masalar şimdiden dolmaya başladı. Öğrencilerin ihtiyacı olan kitaplar yok ama kütüphanede masaların olması, gelenlerin kaba saba sandalyelere oturup masalara çöreklenerek kendi kitaplarından ders çalışmalarına yetiyor.
Ben de kendi kitaplarını alıp, kütüphanenin çok şükürki var olan masalarında çalışarak bu hafta sonu İstanbul-Ortaköy'deki okullardan birinde gireceğim KPSS'ye hazırlanıyorum.

Yarın uçakla yola çıkıp, pazar gününe kadar İstanbul'da kalacağım ve hafta sonu KPSS'ye girip öğleden sonra yine kıbrıs'a dönücem. biletleri vs tee geçen ay kpss başvurusu esnasında ayarlamıştım. Çok paraya patlamadı ama ucuz da değildi.
Öküz'le de planımızı yaptık zaten, onunla da sınav gününe kadar zaman geçirip, yollu yolunda gerek diyerek dönücem.

Şu an yine kütüphanedeyken, şöyle bi baktım da; aslında öğrenci sayısı göz önüne alındığı zaman, masaların da sayısı az ama henüz sınava çok zaman olduğu için şimdiki inek yoğunluğuna yetiyorlar. 2 hafta sonra ise yetmemeye, sınav haftasında ise kavgalara neden olacaklar. Yetersiz kütüphaneye bakıldığında bile aslında okulun içler acısı hâli anlaşılabilir.

Evet okulun durumu içler acısı. ama ne yazıkki insanlar diplomaya aç, insanların ailelerine gösterecek bir diploma adında bi kağıt parçasına ihtiyaçları var, insanların diplomasız yaşayamamak gibi bir alışkanlıkları var. Birbirlerini yıllarca aşağılama uğraşlarının sonunda diplomalarını alıp ailelerine "paranızın karşılığı işte bu" demeye ihtiyaçları var.

Hem zaten artık tüm duvarların da diploma denilen bi süse ihtiyacı var. Öğrencilerin hepsi bu kağıt parçası için günlerini toplayıp ay ediyorlar, aylarını toplayıp yıla çeviriyorlar ve sonra yıllarını alıp bi kağıt parçasıyla değiş tokuş etmiş olarak yaşayıp gidiyorlar.

Bazılarının ellerindeki veya duvarlarındaki diploma bir işe yarıyor ama bu iş de karınlarını doyurmaktan başka bi iş değil. Yani mideleri doluyor ama zihinleri boş. Çünkü modern dünya iyi bir aldatmaca ile onları bu labirente hapsetti ve insanlar fare olduğunun farkında değil.

Fare olduğunu fark eden ben gibiler sürekli sistemi hacklemeye çalışarak stress altında kalmadan yaşamanın peşindeyiz. Ama buna rağmen aslında benim ve ben gibilerin hayatı daha zorlu geçiyor. Stress olmamak için çırpınırken,  stress oluyoruz, ya da oluyorum mu demeliyim.

Şartları kabul edip, labirentin içindeki fare olarak yaşamayı kabul eden diğerleri ise de itildikleri durumun içindeki nedenlerden dolayı stress olup, bunun sonunda ise farkında olmadıkları bok gibi bir hayatı yaşayıp gidiyorlar. Bazıları yaşayamıyor ve intihar ediyor ya o da başka bir konu.

Son zamanlarda yine bu eğitim meselesiyle ilgili düşünüyorum.
Bence eğitim denilen ama eğitimle alakası olmayan tüm bu kravat ve gözlüklü aldatmaca, modernleşmeyi başaran insanı fena bi şekilde köşeye kıstırmış durumda.
Oysa böyle olması gerekmiyordu. İnsan sistem yaratanken, sistem insan yaratmaya doğru gitmemeliydi. Birinin tüm bunlara dur demesi, sürüp giden çarka çomağını sokması gerekiyor. Birimiz hepimiz için değil ama en azından doğru bildiği düşünce için  kendini feda etmesi gerekiyor. Yoksa tüm bu aptal sürüsü nasıl aydınlığa çıkacak ki?


28 Ekim 2018

havalar soğumaya başladı, KPSS Önlisans sınavım yaklaşıyor

Hafta boyunca, günün farklı saatlerinde sert esen rüzgârla beraber başlayıp 7-8 dakika sonra, kaybolan yağmurlar üstümüzden eksik olmadı. Yüce rabbim bu bir kaç dakikalık yağmurları dün ve önceki gece biraz abartmış olsa bile, yine de şikayetçi değilim. Çünkü bilinçli yarı bir müslüman olarak biliyorumki; şikayetten ibaret olan küçük isyanımı dahi, yaratıcıma değil, kendim gibi olana; yani etten, kandan olana karşı yapmam gerekir. Yani isyan, insana karşı olmalı. İnsana olmayan isyanların hiçbiri geçerli değildir ve insana karşı yapılmayan tüm isyanlar; insanın zavallılığının, korkaklığının, cahilliğinin ve yeteri kadar düşünemediğinin göstergesidir. Yeteri kadar düşünmeyen herkes allah'a isyan eder. Cesareti olmayan herkes, allah'a isyan eder.

Hem toprağın yaz sıcağıyla baş başa kaldıktan sonra, kurumaması için bu mevsimde yağan yağmura ihtiyacı var. Yağmur toprağın dostudur. İnsan insanın hem dostu, hem düşmanıdır.
(Dur ya, ne güzel gidiyordum. Bu saçmalık da nerden çıktı.
salak salak şeyler yazmaya meyilli olan kendimden bazen çok sıkılıyorum. ama yine de yazmadan edemiyorum. bu durumum; insanın dost kadar, yazmaya da ihtiyacından olsa gerek.
burdaki özne olan "insan" ben oluyorum. bu yazıyı okuyan herkes gibi ben de insanım ve naçiz bedenim bir gün elbet toprak olacaktır.
gördünüz mü yine toprağa döndüm. madem öyle şimdi de yağmura döneyim. )

Bulutların, bu aralar yağmur aracılığıyla yerin yüzünü sık sık yıkamasından dolayı hava sıcaklıkları sakince düşmeye başladı. Düşen hava sıcaklığı, insanların valizlerinden yavaş yavaş kazaklarını çıkarmasını tetikledi. Abartanlar ise montlarını da çıkarıp giyinerek gezmeye başladılar. Oysa burası ada ülkesi. Hava henüz mont giyinecek kadar soğuk değil ve olmayacak da. Bu böyle biline!!
Ya da belki de benim montum yoktur diye havanın mont giyinilecek kadar soğuk olmadığını düşünüyorumdur. İşte bunlar hep akıl oyunları.

Çakma da olsa deri türü bi montum vardı ama bu yaz ailemin yanına gittiğimde onların "bunun omuzları ve kolları zaten gitmiş. bu artık giyilmez. istersen atalım" demelerinden dolayı attık. Onlara göre montum temizlense dahi giyilir olmaktan çıkmıştı.
Bu ve benzeri cümleleri bir kaç sefer daha tekrarladıklarında karşılık olarak yine "hayır, kalsın atmayalım" demek yerine "evet eskimiş, zaten yeni mont alacağım" diyerek onayladım ve montum çöpe gitti. Oysa ailem bile olsa, aslında defalarca "hayır" dememe rağmen "atalım" diye tekrarlamalarına çok kızgındım. Ama bilirsiniz işte, zaten aramız hiçbir zaman iyi olmayı başaramıyorken, şimdi yine bu basit konuda oyunbozanlık eden ben olmamalıydım. Alttan almalı, sakince evet dedikten sonra tek montumun çöpe atılışını aklımdan silmeliydim. silemedim.

Şimdilerde herkes mont giyinip sokaklarda gezinirken aslında hava biraz daha montsuz idare edilir durumda, ama bir ay sonra montsuz idare edilmekten çıkacak. İşte o zamana kadar yeni bir mont almayı düşünüyorum.
Zaten haftaya KPSS sınavı için istanbul'a gideceğim ve gittiğimde almayı da düşünüyorum. Öküz'de İstanbul'a gelmemi iki göz, iki ayak ve iki el ile bekliyor. Ben de galiba onu çok özledim. Sarılmayı ve sarılıp uyumayı da.

Özlemleri geçip, havanın soğukluğu durumlarına gelirsek; tişörtle gezinmeyi bıraktım. Bunun yerine var olan kazaklarımı giyinmeye başladım.
Kazak giyinmeyip tişört giyindiğim zaman ise kapşonlu switşort tarzı giysilerim var onları üstüme atıp öyle dışarı çıkıyorum.
Bazen kapalı olan havaya aldanıp öyle çıktıktan iki saat sonra pişiyorum ama olsun. Bunlar da allahın bize şakası. Zaten bu havalar oyun havası.

Tüm bu değişik oyun havalarına rağmen yağmuru bazen sevsemde aslında sadece geceleri yağmasından yanayım. Gece fırtına olsun, dünyayı Nuh Tufanı kaplasın ama sabah olup da güneşin ilk ışıkları kendini gösterdiğinde, gece olup biten her şey yok olsun, dünkü yaşam, bugün hiçbir şey olmamış gibi başlayıp devam etsin istiyorum.
Yağmurlu havaları, kar ve kışı sevemiyorum. Ben yazsever, kışı da kış  kışlayanlardanım.

Yağmur hava sıcaklığını düşürdüğü için, dün gece yorganla yatmaya başladık. Oda arkadaşlarım yorganı bacak aralarına sıkıştırıp "ohhh ne güzel oldu. keşke şimdi yorgan yerine bi kız olsaydı  da ona sarılsaydım" diye söylenerek uyudular. Ben ise ahahah diye sahte gülücüklerle.

Sabah uyandığımda üzerleri açıldığı için götleri dışardaydı. Lavaboya gidip geldiğimde yüzleri tavana dönmüştü ve bu yüzden erekte sikleri de bana tavanı işaret ediyordu.
Tavandaki lamba eskiden kalma. Etrafı biraz pis. Oysa KYK bu yurdu yeni kiraladı ve bina artık bir devlet binasına dönüştüğü için, içindeki her şeyi de yenilemişti. Gerçi böyle söylüyorum ama tek sıkıntı bu olsa iyiydi. Kapılar kapanmıyor diye, gece uyurken kapı arkasına sandalye koyarak kapalı kalmasını sağlıyoruz, binanın sağında solunda hâlâ kablolar dışarıya çıkık bekliyorlar, bazı odaların duş başlıkları çalışmıyor, bazılarında su akmıyor, bazılarında ise tuvaletlerin durumu içler acısı.
Ama sonuç olarak herkes aylık 300 TL verdiği için bu tür sorunlardan şikayet etmiyor, yurt yönetimi de sanki yurtta bir sorun yokmuş ve her şeyi yenilemişler gibi davranmaktan geri kalmıyor.

sorunlar sadece bu eksikliklerle bitse tamam da, onun dışında öğrencilere yeni şeylerde satılmak isteniyor ve düzen oraya doğru hızla yol alıyor. Örneğin KYK yurtlarında internet ücretsizdir ve geçen yıl internete ücret ödemiyorduk. Şimdi ise ücretsiz interneti iptal edip kişi başı 60 TL'ye satma projesini başlattılar. Bunu duyan ben yerimde durmadım, kyk'da kalanlardan bir kaç kişiyi ikna edip onların adıyla Cimer'e "internet daha önce yurt ücretlerimize dahildi, şimdi ise kişi başı satılmaya başlanacak. bunun iptal edilip, eskisi gibi yurt ücretlerimize dahil bi şekilde internet sağlanmasını istiyoruz" gibisinden şikayet dilekçesi yazdım. Bakalım neler olacak.

Kendim de zaten yurtta karşılaştığım eksik ve sıkıntıları yazıyorum. Ki sıkıntılar çözülünceye kadar da yazmaya devam edeceğim. Bu haraççı, hırsız, ihale fesatçılarının canına Cimer aracılığıyla okumaya kararlıyım.
Çok şükür ki cimer'de iyi çalışıyor ve sorunları yazdıktan sonra büyük bi bölümü çözülmüş oluyor.

Çöüzülen sorunlardan yola çıkarak şunu söylemeliyim ki; gerekirse tüm öğrencilere tek tek şikayet dilekçesi yazdırıp, interneti tekrar ücretsiz hale getireceğim. Başka yolu yok. Çünkü yurt yönetimi bu tür şirketlerle anlaşıp, arka taraftan bir sürü para çalıyor ve bu çalıntı parayı ispat etmek çok zor. Zaten rüşveti ve dönen rezillikleri herkes biliyor, ama kimse ispat edemiyor. Aynı zamanda kimse bu ispat etme işleriyle uğraşmıyor, uğraşmakla zaman da harcamıyor. Sonra da kalkıp, dünyanın ne kadar acımasız, adaletsiz ve bilmem ne kadar sikimsonik bi yer olduğundan  şikayet ediyorlar.
Rezillik kere rezillik. Bence elini taşın altına sokmayanların, şikayet etmeye hakları yok.

Konu nerden nereye geldi. Zaten henüz tek bir konuda sabit kalarak yazmayı başardığım olmadı, galiba olmayacak da.
Gerçi oturup biraz daha düzenli yazasım var ama ne yazıkki tee 18 sene öncesinde kalan okul bilgilerimi güncellemem için kitapları karıştırıp, haftaya gireceğim KPSS Önlisans sınavına hazırlanmam gerekiyor.
Şu an kütüphanedeyim, önümde kocaman bi kitap var ve onun Türkçe bölümünü bitirsem de, coğrafya, tarih, vatandaşlık bölümleri onlara göstereceğim ilgiyi bekliyorlar.

Biliyorum sınava bir kaç gün kala kitap açıp bakmak çok saçma ama ne yazıkki vicdanımı rahatlatmam için bunu yapmam gerek ve eğer sınavdan kötü bi puan alırsamda "elimden geleni yaptım olmadı" şeklinde bi sakinleştiriciye ihtiyacım var.

Sınavda sadece Türkçe, Coğrafya, Tarih, ve Vatandaşlık soruları değil, matematik de olacak. ama matematik konusunda çok bilgisiz olduğum için ona hiç bakmıyorum. Çünkü o benim gibi matematiği sıfır olanlar için zaman kaybından başka bir şey değil. Bu yüzden şimdi elimden geldiğince diğer konulara gömülüp, bilgilerimi genel kültürümle destekleyerek az da olsa güncellemeli, sınavda da önümde matematik olmadan ilerlemeliyim.
Gerçi zamanım kalırsa, matematiğe de dönüp şöyle bi göz ucuyla bakar, hatta bi kaç tanesiyle uğraşıp kafama en yatan şıkları cevaplarım diye de düşünüyorum. Ama bakalım işte. Daha zamanım var.


25 Ekim 2018

Toplumu Red Etmek Üzerinden Kendini İnşa Etmek

Bugünlerde "toplumu reddetmek, toplumun içindeyken onu görmezden gelmek" konusunda düşünüyorum. Çünkü geçen yıl başlayan okul sürecim, içimde bi yere; aslında toplumun içindeyken, ne kadar da dışında olduğumu fark ettiren küçük bir tohum attı.

Onun içime tamamen yerleşmesi zaman aldı, yerleştikten sonra yeşermesi ise daha fazla zaman aldı ve işte şimdi istanbul'daki hayatımdan ve çevremden tamamen kopukluğumu sağlayan döneme tamamen kaptırıp gitmişken, yani iş için buraya gelip de toplumun en deneyimsizleri ve çoğunlukla eğitimsizleri arasına yerleşmişken, o tohum da tamamen yeşermeyi başardı. 

O yeşerdikçe;
ben de kendimi gördüm, 
insanları gördüm
insanlara nasıl baktığımı gördüm
kendimin nerde olduğunu gördüğüm, 
onların nerde olduğunu gördüm
kendimi fark ettim, 
onları fark ettim
kendimi toplumun neden dışına attığımı, 
neden toplumdan saymadığımı, 
neden toplumdan uzak olduğumu, 
uzaklaşmaya çaba sarf ettiğimi, 
toplumu neden red etmek zorunda olduğumu ve diğer haklı veya haksız nedenlerimi görmeye başladım. 

Belki binlerce nedenim daha vardır, belki başka hiçbir nedenim yoktur. ama şundan emin oldum; Toplumu red ederek, kendimi, içlerindeyken bile ayrı tutmayı başarmışım. ve açıkçası çoğunlukla yalıtılmış bir hayat yaşayarak toplumun içinde olmama-ma rağmen, içlerinde olduğumu sanarak yaşamaya devam etmişim. 

Bu red etmeyi bilinçli olarak seçtim. Çünkü red etmesem, onların bana bir yol çizmelerine izin verirken aynı zamanda çizdikleri yolda da beni yönlendirmesine izin verip, zamanla da onlar gibi olacaktım. Oysa tercihimi red etmekten yana kullandım ve beni yönlendirmelerini engellerken aynı zamanda onlar gibi değil, kendim gibi olmayı seçerek yolumu kendim bulup, yürüyerek kendimi bulmayı seçtim.


Henüz tam kendim olamadım ve biliyorumki ölünceye kadar hiçvir zaman kendim olamacağım; ama en azından yolumda yürüyerek, kendim olmaya doğru biraz daha birazcık daha ve biraz daha fazla yaklaşmış oluyorum.
Red etmek bir tercih ve zorlu bir tepeye tırmakmak gibidir. 

Sana sahip olan veya senin sahip olduğun herşeyi bırakmak, arkanı dönmek ve hayatından dışarı atmaktır. Red etmek yalnızlığa kucak açıp onu sımsıkı sarmaktır.
Red etmekden kendin olmayı beceremiyorsun. Kendini göremiyorsun. Red etmek; sana bol bol hata yapma fırsatı verir. Red etmek yanlışlarla dolu bir hayat demektir. Tüm kayıplara sahip olmak istercesine bir başlangıçtır red etmek. Red etmek, kendini sokağa terk ettriemktir.

İlerlemek için red olmazsa olmazdır. Çünkü öteki türlüsü asla 

Oysa hayır, gündelik karşılaşmalarımızda belki kaş gözle, el veya başla, en olmadık silik bir sesle selamlaşmışız ve bu selamlaşmalar yüzünden, aslında içlerinde görünüp hiç de içlerinde olmadan toplumun bir parçası olduğum yanılgısı, rızamla vicdanımı susturmuş ve kendimi topluma ait hissederek gelmiş olabilir ama ben o toplumdan olmamışım. Üstelik bu toplumdan olmamak için de elimden geleni yapmış, olabildiğince uzak durmaya çalışmışım.

Uzak kaldıkça ise; onlar benim için adeta seyirliğe dönüşmüşler. Onlara bakıp öfflenmişim, pöflenmişim belki en fazla küçük bir an için üzülmüşümdür de ama sonuç olarak bunlar beni rahatsız etmemiş, belki tanıştıkça burada yazdığım şu saçma yazıların malzemesi olmaktan öteye geçmemişler. 

Toplumu red ederek, onlara ve kendime yazık etmişim. Oysa red etmemeliydim. Tüm yanlışlarımızla beraber, onların içinde yaşamaya devam etmeliydim. Bunu şimdi fark ediyorum. Yanlışın neresinden dönsen...

Peki toplumu neden redettim?


yalan söylemeye başladım
hırsızlık yapmaya başladım

salaklara tahammül edemiyordum, şimdi etmeye başladım

21 Ekim 2018

işten yorgun argın çıkıp okula gelmek

Geçen haftaki son iş günümde, beraber çalıştığım şeflerin "en iyi çalışanlarımızdansın. keşke herkes senin gibi çalışsa var ya, üf üf üf. seneye gelirken bir kaç erkek al da öyle gel ahahahaha" diye patlattıkları esprileri kulaklarımdayken uçağa atlayıp Kıbrıs'a geldim.

Şeflerin bu cümleleri rahat kullanmalarının nedeni ise tamamen bana bağlı bi durum. Çünkü önceki haftalarda Öküz Herif bulunduğum il'e gelip gittiğinde, bende onunla zaman geçirmek için iş yerimden izin almıştım ve sonraki günlerde müdür şeflerin yanında "sevgilin de geldi gitti. şimdi rahatlamışsındır. seneye söyle o da gelsin. görüyorsun ya, bayan çalışanlara da ihtiyacımız var" dedi.

Bi an "bayan diye bir şey yok, kadın var" diyesim gelmedi değil ama sonra olayın neresinden tutsam elimde kalacağını anladığım o mili saniyeler içerisinde çat diye "o da erkek" deyiverdim.
Ben böyle deyince müdür bi kızardı bozardı, yanındaki şeflerden birinin suratı patlamaya hazır kahkaha efektine dönüştü ama zorla da olsa tuttu kendini.
Cümlem üzerine Müdür "nasıl yani?" diye tekrar sorunca
-nasıl yani değil, sevgilim erkek
-aaa
-ne aaaa
-şaşırtıyorsun beni
-aman ya allah aşkına 45 yaşındasınız şaşıracak bir şey kaldı mı hayatınızda
-aaa
-e aaa tabii
-iyi bakalım, o zaman seneye yine bizimle çalışmanı istiyoruz. gelirken onu da al gel.
-ahaha sağ olun. ben gelir miyim bilmem ama o zaten işinden dolayı hiç gelemez
-niye
-işi gücü var zaten, benim gibi parasız değil
-iyi bakalım
-sağ olun."
Bu konuşmadan sonra zaten otelde ibne olmadığımı bilmeyen de kalmamış oldu. Buna rağmen herkes kendi arasında sikli soklu espriler yapıyor, bana gelince ise duruyorlardı. Bazen ağızlarından kaçırdıklarında karşılık olarak daha ağır bir şey söylediğim oluyordu ve bu yüzden gerginlikler yaşanıyordu ama sonraki günlerde her şey unutuluyor, benimle bir daha küfürlü konuşulmuyordu.

Örneğin geçen ay, barmen'lerden biri arkadaşlarıyla kakara kikiri yaparken ben yanlarından geçiyorum diye bana"
-hey baksana" diye seslendi.
-efendim
-sen top musun?
-top değil biseksüelim. istersen seni sikerim" diye karşılık verdiğim gibi arkadaşları dahil orda olan herkesin kahkahaları kesildi ve ortam bi anda Kurtlar Vadisi'nin cendere müziğinin çalınması gerektiği bir havaya büründü.
Herkes ters ters baktı ama çok da iplemedim ve o "ney ney" diye aptala yatarak karşılık verdiğinde bu sefer de "yaw top değilim. biseksüelim, istiyorsan seni sikiyim" diye inatlat tekrar edince arkadaşı "çok ayıp ama, şakalaşıyoruz şurda" dedi ve bende "ee tamam, bende şakalaşıyorum" deyip devam ettim. Top olduğum konusu üzerinden şakalaşmaya çalışan barmen, benimle 3-4 hafta konuşmadı, sonrasında ise benimle kurduğu iletişim gayet topsuz ve tüfeksiz ilerledi.

Şimdi orda olup bitenleri boş verip uçaktan sonraki bölüme geçersek; Fakülte'de hiçbir şey değişmemiş. İlk günlerin mahşeri kalabalığına ait o heyecanlı yeni üniversiteli öğrenci curcunası, bu yıl hukuk okuyanların da dahil olduğu "derslere katılım zorunluluğu" kuralıyla beraber iyice coşmuş da coşmuş. Hatta öyle bi coşmakki; tüm amfiler oturacak yer kalmayacak kadar dolup taşıyor.
Tabii bu doluluk iyi bir şey, ama ne yazıkki tüm öğrenciler yönetime kan kusuyor, içten edilen küfür ve hakaretler amfide havaya yükselmekten bir an bile geri kalmıyor.
Sözler görünür olsaydı(ki iyiki söz görünür ve dokunulur bir şey değil) amfi daha ilk 1 dakika içerisinde dolduğu için tüm öğrenciler sözlerinin altında ezilip kalırlardı. Ama dediğim gibi iyiki; söz, görünür ve dokunulur değil. Şükürler olsun rabbim sana. Sen ne güzel yaratıyorsun öyle.

Okuldaki yeni öğrenci curcunası iyi güzel de, kaldığım yurt okuldan 3-4 km kadar uzağa taşınmış ve bu yüzden sabahları uyanıp derse gitme durumu biraz kötü olmuş. Oysa geçen yıl ne güzeldi, uyandığım gibi koşup sınıfa gidiyordum ve yıl boyunca geç kaldığım ders toplamı, 1 elin sayısını geçmiyordu. Şimdi ise daha ilk haftamda 3-4 derse geç kaldım bile. Umarım geç kalmalarımı tekrarlamadan okula devam ederim.

Bu yıl derslere 3 hafta kadar geç başladığım için ders hocaları konularda başlarını alıp gitmişler. Çok geriden geldiğimi düşündüğümden, bazılarına çok soru sorduğum zaman pes edip, geçen haftalardaki konuları hafif tekrarlar gibi oluyorlar ama sonra anlıyorumki; aslında çok da önemli şeyler anlatmamışlar.  Ya da bana öyle sandırıyorlar.
Gerçi böyle diyorum ama pek bir şey işlenmediğini, geçen yıl erken gelip daha ilk günden derslere  girip çıktığım zamanlardan biliyorum. Çünkü hocalar, okulun açıldığı ilk günlerde hiç ders işlememiş, ilk 3 hafta genelinde ise pek de derslere değinilmeden, günler öylece geçiştirmişlerdi. Ben de o yüzden, Hukuk 1'lerin derslerine girmeye başlamış, sınıfla kaynaşmış, bir kaç yakın arkadaş edinmiştim.
Yani bu yılda kaybettiğim bir şey yok. Hatta otelde çalışarak 2 hafta daha para biriktirmiş oldum diyebilirim. Bu da beni 2 ay daha rahatlatıcak demek oluyor.

Rahatlatıcak dedim ama aslında rahatlatmayabilir de. Çünkü burdaki fırsatçı esnaflar, dolar'ın yükselmesi ve Tayyip'in herkese laf sokmasının sonuçlarını hemen kasalarında nakit olarak görmek için her şeye zam yapmışlar. Bu da çok komik bi duruma dönüşüp kalmış.
Hatta öyle komik şeyler dönüyorki anlatamam. Örneğin pazarlarda satılan 1 TL'lik kullan at çorapları 6 TL'den satıyorlar, bildiğiniz 3ü1arada'yı bile 2 TL'den satıyorlar. Diğer şeylerin fiyatını ise zaten söylememe gerek yok.
Hele ki geçen gün canım pasta çekti diye girdiğim kıytırık dükkanımsı yerin sahibi tek dilim ucuz mahalle pastasını 10 TL diye söyleyince az kalsın olduğum yere yığılıp kalacaktım. Ama çok şükür ki "pasta yemek zorunda değilim" diye düşünerek sakinleştim, gelen kalp krizi atağını tamamen geri gönderdikten sonra da adama bol bol söylenip çıktım.
Lan bildiğin kremayı iki ince dilim ekmek hamuruna sürüp reyona koymuşsun ve üzerine utanmadan 10 TL diyorsun. iki dilim ekmek 10 KRŞ yapıyor. Sen reyona 10 TL diye koyduğun şeyle kimi kekliyorsun.

Böyle diyorum ama aslında geçen yılda fiyatlar Türkiye'ye oranla çok yüksekti. Çünkü esnaflar çok fırsatçı ve kapıda yabancı bir müşteri görünce ellerinde Voyvoda Kazığı varmış gibi karşılıyorlar. Sadece küçük görünen zengin esnafı değil, ev sahipleri de çok insafsızlar ve öğrenciler, onların insafsızlığı karşısında Kerbela Meydanı'ndaymışcasına hüzünlü günler geçirdiler desem yeridir.
Bu yıl ise geçen yılki Kerbela Görüntüleri yaşanmadı, çünkü KYK buradaki bir kaç çok katlı özel yurdu kiralayıp, öğrencileri yarım yamalak da olsa yurtlara yerleştirince, ev arayan sayısı düştü, ev tutan sayısı düştü, yeni yapılan evlerin çoğu boş kaldı, boş kalınca da mecburen yüksek kira ücretleri düştü, kazık fiyat sorunları biraz da olsa çözülmüş oldu. Buna rağmen yine "dediğim dedik, çaldığım saksafon" demekten geri kalmayanlar da var. Bunları da allah'a havale edip diğer konulara geçiyorum.

Hocaların çoğu değişmiş, bazıları ise bu yılki eğitim öğretim yılında hoca olarak okula alınmamışlar. Bunların içindekilerden bir kaçı hakkında olumsuz yorum yazmıştım. Çünkü gerçekten de ders işlemek yerine özel hayatlarını anlatmak, siyasi görüşlerini ders konusu diye işlemek gibi aktraksiyonlarda bulunarak boşuna maaş alıyorlardı. Bende ders notumuzu gördüğümüz sistemin otomasyon kısmındaki zorunlu hoca değerlendirmesi bölümlerine hocalar hakkındaki yorumlarımı yazmaktan geri kalmamıştım. Zaten böyle fırsatları gördüm mü hiç kaçırmam, anında değerlendiririm. İyi değerlendiririm.