-->

03 Kasım 2017

hanzolarla hanzolaşma qeyfi

İçimden yazma arzusunun tamamen yok olduğu ve hatta "yazmanın kendisini" saçma bulduğum bir günlere girdim. Yaz yaz ne olacak sanki. Ne bok olacak. Hiç.
Gerçi böyle diyorum ama şu saçma yazılarım beni fazlasıyla kendime getirdi, kendimi görmemi sağladı. şimdi ise, işte dönüp baktığım zaman saçma yazılar topluluğu olup çıktılar.

saçma olarak geliyor olsada, tüm bu saçmalıkları karalarken geçmişe yönelik olarak kendimi görmemi sağladı, nerde bok yememem gerektiği halde, yediğimi, nerde sıçmamam gerektiği halde sıçtığımı falan filan gösterdi. iyi de oldu.

doğrusu bazen tüm o, olup bitmiş şeyleri (yani bokları) yemesem, şimdi belki daha büyük  boklar yiyor olabilirdim. çünkü insan, hatadan kaçarak daha büyük bir hata yapar. bu yüzden, bazen bok da olsa "iyiki" yemişim, diyorum.
ama yine de "acaba daha büyük boklar yememek için mi o küçük bokları yedim, yoksa gerçekten canım sadece bok yemek istediği için mi yedim" diye düşünmüyor değilim. sonuç olarak, yediğime odaklanıyor ve öyle ilerliyorum.

zaten insan sürekli ileri akan bir su'dan oluştuğu için, geçmişdeki boklar şimdi yeni yeni midesini bulandırsa da, yürümeye devam etmek zorunda. duracak zamanı yok insanın. çünkü insan ancak kendini öldürerek durabilir. yani; yaşarken, zamanı durdurmak imkansız. zaman ancak, ölerek durdurulabilir. tabii bu da sadece kendi zamanımızdan ibarettir. yani herkes kendi zamanının sahibidir. efendisidir. yönetim ona aittir.

yönetime sahip olan bu aciz insan, zamanla beraber akıp gitmek zorunda. akıp gitmek istemediği zaman, durduğu an, ölüm başlar. ölüm zamanı yok eder, zamansızlığı başlatır. yani aslında, belki de; başka bir zaman algısını hayata geçirir. ona da "zaman" demek gerekir mi bilmiyorum. ama şu bir gerçekki; hayatı kendi konuşmalarımızdaki basitlikte yaşayarak anlayabiliriz. başka türlüsü için gökten indirilen kitap var. onda da zaman konusu çok derin işlenmiyor diye düşünüyorum. yani zaman kavramımız, bu dünya için geçerli ve bu dünyaya ait kelimelerden cümleler kurarak onunla beraber yaşayıp gidiyoruz.

off neler anlatıyorum. neler yazıyorum. kafayı mı yedim acaba. dur başka şeyler yazayım.

Eskiden yazdıkça coşuyordum, kendi kendime kurduğum o saçma cümlelerin üzerinde, bazen o kadar çok oynuyordumki, 1 hafta boyunca takılıp kaldığım yerler olurdu. Hele bazen de birilerinin yaşadığı o çok üzücü bir olayı kendi başımdan geçmiş gibi anlatırken yaşadığım zorlanmayı sanırım hiç bir şeyde yaşamazdım ve bu beni çok yorardı. şimdi ise tüm bunların hiçbiri yapmak istemiyorum.
hepsi bok gibi geliyor.

pansiyondaki insanların hepsinin benden daha salak olduğuna inanmaya başladım. ve inanmaya başladığım günden bu yana, pansiyondan nefret ediyorum. içindekilere ise (başta kendim olmak üzere) acıyorum. allah'ım neden her gittiğim yerde, benden daha salak insan topluluğuyla yaşamak zorunda bırakıyorum kendimi. lütfen benden daha akıllı ve ahlaklı insanlarla tanışayım ve hep o toplulukla beraber yaşayayayım.
evet benden daha ahlaksız insanları da sevmiyorum.
yani kısaca; her şeyde üst çıta benim. benim altımda olunmamalı. hep benim üstümde olunmalı. aksi takdirde, kendimi kötü hissediyorum.

pansiyondaki oda arkadaşlarımdan biri sürekli dolabı karıştırıyor. diğer ise zaten 18 saat bilgisayar önünde oyun oynayarak teknolojik trans yaşıyor. bazen onun için "keşke dolabı mı karıştırarark sosyalleşse" demiyor değilim.
adamın sosyal hayatı yok. oturduğu koltuk, bilgisayar masası olarak kullandığı masa falan bok götürüyor. geçen gün "şunu azcık temizle artık hihihihihi" dedim de, utandı kalktı temizledi. ama ne yazıkki masa yine aynı halde. o da hiç şikayetçi değil ve açıkçası ben de bi daha söylemem.
çünkü onun sınırları sadece onu ilgilendirir. o gün söylemeye de hakkım yoktu. sadece onun, benim selamımı gülerek almasından cesaret alarak, dilimi tutamamış, söylemiştim.

işte görüyorsunuz, gülümsemeyi bile hemen kullanan acizin biriyim. belki de hepimiz böyleyizdir. biri suratımıza güldü mü artık onun tüm sınırları aşabiliriz sanıyor ve öyle davranmayı kendimizde hak görmeye başlıyoruz. bu çok ayıp bir şey. bunu yapmamalıyız. yapmamalıyım.

diğer oda arkadaşım da öyle biri. yüzüne gülümsediğin an, tüm sınırları aşıyor. sınırlara pek takık değil. sadece kendi sınırları var o kadar. böyle olmasının nedeni, entelektüelliğinden değil de, daha çok hanzoluğundan ve bunu anlattığınızda da anlamıyor. defalarca denedim, olmadı. adam mal olarak doğmuş ve mal olarak ölecek.

öte yandan, burda o kadar çok hanzo varki, sanki; hayatım boyunca kaçtığım tüm hanzoların toplamı burdaymış gibi hissediyorum ve bu yüzden artık hanzoluğun da bir yaşam şekli olduğuna karar verip saygı duyuyorum.
"keşke ölseler" diycem ama dememek için kendimi zor tutuyorum. çünkü "hanzolar ölsün" dersem, faşist bir söylemde bulunmuş olurum ki, hayatım boyunca faşizmden kaçtım, faşistlerle dilim döndükçe ağız kavgası yaptım. şimdi kalkıp böyle dersem, hayatım boyunca ağzımdan çıkan tükürükleri yalamış olucam. 

neyse hadi bugünlük bu kadar. sonra bi ara yine gelir saçmalarım.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.