-->

10 Ekim 2017

Toprak toprağı çeker mi?

Şurdan devam ediyor: http://hayaterkegi.blogspot.com.cy/2017/10/okul-baslad.html

...okulu bitirdikten sonra hakim, savcı vs olmak gibi hedefleri var ama ne yazıkki, ailesinin siyasi sabıkasından dolayı, o tür meslekleri yapamayacakmış. Hukuk okumaya da geçen yıl karar vermiş ve bu yüzden okumakta olduğu Edebiyat Fakültesi'ni 3üncü sınıftan terk edip, burayı kazanınca da gelmiş, çok ilerde de kendi avukatlık bürosunu açmak istiyormuş.

Bana "neden bu bölüm" diye sorduğunda "ya aslında ilerde ne olmak istediğimi bilmiyorum. hukuk'a ilgim var o kadar. hazır bir kaç aydır işsizken ve beleş okul kazanmışken de, gelip okumak istedim. ama açıkçası eğer seversem zaten hukuk alanında ilerliycem. sevmezsem de okulu bırakıp tekrar istanbul'a dönücem" dedim, güldü :)

"aaa ne güzel. nasıl bu kadar rahat düşünebiliyorsun, düşündüğün gibi de rahat yaşayabiliyorsun" gibi yorumlar da bulundu. sonra lafımız diğer lafları açtı ve 1-2 saat sonra telefonlarımızı birbirimize verip ayrıldık.

geçenlerde onu, yine benim doğduğum ilin nufusuna kayıtlı (hatta onunla aynı ilçeden olan), ama İzmir'de doğup, orada yaşayan genç bir erkekle tanıştırdım. (bu izmir'li çocuğun ailesi de, 90'larda köyleri yakıldığı için izmir'e göç etmek zorunda kalan doğulu ailelerden sadece 1'i. şimdi üçümüz böyle farkında olmadan, doğal bir şekilde tanışmışken düşünüyorum da; insan ait doğduğu yerden ne kadar uzaklaşırsa uzaklaşsın. aslında yaptığı şey yine kendinden olana yakınlaşmaktan başka bir şey değil. yani insan bi şekilde kendine benzeyeni, ortak geçmişi olanları kendine çekiyor. buna "toprak çekimi" demeye başladım.) üçümüz beraber derslere girip çıkıyoruz.

İzmirli çocukla, bu genç kadın gibi dersten dolayı tanışmasak da, onunla da fena tanıştık sayılmayız. Dur onunla nasıl tanıştığımızı anlatayım;
Geçenlerde kendi dersim sonrasında, koşa koşa tuvalete girip çıktığımda, baktım genç yakışıklı bir erkek lavaboda burnunu sümkürüyor. "Belki tavlarım" diye düşünerek hemen yanına gidip, sümkürüşlerine kulak tıkayıp ellerimi yıkadım. O da, bu sırada sümkürme işini bitirmiş, fazlasıyla sert ve kısa olan saçlarını yana doğru yatırmaya çalıştığı el hareketleri yapıyordu. Ben de onun bu haline bakıp "yeter yeter, ayna çatladı" dedim ve o, aynadan bana bakıp gülümseyince laflamaya başladık.

"Nerdensin, ordansın, burdansın, şöyle yapıyorsun, böyle yapıyorum" derken de, muhabbet başını alıp gitmişti. Ders sonrası beraber gidip kafeteryada oturmuş, böylece muhabbetimizi daha da ilerletmiştik. Efendi, düzgün bi çocuk. Akp'li bir yarı ibne olduğumu öğrendiğinde çok şaşırdı ve "hayatım boyunca (ki çocuk daha 22 yaşında) hiç akp'li bir ibne ile tanışmadım" dedi.
O bu cümleyi kurduğunda gülerek "aslında akp'li değilim, ama şu anki partiler arasında en doğru parti olarak Ak Parti'yi görüyorum. bu yüzden de oyumu akp'ye veriyorum" dedim.
Bu konu üzerinde, bir iki muhabbet ettik ve sonrasında da işte diğer konulara geçiş yaparak muhabbetimiz devam edip gitti.

Buraya gelmeden önceye kadar ailesiyle beraber pazarcılık yapıyormuş. Genel olarak ise Karpuz satan esnaflardanmış. Çocukluğunda bile ailesi ona para vermek yerine "git şu minibüsdeki karpuzları sat, kendi harçlığını çıkar" diyerek çalıştırmış. Böyle bir harçlık kazanma anlayışı edinince de, işin içinde büyümüş.

Yıllardır, ailece pazarcılık yaptıkları için, çok şükür durumları şimdi iyiymiş. Ama o henüz küçük bir çocukken, yani zenginlik ve fakirlik kavramlarından habersiz ve yazı yazmayı bilmeyen insan yavrusu'yken, ailesinin dehşet bir zenginliği varmış. Yanlış ticari yatırımlar yapa yapa zamanla tamamen iflas etmişler, bir kaç yıl sonra ise pazarcılığa başlayıp, bu işi yaparak toparlanabilmişler.
O ise bebeklik çağı dışında zenginlikten nasibini alamamış. Ama buna da şükürmüş. Hayatı, yaz sıcağının kaynağı olan güneş'in altında, akşama kadar karpuz satarak kendi parasını kazanmasına rağmen çok güzelmiş.....

Bir de kız arkadaşı var. Fotoğrafını gösterdi. Gayet ortalamanın üzerinde güzel mini mini bir kız. 5 yıldır ilişkileri varmış. Ama önceki yıl yaşadıkları küçük bir tartışma esnasında kız arkadaşı ona "gerizekâlı" dediğinde, kızıp ilişkilerini bitirmiş ve 1,5 yıl boyunca bir daha da onunla görüşmemiş.

Bu arada seks ihtiyacını, Alsancak'taki, ailesinden sürekli para isteyemeyen liseli ve üniversiteli tiki orospularla gidermeye çalışmış ama duygusal birlikteliğin olmadığı biriyle yapılan seksin zevksizliği onu fena düşüncelere sevk etmiş. Hatta yaptığının seks değil de, aslında iki kişilik bir osbir gösterisi olmasından pek de farkı olmayan bir boşalma eylemi olduğunu düşünmüş. Üstelik kendi başına çektiği osbirlerin, bu tek gecelik gösterişli sekslerden daha fazla zevk verdiğine bile inanmaya başlamış.

Ki bence bu konuda haklıydı da. Çünkü zevk, beyinde başlayıp biten bir eylemdir. dolayısıyla farkında olmadan bilinçsizce doğru düşünmeye başlamıştı.
Hem günü birlik ilişkilerin hiçbiri, kız arkadaşıyla olan ilişkilerinin yerini tutmamış ve aslında tutmayacağını da iyice anlamış. Ama kız arkadaşının ona söylediği "gerizekâlı" lafı aklına geldiği için ona dönmemiş ve dönmeyi de aklından geçirmemiş.

"dönmek aklıma bile gelmiyordu" dediğinde onu anlayabiliyordum. Çünkü kendini değersiz hissetmişti. İnsan birinin yanında kendini değersiz hissetti mi, bir daha dönüp ona bakmazdı, bakamazdı. Hatta aynı evin içinde olsalar bile, sanki evde kimse yokmuş gibi davranmaya başlardı. Bunun nedeni, o atışma esnasında karşı tarafa yaşatılan sert değersizlik hissiydi.
Bu his, insanın kalbini yerinden söküp alır, sessizce, bedeninin dışında karanlık bir yere bırakır, boş kalan yere ise renksiz bir siyah yerleşirdi...

O da bunları yaşamıştı. Uzun bir süre yaşamaya da devam etmişti. Hatta ondan sonra kendisine deliler gibi aşık başka bi kızla yalnız yatıp kalkmasına rağmen, ona "gerizekâlı" diyen kızı unutamamış ve zaman geçip de, belki bi ihtimal diye yanlış yaptığını düşündüğü günlerde, kızın mesaj atmasıyla buluşup, tekrar çıkmaya başlamışlardı.

O buluşmadan sonraki tekrar başlayan ilişki dönemlerinde, ikisi de, birbirlerinin aileleriyle tanışmışlar. Ama bizim karpuzcu, kızın babasıyla henüz tanışmamış. Çünkü nedenini bilmiyormuş. Belki utancından, belki başka bir sebepten. Ama kız babasıyla olan tanışmamazlığa rağmen, anne-hala-teyze vs herkesle tanışmış. Sevgilisi de, karpuzcunun anne, baba vs dahil ailesinden herkesle tanışmış.

Hatta kadın, karpuzcu okul nedeniyle İzmir'den ayrılmadan önce, ailelerden insanların da olduğu küçük bir rakı gecesi düzenlemiş. Herkes oturup o gece bi güzel içip, gecenin sonunda da ayrı ayrı sıçmışlar. Rakılı veda gecesinde herkes çok mutluymuş.
O böyle anlattığında nedense ben de çok mutlu oldum. Sanki doğru olan tek şey onların tekrar barışmalarıydı ve işte barışıp, mutlu mutlu görüşmeye devam etmişlerdi...

Karpuzcu boş zamanlardında kickbox yapıyormuş ve bi ara sporu bıraktığında 1.75cm boyuna rağmen, 90 kiloya kadar da çıktığı olmuş. Sonra inat edip, kiloları vermiş ve sarkan vücudunu da spor yaparak tekrar toplamış. Ben kollarına bakıp, hafifçe yılışarak "pek sporcu birine benzemiyorsun" dediğimde sadece gülümsedi ve gözümün içine bakıp sonrada yavaşça gözlerini kaçırdı.

Devamı: http://hayaterkegi.blogspot.com.cy/2017/10/suculuk-hukukculuk-kankaclk-muesseseleri.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.