-->

31 Temmuz 2017

Bu ara ayıla bayıla dinlediğim, dinlerken kendimden geçtiğim şarkılar


Number Bir:
Rihanna'nın bu şarkısı hoppidi hoppidi olmadığı için pek tutmamış ve tutmadığı için olsa gerek, klip bile çekilmemiş. Bende öyle şans eseri karşılaşınca dinledim ve dinleyince takılıp kaldım. Gün boyunca dinleyince de bıkmadım ve işte siz çök değerli takipçilerimle paylaşıyorum: ALIN






Number iki:
London Grammer grubunu bir iki yıldır takip ediyorum. Muhteşem şarkıları oluyor. Canlı performanslarını da izledim(internetten) hiç detone olmadılar  sdkhfksdjk
Şaka şaka detone metone bile olsalar sikimde değiller ve bu kısımla ilgilenmiyorum. İlgilendiğim kısım, yaptıkları şarkıyla ruhumu etkileyip etkileyemedikleri. Başka bi sikime dikkat etmiyorum. Eğer onları dinlerken kendimden geçiyorsam bu yeterli. Gerisi için diyorum ki; koy götüne gitsin işte:






Number üç:
Herkesin ezbere bildiği, Sıla'nın muhteşem yorumuyla şimdi daha bi sevdiği şarkı Ateşle Oynama. Bu versiyonunda Erol Evgin gereksiz bir ayrıntı olsada mecburen dinliyorum. Keşke şarkının sadece Sıla'lı versiyonu çekilse. İşte o zaman dadından yinmez.
Bir de açıkçası, Sıla'nın sesinin eski bir şarkıya bu kadar yoğun bir his katabileceği hiç aklıma gelmemişti. Umarım her zaman böyle güzel şarkılarla karşımıza çıkar. Sıla'cım canım benim, seni kocaman öpüyorum.



28 Temmuz 2017

son bi haftanın özeti gibi bir şey

Öküz Herif'le geçen Cuma'dan bu yana görüşmüyoruz. Saçma sapan bir laf sokuşma esnasında "arabamdan in" dediğinde indim ve bi parka gidip oturdum. Telefonu çıkarıp Twitter'da önüme gelen yobaz ve kitap taşıyan merkeple biraz tartıştıktan sonra rahatlamıştım.
Üstelik insanlarla tartıştığım konular sıradan değildi. İçinde bol miktarda ölüm ve geriye kalanların göz yaşlarının durmadan akmaya devam ettiği savaşlardı.
İnsanlar, içine itildikleri savaşta annelerini, babalarını, ağabeylerini, komşularını, sevgililerini, karılarını, çocuklarını ve tüm bu ölümlerin arasında en önemsiz olan kedilerinin cansız bedenleriyle baş başa kalıp ağlarken, ben onların uğradıkları haksızlık sonrasında yaşadıkları acılarını, büyük bir vicdansızlıkla, adeta kendime bir rahatlama yöntemi olarak kullanıp, ona buna ağzımda köpüklerle saldırıyor, sürekli laf sokmaya çabalıyordum.

Bugün, 1 hafta önceki o davranışıma dönüp baktığımda, ne kadar samimiyetsiz olduğumu şimdi daha iyi görebiliyorum. Çünkü o andaki amacım, trajediyi yaşayan insanların ölümlerinin gereksizliğini dile getirmek, uğradıkları haksızlığa ses olmak ve haklarını korumak değildi. 
Amacım sadece sikindirik bir tartışmayı kendime bahane edip, insanlara laf sokarak rahatlamaktı.
Amacım, Öküz Herif tarafından uğradığım az önceki aşağılanmayı üzerimden atabilecek herhangi bir şey yapmaktı. Ben de böyle yapmıştım.
Merak ediyorum. Acaba hepimiz mi böyleyiz, yoksa sadece ben mi böyleyim. Ne kadar zavallıyızm.

Bugün günlerden Perşembe ve resmi olarak iş arayışım başladı. Bi kaç aydır ise pek iş aramadım ve bir iki ufak görüşme dışında da çağrılan iş görüşmelerine gitmek yerine telefonda geçiştirdim. İyi yaptım. Biliyorum..

Sikim artık kalkmaya başladı. Düzenli osbir çekebiliyorum. Bu durumun ben istediğim zaman ve sadece kendi kontrolümde olması hoşuma gidiyor. Çünkü daha önce bu cinsel arzular pek kontrolümde olmuyordu ve çoğu zaman kendimi kontrol edemediğim için, kendimi bir çok yanlışın içine atmış oluyordum. 
Şimdi ise, eskisine nazaran daha fazla kontrol edebiliyorum ve bunun sonucunda, sikime "kalk" dediğim de kalkıyor, "otur" dediğimde olduğu yere oturuyor. Bu kontrolün en güzel yanı ise gerçekten zevk alıyor oluşum.
Zaten şöför mahalindeysen arabayı kontrol etmek zorundasın. Aksini biliyorsun. Ölüm gibi şeyler falan işte.

Bu arada şimdi zevk almamın nedeni, bir alışkanlığı yerine getirmek değil de, daha çok; bilinçli bir şekilde, kendi isteğinle bir şey yapmanın verdiği bedensel kontrol olsa gerek.
Daha önce çoğu zaman bedenimi kontrol ettiğimi hiç sanmıyorum. Daha çok otomatik bir seks yapma veya osbir çekme isteği. Tabii dediğim gibi, istisnalar ayrı.

Zaten o kontrolsüzlük esnasında bile tek tük gerçekleştirebildiğim istisnalar olmasa, bunun farkına varmak da zor olurdu ve bugün o kontrolü tamamen ele geçiremiyor olabilirdim. Tabii bunu sağlamak için, onca yanlış adamla yatışımı, en rezil anımda adeta uyanırcasına "nerdeyim lan" adlı kendi isyanlarımın sonrasında "allahım ne olur yardım et. tamam erkek seviyorum ama böyle rezil bir durumu otomatikman yaşayarak sevmek istemiyorum. bu hissi kontrol etmeme yardım et. bunu alışkanlık olarak yaşamak istemiyorum" adlı dualarımın etkisi daha büyük.
çünkü sikişmeyi, bir alışkanlıkla değil, gerçekten isteyerek ve kafamın içindeki o boşluğa tamamen oturan birileriyle yapmak istiyordum. Zaten bunun dışındaki tüm seksler, fats food gibidir. Ayaküstü sevişmenin, uyuşturucudan tek farkı; dudaklarda kuruluk değil, ıslaklık bırakmasıdır. Başka bir sikim farkı yoktur ve seni senden alıp, çöpe atar.
Bense çöp olmak istemiyorum ve çöp olmak istemediğimden emin olacak kadar seks yaptım. bu bir pişmanlık sonrası istek değil. Bu, ne istediğini kesin olarak anlamış olmanın sonucunda göğe doğru açılmış ellere okunan güçsüz bir kulun duasıdır.

Yeni yeni inançlı olmanın, insanı aptal gibi hissettiren yanlarının dışında, güzel yanları da var.
Örneğin; allahın sana her zaman ve her yerde yardım edeceğini bildiğin için, diğer insanlara boyun eğmiyorsun ve durabildiğin kadar dik durmaya gayret sarfediyorsun. Bunun hissin beni daha güçlü ve kendimden daha emin bir şekilde konuşturduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu his, yani allah inancı ve onun sana yardım edeceğini bilme hissi, seni yanlış yapmaktan da alı koyuyor.

İnanç konusunu geçecek olursak, diğer anlamda pek bir şey yok hayatımda. Ev arkadaşımla iyi kötü geçinip gidiyoruz. Geçen gün abisi gelmişti. Tam bir gözü kapalı AKP'liydi :)
Adamın komik hali hâlâ aklımda ve ufak tefek tartışmalarımızdaki ani çıkışları çok komikti. İyi bir insan olma çabası, sanki iyi bir AKP'li olma çabasına dönüşmüş gibi hissetim. Yine de güzeldi.

Ev arkadaşım ise İngilizce dersleri vermeye başladı. Bir kaç öğrencisi var ve onlardan kazandığı parayla hayatını güzel bir şekilde idame ettiriyor.

Bende durumlar böyle işte, siz ne yapıyorsunuz?

25 Temmuz 2017

uyanmak ve önemli şeyler üzerine

Bu sabah da boş bir adam olarak uyandım. Gece sinekler kanımın tadına bakmasın diye üzerime attığım, tenimden daha ince çarşafı altımdan tekrar üstüme doğru çekerken uykum iyice kaçtı ve bir kaç osurmanın ardından doğrulup kıçımın üzerine oturdum.

Sabah ölmemiş olarak uyanan herkes gibi üffleye üfleye hayat sorgulaması yaptıktan sonra, gece ağzımın kenarından akmış olan tükürüğün kuruluğunu silince ayaklanıp tuvalete gittim. Klozetin tepesi, yeni ev arkadaşımla ayakta işemediğimiz için temiz olduğundan, şortumu aşağı çekip sallanan sikimin üzerine oturmamaya çalışarak klozetin kenarlara tünemiş oldum.

Sizde de olur mu bilmem ama tünendiği an çiş kendiliğinden geliyor. Hiç öyle beynime emir vermeye veya düşünmeme gerek kalmıyor. Bisiklet veya araba kullanmak gibi bir alışkanlık olsa gerek, şırıl şırıl akmaya başlıyor.

Çişim bittiğinde, sikimin kafasını yıkayıp sifonu çektikten sonra biraz daha oturmaya devam ettim. Gün içinde ne yapacağımı falan düşündüm. Hiçbir şey bulamadım. Resmen yapacak onca şey varken, benim hiçbir şeyim yoktu.
İyice avarenin teki oldum. Yemek yemek ve uyumak dışında bi bok yapmıyorum. Kitap okumayı, film izlemeyi bıraktım. Takip ettiğim dizilerden bile sıkıldım. Artık hiçbir şey beni çekmiyor.
Zaten iyice her şeyin önemsiz olduğuna inandığım bir döneme girdim.
Tüm bu koşuşturma neden ki? Neden koşturuyoruz, neden koşuyoruz. Oysa yiyeceğimiz bir lokma ekmek ve barınağımız 4 duvardan ibaret.
Zengin olmayı bile istemediğimi düşündüm. Olunca ne yapıcam ki? Kesin yine oturup bu tür şeyleri düşünürüm.

Bilmiyorum bu ara işte böyleyim ve her şey boş geliyor.
Şu önemsememe durumu aslında yeni değil. Hep vardı. İş yerinde veya sokakta, özel hayatımda veya aile ilişkimde de böyleydi.
Bence hiç kimse ve hiçbir şey önemli değil. Bu yüzden kasarak veya kastırarak yaşamaya gerek yok. Sikindirik bir dünya ve tüm bu sikindirikliğe rağmen, boşu boşuna kendimizi üzerek ölüme yaklaştırıyoruz. Gerek yok yani, anlatabiliyor muyum?


22 Temmuz 2017

Dua

biliyorsun, seninle tanıştığımızda dalından kopmak üzere olan bir yaprak gibiydim. 
rüzgârı seviyor olmama rağmen, ait olduğum ağaçtan kopmak istemiyordum ve dalıma sımsıkı tutunmak için bahaneler ararken canım o kadar farklı sebeplerle yanıyordu ki, bunu anlatamam.
zaten o acıların hepsi, hâlâ tane tane aklımdadırlar.
çünkü kalmak istememe rağmen, gitmek zorunda olduğum gerçeği tüm çıplaklığıyla önümde sere serpe uzanmış beni bekliyordu. yani; canımın yakan şey, gerçeklerin ta kendileriydi.

seninleyken, bazen kaybolmuşum gibi yapmak zorundaydım. bazen ise umursamızın teki rolünü oynuyordum. yedirdiğin küfürler, ettiğin ahlar da canımı yakıyordu ama can dediğin görünen bir şey değildi ve bu yüzden; canımın yanışını gösteremediğim için öylece donup, sana bakakalıyordum. 
evet, anlaşılmadığımı da biliyordum ve anlaşılacağım zamana henüz çok olduğunun da farkındaydım. susmaya başlarken başımı eğişim de hep bundandı. 

üzerine düşünmediğin için, farkında olmadan biliyorsun ki, kalsam daha kötü biri gibi görünecektim. eğer gidersem ise sadece dengesizin teki ilan edilecektim. sen tarafından.
doğrusu kötü biri olarak görünmektense, dengesizin biri olarak görülmeyi tercih ettim. çünkü, dengesizlik, içinde bir trajedi barındırırdı ve adıma hayıflanmanın ifadesi olan, onlarca "kendine yazık etti" cümlesi kurulacaktı arkamdan. 
bu yüzden, kalarak, kötü olmayı tercih etmedim. çünkü bilirim, kötülük de, delirmek gibi bir tercihtir. zaten giderek, sadece kendime yazık ettim gibi görünmeyi seçtim.

şimdi bunları diyorum ya, mahkemelerde, onca akıllı insanın, neden deli raporlarına başvurarak suçsuz ilan edilmek istediğini, daha iyi anlıyorum. onlar, dengesizlerin hakkını da gasp ederek, başka bir kötülük daha yapıyorlar. onlar gerçekten kötüler ve dengesizlerin hakkını gasp etmek, en büyük kötülüklerden sayılmalı.
bu yüzden olsa gerek, artık o canilere rapor verilmesini yanlış buluyorum. çünkü başkasına zarar vermemek, yani kötü olmayı tercih etmemek hakları da vardı. ama onlar kötülük yapıp pişman olduktan sonra, dengesiz rolünü tercih ettiler. işte bu davranış, aslında "saf kötülük"ün bir işaretidir. affedilme-mesi gerekenler bunlardır. o yüzden rica ediyorum; sen beni affet ve bütün beddualarını allah katında geri çek. noolur.


20 Temmuz 2017

nokta.

bir kaç aydır çalışmıyor oluşumdan dolayı iyice boş biri olup çıktım. kendimi işe yaramaz olarak görüyorum ve bunu nasıl üzerimden atabileceğimi hiç bilmiyorum.
Neden çalışmak istemediğimi de tam anlamış değilim. Hatta, sorun aslında çalışmamak istemem mi yoksa başka bir şey mi ondan da emin değilim. Ama şunu biliyorum ki öylesine sırf çalışmak için çalışmaktan sıkıldım ve daha dişe dokunur bi iş yapmak istiyorum.

evet, sonuçta hepimizin paraya ihtiyacı var ve ölünceye kadar çalışmak zorundayız ama doğrusu şu ki; ölünce, ah ulan keşke şu işi yapsaydım demek istemiyorum.
o yüzden bu ara ne iş yapmam gerektiği üzerine düşünüyor ve bu doğrultuda bi fikir bulmaya çalışıyorum.
bakalım zaman ne gösterecek.

zamanın ne göstereceğini beklerken de boş durmayayım diye bu yıl üniversite sınavlarına girdim. tabii sonraki sınavda uyuya kalıp da hatta sınava tamamen unutmuş olunca sadece LYS tercihi yapabilecek kıvamda kala kaldım.
Bu yüzden bu ara üniversitelere falan bakındım, hâlâ bakınıyorum.
ama geçen yılkinin aksine bu sefer, psikoloji veya dramatik yazarlık gibi bölümlerle ilgilenmedim ve işe yarayan birine dönüşmek için hukuk alanına yönelmeye karar verdim.

hukuk alanına yönlenirken de sadece 2 yıllıkları tercih edebileceğim için gittim bir kaç özel üniversiteden bilgi aldım. hepsi cebimde olmayan paraya göz dikmiş halde hazır nazır bekliyorlardı. Bilgi alıp çıktım ve sonra iyice düşününce bugün şundan yana karar kıldım: 2 yıllık açıköğretim adalet meslek yüksek okulu tercihi yapacağım. hem fiyatı çok cüzi, hemde sınıfta kalsam bile, götüme giren şemsiye canımı yakamayacak.
ama tabii bu sefer kararlı bi şekilde yırtınarak derslere de çalışmayı düşünüyorum. allahım inşallah çalışırım ve dersleri hep en yüksek puanlarla geçerim amin.

bunun dışında pek bi bok yaptığım yok ve işte günlerim de zaten film, kitap, makalelerle geçiyor. bir de işte Öküz Herif ile kavgalar falan var. Bi küs, bi barış yapa yapa artık küstüğümüzde de birbirimizi ciddiye almıyoruz ve bu durum iyice laçkalaştı.
bilmiyorum bizim durum her halde hep böyle gidecek. yani durum bunu gösteriyor. yani belkide biz kavga etmek için beraberizdir.

onun dışında ne olacak, ne olması gerek pek sikimde değil ve gün içinde eğer evde değilsem dışarda gezinip, hiç girmediğim istanbul sokaklarına dadanıyorum.
böyle yaşamak bazen çok sıkıcı, bazen çok güzel ama her hâlükârda istanbul'un çekiciliği hiç bitmiyor. hep böyle gezip şaşırmalık şeylerle karşılaşabiliyorsun.

geçen gün yine sokaklarda finklerken, bi caddede 5-6 ergenin 25-30 yaşında bi adamı tekme tokat dövdüklerini gördüğümde zor yetiştim. piçler adamı fena benzetmişlerdi ve ağzı burnu iç içe girmişti.
çocuklara "yapmayın etmeyin diye yalvarırken" çok şükür uzaklaştılar ve adamı alıp bi kenara çektim. bi üst sokağa gidecekmiş ve bu yüzden beraber gitmeye karar verdim.

bu arada çocuklardan biri de bi kaç adım uzağımdaydı ve bu yüzden ona "olm yazık değil mi adama, niye böyle yapıyorsunuz" diye sorduğumda "abii gelmiş bizden bonzai istiyor, gidin bulun diyor" diye karşılık verdi. bunun üzerine "tamam, neyse karışmayın gitsin" dedim ve adamı kaldırırken, bu sefer adam "yalan söylüyorlar ya" gibisinden bir şeyler söyledi.
oysa ergenin yalan söylemediği çok belirgindi ve eregenin aksine, adamın yalan söylediği daha çok belli oluyordu. neyse "hadi kalk gidelim, seni gideceğin yere bırakayım" dedim ayyaşa. beraber yürürken, çocuklar yine gelmeye kalkıştılar ama tabii "tamam, gidiyor işte, karışmayın" diyerek durdurdum ve sağ olsunlar piçler durdu.
adamı bi üst sokağa bırakıp yoluma devam ettim ve diğer sokaktaki orospularla göz kırptık birbirimize.

orospulardan biri onu 5-10 lira karşılığında sikmem için çağırdı, ama "senin işine yaramam" dedim "niyeee" diye sordu. "ibneyim" diye cevap verdiğinde "aaa" deyip kahkaha attı.

bu arada sıkıldım yazmaktan. ve zaten her şeyden sıkılmaya başladığım günlerdeyim.
hiçbir şeyi ciddiye de alamıyorum. çok denedim ama olmadı.
noıkta.


16 Temmuz 2017

bi kaç günlük sahte cennet ve öküz herif'in dönüşümü

Öküz Herif geçen pazar gecesi Amerika'dan döndü. Gittim havaalanından aldım getirdim eve.
Uzak kaldığımız bu süre içerisinde taşakları baya büyümüş. Bundan dolayı olsa gerek, benimle konuşurken cümleleri ağır aksak bir şekilde tane tane ağzından çıkmaya başlamış. Sanırım uzak kaldığımız süre içerisinde, beni yine eski ben olarak görmeye başlamış ve bundan dolayı da taşşaklarının ağırlığını üzerime koymaya çalışıyor.

Bu durumuna ilk bi kaç gün bir şey demedim. Biraz alttan aldım, o da benim ona olan bu sakinliğimi kendince anlamlandırmaya çalışıyordu. Ya da ben sabırlı olduğum için, onun beni anlamaya çalıştığını düşünerek sakin kalabildim.

Sakinliğimi koruyup ona sabırla yaklaştıkça, o da bana, ağırlığını daha fazla hissettirmeye başladı. 
Ağırlığının dozunu artırmaya başladığında "biraz daha sabredeyim" dedim ama baktım değişeceği yok ve işte o anda verdim veriştirdim. Dedim "bak şimdi gittin eğlendin falan filan, bu yüzden olsa gerek götün kalktı ve benimle konuşurken çok fazla emir kipi kullanıyorsun. ben senin uşağın, hizmetçin, lalan veya dadın değilim. kendine gel. yatağa girdiğimizde de senin dildon değilim. seni canın sikişmek istediğinde hazır ve nazır bi şekilde seni bekliyor muşum gibi davranma. ikimiz bi hayatı paylaşıyoruz ve sen amerika tatilinden yeni geldin diye benimle konuşurken terbiyesizleşemezsin. ya kendini bi an önce topla, ya da bi dahaki sefere bu şekilde uyarmam, ağzına sıçarım"

Sağ olsun, kem küm, ehem öhöm yaparak pişkinliğe verip kendini biraz topladı ve daha terbiyeli davranmayı tercih etti. 
Bu "pişkinliğe vererek alttan alma tavrı"nı sevmesem de, sonuç olarak bu davranışıyla geri adım atmış olmasını gösterirki ve bu da; bi anlamda iyiye yorulması gereken bir davranış olduğundan dolayı, beni sakinleştirdi.
ama en fazla yarım saat sonra yine emirler verip, beni, eğitimden yeni çıkmış köpeğiymişim gibi gördüğünü belli etmekten de geri kalmadı. yine çok takmadım. güldüm geçtim. hehehehe.

Ama sonraki günlerde de bu halinden pek taviz vermeden devam etti. Resmen adamda, Amerika dönüşü bi tepeden bakma hastalığı hasıl olmuşki anlatamam. Batı hayranlığının en güzel örneğini, bu kadar yakınımda bulabileceğimi hiç sanmazdım. Adamın gözlerinde, amerikan bayrağı gururla dalgalanıyor. 
Ağzına sıçtığımın salağı iki gün amerika'ya gitti, dönüşte kişiliği tamamen değişmiş olarak geldi. Ya madem çok seviyorsun, işte imkanın da var, siktir git orda yaşa değil mi? Bunu ona da dedim, ama güldü geçti.

Tabii bu kadar şımarmasının ve hayran olmuş olarak dönmüş olmasının derindeki nedenini de biliyorum ama o konu çok daha çetrefilli ve derin bir mevzu. Onu ilerde belki daha detaylı olarak anlatırım.
Şimdi bu kadar parlamasının, hayranlığının bu kadar çabuk su yüzüne çıkmasının basit nedenine gelirsek durum şu ki; orda onu misafir eden Ecnebi arkadaşı. 
Çünkü Ecnebi arkadaşı, tatil boyunca harcamaları da kendine ait olmak üzere belli bir program yapmıştı ve benim Öküz'de o programa uyarak tatilini yaptı geldi. 

Ecnebi dediğim de, işte yaşlı bi adam. Geçtiğimiz 2-3 yıl önce bizim öküz'le türkiye'de tanışmışlardı ve bi kaç seferdir birlikte tatil yapıyorlar.
Tabii ecnebi buna abayı yaktığı için bi yandan da bunu şımartmaktan geri kalmıyor. Geçen gün de ona "sana göre biri olmadığımı biliyorum, çünkü yaşlı biriyim. ama yine de buna rağmen, keşke türkiye'yi bırakıp buraya gelsen. zaten bi kaç yıllık ömrüm kaldı. evi sana veririm, ben ölünceye kadar da bana bakarsın" demiş.

Öküz'de yemeden içmeden hemen bunu bana whatsapp'den yazdı. İlk duyduğumda üzülmedim değil. Çünkü bence bu cümleler, gerçekten çok ama çok hüzünlü duruyorlar. 
Adamın kimsesizliğinin ve sevgiye açlığının en büyük göstergesiydiler.

Bunu Öküz'le de konuştuk ve ona "ya bu durum çok hüzünlü, adama üzüldüm valla. baksana demek güvenebileceği hiç kimsesi de yok. oysa ben, en azından uzak bile olsa bi akrabası falan vardır diye düşünüyordum. yazık ya" falan gibi cümlelerle düşüncelerimi ifade ettiğimde, o "evi bana bırakacakmış, seni de alırım yanıma" diye karşılık verdi. Midem bulandığı için konuyu değiştirdim ve gün geçmeye devam etti.

Gün geçerken, Yaşlı Ecnebi'yi düşündüm. Çünkü daha önce en azından 1 kişi de olsa bi kuzeni-muzeni bir şeyciği vardır diye düşünüyordum. Ama meğer bildiğimin tam tersiymiş ve adam ölse, soyu yer yüzünden tamamen silinmiş olacak. 
Bence bu şekilde ölmek, bir insanın sanırım yaşayabileceği en hüzünlü durumdur. Daha başka ne olabilir ki? Şu an aklıma da gelmiyor. 
Zaten annesi-babası da, o henüz 20'li yaşlarındayken, onun ibne olduğunu öğrendikleri için, depresyona girip beraber intihar etmişler. Adam yıllarca anne-baba'sının, kendisi yüzünden intihar ettiği gerçeğiyle tek başına yaşamış gelmiş.

Tabi tek kalmış ama uslu durmamış ve 70'lerin sonunda, yani sanırım tam olarak 80'lerin başında da AIDS kapmış ve o günden bu yana AIDS'li olarak yaşıyor. 
Onunki sadece taşıyıcılık olduğu için olsa gerek, ona pek bi zararı yok. Düzenli ilaçlarını vs kullanıyor, kontrollerini oluyor falan. Ama diğer insanlarla ilişkisinde ne yapıyor, nasıl yapıyor bunu bilmiyorum.
Bu konu kafamı kurcalamıyor da değil.

Ecnebi'nin hayatında kan bağı olarak hiç kimsenin kalmaması üzücü. Zaten normalde de sadece 3-4 arkadaşı var o kadar. Onlar ise onun gibi yaşlı ve içlerinden biri sakat. Ayrıca hepsi de obez. 
"işte kendi kendilerine yuvarlanıp gidiyorlar" tabiri onlar için hüzünlü bir cümle olur ama öte yandan gerçekliği de tartışılmaz derecede sert bi şekilde karşımızda duruyor. Bu yüzden bu cümleyi kurmadan edemeyeceğim. Ama "komik olsun diye kurmadığımı belirtmek"ten de kendimi alamıyorum.

Öte yandan, ecnebi grubun, Öküz Herif'in tatil süresi boyunca attıkları fotoğraflarda, sadece yalnız insanlara has olan o durgun derin bakışlar ve zoraki gülümsemeleri gözümden hiç kaçmadı. Hepsi de mutsuzluğun en etkili tarafına çoktan geçmişler. Yani, ellerinden gelen hiçbir şey olmadığını kabullendikleri LEVEL'ı çoktan aşmışlar ve derin durgun bakışlarıyla poz keserken, sessizce diyorlarki;
"Biz mutsuz, 50'sini çoktan geçmiş yaşlı, şişko, amerikalılar'ız. Bir kaç günlük ömrümüz kaldı ve ölmeden önce, birinin bize bakmasına, bizi merhamet göstererek sevmesine çok ihtiyacımız var. Paramız var ama güvenebilecek arkadaşlarımız yok.  Ailelerimizi de yıllar önce terkettik, zaten tek çocuktuk ve onlarda başka çocuk yapmadan öldüler. O zamanlar bu tür şeyler sikimizde değildi. Çünkü çok gençtik ve sadece kendi hayatımızı yaşamaya and içmiştik. 

İşte görüyorsun, hayatımızı yaşadık, sevdiğimizden emin olduğumuz kadın ve erkeklerle yatıp kalktık, sevdiğimizi sandığımız işlerde çalıştık ve tüm bu yaşamımız süresince de deliler gibi eğlendik. Deliler gibi. Anlıyor musun?
Çünkü yaşarken para kazanmaya biraz fazla odaklanmışız ve çevremizde kimse olmadığını şimdi anlıyoruz. Geriye kala kala bu 4 kişilik ekip kaldık ve işte son günlerimizi böyle oyalanarak geçiriyoruz. 

Birimiz 10 yıl önce trafik kazası geçirdi, kimsesi olmadığı için biz baktık. Ama çok şükürki kazadan önce çok para biriktirip, üzerimize sadece bedensel olarak yük oldu. Yoksa ona bakar mıydık, inan biz de bilmiyoruz. lütfen bizi yargılamayı kes, çünkü bunu sen de bilemezsin. 

Geçen yıl bir arkadaşımız öldü. Parası da vardı aslında ama parası umrumuzda değildi ve ona çok iyi baktık. Ölürken kimsesi olmadığı için her birimize 600 bin dolar bıraktı. Bu paralarla ne yapacağımız hakkında en ufak bir fikrimiz yok. banka hesaplarımızda öylece duruyorlar. 

Yani anlayacağın sadece yaşıyoruz ve hala 0,30 sent'lik hamburgerlerden yiyoruz, en ucuz marketlerden alışveriş yapıyor, en kötü kahveyi en güzel kahveymiş gibi yudumlayarak içiyoruz.
Üstümüzdeki en marka kıyafetin değeri 13 dolar ve bu durum umrumuzda değil. Paralarımız hala yerinde duruyor. tek lüksümüz ise yıllar önce alıp taşındığımız Golden Gate Köprüsüne bakan küçük şirin bahçeli evlerimiz.

Peki sen ne yapıyorsun ortadoğu'da?
Selamlarımızı alıyor musun? sana gönderdiğimiz sahte tebessümlere inanmış gibi yaptığını biliyoruz, çünkü bir zamanlar bizde senin yaşındaydık ve nasıl rol yapılır, ne zaman rol yapılır çok iyi biliyoruz. ama elimizden gelen bir şey yok. sen bizi, biz seni anlıyoruz. Farklı coğrafyalarda, aynı yanlışlıkları yaptığımız için olsa gerek aynı yalnızlıkla boğuşuyoruz.

Gördüğün gibi biriktirdiğimiz paralar hiçbir işimize yaramıyor. Ailelerimiz yok, bize bakacak kimse yok, bize yaşlı olduğumuz için merhamet gösterecek kimse yok. Sığ maddi zenginliğimizin de bir işe yaramadığını şimdi anladık. Yıllarca farklı ülkelerdeki büyük şirketlerde sürünürcesine çalışıp, biriktirdiğimiz parayla sadece Golden Gate Köprüsü'ne bakan evler alıp kendimizi hapsettik. şu an tüm kafalarımız karışık. 

Biliyorsun akşam saatlerinde köpeklerimizi gezdirmeye çıkıyoruz. Hepimizin köpekleri var. Çocuk sahibi olmamayı yıllar önce tercih etmiştik, çünkü köpek bakmak daha kolaydı. Çünkü çocuklar değil, köpekler modaydı. 
Şu an bu köpekler bizi sosyalleştiren varlıklardan başkası değil. Yani aslında onlar, nefes alıp veren birer modern meta. 
Her akşam köprüye yakın parklarda köpeklerimizle gezinirken, birbirimizin köpeklerini seviyor ve ne kadar tatlı olduklarına dair yeminler ediyoruz. Oysa yaptığımızın "yalnızlığımızı yok etme" çabasından başka bi anlamı yok. Köpeklerin de canı cehenneme. Bize bakacak kimse yok! Anlıyor musun? Çünlü yaşlandık ve ölmek için gün sayıyoruz. Paralarımız bankalarda faiz hesaplarında işlemeye devam ediyor. Doğrusunu söylemek gerekirse, neden o paralarla şu kalan bi kaç günlük ömrümüzü de daha iyi geçirmek için çabalamadığımızı da bilmiyoruz. Bi fikrimiz de yok.
Lanet olasıca dolarlarla ne yapılabilir ki? Köpeğiniz çok tatlı bayım."

İşte durum böyle. Öküz Herif ise ecnebilerin bu acıklı durumunu okuyamadığı ve okuyamayınca da,  şımartıldığı için beni "gel" dediğinde "gelen", "git" dediğinde "giden" bir köpek olarak görüyor. Bunu bir kaç sefer anlattım ama cık anlamadı. Geldiği günden bu yana kavga ediyoruz ve bu sabah da kavga ettik, o da giyindikten sonra bilgisayarını vs alıp gitti. 
Artık Öküz Herif'in kavgalarını o kadar normal ve sıkıcı görüyorum ki, onun bağrış çağrışını siklemiyorum bile. 
Bu tekrarlardan da sıkıldım. İyice.

11 Temmuz 2017

Bu bayram ailemin yanında bir kaç gün geçirince, allak bullak oldum.
Onlarla çok uzak olduğumuzu, kafalarımızın asla aynı konulara basmayacağını falan düşünürdüm. Ama bu sefer öyle olmadı. Gittikçe daha farklı düşünmeye başlıyorlar.
Aslında sadece benimle konuşurken farklı düşündüklerini ve davrandıklarından da eminim. Çünkü ben onların yaban otuyum, dikenlerim sivri olduğu kadar sert, gövdem toprağından sökülmeyecek kadar da sağlamlaşmış.

Bu yüzden artık benile mücadele etmek yerine, sanki beni olduğum gibi kabullenirken, bi yandan da taviz vermemi bekler gibi bir ieltişim kurdular.
Bu tavizleri içimde bir şeylerin yerle bir olmasına neden olurken, ilk günlerde bu yıkıntıları fark edemedim. Ama görüşmemizin üzerinden bir kaç gün dha geçip de sadece kendimle başbaşa kaldığımda, yıkıntıları fark etmek güç olmadı.
Üstelik tabanıma batan paslı çiviler, ayağıma dolanan demirler hep tökezlememe neden oldu.
İnsan yorulunca kendine dönüp bakarmış ya, bende ruhen çökünce dönüp kendime baktım.

Burda, yani bu sikindirik blogda yazdığım çoğu şey kurmaca olsa bile, sonuç olarak çıkış noktaları, hayatımın belli yerlerindeki anlardan ilham alındı. Bu ilham mı yoksa başka bir şey mi doğrusu onu da bilmiyorum ama yazmayı sevince, hayatınızın belli bir anını alıp, onu LEGO parçalarından birine dönüştürüyorsunuz ve o parçanın ne zaman nereye oturrulması gerektiği üzerine kafanızda sürekli fikirler dönüp durmaya başlıyor.
Bu fikirler bazen günlerce sürebiliyor, bazen de sadece tek bir anda olup bitebiliyor. Ama sonuç olarak kafanızda nereye yerleşirse o na göre bi hikaye kurgulamaya başlıyorsunuz.