-->

31 Mayıs 2017

korkular ve korkularım

Adsız'ın biriyle şu yazı( ilişki öldü beybi yazısı)nın altında yorumlaşmıştık ve başka bir yazının altında, yorumunun uzun olduğunu söyleyince mail atmasını söylemiştim, o da attı. Ben de ona "dilersen mailini post olarak yayınlıyıp, aynı zamanda öyle de cevap vereyim. sen de cevabın olursa yine mail atarsın ve ben onu da posta ekleyerek güncelleştirerek ilerleriz" dedim ve o da kabul edince, mailini buraya aldım. işte o mail:

Adsızın adı: Rastgele
Mail konusu: Korkular ve korkularım
Yeni yazının altına yazacağıma söz vermiştim. Resmen bu yazıda tamamen kendimden bahsedeceğim sana. Belki nedenini tam olarak verememiş olabilirim ama tahmin edilebilir olduğundan eminim. Bu arada ismim yerine bana "ADAŞ" diyebilirsin. Çok önceden sana mesaj atmıştım, bu insan hakkında bahsetmiştim. Benimle öpüşürken başkalarıyla sevgili olmaya devam ediyor falan demiştim. Neyse:

Lise 2 ye gidiyorum. Öncesinde kibar olduğum için ve çoğu erkeklere kıyasla zıt bir yapım olduğu için, genelde gamzelerimin çok tatlı olduğunu söyleyen kızlarla takılırdım. Aslında onların yanına gitmek istemezdim hiç, fakat ergen kafasıyla kim olursa olur diye geçiriyordum. 

Lise 2 de birisiyle tanıştım. İsmi benim ismimle aynıydı. İsimlerimiz aynı olmasına rağmen, karakterlerimiz tamamen farklıydı. Arkadaşlığımız ilerledikçe, bir gece bizim evde kalmasını istedim. (Bu arada onunla bir şeyler yaşamak için davet etmedim çünkü nasıl biri olduğumu o aralar tam olarak bilmiyorum.) Çünkü o insan hakkında çok kötü yorumlar geliyordu, mesela çok küfür eder, annesinin cüzdanından gizli gizli para çalar, sürekli kız peşinde dolaşır ve ertesi gün bakmaz, arkadaş ortamı baya kötüdür gibi. 
Ailemden dolayı, bunların hepsi bana "terbiyesizlik" olarak öğretildi ve hayatında görebileceğin en terbiyeli insandım.

Bizim eve geldiğinde, kendimiz hakkında konuştuk ve beni çok değer verdiği bir insan olarak gördüğünü bundan dolayı bana yalan söylemek istemediğini söyledi ve ne varsa döküldü. Tüm bu kötü söylemlerine rağmen, yine de bir şey demedim. Arkadaşlığımızı bitirmek istemedim. 

Gece saat 12'yi geçtiğinde, yatakta yatarken, televizyon izlerken ilk sevgilisiyle nasıl seviştiğini anlatmaya başladı. O kızla bir evde olduğunu, deli gibi öpüşüp durduğunu söyledi. O ara klasik erkeklerin yaptığı hava atma olaylarına girdi. Yani "Bak şimdi sen o kız ol, o kız burada böyle duruyordu, ben de tam karşısında böyle duruyordum, suratlarımız böyle birbirine çok yakındı." dedi. 

Gerçekten olayı canlandıra canlandıra anlatıyordu bana. Yüzümüz o kadar yakınlaştı ki, birden öpüşmeye başladık. Bana kardeşim diyen insan, benimle öpüşüyordu. 
O günden itibaren, ara sıra öpüşmelerimiz devam etti. Hatta ben şerefsiz ve piç taraf olup, öpüşmek ve yiyişmek istemediği zamanlar bile onu zorladım.

Benimle öpüşmesine rağmen, sürekli sevgili bulma peşindeydi. Facebook, instagram falan hepsinden kızları ekliyordu. Ben ise bu ilk defa öpüştüğüm insanı, erkeği, hiç bırakmak istemiyordum. 

Günler böyle devam edince, onu aşırı kıskanmaya ve kıskandığım insanlarla konuşmamasını söylemeye kadar gittim. 
Sevdiği bütün insanları sevmemeye başlamıştım. Sadece o'nun olmasını istemiştim. Fakat hala kendisine "kız" sevgili yapmaya çalıştığı için 4 ay önce bir daha konuşmayalım dedim. Yaklaşık 5 sene, yiyişmeler ve öpüşmeler dolu bu senelerden sonra ona göre dostluğumuzu bana göre sevişmelerimizi bitirmiştik.

 Şimdi üniversite ilk sınıfa başlayacağım. Hazırlık sınıfını bitirdim ve hazırlıkta yaklaşık 50 kişiyle arkadaş oldum. Bölümümün genel özelliğinden, hiç erkek yok. 15 kişilik sınıfta sadece 5 erkek var. Bundan dolayı yakın arkadaşlarım yine kızdı. Bu aralar kız arkadaşlarımın olmasından sıkıldığımı, sevgili olmasa da, erkek arkadaşım olsun diye çıldırdığımı anladım. 
Çünkü sesli küfür etmeyi, bana küfür edilmesini bile özledim. Kimse ben gibi değil. Herkes sex peşinde. Üniversite yılında bile, açık görüşlü olup sadece sex düşünmeyen bir "erkek" bile yok. Gay olup olmaması önemli değil, insan olarak da yok.

"Yakışıklı demeyelim de, sempatiksin." sözü bana sürekli denildiği için, benim gay olma ihtimalimi asla düşünmüyorlar. Okul 1 hafta önce bitti, bittiği için blog'umu arkadaşlarımla paylaşmaya karar verdim. Bütün yaşadıklarımı bir kızla yaşamışım gibi gösterdim/gösteriyorum. Gay olduğumu hiç kimse bilmiyor. En yakın arkadaşım bile. Bu yüzden, başkalarıyla blog yazılarımı paylaştığımda, hikayelerimdeki kişileri tamamen değiştiriyorum..

'Hayat Erkeği aslında' senin gibi, sevişmeyi (direk birisini bulup) normal bir şeymiş gibi yapabilen, bir insan olmayı istedim hep. 
Sakın bu yazdığımı yanlış anlama. Burada demek istediğim, ne kadar cesur olduğunu vurgulamam. 
İşin kötü tarafı, her şey sevişmekle bitmiyor. İnsanlar "gay" lafını duyunca, anında onun bunun götüne koymaya, "Ay sen üstteki misin alttaki mi?" olayına çeviriyor lafı. 

Halbuki ben, kendi DNA’mı paylaşmadığım bir insan tarafından sevilmeye ve sevmeye açım. Her sabah kalktığımda, sevişelim mi demek yerine, günaydınla başlayıp seni seviyorumla devam edip iyi gecelerle bitirmek istiyorum. Sanırım çok fazla film izlemişim de ondan böyle düşünüyorum.

Hayat Erkeği: Hayatım boktan değil. Ailem, kardeşlerim, üniversitem ve arkadaşlarım her şey mükemmel. Fakat şu ana kadar (20 yaşıma kadar) hiç sevgilim olmadı. Ne kız, ne erkek. Ergenliğin getirdiği yanan ateşimi bile söndürmeyi başardım. Ateşim artık sadece sevgi için yanıyor. Sevilmek ve sevmek.

Tüm bunlar yüzünden, çok arkadaşım olsa bile, kimseye hiçbir şeyden bahsedemiyorum. Hiçbir şey bilmelerini istemiyorum çünkü korkuyorum. Yalnız ölmekten korkuyorum.

Dipnot1: Hareketlerim ve tavırlarım "Kerimcan" gibi değil. Normal, klasik bir erkeğim.
----
Dipnot 2: Bunları okuduktan sonra "Eee benden ne bok istiyorsun?" diye sorabilirsin. Fakat beni anlayabilen tek insan sensin diye düşündüm/düşünüyorum. Sence oturup, aptal aptal etrafı izlerken, birinin beni gelip bulmasını mı beklemeliyim, yoksa önüme gelen herkese atlamalı mı?
-----
Dipnot 3: Bazen çok ergence düşünüyormuşum gibi hissediyorum. 20 yaşındayım, hayatımın baharındayım ve şu takıldığım olaylara bak. Eğer böyle bir izlenim aldıysan; yani "ergensi" kokuları geldiyse lütfen bana söyle. En azından nereden başlamam gerektiğini anlarım.
-----
Dipnot 4: Büyük ihtimal mezun olduktan sonra devlette çalışacağım için, barlara gitme gibi bir şansım olmayacak. Hatta internet ortamında bile birileriyle tanışmaya kalksam, sürekli diken üstünde olacağım. Bu yüzden, her şeyimi "özene bezene saklamalı" mıyım? Sen nereye kadar sakladın?
------
Dipnot 5: Çok uzattım, umarım buraya kadar okumuşsundur. Şimdiden teşekkür ederim.

--------

mail bitti. şimdi de karşınızda benim cevaplarım:

Kimseye şimdilik bir şey anlatma. Çünkü bir erkekle öpüşmek, sikişmek vs, o kadar da önemli bir şey değil. Kafandaki "heyyoo, biliyor musunuz, ben erkeklerle yiyişiyorum" cümlelerini sil.
çünkü her erkek hayatından en az bir kaç kez başka bir erkekle yakınlaşmıştır ve bunu ya sevip hâlâ devam ediyordur, ya da sevmeyip, bir daha yakınlaşmamıştır. 
bu durum kadınlarda da var. 
tüm bu cinsel olayları sadece bazılarımız çok öne çıkarır ve ibneliği bir meslek gibi yaşamaya başlar, çünkü yapacak daha iyi bir uğraş yoktur.(benim gibi) bazılarımız da bunun normalliğini kabul edip hayatına devam eder.
-----
Yalnız ölmekten hep korkacaksın. Bunu aşmak imkansız. Hayatında biri varken de, yokken de bu his hep aklında olacak. Yapman gereken şey, yalnızlığını ehlileştirmek.
Yani, yalnızlık hissinin seni alt etmesine izin verme. Ona sakın yenilme. kitap oku, film izle, şairleri araştır, hiç ilgin olmayan bir konu hakkında araştırma yap, resim yap, spor yap, otur aynada mimiklerini izle, saçına başına bak saatlerce, güzel konuşmaya odaklan, küfürsüz konuşmaya çalış vs vs
böyle uğraşlar bul. güçlü birisin. hepimiz güçlüyüz, ama çoğumuz yalnızlığa yenildik. sen daha 20 yaşındasın, bunları konuşacak birilerini bulabilmişken, sakın yalnızlığa yenilme..

Dipnot1'e cevabım: klasik erkekliğini yerim :)

Dipnot 2'ye cevabım: biri gelip seni bulmayacak. öyle bir dünya yok. hepimiz kandırıldık. büyük ihtimalle kafandaki tüm sorular yaşamın boyunca hep var olacak ve hiçbir zaman cevaplarını da bulamayacaksın. çünkü hayat budur. böyledir, yani sıkıcıdır. bu yüzden de, seni bir beklenti içerisine sokar ve sen onunla boğuşarak yıllarını geçirirsin. iş işten geçtiğinde her şeyi anlarsın ama o zaman da enerjin tükenmiş olacak.

yerinde oturarak veya arayarak da biri bulunmuyor. zaten arayarak bulunsaydı, o kadar aramama rağmen ben bulmuş olurdum. işte görüyorsun, en büyük ve diri örnek olarak ben varım karşında. arayarak bulunmuyor. arayarak bulunan tek şey kalp kırıklıkları..

önüne gelene atlayarak da bi bok olmaz. çünkü sadece seni sömürüyorlar ve bi yerden sonra buna bağımlılık kazanmış olduğun için de, artık seni sömürmelerine kendin izin vermeye başlıyorsun. buna "cinsel stockholm sendromu" adını verdim. 

tüm bu saçmalıklara rağmen, sanırım yapman gereken şey, hayatına odaklanman ve ileride kendini nerede görmek istediğini şimdiden planlaman. ekonomik özgürlüğünü kazan, aile bağlarını, sikin kalkmaya başladı diye yok sayma ve tüm aile bağlarını seni her şeye ve her zamana rağmen "özgür bir birey olarak" kabul edebilecekleri şekilde yeniden inşaya koyul.

çünkü bana baksana abi, 32 yaşındayım ve hayatımın iplerini elime aldığımda geç olmuştu. çünkü atları nasıl sürmem gerektiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu ve ipler elimde ordan oraya dönüp durdum. benim gibi böylesine büyük bir başarısızlık örneği karşında varken, sen bunu yapma, tekrara düşme. kendini eğit, doğruluktan şaşma. ve emin ol, böylece güzel olan dışında hiçbir şey yaşamayacaksın. 

Dipnot3'e cevabım: korkuların ergensi değil, ama açıkçası normal olarak ergensi olması da gerekiyor. böyle hissetmenin nedeni kendini büyümüş hissediyor olmanla alakalı. ama doğrusu şu ki aslında büyümedin. sadece bazı konularda biraz daha özgür biri olmaya başladığın için kendini bi bok sanmaya başladın o kadar. 
hepimiz böyle olduk, böyle hissettik ve böyle hissetmeye devam da edeceğiz.  tüm insanlık böyle. buna bir tür evrim diyoruz. sanırım bizi ayakta durmaya ve daha güçlü olmaya iten şey bu oluyor. kendinin bi bok olduğunu düşünmen güzel bir şey. özgüvenini artırır, ergen ezikliğinden kurtarır.
yapman gereken tek şey; bunun hep farkında ol. özgüveninin seni yanıltmasına da izin verip, kimsenin GAZINA gelme :)

Dipnot4'e cevabım: daha bireysel haklar, özgürlük vs vs gibi şeyler hakkında çok bilgili olmadığını ve bu bilgisizliğinden dolayı da, bu konulardaki özgüveninin henüz tam oturmadığını düşündüğüm için, cinsel yaşamını bir müddet daha saklamanı öneririm. böylece hayatının kontrolü hep senin elinde olur. 

zaten zamanı geldiğinde; kime, nerede, ne zaman, nasıl bir hayatın olduğunu belli edeceğini veya açıklayacağını anlarsın. ama o gün bugün değil :) şimdilik daha çok erken.
ben yakın arkadaşlar dışında, 28 yaşına kadar, erkeklerle olduğumu hep sakladım ya. baya burda yazdığıma bakma. çünkü yazmak çok kolay, yaşamak zor. 
hâlâ da çok açık yaşamıyorum, çünkü önümde engeller var. onları da aşmalıyım. 
ama bi yandan şu da var ki; artık kadınlara ve erkeklere eşit mesafedeyim, yani çok çok açık yaşayacaksam da bu şekilde yaşamaktan yanayım.
Dipnot 5'e cevabım: hepsini okudum :) muck.

28 Mayıs 2017

hey dostum, senin sorunun ne kahrolasıca?

Bu sik kalkmama meselesi galiba ciddi bir konu. Hani bugünlerde öyle rahat bi şekilde ağzımı yaya yaya "sikim kalkmıyor" falan diyorum ama doğrusu şu ki kalkmasını mı istemiyordum, yoksa kendiliğinden mi kalkmıyordu emin değildim.

Hatta daha açık konuşmak gerekirse; sikimin kalkmama nedeni olarak, aslında içten içe bilinçaltımda Öküz Herif'i sevmediğim için sikimin kalkmadığını sanıyordum. 
Sonuçta o kadar kırgınlık, o kadar yorgunluk yaşatmışız birbirimize. Ve tüm bunların sonunda sikim de ona kırılmış olabilirdi. Bunu, ciddi ciddi düşünüyordum.

Ama bu düşüncelerimin kafamda iyice şekillenmesinden bi kaç gün sonra, sadece sikimin değil, götümün de ona kırıldığına inanmaya başladım. Çünkü, ona karşı, değil cinsellik, hafif bi erotizm barındıracak bir şey bile hissetmiyordum. Hatta ona karşı içimde küçük bi kıpırdamayı bırak, dallarımdaki yapraklar bile donmuş gibi öylece duruyorlardı.
Sanki, sanki içim taş kesilmiş gibi. O eski titremelerden eser yok, o, bizi önünden geçmekte olduğumuz dükkanın vitrininde ayrı ayrı gördüğüm andaki halimize bakıp hayıflanmalarım yok.
Bu durum kafamı fena kurcalamaya başlamıştı.

Önceleri "bu düşünceleri iplemezsem geçer" diye düşünerek zihinsel karşı atak yaptım ama atağım pek bi poka yaramadı. Aksine kafamın içinde coştukça coştular ve en sonunda "acaba onu gerçekten sevmiyor muyum?" adında yeni düşünceler oluştu.
Çünkü sonuçta biz öylesine bile "yanyana gelince seks yapmazsak olmazdı" gibi yaşıyorduk. Ama şimdi yan yana gelince kuş başını bile kaldırmıyordu.

Madem herhangi bi yerim ona doğru kalkmıyor, belki başkasına kalkıyordur diye düşündüm.
Çünkü böyle olmazdı, bu gidişe bi dur demek lazımdı. Bu yüzden, beğendiğim biriyle gayet uzun sevişmeceli bir yatak faslı yaşamaya karar verdim.

Buldum birini, birbirimize öldük bittik. Herifçioğlunun tipi de kıyak, havalı bi cakası var. Psikoloji mi ne okumuş, şimdi de yüksek lisans mı ne yaparken, bi yandanda hastanelerden birinde çalışıyormuş falan. Ağzı da iyi laf edince, dedim "iyi madem buluşalım."

Kalktı geldi bana. Yolda gelirken "nescafe 3ü1arada getir" dedim, getirmiş, suyu ısıttım, kahveleri yaptım koydum masaya. Laf lafı açtı, saatlerce bırbır ettik. Masaya kendimiz dışında her boku yatırdık.

Ama bi yandan çocuğun elleri heyecandan titriyor. Belli, benim 5-6 yıl önceki hallerimi o daha yeni yeni yaşıyor. Nasılda bittiğini belli etmekten kendini alamıyor bir görseniz. İçim cozzzz etti.
Bi ara saçımda bir şey varmış gibi yalandan eliyle aldı. Oysa yutmam bu numaraları, çünkü ben de eskiden öyle yapardım. Beğendiğim biriyle başbaşa kalınca, bi dokunayım, bi nefesini hissedeyim diye attığım taklalar hala aklımdadır. Gözlerim de fıldır fıldır olurdu, ağzımdan soluklanmayı bile unuturdum.

İşte şimdi bu pskiyatr'da öyleydi. 3üncü saatin sonuna yakın, o heyecanını iyice yenmişti. Saçma sapan bi esprim, üzerine bana bakıp güldüğü son anda, kendime çekip öptüm.
Öptüğüm anda kendini koy verdi.

Sonra ne kadar zaman geçti bilmiyorum, biz artık çıplaktık ve üzerimizde kendimiz dışında bir şey kalmamıştı. Hayvan gibi öpüşüyor olmamıza rağmen de benim flüt'ten hala ses yoktu.
Biraz daha seviştik ettik ve sonra "bitirelim mi artık. çünkü bu ara benim sikim kalkmıyor ve açıkçası daha da kalkmaz galiba" deyiverdim. Önce bi an yüzüme bakıp, şaka yapıyorum sandı ama sonra toparlanıp "tamam" dedi.

Giyindiğimizde tekrar kahve yaptım, oturduk yine laflayarak kahvelerimizi içtik. Lafı döndürüp dolaştırıp bana getirmek istedi, her defasında bumerang gibi ona yönlendirdim ve en sonunda pes edip "tamam anladım, bu konuyu konuşmak istemiyorsun" dedi "sağ ol" dedim.
Konu kapandı, sağdan soldan konuştuk, sonra o giyindi gitti. Bende oturup benim kuşa baktım. Cık olmamıştı.

Anlaşılan konu Öküz Herif'i sevmem veya sevmemem de değildi. Çünkü sadece ona ötmüyor diye düşünüp başkasıyla denemiş olmama rağmen, yine ötmemişti. Belki de sadece canı ötmek istemiyordur, hepsi bu.

22 Mayıs 2017

Film Önerileri

Bu aralar işsiz güçsüz olduğum bir dönemde olduğum için yapacak en iyi şey olarak kitap okumak ve film izlemek gibi bir takıntı edindim.
İzlediğim en güzel filmler ise şöyle oldu.

Miss Slone:
İlk izlemeye başladığımda içimden kocaman bi "üffff" nidası çekmek gelmedi değil. Ama en fazla 10 dakika sonra film bi sardıki, resmen "filme kitlendim" desem yeridir. O nasıl sağlam bir kurgudur, o nasıl bir oyunculuktur, o nasıl bir senaryodur. Senaryoyu yazan yiğit beni bul. Hele o diyaloglara zaten, iltifat edecek söz bulamıyorum.
Hatta şöyle söyliyeyim, ölmeden önce izlenmesi gereken filmler sıralamasında ilk 5 film arasına girmesi bile çok yakındır. Çünkü fazlasıyla hak ediyor.
Üstelik hiç aksiyon olmayan bir filmin insanı bu kadar sert bir şekilde oturduğu yere kitlemesi de büyük başarı.
Amerikan siyasetine karşı sert bir eleştiri yapması, yozlaşan amerikan hukuk sistemine lafı şak diye sokması insanın içindeki yağları bi anda eritmiyor değil.
Film o kadar güzeldiki, ertesi gün yine izledim.
Filme Puanım: 9.9

Contratiempo:
Filmin tek bir sahnesini bile kaçırırsanız filmi anlayamıyorsunuz. Hatta izlerken, filmin yavaş aktığını düşündüğünüz için diyalogların da gereksiz olduğuna kanaat getirip, daha iyi bir film aramaya bile kalkışabilirsiniz. Ama size tek söyleyebileceğim şey, sabırlı olun ve dişinizi sıkıp ilk bir kaç dakikanın geçmesini bekleyin. Sonrasında ise zekice kurgulanmış bir filmin tadını çıkarın.
Muhteşem bir kurgu, dozu çok iyi tutturulmuş gizem gerilim türünde efso bir film. Hani şöyle diyeyim; filmi evde tek başıma izlememe rağmen, bittiğinde ayağa kalkıp alkışladım. O derece harikulade bir film. Eğer varsa böyle film öneriniz alayım.
Filme Puanım: 10
(Ayrıca yönetmenin diğer filmlerini de mutlaka izlemelisiniz. Zaten sizin de benim gibi bi bok yaptığınız yok, bari güzel filmler izleyin)

Babam ve Oğlum:
İzlemeyi defalarca denemiş biri olarak söylüyorum; bu filmi anlayacak zekadan yoksunum ve bu yüzden her defasında ya başında, ya da ortalarda bir yerde kapatıyorum.
Bana, kendini izletemeyen bir film olmasından dolayı Puanım: sıfır.

Gizli Dünya (Room):
Filmi, ilk ve ikinci yarı olarak ayrı ele almak lazım. Ele alırken, izlemeyenler olduğunu bildiğim için ne yazıkki ele de alamıyorum ve bu yüzden filmin güzel olduğunu söyleyerek ilerlemeye devam ediyorum.
Kadın ve çocuğunun ilişkisine odaklanıldığında, ebeveyn'in ne demek olduğunu çok iyi anlaşılıyor. İkinci yarısında ise bunu babalık üzerinden daha iyi gözlemleyebiliyorsunuz.
Aynı zamanda bence feminist bir bakış açısıyla da ele alınması gereken film. Çünkü film sadece çocuğun gözünden ele alınarak çekilmiş ve bu yüzden kadının yaşadığı dehşet izleyiciye aktarılırken boş verilmiş gibi duruyor. Hatta  sanki kadının yaşadığı veya yaşamakta olduğu herhangi bir dehşet yokmuş gibi çekilmiş. Bu anlamda kötü bir film diyebilirim.
Bu yüzden de filme Puanım: 7

Dr Strange:
Bol ekşınlı filmleri seviyorum ve bu yüzden bu tür filmleri genelde sinemada izlerim. Ama doğrusunu söylemek gerekirse verdiğim paraya değmemişti :/
Bu yüzden puanım: 5.8








21 Mayıs 2017

ilişki öldü beybi

Bi kaç saat önce sıkıcı bi filme dalmışken ve bitmeye yakın iyice saçmalarlarken bir anda üçüncü sınıf erotik lezbiyen filmine dönüştü. O anda yatakta çıplak olan iki kadının da bedenini çekici bulduğumu ama aslında sarışın olanı daha çok beğendiğimi fark edip, osbir çekmeye başladım.

Doğrusu uzun zamandır kadın bedenine bakarak osbir çekmişliğim olmadığı için o anda kendimi bi garipsemedim değil. Sonuçta beğeni olarak erkek bedenini daha çekici buluyordum ve bu yüzden osbir malzemem hep erkek bedenleri olmuştu.

Hatta, en son, ne zaman bir kadın bedenine bakarak osbir çektim dersem, onu bile hatırlamıyorum. Galiba 10 yıldan fazla olmuştur. Ne zaman bir kadını siktiğimi düşünerek osbir çektim dersem sanırım o da rahat bi 5 yıl olmuştur.

Ama bu akşam yılları falan ezdim geçtim galiba.
Çünkü kadını baya ciddi anlamda arzuladığımı ve hatta onunla birbirimize girip çıktığımızı düşünürken bir yandan da seviştiğimizi düşünüp boşaldım.

İlk saniyelerde garip gelen bu his, boşalmaya yakın ve boşalma anında inanılmaz bir zevke dönüşmüştü. Sanki, sevmeme rağmen, uzun zamandır yemediğim bir yemeğe, şimdi tekrar kavuşmuşcasına yemek gibi bir zevkti.

Belki bunu daha sık tekrarlamalıyım, belki de başka bir şey.
Ama aklımda şu var ki; hazır bugünlerde ereksiyon sorunu yaşıyorken, yani artık sikim kalkmıyorken belki de kendimi, güzel kadın bedeninin yardımıyla iyileştirebilirim.

Şimdi iyileştirmek falan diyorum ama doğrusu ki şu ki; sikimin kalkmaması benim için sorun değil.

"Benim için sorun değil" diyorum ama ne yazıkki Öküz Herif sikimin kalkmamasına ve hatta bugünlerde benim hiç seks yapmak istemiyor oluşuma fena halde tepki gösteriyor.
Hatta dün bana baya kızdı ama kızıyor olmasına rağmen, ben sakinliğimi bozmadığımdan karşılık vermeyince, o da sinirini içine atıp biraz daha oturduktan sonra kalktı evine gitti.

Sabah uyandığımda üst üste "senin yüzünden uyuyamadım, senin yüzünden uykum tutmadı, sebebini de zaten biliyorsun" gibi onlarca mesaj atmıştı.
Ben de "uyuyamadıysan suçu bana atma, doktora git" diye cevap yazdım.

Evet, canın bi tanecik sikimin kalkmamasını ben sorun etmiyorum, ama ne yazıkki, Öküz Herif için bu büyük bir sorun.

Geçen yine, çok fazla "seks yapalım" diye üstelediğinde ve hatta ben istemiyor olmama rağmen, o beni zorla soymaya kalkıştığında, "eğer illa seks yapmak istiyorsan, başkasıyla yapabilirsin. benim sikimin kalkmasını bekleme. Çünkü öyle görünüyorki bugünlerde sikim, çiş yapmak dışında bir işe yaramıyor. Ama senin seks ihtiyacın var ve bunu karşılama hakkına sahipsin." dedim.

Ben böyle deyince o mırın kırın etti ve sonra da "başkasıyla seks yapacaksam, o zaman niye beraberiz" dedi.
Ben de "haklısın ama gördüğün gibi seks yapma isteğim sıfır ve sikim hiç kalkmıyor. sen de sikimin kalkmasını beklemek yerine başkasıyla yapabilirsin. seni seksten mahrum etmeye hakkı yok." dedim. Bu cümlem üzerine Öküz Herif yüzünü ekşitince, bende dayanamayıp "her gün, günde 4-5 hatta 6 defa seks yaptığımız zamanlarda oldu. o zamanlar ne kadar normalse, şu an hiç istemiyor olmam da o kadar normal. o yüzden lütfen beni kötü hissettirmeye çalışmayı bırak." dedim ve konuyu zorla kapattırmış oldum.
Aradan bir kaç dakika geçtiğinde kavga etmek için bir kaç defa atak yaptı ama pek umursamadım ve gün kavgasız bir şekilde bitmiş oldu.

Her neyse işte ama durum böyle. Yani bugünlerde, seks yapmayı inanılmaz yorucu ve amelece bulduğumu söylemeden de edemeyeceğim. Hayatın devamı için gerekli, ama benim için şu sıralar fazlasıyla gereksiz bir uğraştan başka bir şey değil. muck bye.
Yine işsizim ve sokakları boş boş gezdiğim günler dışında, eve kapanıp saatlerce okuma yapıyorum. Yani kendimi tutup "en azından para kazanamıyorsam bilgileneyim" çabasına bağlıyorum.

Açıkçası bir şeyler okumak, çok sıkıcı ve büyük sabır istiyor. Üstelik okumayı çoğu zaman gereksiz de buluyorum. Ama bir şeyler okuduktan günler sonra, şans eseri zırtapozun biriyle tartışırken o konu hakkında ağzının ortasına lafı sokunca, inanılmaz keyifleniyorum. İçimden de "hımm demek okumak gereksiz değil" demekten kendimi alamıyorum.

(yalnız keşke bilgiyi, birinin ağzının ortasına laf sokmak için kullanmasak. yararlı olmak için kullansak ://
ah bu huyumdan da vaz geçersem, daha ne istiyeyim. gerçi insanlar kaşınıyor ve o ukala ukala cümleleri midemi bulandırıyor. ilk önce baya sabırlı bir şekilde dinleyip, sessiz kalabiliyorum ama sonra bi patlıyorum ki of of offfff)

Okumak dışında filmlere de sardım. Sanırım şu işsiz olduğum 2,5 ay süresince izlediğim film ve dizi sayısı herhalde 100'ü geçti diyebilirim. Bazı diziler fena sarıyor, oturup bi kaç günde bitirmemek elimde değil. Zaten şu sıralar yapacak daha iyi bir şey de yok gibi.

İşsizlik demişken param yine tükenmek üzere. Bu ay kiramı yine öderim de, sonraki ay bakalım ne yapıcam.
Aslında şu kira olayı canımı fazla sıkmasın diye ev arkadaşı aldım ama adam 35 yaşında olmasına ve kendisine de "araştırmacı yazar" demesine rağmen bok çuvalının teki çıktı. Çünkü kirayı ödemiyor ve ben "abi kirayı ne zaman ödeyeceksin" diye sorduğumda da "param yok, bakayım sağa sola. bulunca vericem" diyor.
Böyle söylediği ilk ay alttan aldım ve "konuştuğumuz tarihe bağlı kalman önemli. çünkü ben ev sahibime 'kiranı günü gününe vericem' diye söyledim. sen de dikkat edersen sevinirim" dedim. böyle söylediğimde 2-3 gün içinde kirayı getirdi verdi.

ikinci ay ise baktım kiradan ses seda yok, ben sorunca ertesi gün 250 tl verdi ve hiçbir şey söylemedi. Hatta bana bir şey söylemeden parayı da götürüp masanın üzerine bırakmış. O böyle yaptığında onu sıkmayayım, rahat olsun, her halde bir şeyler söyler diye 3-4 gün bekledim. Baktım ses seda yok. Kiranın tamamını kendim ödedim ve sonra yine bizim Bok Çuvalı'na sordum "abi kiranın geri kalanı ne zaman ödersin?"
Bu da bana demez mi "ya ödeyeceğim bi kaç güne."
Bir şey demedim, haline tavrına baktım ana bu benden daha rahat. Üstelik öyle vurdumduymaz ve sorumsuz bir ses tonuyla konuştuki, beynime kan sıçradı. Kan beynime sıçrayınca da açtım ağzımı, yumdum gözümü.
2 saat sonra anca kendime geldim ve gözlerimi açtım.
Bok Çuvalı'na bak ya, beyfendi onun sorumluluğunu almamı istiyor gibi davranıyordu. Neymiş efendim, parası olsa zaten verirmiş, benim onun sıkıntısı olduğunu anlamam lazımmış. Böyle iki de bir kirayı sormama gerek yokmuş. tüm bunlar insanlık haliymiş falan filan.

Geçen ay onunla gerçekleşen bu konuşmalar sonrasında "abi kendine ev bul çık. çünkü ben seni ev arkadaşı olarak almamın nedeni, kirada bana yardımın dokunsun diye aldım. yardımın dokunmayacaksa çık. ben sana bakmak zorunda değilim. çünkü cidden param yok. işsizim ve param şu an sadece bana yetiyor."
Böyle dedim ama adamın sikinde değil.  "tamam bakarız ya" falan dedi durdu.

Üstelik sadece kirayı zamanında ödememesi falan sorun değil, pisliğin teki de. Benim tırnak makasımı, cımbız ve küçük makasımı, banyo havlumu, vücut sabunumu ve lifi mi kullanmış.

Bunları da hep farklı zamanlarda kullanıldığını fark ettiğimde sordum ve "aaa evet bir sefer kullandım" demekle konuyu önemsiz gibi gösterdi. Üstelik her konuşmamızdan bir kaç gün sonra farklı bir kişisel eşyayı kullanmaktan da geri kalmıyordu.
Geçen gün de traş makine mi kullandığı için kavga ettik ve bu sefer de "abi bazı eşyalar çok kişiseldir, bunlar ortak kullanılmaz. geçen yine bu konuyu konuşmuştuk ama sen hâlâ kullanıyorsun. bu böyle olmaz. her defasında farklı bir eşya için konuşmamıza da gerek yok. bu tür konuların konuşulması bile ayıp. bunları bana seninle konuşturtma artık." dedim.

Dedim dedim dedim ama nerdeeee. Ertesi gün yine başka bir şeyimi kullanıyordu. Zaten küçük makas ve cımbızı çöpe attım. Traş makinesini de atacaktım ama şimdi yenisini alacak param olmadığı için alıp temizledim ve tekrar banyo dolabına bıraktım.

Üstelik kullandığı şeyleri de kullandığı pis haliyle öylece alıp yerine koyuyor. Yani temizlik sıfır sıfır sıfır.
Bir de traş makinesini pis bulduğumda, içimden  kendi kendime "sanırım dalgınlıkla ben pis bırakmışım" demiştim. Çünkü onun traş makinemi kullanabileceği sikimin ucundan bile geçmemişti. Ama sonra makinenin şarjı bittiğinde ve şarj makinesini onun odasındaki prizde bulunca bende jeton düşmüştü.
Evet ben aslında her zamanki gibi temiz bırakmıştım ve aslında Bok Çuvalı makinemi kullanıp pis pis yerine bırakmıştı.

Sadece bu nedenler değil tabii. Mesela mutfaktaki ve tuvaletteki kağıt havlular o geldikten 1 ay sonra bittiğinde, kendi kendime "bu sefer kağıt havluları o alır" demiştim ve yenilerini almamıştım. Ama kağıt havluların kırkının çıkmasına varacakken, onda hâlâ tık yoktu.
Bu yüzden 3 hafta boyunca bokumu, restoran ve avm'lerdeki tuvaletlerde sıçtım. Bazen havlu çalmamak için kendimi zor tuttum ama yine de çalmadan 3 hafta boyunca dayanabildim. En sonunda ise eve kağıt havluyu yine ben aldım :///

Sadece kağıt havlu da değil. Mesela eve su konusunu da hep ben alıyordum. İlk 5-10 damacana'dan sonra almayıp onun almasını bekledim ama almadı. 2 hafta boyunca evde su yoktu. Bu süre boyunca musluk suyu içtim. Musluk suyunu çok sevmiyorum. Ama böyle bir deneme yanılmanın sonunu da merak ediyordum. Çünkü asıl heyecan "acaba şimdi ne olacak" diye beklemekteydi.

Evet 10 gün boyunca evde suyumuz yoktu.Ama beyfendi kendine yeni ayakkabı ve tişört vs alabiliyordu.
Doğrusu bu hareketleri iyice midemi bulandırmıştı.
Zaten kirayı da ödemiyordu, faturaları da hep ben ödüyordum. Ehh dedim
-yeter bu kadar, git kendine ev bul.
-bakarız
-nasıl bakarız
-ev bakarız
-abi bakarız makarız değil. sen kendine düşen sorumluluğu yerine getirmiyorsun. bu yüzden 3 hafat zamanın var, kendine ev bul çık. yoksa 3 hafta sonra kilidi değiştiricem
-şu an başka önceliklerim var. ev falan bakamam. bi kaç ay sonra bakarım" dedi.

bana dedi.
o böyle dediğinde kan beynime sıçradı. valla boyum kısa olmasa, onu alır ayağımın altında çiğnerdim ama ne yazıkki o benden 20 cm uzun, ben ondan 20 cm kısayım :///
Öyle sinirlendiğimle kala kaldım.

Tabii sadece bunlar da değil, beni yönetmeye kalkışması, onun küçük kardeşiymişim gibi davranması, sürekli nasihat etmeye kalkışması falan da çok midemi bulandırıcı.
Bu durumu da ona şöyle anlattım;
Benim hayatıma çok müdahale etmeye çalışıyorsun ama sana şunu söylemiliyim ki, hayatımın sorumluluğu sadece bana ait. sana tek bir müdahale hakkı bile vermemişken, sürekli neyi nasıl yapmam gerektiği hakkında yönlendirmeye kalkışmaya hakkın yok.
eğer senden yardım istersem bana yardım edebilirsin, ama senden yardım istemediysem uzak dur. bu sadece benimle ilgili değil. genel olarak hayat böyledir. am buradaki kişi ben olduğum ve konu da benim hayatım olduğu için sadece kendim için söylüyorum. açıkçası diğer insanlarla nasıl bir iletişim olduğu veya ne yaptığınızda sen ve onları ilgilendirir. ama onlara davrandığın gibi bana davranma ve yönetmeye kalkışma.

adama bunları söyledim ama nerde. aradan 2 gün geçti normal bi şekilde muhabbet ederken bana demez mi "senin için iş buldum. numaranı verdim yarın arayacaklar"
bir şey demedim, öyle baktım ve sonra bi cevap vermiş olayım diye en hyecansız halimle "tamam" dedim.
Yarın, oldu kimse aramadı, sonraki gün ve daha sonraki günlerde de arayan soran olmadı.
Ben de zaten çok istekli değildim ve bu yüzden rahatlamıştım. Ama tam da rahatladığım günün akşamında bizim Bok Çuvalı "numaranı bi arkadaşıma verdim, iş görüşmesi için pazartesi arayacaklar" dedi. Ben de "tamam" dedim ve konu kapandı.

Sonra salona geçip tv'yi açtım ve düşünmeye başladım. Yahu bu adama ben "bana iş bul, iş ara, işe ihityacım var" gibi cümleleri hiç kurmadım. Ama bu 3-4 gün de bir "numaranı verdim, arayacaklar" deyip duruyor. En iyisi ben bunu bi konuşayım" diye kendime kendime karara vardım ve mutfakta oturan Bok Çuvalı'nın onun yanına gidip
-ya sen bana iş mi bakıyorsun?
-evet
-neden
-ee çalışmıyorsun, işe ihtiyacın var
-iyi de ben iş aradığımı sana söylemedim ki
-olsun, ben ihtiyacın olduğunu düşündüm
-anladım. ama sana iş ara demediğim halde bakman hoş değil. ayrıca işe ihtiyacım olursa ben sana direkt "bana iş bul" derim. bunda utanacak, sıkılacak bir yan yok. ama ben artık daha kafama göre bir iş bakıyorum. hem bu arada da biraz dinlenirim
-yeter bu kadar dinlendin
-nasıl yani
-ya işte bakarsın kafana yatmazsa, kabul etmezsin
-abi olur mu öyle şey. lütfen bunu yapma. ben iş arayacak olsam söylerim. ama benim yerime gidip başkasına işe ihtiyacım olduğunu söyleyip bana iş bakma
-ya bir şey olmaz, hep 1500-2000 para kazanır, biraz rahatlarsın
-nasıl yani, maaşımı da mı konuştunuz?
-ee o kadar almıyor musun?
-abi sen ne yapıyorsun ya, kendinde misin?
-ne olmuş ki?
-ne demek ne olmuş ki?" ya. hem iş bakıyorsun, hem iş ayarlıyorsun, hem de alacağım maaşı mı konuşuyorsun. sen kimsin ki, kendini ne sanıyorsun ki bana iş arayıp buluyorsun ve hatta alacağım parayı bile konuşabiliyorsun.
-abartma
- ne demek abartma ya? ben senden böyle bir şey istedim mi ki? ne hakkın var, benim adıma gidip iş arayabiliyorsun. bu benim kişisel alanıma, hayatıma tecavüzdür. kendine gel ya, böyle bir hakkın yok. yapamazsın. iş bakacaksan kendine bak, bana iş bakma. sana hayatım hakkında böyle rahat hareket etme hakkı vermiyorum.
-abartıyorsun ya, iyilik yaptım
-senden iyilik alan istemiyorum. öyle bi isteğim yok. kendine gel

ve nerdeyse 1 saat süren ağız kavgası sonrasında ben ona göre "hayal aleminde yaşayan biriymişim ve gerçek dünyaya dönmeliymişim" gibi cümleler kurdu. Meğer gerçek hayatta insanlar birbirine böyle yardım ederlermiş ve ben bir iyiliği çok yanlış yorumluyormuşum.
Oysa hayır, yanlış yorumlamıyordum ve az önce düşündüğüm şeyi, şimdi onun saçma sapan cümleleriyle birleştirince emin oluyordum ki; o aslında bana iş ayarlayıp, aynı zamanda beni kendine borçlu hissettirerek, evin kirasını, faturları vs her şeyi bana ödettirecekti. Yani ben artık ona borçlu olacaktım ve ondan hiç para isteyemeyecektim. Yani aslında o, yerine getirmesi gereken kendi sorumluluğunu bana yüklemiş olacaktı.

Oysa böyle ezik tipleri bilirdim ve zaten sokaktaki milyonlarcası daha vardı. Bu asalak ezik tipler, birine yapışır, masaj yaparak tüm kanını emer ve onu seviyormuş gibi, düşünüyormuş gibi davranarak hayatında kendine kocaman bir yer açarlardı.
Bu tipler hiç düşünmeden hayatlarımızdan def etmemiz gereken tiplerin en başında gelirler.
Bunlardan kurtulmak çok zordur ve hatta imkansızdır da.








18 Mayıs 2017

suratsızlar tiyatrosu

Sokaklar mutsuz insanlarla dolu. Ne yapacağını biliyormuş gibi yürüyen, ama ne yapacağından ve hatta ne yaptığından da haberi olmayan kuru kalabalıklar.
Suratları, sanki ölümcül bir hastalığı kapmışlar ve bunun haberini de az önce almışlar gibi şoka yakın o anlamsız ifadeyle bürülü.

Birbirine gülümsemek çok tuhaf karşılanıyor. Geçen hafta kadının biriyle çok sıradan bir şekilde bakıştığımız bir anda mal mal bakışmış olmayalım diye tebessüm etmiştim. Kadın asıldığımı sanmış olsa gerekki söylene söylene başka tarafa dönmüştü. Otobüsteydik, beni tacizci sanılıp dayak atarlar diye çok korktuğum için ilk durakta inmiştim. (siz hiç kalabalıktan dayak yediniz mi? insanlar içlerindeki öfkeyi üstünüze kusarlar.
insanlar; annelerine, babalarına, kardeşlerine, abilerine ve ablalarına, öğretmenlerine ve sınıf arkadaşlarına, iş yerindeki kerimcan'a, patrona ve patronun metresine sinir olurlar ve hep içine atarlar. sonra dövülecek birini bulduklarında, içlerine attıkları o siniri, bedeninize indirdikleri her tekme tokat aracılığıyla dışarı atarlar. insanlar sizi döve döve rahatlayıp, eve giderler. çocuklarını kucaklar, karılarının yanağından makas alır, öğretmenlerine seni seviyorum derler. insanlar böyledir.)

Bir keresinde de (3 yıl önceydi) taksim metrosunda adamın birinin yüzündeki tatlı ifadeye dalmıştım. Öyle güzel bi surat ifadesi vardıki, böyle insan dönüp bir daha bakmak istiyordu ve her baktığında da içinden "ne güzel yumuşak yüzlü bir adam" diye geçiriyordu.
hani sulanmak için falan değil, hani böyle sikim kalktı, keşke şunu siksem de rahatlasam diye düşündüğümden değil, valla içimden keşke beni sikse diye de düşündüğüm de olmadı. sadece adamın yüzünde bir babacan tavır vardı. üstelik henüz taş çatlasın en fazla 30du yaşı. ama yüzünde huzur veren bi ifade vardı. bende o ifadeye dalmışım. keşke dalmasaydım, adam herkesin içinde "ne bakıyon lan" demez mi?
Önce bi afalladım, hani bana seslediğine dair aklımdan zerre şey geçmedi. Bu yüzden olsa gerek ikinci defasında "hey hey sana diyorum" deyince bi kendime gelip "yooo" deyiverdim. o da bunun üstüne "başka yere bak" dedi. herkes bana baktı, ben gülümsedim ve "tamam" dedim, Osmanbey Metro durağında inip, sonraki trene bindim.

İnsanlar birbirine tebessüm etmeye veya kendilerine tebessüm edilmesine alışkın değiller. İnsanlar ağızlarının sadece yemek yemek ve konuşmak için var olduğunu sanıyorlar. İnsanlar aslında sanmıyorlar, insanlar buna inanıyorlar.

Tabii surat asmak sadece İstanbul'a özgü değil veya sadece Türkiye'ye özgü bir durum değil. Zaten hepi topu bir kaç ülke gezdim, bir kaç şehrine gittim. Ama doğrusu şu ki gideceğim yere, içimde kendi kendine "orda insanlar çok mutlular" adında oluşmuş bir beklentiye gittim.
Sanki bizim burda yaşayamadığımız o mutluluğu onlar yaşıyorlardı, sanki payımız olan huzuru hep onlar almışlardı. Yani onları bizden daha mutlu, daha huzurlular sanmıştım.

Oysa hiç de öyle değilmiş. İşte gittim gördüm. İnsanlar her yerde mutsuzlar, her yerde huzursuzlar. Sadece iPhone'larına gülüyorlar veya arkadaşlarını gördüklerinde bir anlık tebessüm ediyorlar o kadar.
Onun dışında suratları hep asık ve insan anlıyorki; ruhları hep uçup gitmiş. Zaten bedenlerinin de ruhsuzluktan dolayı çok yorgun olduğu hemen belli oluyor.

İnsan farklı ülkelerde de, aynı mutsuz suratları görünce anlıyorki; hayat, koca bi kandırmacadan ibaret. Her şey bir tiyatro oyunun parçası. Kim bilir, biz, yani bu mutsuz milyarlar, kaçıncı perdesindekileriz?


16 Mayıs 2017

aşk, seks ve işte onun gibi şeyler

Son zamanlarda seks yapma isteğimde inanılmaz derecede büyük bir düşüş var ve nerdeyse "artık sikim kalkmıyo" diyebilirim.
Seks yapma isteğimin düşüşü ve sikimin neden kalkmadığı üzerine düşünürken aklıma geldi; özellikle son bi kaç yıldır, seks yapma isteğim, beni saçma sapan insanlarla muhatap ettirip, çoğu zaman yapmayacağım şeyleri yaptırıyordu. 
Yani sikimi bir deliğe sokarak boşalma isteği beni sürekli farklı ve yeni bir arayışa itiyordu ve bu da normal hayatımı anormal derecede etkiliyordu. 

Bu yüzden de olsa gerek, seks yapmak artık güzel gelmiyordu. Hatta sanki sevmediğin bir yemeği, sırf aç olduğun için istemeye istemeye yemek zorunda olmak gibi bir histi. Miden kabul etmemesine rağmen, sonraki kaşığı ağzına götürüp boğazından aşağıya zorlada olsa itmek gibi bir şey.

Bu tabii yeni değildi. Son bi kaç yıldır kemiklerimin içindeki iliklere kadar hissettiğim ama bir türlü seks yapmaktan da kendimi alamadığım iğrenç bi histi.
Yapmak istemediğin şeyi, sanki kafana silah dayatılmış olduğu için zorla yapmak gibi bir şey diyeyim siz anlayın.

Oysa zorunlulukla seks yapmak yerine, okuyacağım onca kitap, binlerce makale, henüz izlemediğim zekice kurgulanmış onlarca film ve dizi varken, sırf güzel gülüyor diye birini sikme veya kendimi siktirme uğraşı içine girmek, onu, içten bir şekilde tebessüm ederek tavlamak çok saçma gelmeye başlamıştı. Tüm bu oyunlardan sıkılmıştım. Sanki benim bedenim, artık benim değildi.

Aşk falan filan da artık bana çok inandırıcı gelmeyen bir duygu durumumun dilimizde 3 harfli kelimeye büründürülmüş hali. 

Zaten son yıllarda bu konu üzerine ciddi ciddi düşünüyorum; Bence aşk; edebiyatçıların, sanatçıların ve yalnızlıktan kırılanların kazanç kapısı. 
Uyduruk bir kelimeye gereksizce yüklenmiş değerli hislerin anlamsızlaştırılması. 
Aşk, ağzı iyi laf yapan, etkileme gücü yüksek jantilerin, konuşurken süslü kelimelerin arasına sıkıştırdıkları anlamsız 3 harften başka bir şey değil.
Aşk, yatağa atılan insanların üstünü başını yırtarak bedenlerini ortaya çıkarırken, vicdanınızı susturmak için üretilmiş bir tür sakinleştiriciden başka bir şey de değil.
Evet, sanırım artık aşka inanmıyorum ve inanmadığım bir şeyin, sonundaki eylemi gerçekleştirmekte istemiyorum.
Eğer o eylemi yapacaksam da, gerçekten isteyerek yapmak istiyorum. Hissederek ve tüm bedenimle arzulayarak.

11 Mayıs 2017

Ben bu tür şeylere yabancı değilim. Erken yaşta öğrendim bunları.
6 yaşında abim beni internet cafeye götürmüştü. o zamanlar Bağcılar'da yaşıyorduk. Yani en büyük abim daha polis tarafından öldürülmemişti.
İnternet cafeye bi girdik, abim gitti masalardan birine oturdu. bende kenarda oturdum 50-60 tane bilgisayara ve önünde oturmuş, porno izleyenlere bakıyordum. Çok tuhaf gelmişti, ama normal gibiydi de.
Yani biliyorum bu tür şeyleri. Öyle yaşımın şimdi 21 olduğuna bakma sen.
ben 12 yaşında falandım bi adamı siktim.
O zaman bizimkiler yeni iflas etmişti. Abimi de bi polis öldürülmüştü zaten. Bizde para kalmayınca 10 çocuk etrafa dağıldık. 5 erkekten 4'ü kalmıştı. Ben en küçükleriydim yaşım 12'ydi. Taksim'de su satıyordum.
Orda bi tane daha sucu vardı. Yaşı büyük bi adamdı. Bana köşede duran ihtiyarı gösterip "bak bu veriyor" dedi. "nasıl" dedim "veriyor işte"
-iyi de ne veriyor
-götünü veriyor
-harbi mi
-valla. istersen git söyle. 50 liranı alır ama" dedi.
Biraz düşündüm. Cebimdeki parayı eve vermemeye karar verdim. Gittim adama "param var" dedim. Adam tamam dedi. Yaşlıydı. 60 yaşında falandı. Bindik otobüse Balat'ta inip evine gittik.
Bi kaç sefer siktim, çıktım geldim.
Yaşım 12'ydi ama iyi çakmıştım.

ben her işi yaptım biliyon mu? biraz da yapmak zorunda kaldım. benim için her şey kötü başladı. sonra kötüye de gitti. dilimin altında et olduğu için konuşamıyordum. okulda hep sınıfta bıraktılar. kimse özürlüler okulundan bahsetmedi. babamın atölyesi vardı. abimin büfesi vardı.
abim deliydi biraz. babama, arkadaşı şaka olsun diye ensesine vurmuş. abimde görmüş bunu. koşmuş gitmiş dükkandan döner bıçağını almış gelmiş adamı tek bulduğu bi köşede parça parça etmiş. adam ölmemiş. zar zor acile yetiştirmişler. bi kaç ay sonra kendine gelip hastaneden çıktığında "biraz para verin köyüme gideyim orda yaşayayım, sizden de şikayetçi olmam" demiş. Babam da tutmuş adama para vermiş ve adam köyüne gitmiş. Şikayetçi de olmayınca abim hapisten çıkmış. Babama demiş ki "biri sana şakaylada olsa el kaldıramaz"

hep böyle olaylar oluyordu zaten. bi gecede kürdün biriyle bi köşede karşılaşmışlar. abim zurna sarhoşmuş. bu kürtte tutmuş buna küfür etmiş "ne biçim erkeksin, bu ne hal" falan. bu da sarhoş kafayla "trabzonluyum senden erkeklik öğrenmem" demiş.
bi o laf söylemiş bi bu söylemiş. abim bakmış lafla olacak gibi değil. demiş "haklısın. gel sana bi çay ısmarlıyım." adam da kabul etmiş, bizim rahmetli de tutmuş bunu büfeye götürmüş. içerde sakladığı döner bıçağını çıkarmış bunu doğramış.
bi kaç saat sonra kendine geldiğinde bakmışki etraf kan gölü, adam yerde can çekişiyor. tutmuş taksiye attığı gibi hastaneye götürmüş, acile bırakmış. çıkarken polis molis gelmiş. tartışmaya başlamışlar.
bizim rahmetli iyice diklenmiş. çekilin lan şurdan demiş. kavga büyümüş. bu ben gidiyorum demiş acilin dış kapısına doğru yürümeye başlamış. polislerde de sürekli dur diye bağırıyormuş. bu da ateş edemezsiniz lan, deyip bunlara basmış küfrü. acil falan hepsi boşalmış, millet etrafa saklanmış. polislerden biri buna yaklaşmış kimliğini çıkar, kimsin nesin öğrenelim demiş. bizim rahmetli de buna inanmış, elini arka cebine uzattığı anda polis tutmuş buna sıkmış.
öldüğünde, cesedinden 5 tane mermi çıkmış.
-e siz dava falan açmadınız mı?
-açtık. babam her türlü test yaptırmış. her türlü raporları almış. ama buna rağmen mahkeme polisi suçsuz bulmuş.
-ne yaptınız polisi vurdunuz mu?
-yok. polisin yerini değiştirdiler. en son bi kaç yıl önceydi. erzurum mu, antalya mı öyle bi şey dediler. oralara güya sürgüne gönderilmiş. sonra bizimkiler de polisin peşini bıraktılar. abim öyle 2004 yılında öldü gitti.
-yazık olmuş." dediğimde ona baktım. hemen atladı öptü beni. aradan 31 dakika geçmişti:

biliyor musun? okuma yazmayı bilmiyorum. ama matematiğim iyidir.

05 Mayıs 2017

Ölmeden önce öpülmesi gereken yerler

Yanaklarında varsa, güldürüp gamzelerinden. Dudakları kalınsa susturup, ağzından. Sakalı varsa bitim yerinden, bıyığı varsa burnuyla buluştuğu yerden.
Saçı kısaysa ensesinden, uzunsa kuyruğundan.
elleri büyükse, başını avuçlarına yaslayıp küçük parmağın başlangıç boğumundan, küçükse direkt avuç içinden. Pazuların bittiği yerden ve boynun hemen altından da öpmek lazım.

Boynunun hemen altından ve çok belliyse adem elmasından. Meme ucundan ve memeyle koltuk altının buluştuğu yerden de öpülür. Koltuk altının kendisi ayrıdır zaten oraya bir müddet baş da koyulur.
Adonisi varsa adonisinden, yoksa sikinden de öpülür. o da yoksa klitorisinden.
Güzel bakıyorsa gözlerinden, kelse ve hiç saçı yoksa tepesinden.

Sevişme esnasında tükürüklü bi şekilde burnundan, koklaşma esnasında burun ucundan hafifçe öpülür.
Ensesinden, yani teeee saçlarının bittiği yerden de öpülür, ama en güzeli kalçasında varsa gamzelerinden öpülür. götünde gamze yoksa, götünün başladığı yerden öpülür.
Kasık başlangıcı da güzeldir ama en güzeli iki bacağı bitişikken ortaya çıkan vadinin başlangıcı öpülür. eğer hafif kıllı ise, baş konulup uyulunabilir de.

en güzeli de göğüs kafesinden öpülür, kalbinin olduğu tarafa baş yavaşça konur, sessizliğe teslim olunur dudaklar bi müddet o kısma yumulur.
göbek değiliğinde pamuk yoksa orası da öpülür, varsa da pamuklar alındıktan sonra öpülür.

güzel gülüyorsa gülüşünden, gülemiyorsa ağzını açsana dedikten sonra dişlerinden öpülür.
ağzı kokuyorsa da öpülür. kokmuyorsa da. velhasıl kelam öpmek için çok yer var. öpüşmek için tek yer.