-->

05 Kasım 2016

Hayat Erkeği instagram hesabımdan inciler

Biliyorsunuz yazmak için bahane arayan itin tekiyim. Her yerde, her zaman bi bahane bulur öyle yazarım.  Instagram'ı da bu kötü emelime alet ettim. Hesabım şu: @Hayat_Erkegi

İşte oralardaki yazdıklarımı dedim buraya da atayım. Dursunlar bi arada, kardeş kardeş geçinip gitsinler.



Karşındakinin seni hiçbir zaman sevmeyeceğini anlayıp kabullendiğin andaki o isimsiz duygu, yani her gün milyonlarca platonik aşık tarafından yeniden yeniden yeniden yaşanılarak keşfedilen ve platonikler dışında hiç kimsenin yaşamadığı için ne olduğunu bilmediği ve bu yüzden henüz taşaklı veya taşaksız çevreler tarafından adlandırılmamış olan o isimsiz his, tıpkı canlı bir gülün koparılıp tuğla kadar kalın bi kitap arasında kurutulunca güzel bir anıya dönüşeceğine olan inanç gibi saçma, ama gülün sapına kadar gerçek olan o duygu.
İşte şimdi ona teslimim.
Offf! bu bi kaç gün yüzümden ve gözümden eksik olmayacak olan donukluk offf!
Offf hoşlandığın kişi tarafından sevilmeyeceğini defalarca deneyimlemek offf!




Uğruna değişebileceğin kimse yok,
Ve aslında senin uğruna değişecek kimse de yok.
Yani "hayat iki ileri, iki geri" adlı yanılgılardan ibaret
Tabii bol miktarda hayal kırıklığı ve hâlâ akabiliyorsa bir kaç damla gözyaşını da unutmamak gerek.




Hoşlandığın kişiyle buluşmak için yola çıkmak, sanki kutsal bir yolculuğa çıkmış gibi muhteşem hissettiriyor. Tabii hiçbir kutsal yolculuğa çıkmadım ve doğrusu kutsal yolculuk ne hissettirir onu da bilmem. Belki bir gün Hac'ca giderken anlarım Kutsal Yolculuğu'n ne olduğunu. Belki o sırada aklıma bu an'larım gelir, dudağıma küçük bir tebessüm yerleşir, Kâbe'yi de o halimle tavaf ederim. Belki de bir kaç sene sonra aklım başımdan gider, günahsız bir dinsiz olur çıkarım.
Ya ben ne diyordum nereye geldim. İşte, hoşlandığın kişiyle buluşmak için yola çıkmak bende böyle etki ediyor. Aklım başımdan gidip, kalbim daha hızlı çarpıyor.




Uzun zamandır okumayı düşündüğüm kitabı, misafir edildiğim evde tekrar gördükten 13 dakika sonra kitap bu hâle düştü.
Gecenin sonunda Milena sardığı cigarayı içerken, her defasında geri çevirmeme rağmen, bıkmadan defalarca bana ikram etti. "hayır Milena, ben bi bok yiyeceğim zaman kafamın ayık olmasına özellikle dikkat ederim ve lütfen sende bundan sonra öyle yap" diye nutuk çekip cigarayı tekrar reddettim. Milena gözlerimin içine bakıp "çok piçsin" dedi "biraz" dedim.
Üstünü giydi, göbeğini kaşıdı ve yanıma oturup "aslında hiç böyle biri değilim, ama bu ara kendimi bu şekilde rahatlatıyorum" adında ardı arkası kesilmeyen cümleler kurdu. Dayanamadım ve "sus. çünkü sadece canın istiyor ve yapıyorsun. eğer pişmanlık duyuyorsan yapma bi daha. ama yaptığın içinde kimseye hesap verme. çünkü bu sadece senin hayatın ve hesap sadece allah'a ödenir" deyip dudaklarından öptüm. Onun, gözlerini kapatmış halde uzun ve ateşli bir öpücük beklediğini, 5 saniye sonra dudaklarından ayrılıp gözlerimi açtığımda anladım ve yanaklarını avuçlayıp "sıkma canını, hepsi geçecek" dedikten sonra giyinip çıktım.

Oysa hiçbir şey geçmeyecek Milena, o yüzden bu berbat hayata alışıp, kafan ayık yaşayarrak dik durmayı öğrenmen lazım.




Biliyor musunuz; dünyanın neresinde olursanız olun, gece olunca tüm şehir parklarının tenha yerleri hızla gay alanlarına dönüşüyor. Her ay dişinizden tırnağınızdan artırarak para gönderdiğiniz üniversiteli oğlunuz, mesaiye kaldım diyen babanız, işte sandığınız kocalarınız, el bebek gül bebek büyüttüğünüz apartman çocuklarınız, çok hastaydım telefona bakamadım diyen kaslı sevgiliniz, bugün dükkanı erken kapatan Bakkal Hüseyin, komşusuna "taze et bitti kapatıyorum, yarın görüşürüz abi" diyen Kasap Avni, yatsı namazını kıldırdıktan sonra hızla ortadan kaybolan Mahallenin İmamı, köşe başını mesken tutup akşama kadar gelen geçen her am'lıya laf atmayı kendine görev edinen kolları falçatalı bitirim delikanlı, takım elbisesiz sokağa adım atmayan şişko ve bıyıklı öğretmeniniz, sabah sizi evden alıp işe bırakan şöförünüz, şehir dışındaki şirket toplantısına katılan canınız ciğeriniz ve daha nice erkek..... hepsi şu an şehrin kuytu bi köşesinde çatır çatır düşman çatlatıyorlar 👬🚶🏽🏃🏽





Mahalle Delikanlısı, sanat dünyasına anca bir ürün olarak var edilir veya elitin bi bakışı sonrasında aldığı mavi boncukla, aynı elitin yatak odasındaki komodinin üzerinde belli bir süre dildo görevi görebilir.
Onun dışında Mahalle Delikanlısı, elit kesim için bi soytarı ve alt tabakayı aşağılamak için lazım olduğunda sınırsız olarak kullanılabilen tek malzemedir.
İşte tam da burada size bir sır vereyim; Mahalle Delikanlısı'nın nakış işler gibi sikebiliyor olmasının nedeni, kendisinin nasıl görüldüğünün farkında olmasıdır.
Bunun farkında olduğunu kimseye söylemez. İşe koyulması gerektiği söylendiğinde, çişten sararmış beyaz kilodunu indirir nakış işler gibi sikerek öfkesini kusar geçer.
Yani sizi severek sikmiyor, sizi, sizden nefret ederek sikiyor. Zaten sizde sevilmeye alışkın değilsiniz, sevilerek sikilmek nasıldır bilmezsiniz.




Bugün fark ettim de 0,50 kuruşa aldığım gazeteye de, 10-15 TL'ye aldığım gazeteyede aynı muameleyi yapıyorum. Gerçi 0,50 kuruşa gazete almayalı 5-6 yıl oldu galiba. Sonuçta arka sayfa güzeli adında bir olayları var ve millete osbir malzemesi sunmaktan çok da ileri gidemediler. O yüzden almaya hiç gerek yok.
Öte yandan @istanbulartnews gibi ciddi anlamda büyük emek verilerek ortaya konan sanat sepet gazetesi ise çok daha iyi ve gerçekten 1 günlük yemek parasını vermeme rağmen içim gayet rahat.
Üstelik okuduktan haftalar sonra eğer kıyabilirseniz diğer işleriniz için de kullanabiliyorsunuz. Daha ne olsun?
Hem zaten sanat, halk içindir.




"Beni neden siktin?" diye sordum ve bunun üzerine o "Ne bileyim ya sikim istiyor diye siktim, o istemese neden sikeyim ki?" dedi. "Saçmalama 'o istedi' diye bir şey olmaz. Sen istediğin için beni siktin. Çünkü sikinin bi aklı yok! O da tıpkı elin, kolun, parmağın gibi sıradan bi organ. Sen istemedikçe hareket etmez o" dedim ve donmuşcasına kaldı öyle. Bi kaç saniye sonra sikine göndermiş olduğu kanı beynine çektiğinde "öyle diyorsun yani" dedi.
Şırnakta doğmuş büyümüş, ilkokul sonrası okutmamışlar ve alıp tarlaya sürmüşler. Yıllar verimsiz tarlaya serpilen tohumların kargalar tarafından yem niyetine tek tek toplanması gibi acımasızca geçip gitmiş, yaşı 20 olmuş. Askerlik de bitmiş, zaten elde de bir şey kalmamış. O da çalışmak için taşı toprağı altın İstanbul'a gelmiş.
Çok şükür bi çanta atölyesinde iş bulmuş, son 2 yıldır makine başında çalışıyormuş ve 1,5 yıldır da atölyeden tanıştığı bi kız arkadaşı varmış. Aslında onu da seviyormuş ama sikine de laf geçiremiyormuş. Yoksa beni niye siksinmiş ki?




Sokaktaki insanların bir sorunu yok. Geçmişte bi boklar yemiş olsak da biz bir arada yaşayabiliyoruz. Asıl sorun medyada köşe edinmiş insan görünümlü kalpsizlerde. Para için her şeyi yapanlarda ve her fırsatta ateşe odun atanlarda. Onlara dikkat edin, küçük karışıklıklarda nasıl davrandıklarını görün iyi tanıyın, arkadaş görünümüne de sahiptirler.





Geçen gün düşündüm taşındım da, uzun zamandır kendime hiç çiçek almamışım. Zaten bana hiç çiçek alan da olmadı, hep ben kendime aldım. Dönem dönem hayatıma girip çıkanlar oldu, ama onlarda çiçek almadılar. Alacak kadar ince insanlarla tanışmadım, ya da ben çiçek alacakları kadar ince bir adam değilim. Böyle düşününce canım sıkıldı ve dayanamayıp Öküz'e "akşam bana gelirsen, 5-6 tane gül getirsene" dedim "tamam" dedi, akşam da sağ olsun getirdi.

Güllerin saplarınsaki dikenlerin bazılarını temizledim ve artık kullanmadığım sürahiyi su doldurduktan sonra gülleri koyup giriş kapısının sağ tarafındaki ayakkabılığın üstüne koydum. En azından onlar çürüyünceye kadar, eve her gelişimde gül görürüm. Tuvalete girip çıkarken, mutfağa gidip gelirken, ya da salona her gidişimde gül görürüm.
Zaten şunu iyice anladım ki; insan, kendi hayatını kendisi güzelleştiriyor, başka yolu yok.

Arkasındaki metinler ise ev arkadaşımın ezbere bildiği "masumiyet"in tiradı. Tirad "..bu kaltak.." diye başlayıp gidiyor.




Kurtuluşta bir bodrum katı. İçinde "buna da şükür" diye diye günlerini geçiren bir aile. Çocuklar başka babalardan ve babalarda yıllardır ortada yoklar. Bu yüzden anne tek başına büyütmüş onları.
Biri 30 yaşında ve geçen yıl evlendi, bir de tatlı mı tatlı bir kızı oldu. Ama çocuğunun doğumundan 4 ay sonra eşiyle ayrıldılar. Zaten iç güveysi gitmişti, şimdi erkek adam anne evine geri döndü, kırık koltuğa uzandı, akşama kadar televizyon izliyor.
Diğeri liseyi okuyordu. Bu yıl bıraktı ve "okuyup bi bok olacağım yok, siz de boşuna çalışıp duruyorsunuz." diye atar yaptı hepimize.
Arada bazen Kurtuluş'un kirli kahvelerinden birinden bir kaç günlük cep harçlığı çıkarmak için garsonluk yaptığı oluyor, ama onu da pek kesmiyor 3-5 kuruş. Çünkü gözü yükseklerde.
Geçen bana "biraz para bulsana bi yerden, esrar alıp satalım" dedi. Gözlerinin içine baktım, o kızgınlık dolu gözbebeklerine daldım.
Daha bi kaç yıl önce anaokuluna götürürdüm ben onu, akşamları da alıp getirirdim. Bu çocuk ne zaman büyüdü de "esrar satıp köşeyi dönelim" demeye başladı. Daha osbir çekmeyi bile yeni öğrenmiş bu bebe, esrarı kimden alıp kime satacağını hangi ara öğrendi?

Diğer çocuk bıraktı herkesi. Çünkü kendi yoluna bakması, ayaklarının üzerinde durması gerekiyordu. Ona, ailesini bırakması gerektiğini ben söyledim. "Git bi işe gir, başka arkadaşlar edin, başka evlerde yaşa, ayaklarının üzerinde dur, sonra ailene de yardım edersin" dedim. "Haklısın" dedi gitti kayboldu ortadan. Bazen görüşüyoruz, ama sadece bazen.

Kurtuluşta bir bodrum katı, penceresi; içerideki sıkıcı ve renksiz havanın aksine çiçeklerle renklendirilmiş. Camdan dışarı bakınca; el ele tutuşan sevgililer, marketten dönen yaşlı ermeni teyzeler, ailesinden yeni ayrılmış ibneler de dahil hepsinin sadece ayakları görünüyor. Kurtuluşta sikik bi bodrum katı, içerisi bok gibi fakirlik buram buram kimsesizlik kokuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.