-->

23 Aralık 2015

gönül sızısı'na alıştım da göt sızısı bambaşkaymış....


...Neyse lafı çok uzattım, sıkı tutunun konuya geri dönüyoruz:
O cevap vermediği için ben de "müsait olunca döner" diye düşünerek köşeme çekilip aramasını bekledim. Benim aradığım üçüncü günün sonunda da ses seda çıkmadı, sonra dördüncü gün oldu, sonra beşinci gün, sonra altıncı gün, sonra yedinci gün.
Günler öyle geçti gitti. Aramadığı her gün canım daha çok sıkıldı. Kendimi daha kötü hissettim. Hatta, sanki beni sikip hamile bırakmış ve sonra da karnımdaki çocukla sokağa atmış gibi hissettim. Öyle canım sıkıldı, öyle bozuldum.

Hani böyle davranmasını gerektirecek bi şey de olmadı aramızda, zaten o günkü kakara kikiri'li ayrılmamızdan sonra da bir daha yazışmamıştık bile.  
Duygularım falan sikimde değildi de, keşke böyle sikip atmış gibi de davranmasaydı. Yani önemli olan sikmesi de değildi, sadece hayatımda bayramımı kutlayacak kimsem olmadığı için olsa gerek, en azından onun aramasını bekliyordum, beklemiştim. Yani arardı ki, ne var yani bunda. İnsan bi bayramın kutlu olsun derdi yani noolmuş ki.. 
Ama aramadı, yazmadı da. Hani "bayramın kutlu olsun" diyecek birine ihtiyacım olduğu günlerde, onun beni sikip atmış olması düşüncesi de üzerime binince, yüreğim de götümle beraber sızım sızım sızladı durdu..

Öyle her gün biraz daha fazlalaşan bir şekilde içime bakınıp durdum. İçimde bi yerlerde yanlış yapıyordum, yapıyorum. Ama yani bu demek değildi ki, bu kadar da önemsiz biri sayılabileceğim de normalleşecekti.
Hem tamam, onunla ilk günler de, sadece sik ve göt için buluştuk. Ama olay sonraki günlerde sik ve göt'ten bağımsızlaştı. Bambaşkalaştı, onunda söylediği cümleler arasında "seni seviyorum"lar uçuştu, "senle ortak yanlarımız çok fazla"lardan ibaret cümleler kurduğu da oldu. "Biz birbirimize çok benziyoruzdan" başka hiçbir şey söylemediği 4 kelimelik cümlesi de vardı. Hatta gözlerime uzun uzun bakıp, derince nefes alıp burnundan verdiği anlar da çoktu. Hatta ve hatta bi yerlerde gezinirken elini omzuma atıp beni kendisine yapıştırarak gezdiğimizde oluyordu. Sonra kimsenin olmadığından emin olduğu ilk anda sarılıp sıkıca öptüğü de çoktu. 
Peki ben şimdi tüm bunları ne yapacaktım?

Bir şey yapamadım, öyle kaldım. 2-3 gün boyunca yemek yemek istemedim, sadece süt içip evde uyuyup uyanıp dizi izledim. Sağlığıma dikkat etmeliyim diye düşünüp, geçen aylarda aldığım bal kavanozundan her gün 4 kaşık bal yedim.
Gittikçe canım daha çok sıkıldığı için hepten eve kapandım tabii. Bir kaç gün dışarı çıkmadım, yeni keşfettiğim dizilerden birini açtım tüm sezonlarını izledim. Bu arada kendime yakın hissettiğim bir kaç kişiye sağdan soldan mesajla "bayramın kutu olsun :)" diye yazıp attım. Onlarda karşılık verdiler, yazışmamız o kadar sürdü.  Onlara gülücüklü bayram mesajı atarken suratım böyleydi ":(" Kimse anlamadı.

Bayram süresince ve sonrasındaki günler boyunca, ben öyle kendi kendime üzülüp, üzüntümü alt etmeyi başarmışken aradan 8 gün geçmişti ve Sarışın Piç sekizinci gün "günaydın, naber" yazıverdi.

Tabii artık kızgınlığım, kırgınlığım, götümün ve gönlümün sızısı her şeyim geçmişti. Sakince "iyi sağ ol, senden naber" dedim ve o "iyiyim teşekkürler, hiç arayıp sormuyorsun" dedi ve ben de aradığımı falan, yazdığımı söyledim. Beni yalanlayınca "arama kaydının ve attığım mesajın" ekran görüntüsünü alıp attım, bunun üzerine "bana ulaşmadı" dedi.
Bir şey diyemedim, öyle kaldım. Sonra işte sakinliğimi korumaya çalıştım. Gerçekten de ulaşamamış olabilirdi. Ne diyebilirim ki?
Ama sonra bi anda "ben aramadım, sormadım. peki sen neden 8 gün boyunca hiç aramadın? ulan en azından bir bayramı mı kutlasaydın lan ne olacaktı ki" dedim ve o kaldı öyle.

Bir şey yazmadı, bir kaç saat online olmadı, kayboldu gitti. Öğleden sonra bir anda ortada hiçbir şey yokmuş gibi sıradan günlük olaylar hakkında bir konu açtı. Bu yaptığının yanlış olduğunu belirttiğim uzun cümleler kurdum, bana yaşattığı hayal kırıklığını anlatabilmek için edebiyatı paramparça ettim, ama o hiç siklemedi.
Sonra ona;
-Öküz Herif'ten neden ayrıldım biliyor musun?" dedim ve o
-Niye?" dedi.
-Çünkü, yaptığı hareketlerle benim kendimi değersiz hissetmeme neden oluyordu. Üstelik bunu ona defalarca anlattım. En sonunda onun kafasındaki yerimin hep aynı kalacağından emin olduğumda, yani onun için değersiz biri olduğumu kabullendiğimde "hayatında başarılar dilerim" dedim ve ayrıldım. Benim ona, bunu kesin bir dille dememden aylar sonra o bana "yaptıklarım için özür dilerim, sana kötü davrandım" dedi. Ama önemli olan şey, benim o son sözleri söylememden önce özür dilemesiydi. Çünkü benim sözlerimin sonrasında özür dilemesinin artık hiçbir önemi yoktu.
-Hımmm demekki ben de seni değersiz hissettirdim, öyle mi?" diye yazdı. Dalga geçiyordu ve ona bir şeyler anlatmaya çalışarak konuyu uzatmama gerek yoktu. Bende;
-İyi eğlenceler." yazdım ve o;
-Ya off tamam, özür dilerim" dedi.

Evet resmen bunu dedi ve üstelik bunu dalga geçen bir ciddiyetle söyledi. 
Durdum düşündüm, bu kafada biriyle neden daha fazla uğraşacaktım ki, yani sonuçta adamın kafasındaki yerim buydu. Niye kendimi boşuna yorayım ki?
Hem götümü siktirdim diye beni nüfusuna almak zorunda da değil ya. Siktir et gitsin, bi daha da muhatap olma.

Böyle düşününce, biraz rahatladım. Banyoya gidip ayna da koca burnuma, uzamış sakalıma, çavdar unundan yapılmış somun ekmeğini anımsatan suratımın bütünlüğüne baktım. Yanaklarımdaki uzamış kılları aldım, burnumdaki tatakları sümkürdüm ve yüzüme tekrar baktım; aptal olduğum fazla belli olmuyordu. 
Ama eğer böyle yaşamaya devam edersem, aptalın teki olduğum yüzümden de anlaşılacaktı. O yüzden kendi kedime "bir daha böyle olmayacak" cümleleri kurdum, az önce kıllarını aldığım sol ve sağ yanağıma birer tane tokat attım, yüzümü yıkayıp banyodan çıktım, mutfakta kendime bir kahve yapıp içmeye başladım ve telefonu alıp ona;
-Seninle ilk günü konuşmamızdaki gibisin. Sen sadece; götüne girip çıkacak bir yarrak arıyorsun. Başka bir şey değil. Etrafta da zaten yarraktan başka bir şey yok. Götün yarraksızlıktan dolayı kaşındığından ve ben de sadece elinin altında hazırda olduğum için hemen bana yazıyorsun. Ama illa da benim yarrağımı götüne sokmak zorunda değiliz. İyisi mi, sen kendine başka yarrak bul. Ben de kendime başka göt bulayım. Şimdi seni engelliyorum. Bir daha bana yazma, dışarıda da karşılaşırsak "selam" dahi verme. İyi eğlenceler" diye yazıp atttım. Hemen youtube'a girip Demet Akalın şarkılarının hepsini dinledim.

Sonra tabii günler yerinde durmadı, mesajı atıp ardından o'nu hemen engellememin üzerinden 20-25 gün geçti. Bu arada götümün de, gönlümün de sızıları zaten çoktaaan dinmişlerdi..
İşte tam o yirminci günlerin birinde Galata Kulesi'nin orada karşılaştık. Karşılaşma anımızda, ben kaçacak delik ararken o sakin bir ses tonuyla selam verdi.
"Selam, allahın selamı" deyip aldım ve o elini uzatınca da tokalaştık. Tokalaşma bitsin diye elimi çekecekken sıkı tutup bırakmadı, yavaşça da ordaki banklardan birine doğru çekti götürdü beni. Gittik oturduk, tek eksiğimiz arka fonda Demet Akalın'ın şu şarkıyı söylemesi ve çığlıkları derinden duyulmakta olan aptal martıların ağır çekimde kanat çırparak üstümüzden geçişleriydi.

Ona bakmıyordum ama hemen yanımda oturduğu için silueti ister istemez gözümün içindeydi. Uzuuun uzuun nefes alıp verdiğini, göğüs kafesinin fazlaca şişip inmesinden anlayabiliyordum. Ben bakmıyordum ama o direkt olarak bana bakmaya devam ediyordu. 
Aradan bir kaç dakika geçmişti bile ve nedense utanmaya başlamıştım. 
Evet, utanıyordum. Bunun nedeni, telefonda artistlenip attığım o dik duruşlu mesaj olabilirdi, ama şimdi niye dik duramıyordum ki?
Piçin gözleri de o kadar güzelki ve o da, gözlerinin güzelliğinin farkında olduğundan dolayı olsa gerek ki, sanki beni gözlerine bakmaya zorluyormuş gibi, yüzüme dik dik bakmaya devam ediyordu. İnatla gözlerine bakmadım. Ama yan yana oturduğumuz için diğer bedensel ayrıntılarını fark ediyordum.
İşte bak sarı saçları rüzgârla beraber hafifçe oynaştı, sol ayağını sağ ayağından biraz daha uzaklaştırdı, üstelik sağ ayağını baldırıma değdirdi. Ellerinden birini de bankın sırt kısmına attı ve arada bana dokunuyor.  
Rüzgâr yine esti ve saçları tekrar rüzgârın ritmine kapıldı. Oysa daha bir kaç hafta önce, o saçlarla ne güzel oynardım, ne de güzel çekerdim içime o pis kokusunu.

Şerefsiz de bir şey demiyordu. Tıpkı; sanatsal ve mide bulandıracak kadar romantik bir filmin, o uzuun sıkıcı ve sessiz sahnelerinden birindeymişiz gibi, direkt olarak bana bakmaya devam ediyordu.

Sonra dayanamadım, döndüm o güzel gözlerine ben de baktım, öyle bakıştık durduk.
"ilk konuşan kendini haklı buluyordur" adlı tespitime yenildim galiba ve bu yüzden "ne diyeceksen de hadi" cümlesi, istemsiz bir kızgınlıkla ağzımdan çıkıverdi. O ise "böyle konuşma, sen bu değilsin" dedi.
Piçe bak ya, beni de tanıyor şerefsiz. Nasıl da huyumu suyumu biliyor, nasıl da hangi cümlelerle pes ettireceğini çözmüş de böyle cesurca konuşuyor.

Devamı: http://hayaterkegi.blogspot.com.tr/2015/12/artk-kendimden-baskasn-sevemeyecegim.html

5 yorum:

  1. Ya hayat erkeği en hikayenin en güzel yeri. Umarım sonunda bok etmezsin. Siktir et onu

    YanıtlaSil
  2. Bence de siktir et üzüleceksin.Bu hikayenin sonu belli

    YanıtlaSil
  3. Bence de siktir et üzüleceksin.Bu hikayenin sonu belli.Öküzün farklı versiyonu bu da.

    YanıtlaSil
  4. Okurken hem güldüm hem çok genç olduğum için umarım böyle şeyler yaşamam dedim. Aslında yaşadıkların çok kötü değil ama belli ki üzülmüşsün. Birden silebilme yeteneğin etkiledi beni. Keşke ben de yapabilsem.

    YanıtlaSil
  5. bi yerde gormustum simdi kimde hatirlamiyorum belkide senin yazilarindi:Artik neden bekliyordum ki?Beni uzmus biri mutlu edebilirmiydi?

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.