-->

05 Ekim 2015

trajikomik

Dün gece canım fena şekilde sıkıldı. Eski yavuklularla çekildiğim fotoğrafları açıp tek tek baktım.
Ne kadar da mutluymuşum, hepsinde de gülmüşüm, üzgün olduğum tek bir fotoğrafım yok. Üzerimde siyah montum olan fotoğrafı çekerken, çirkinliğim görünmesin diye ağzımı eğip bükmüşüm, saçlarımı yeni kestiğim beyaz tişörtlü fotoğrafta sakalım yüzünden hepten tipsiz çıkmışım, kaşlarım çok kalın olduğu için bıyık bırakmamam gerektiğini anladığım fotoğrafıma bakarken, üzerimdeki kareli gömleğin uzun zamandır ortalarda görünmediğini farkettim. Bıyık bırakınca "üç kaşım varmış" gibi bir his yaşadığımı da bu fotoğraf sayesinde anlamıştım. Bıyık bana yakışmıyor.

Sahi o gömleği her giydiğimde biz kavga ederdik onunla ve ben her kavgadan sonra saçımı veya sakalımı keserdim. Bunu şimdi hatırladım.

Sakalın bana yakıştığını söylerdi yavuklulardan biri. Belki de işi gereği kendisi sakal bırakamadığındandı, bundan hiçbir zaman emin olamadım. Ama yine de onunla beraber olduğumuz süre boyunca, sırf o sevdiği için hep sakallı oldum.
Belki de aslında sakalımı severken yüzümü avuçladığı için sakal bırakıyordum veya o yüzümü avuçlarken, ben huzura kavuştuğum için de olabilir..

Yavuklulardan biriyle de, çektiğim videoların tekinde kavga ediyoruz. O bağıra çağıra söyleniyor, bir şeyler anlatıyor, ben ise onun söylenmelerini umursamadan videoyu çekmeye devam ediyorum. Aradan 2 ay geçtikten sonra onunla videoyu açıp beraber izlemiştik ve o da kendine, benim kadar gülüp "niye bu kadar abartmışım ki" deyip hayıflanmıştı.
Videoyu çekerken, tüm bunların geçmişte kalacak olan komik anılara dönüşeceğinin farkındaydım. İşte bu video, bu gece izlerken üzülünülecek kadar komikti..

Dün gece tüm o eski görsel metaryellere bakıp bakıp sıkıldım. Sıkılınca dışarı çıktım. Dışarı çıkınca Taksim Gezi Parkı'na gittim.
Gecenin 04:00'ü olduğu için insanlar bardan çıkmaya başlamışlardı ve bardan çıkanlardan bazıları eve taksiyle dönmek yerine, parkta ve çevresinde oyalanıp 06:00'da metronun açılmasını bekliyorlardı. Bu saçmaydı. Ama benim, az ötede duran iri yarı adamla bakışıp, bir kaç saniye sonrasında ise sigara içmiyor olmama rağmen "sigaran var mı" demem kadar saçma değildi.

Adam cebinden paketi çıkarıp uzattı. Bi dal sigara çekip aldım ve her biri 6,5 kilo kadar olan dudaklarımın arasına yerleştirdim. O da bu sırada çakmağını yaktı, sönmesin diye eliyle rüzgârın esiş yönünü kapadı ve yavaşça sigarama uzattı. Ellerimi ellerinin üzerine koydum ve sigaramı yakmamasını sağlamak için hafifçe başımı geri çektim.
Çakmağın alevi rüzgârın esintisiyle hafifçe sallandı, adam bana baktı, ben de sallanan alev'e. Sonra avuçlarımın arasında duran kocaman ellerinin tersiyle, sıcaklığımı hissetsin diye ellerimi hafifçe bastırdım ve bu sefer dudaklarımın arasında yanmak için sabırsızlanan sigarayı alev'e uzatıp yaktım. O an ikimiz de yandık..

Etraftaki tek tük yarı ayyaşlara rağmen, çevremiz sessizdi. Rüzgar yine esti ve bir iki yaprak, intihar edercesine süzülerek az ilerimize düştü. İbne'nin biri ayaklarını sürüyerek yanımızdan geçerken ikimize bakıp pis pis sırttı.
Bu ibne'yle az önce parka ilk girdiğimde karşılaşmıştık. Çalılıkta osbir çekiyor, osbir çekerken de etrafa bakıp birilerinin yanına gelmesini belli eden hareketler yapıyordu. Ben "beni görünce ne yapacak" diye az ilerisindeki korkuluğa oturduğumda, o bana üst üste bir kaç sefer yanına gelmemi işaret etmişti ve ben hareket etmeyince, o sikini fermuarından içeri attığı gibi, bir adımdan biraz daha yakınımda karşıma geçip, oturduğum korkuluğu göstererek "oturabilir miyim?" demişti. Ama ben; yüzüme bocalayabildiğim kadar soğuk bir ifadeyle, bıyığıma benzeyen kalın kaşlarımı sadece bir defa, yukarı kaldırıp-aşağı indirdiğimde "peki" deyip gitmişti.

O göt beni tanımamıştı, ama ben bu götü nerde görsem tanırdım. Çünkü yaklaşık 6 ay önce flörtleştiğim adamın biriyle ev arkadaşıydılar. İşte o dönem bir kaç gün, flörtleştiğim adamın davetiyle evlerinde kaldığımda ve bir gece o adam eve gelmediğinde, biz bu götle kavga etmiştik. Gecenin bi yarısı bu götü tokatlayıp eve gelmiştim.
Tabii flörtleştiğim adamla da bi daha görüşmemiştim.

O saçma sapan gece yaptığımız kavgayı hatırlayınca, kareli gömleğimin akibeti de belli oldu. Gömleğim kavga da yırtılmıştı ve ben hâlâ geçmemiş olan sinirimi osbir çekerek atmıştım. Sonrada göbeğimin üzerindeki spermlerimi, yırtık gömleğimle sildikten sonra çöpe atmıştım.
Ama bu ibnenin beni hatırlamaması normaldi, kafası şu an bi dünyaydı ve götünü rahatça siktirebilmek için alkolü fazlasıyla almıştı. Götünü siktirebilmek için alkol alması çok saçma. Ama sadece alkol aldığında götünü siktirenler kadar saçma değildi tabii.

İbne sırıtıp ayaklarını sürüyerek geçip giderken, yanımdaki adama döndüm ve içime çektiğim sigara dumanını yavaşça dışarı bıraktım. Duman ağzımdan çıktığı gibi dağılırken biz adamla göz göze geldik. Utanır gibi yapıp, başımı hafifçe başka bir yöne doğru kaydırdım ve adam alakasız bir konu hakkında konuşmaya başladı.

Direnmedim, devam etmekte olduğu konuya katıldım ve cümlelerimiz yola koyuldu. Aradan bir saat geçtiğinde; adamın Kartal'da oturduğunu, yaşının 45, medeni halinin evli, 10 ve 18 yaşlarında iki oğlunun olduğunu, kolundaki kalın jilet izlerinin daha 20'li yaşlarındayken gittiği Müslüm Gürses konserlerinden hatıra kaldığını, bu gece ise Tarlabaşı'ndaki hapçılardan sayısını şu an hatırlayamadığı kadar hap alıp attığını ve kafasının daha yeni ayılmaya başladığını öğrendim.

Adam, kolunda taşıdığı jilet izlerini ve 20'li yaşlarındaki günlerini anlatırken "ne bileyim işte. şimdi dönüp bakınca eşşeklik etmişim onu biliyorum da, ama o zamanlar çok özeniyordum. zaten Müslüm'ün konserlerinde de jilet satılıyordu. konser öncesi arkadaşlarla jilet alıp öyle içeri giriyorduk, sonra da işte bunları yapıyorduk. kendimi iyi hissettiğimi sanıyordum da hiçbir bok olmuyordu. öyle işte" dediğinde kolundaki yaralarını elledim.
20 yıl önce jiletlenerek açılıp kapanmış sağ kol derisinin üzerinde elimi gezdirirken parmaklarım tırtıklanıyordu. Baktım canı da gittikçe sıkılıyor, konuyu değiştirdim ve bende kendimden biraz bahsettim.
"24 yaşındayım. ne yapıyım, bende yeni geldim istanbul'a. üniversite geçen yıl bitti. İzmir'de ekonomi okudum. aslen Kars'lıyız, ama ben Ağrı'da doğdum büyüdüm. bizim oralarda iş yok güç yok. zaten bu taraflara alıştığım için artık bizim oralara da gitmek istemiyorum. belki burada güzel bi iş bulurum diye geldim. şimdi bir akrabamda kalıyorum. ama iş bulunca kendime ev tutarım, arkadaşlar edinir, buraya iyice yerleşirim. İstanbul çok güzel. zaten denizi her şeye yeter. canın sıkılınca çıkıp herhangi bir sahile yanaşsan, akmakta olan su tüm sıkıntını alıp götürüyo. hiçbir şeyin kalmıyor. iyileşiyorsun"

Ama aslında, az önceki anlattıklarımdan hiçbiri doğru değildi. Doğru olmayan şeyler söylememin tek nedeni; adam'ın az önce anlattıklarından dolayıydı ve bi de adamın sesindeki umutsuzluktan dolayı; ona duymak istediklerini söyleyerek onu rahatlatmak içindi..

Konuşurken, sesimi telaffuz etmekte olduğum kelimeye göre tonlayabiliyorum. Bu sayede, karşımdakini "anlattığım şeylerin önemsiz olduğunun farkında olmadan" rahatlatıyorum. Adama yaptığım şey de buydu. Yani sesimle ona; yaşamakta olduğumuz şu boktan dünyadan  umutlu olduğumu ve ilerde çok mutlu olunacağını müjdeliyor gibi konuşuyordum.
Aslında bu halim üzerine profesyonel bir destek alsam, benden iyi bir hatip olurdu, ama sürekli yalan söylemeye dayanamam ki.. Neyse hatipliği boş ver, zaten konu döndü dolaştı, onun "sık geliyor musun buraya" demesiyle seks'e dayandı. "yoo yeni öğrendim burayı, daha önce internetten birileri söylemişti ama" diye bir yalan daha uydurdum. o;
-nasıl takılıyorsun
-bilmem. öyle işte.
-ben aktifim.
-haa ben şey ya, ben sadece saxo seviyorum. diğer şeyleri sevmiyorum.." dedim.
Sonra konu yine değişti. Söz sırası da ona gelmişti ve söz sırası ona geçmeden önce, ona "buraya ilk ne zaman gelmiştin" diye sormuştum. O da sorum üzerine buraya ilk geldiği günleri anlattı.
İlk geldiği günü hatırlamadığını ama ilk geldiği zamanlar 17 yaşındaymış. Karaköy'de bir elektrikçinin yanında çalışırmış. İş çıkışını dört gözle bekler, işten çıktığı gibi buraya gelirmiş" falan filan. Anlatırken sanki o günlerin geçip gitmiş olmasına inanamıyormuş gibi bir ses tonuna büründü. Farkında olmadan yavaşça konuşmaya da başlamıştı. Sanki 17 yaşına gitmişti ve şu an an yanımda değilmiş gibi bir havaya büründü. 1-2 saniye içerisinde tekrar geri geldiğinde "hofff"ladı. Tebessüm ettim.

İkimizde biraz sessizce durup, gelip geçenleri izledik. Sonra ben, adamın sikinin nasıl olduğunu merak ettim. Belki inik halinin ağzımda sertleşmesi güzel olurdu diye düşündüm ve ona "şu çalılığın arkasına gidelim mi" dedim. O ise dönüp bana baktı, yüzünü bir acıma hissi kapladı ve "iyi bir çocuksun, boş ver" dedi.
Az önceki kendimden bahsederkenki ses tonum işe yaramıştı. Çünkü; ağzıma verirse beni kirleteceğini düşünmüştü. Demekki adam bu beş para etmeyen dünyadan hâlâ umudunu kaybetmemiş.

Ben de, onun dediği gibi "boş ver"ip "tamam. kendine iyi bak" dedim ve kalktım ilerdeki ağacın altındaki boş bira şişesini alıp İstiklal'de hafiften sarhoş'muşum gibi yaparak, Tünel'e doğru yürüyüp gözünden kayboldum.

5 yorum:

  1. Hayat erkeği gecenin bir vakti oralarda başına bir şey gelir diye çekinmiyor musun?

    YanıtlaSil
  2. Bazı postlarında kendini tasvir ediyorsun ya , aklımda sana dair bir şeyler oluştu . Belki tüm yazılarını okumamamdan bilmiyorum ama senin kaptan mağara adamına benzediğini çözdüm :)

    YanıtlaSil
  3. Hayat erkegi bence bicak da tasimiyorsundur benim gibi

    YanıtlaSil
  4. hayatın, salt iyilikle dolu olduğunu düşündüğüm için bıçak vs taşımıyorum.
    kendini korumak istersen, kimseye kötülük yapma.

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.