-->

22 Ağustos 2015

İbne Şair'in evinden Yaşlı İbne'nin sahnesine


...daha önceki konuşmalarımızdan birinde istanbul’a yeni geldiği için kuzeninde kaldığını söylemişti ve kuzeniyle de sürekli sorun yaşadığını söyleyip rahat edemediğinden yakınıyordu. ben de bana taşınması teklifinde bulununca küçük bir sırt çantasıyla valizini alıp geldi.
henüz yeni istanbul’a geldiği için pek bir şeyi de yoktu, bir kaç tişört ve pantolonları, bir de yedekte duran bir çift kundura.
kundurası günlük giyime uyacak halde değil de, daha çok sanki doğu’daki aşiret düğünlerinden birine giderken giyilecek bir tarzdaydı ve bunlar beni gizli gizli güldürüyordu. ama bu gülmelerim hepsi boşunaydı, çünkü; sonraki günlerde o kunduralarına alıştım, kalın kara kaşlarına, nereli olduğu belli olmayan şivesine, o derin bakan gözlerine, ve yana taramaktan başka seçeneği yokmuş gibi taradığı saçlarına alıştığım gibi. 
üstelik bu alışma öyle bir alışmaktıki, garsonluk yaptığı lokantadan bir saat geç çıktığında deliye dönüyor, bunun üzerine defalarca arıyordum ve o benim tüm panik halime rağmen sakin sakin telefonu açıp “patladın, patladın” diyerek telefonu açıyordu..
sonraki aylarda, onunla beraber yaşamaya alıştıkça bir çok şeyi ona dayattığımı fark ettim, sanki ona herşeyi yeni baştan öğretmeye çalışıyormuşum gibi davrandığımı farkettim, ona sahip çıkıyor muşum gibi hissetmiştim. 

aslında şimdi dönüp bakıyorum da; o günlerde sanki bir insanı değil de, bir sokak köpeğini evime alıp besliyor muşum gibi hissediyordum. Çünkü sadece benim olması hoşuma gidiyordu ve hayatım boyunca ilk defa biri tam anlamıyla benim olmuştu, biri bana “benim olduğunu” hissettiriyordu. bu durumdan hiç rahatsızlık duymadım, daha çok zevkle yaptığım bir iş  gibi geliyordu bana.

birine sahip çıkmak, onu sürekli kollamak, duşa girdiğinde bile ardından duşa girip illa başına şampuan döküp saçlarını yıkamak istiyordum. Hatta sadece duşla da sınırlı değildi, giydiği giysilerden, konuşmasına kadar ona çok fazla müdahale ediyordum ve o tüm bunlara rağmen hiç sesini çıkarmıyor, sadece sabun köpüklerinin ardından gülümsemekle yetiniyordu. 
zaten onun bakımını yapmak, ona sahip çıkmaktan aldığım zevki sanırım bugüne kadar hiçbir şeyden almadım. dediğim gibi sanki evcil bir hayvanı sahiplenmişim gibi hissediyordum.” diye anlatmıştı Şair.
işte şimdi bu yaşlı ibnenin benim “işsiz güçsüz biri olduğumu öğrendiği andaki rahatlamasına” şaşırma nedenim de 3 yıl önceki bu sohbetti. O sohbet şimdi aklıma gelmişti ve yaşlı ibnenin yüzüne yerleşen bu “OHH BEE“ adlı bakışından, yüzüne yerleşen o huzurlu mimiklerinden, aslında bana "evcil bir köpekmişim gibi sahip çıkmak istediği" o kadar belli oluyorduki ve o öyle derin ve babacan bir şekilde gözümün içine bakmaya devam ediyorduki, ben de içimden “işte bu” diye söylenmeden edemiyordum. çünkü aradığım o efsanelerde anlatılan zengin gaylerden biriyleydim ve bu da demekti ki hayatım kurtuldu. 
içimdeki organlar halaya kalkıp ard arda zılgıt çekerken, yüzümdeki ciddiyeti görmeliydiniz. sanki adamın zengin olması hiç umrumda değilmiş gibi davranıyordum ve bunu yapabiliyor olduğum için kendimle gurur duyuyordum..
bir kaç saat sonra, adamın bir yandan beni sohbet adı altında sorguya çektiğini önemsemeden, olayın bana ne kadar samimiyetsiz gelmeye başladığını farkettim. yani güya sohbet ediyorduk ama aslında o beni çok beğendiği için sorguya çekiyordu ve sanırım zengin avcısı olup olmadığımdan emin olmak istiyordu.
böyle düşünmeye başladığım anda ikimizin de birbirimize karşı ne kadar da güzel rol yaptığımızı ve bunu ne de güzel başardığımızı fark ettim.
tek fark sohbetimiz bittiğinde çevremizdekilerin bizi alkışlamayacak olmasıydı. yoksa bu muhabbetimizin bir tiyatro olduğu o kadar açık seçiktiki, bunun tiyatro olmadığını söylemek, sanırım allah’a kafa tutmak gibi bir şey olurdu. 
her şeyi boşverdim ve rolüme dönüp, yüzümdeki gülümsemenin samimi durması için, sağ elimle bacağımı olabildiğince çimdikleyip canımı acıtmaya başladım ve artık dayanacak halim kalmayınca sıktığım etimi rahat bıraktım. sanırım gözlerim dolmuştu ve şimdi de güneş ışığının gözlerimin içine vurmasını sağlamak için çaktırmadan hafifçe sola doğru kaymalıydım.

o konuşuyordu ve ben hafifçe sola doğru kayarken güneşin başımı önümden kaldırdığım gibi gözümün içine vuracağından emin olunca öyle kaldım. 
şimdi de sıra, onun söyleyeceği iki önemsiz espriye dünyanın en komik esprisi muamelesi yapıp gülerken gözlerinin tam içine bakıp, gözlerimdeki o sihirli ışıltıyı fark etmesini sağlamam gerekecekti. 
çok beklemeden esprisini yaptı ve ben başımı hafifçe kaldırınca güneş yüzüme vurduğu gibi "ihihihihi" diye kıkırdadım. 
kıkırdamamın üzerine o gülüşümün yüzüme tam yayılmasını sağlamak için, farkında olmadan çok komik olduğunu düşündüğü bir espri daha yaptı ve bende onun bu önceki esprinin devamı olan ucuz esprisiyle baş kaldırışımı tamamladığımda, güneş gözlerimin tam içine vurdu. 

gözlerimin içi, bir kaç saniye önce bacağımı çimdiklemiş olduğumdan ıslanmışlardı ve güneş tam da gözlerimin içine vurduğunda, Yaşlı İbne yüzüme bakmayı kesip, dikkatini gözlerimin içine verdi ve ben de sahte içtenliğimi tamamlamak için esprisine gülümsememle karşılık vermek için, dişlerim görünecek şekilde uzun uzun güldüm. 
gülüşüm bitmeye yakın dudaklarımın ikisini birleştirip dişlerimi saklarken yanaklarımı hafifçe şişirip gözlerimi kocaman bir şekilde açarak gözlerinin içine baktım ve o bir anda kendinden geçti. 
tüm bunlar bir kaç saniye içerisinde olup biterken, ben de savaşı kazanmış komutan gibi "işte bu kadar, adam aşık oldu" diyordum kendi kendime. 
hem zaten ibne yaşlıydı ve benim gibi bir piç’e aşık olması için yapmam gereken tek şey buydu. şimdi sıra ondaydı, kendini sevdirmeye başlayacaktı..
bunları hep biliyordum ve daha önceki denemelerimde de hiç yanılmamıştım. çok iyi rol yapıyordum ve bu rolleri yaparken hiç sıkılmıyordum. aksine eğleniyordum ve eğlenmiştim de. eğlenmek benim işimdi ve yaptığım en iyi şey buydu zaten.
ama işin bir diğer tuhaf tarafı şuydu ki; aslında bunlar hep can sıkıcıydı. çünkü bu roller, beni gerçeklikten kopartıyor, canımı da sıkıyordu. ama tüm bunlara rağmen, işte şimdi olduğu gibi eğlenmekten geri kalamıyordum. hem zengin gay hayatı nasıl olur onu da çok merak ediyordum. bu yüzden şimdi oyunbozanlık yapmanın sırası değildi ve bu ikili oyuna devam edecektim.
birbirimizden etkilenmişiz gibi kendimi ona bıraktım, tüm sorularını içtenliğimle cevapladım, aklında bana dair hiçbir soru işareti kalmaması için hayatıma dair sorduğu her soruyu doğru cevaplarla yanıtladım. böylece bir soruyu ikinci defa sorduğunda da, yalan söyleme olasılığımı ortadan kaldırmış oluyordum. 
ama buna rağmen onun da kafasına yatmayan bir çok şey vardı, örneğin eğitimsizdim, kalifiyeli biri değildim ve sıradan bir garsondan bile daha az yetenekliydim. en fazla ofisboyluk yapmıştım, birde işte çaycılık falan filan..
2 saat sonra “artık kalkalım mı derken” cevap vermemi beklemeden de “akşam işin yoksa buluşalım mı” dedi ve ben de ikiletmeden “olur, akşam 9 gibi araşıp netleştirelim” dedim ve ayrıldık.

gün dediğin zaten saatlerden ibaret bir zaman yanılsaması, akşam saat 9 oldu ve aradı, bir yerlere davet etti ve tamam deyip kapattım. 

devamı http://hayaterkegi.blogspot.com.tr/2015/08/yasl-ibne-ve-suriyeli-kz-cocugu.html

2 yorum:

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.