Şurdan devam ediyor: http://hayaterkegi.blogspot.com.tr/2015/05/mavigozlu-melek.html
Çünkü
daha 18 bile olmamıştım ve herkese çok kızgındım, kimseyi dinlemek
istemiyordum. Hata yaptığımı söyleyecek birilerini ise asla
dinlemeyecektim. Hatalarım olduğunu bilmeden bir sürü bok yiyordum ve bu
bokların ilerde, farklı çağrışımlar sonrasında gün yüzüne çıkaracağı o
iğrenç kokulu anılardan haberim yoktu.
O zamanlar kimse
beni, yalnızlığın daha güçlü olduğuna dair uyarmamıştı, zaten
uyarmasına da izin vermiyordum. Çünkü herkesten çok, aslında sadece
kendime baş kaldırmıştım ve tek başıma ayakta durmanın bir yolunu bulmak
için canla başla yalnızlığa kafa tutuyordum.
ve
biliyordum, sikile sikile de olsa bi şekilde ayakta durmayı başarıp
sokaktan kurtulacak, akşam pencere ışıklarına baktığım apartman
dairelerinden birinde kendi halimde yaşayan sıradan biri olacaktım,
sevmesem bile bir işim olacaktı, arkadaşlarıma; çok çalıştığım için
şikayette bulunacaktım, patronumdan nefret edecektim, iş arkadaşlarımın
iki yüzlülüklerinin işimi sevmeme engel olduğunu söyleyip duracaktım, ay
sonunda maaşımı aldığımda o ayakkabıyı alacaktım, önünden geçtiğim o
lüks pastanenin tatlılarından ısmarlayacaktım kendime ve faturalarımı
geç de ol sa ödeyecek, bir sonraki ayı iple çekecektim.
İşte
tüm bunları ve daha nicelerini, 10 yıl önce sokaklarda sürterken doğru
dürüst bir yaşam alanım olmadığında düşünüyordum ve tüm bunları
anımsatan şey, mavigözlü'nün bana sımsıkı sarılıp saçımı koklamasıydı.
Durup
bir an düşündüm. Onun şimdi sadece sevilmeye ihtiyacı vardı. Sevilmeyi
ararken de vızır vızır etrafta seks yaparak gezindiğinin farkına çok
sonra varacaktı.
Bunları düşünürken, başımı yavaşça ter kokulu koltuk altından çıkardım ve onun başını boynumun altına çekip sarıldım.
Bunun
üzerine o, sanki içimden geçen bu düşüncelerden sonra, neden böyle
yaptığımı anlamış gibi başını hafifçe kaldırıp donuk mavi gözleriyle bir
anlığına bana baktı ve gözlerini kapayıp tekrar başını boynumun altına
sokup sıkıca sarıldı. bir müddet öyle sakin sakin durduk. Bizimle
beraber zaman da durdu, her şey durdu, birbirine sarılı vaziyette
resmedilmiş tablodaki cansız bedenler gibi nefes bile almadan bir kaç
saniye öyle kaldık. Nefes almaya başladığımızda da, birbirimizi
inciteceğimizden korkarcasına çok fazla hareket etmedik. Öylece donuk
bir şekilde durduk kaldık.
Aradan ne kadar zaman geçti
bilmiyorum, ama sanki 5-10dakika değil de, bir ömürdür böyle
sarılıymışız gibi hissettim ve kendime geldim. Onunda kıvranmaları arttı
sonra. Ellerimiz vücudumuzun mahrem yerlerine uzanıp uzanmamak arasında
gidip gelirken, aynı anda ikimizde ellerimizi oralarımızdan çekip
kollarımızla tekrar bedenlerimizi sardık ve yanaklarımız yanaklarımızda,
birbirimizin ten sıcaklığını hissetmek istercesine öylece durup kaldık.
Bunca kararsızlığa rağmen siklerimiz çoktan kalkmıştı. Yanaklarımızı
birbirimize sürte sürte kokumuzu içimize çektik ve yine aynı şekilde
sarıla sarıla ikimizde boşalmışken uyuya kaldık.
Sabah işe
gitmedim, zaten sonraki gün de hafta sonu tatiliydi. Telefonu kapadım ve
patronun bana ulaşmasını önledim. Nasılsa işler bensiz de yürüyordu,
ofisde çay olmazsa işler aksayacak değildi ya.
Uyandığımda
kafam bi dünyaydı. Mavigözlü ve arkadaşından eser yoktu. Çantalarını
alıp dışarı çıkmışlardı. Dolaptan bir şeyler atıştırdım. Dün geceyi
düşündüm. Saçma sapan şeyler yapmıştık ve gece boyunca da çocukların
peşinde koşturup durmuştum. Üstelik onlar ilk defa istanbul'a
gelmişlerdi ve taze et olduklarından habersiz girdikleri tüm gay
ortamlarında el üstünde tutuluyorlardı.
Ama hayır, onlar burada ayakta duramazlardı.
Hele
mavigözlü hiç duramazdı. Çünkü onun ilk göreni kendine hayran edecek
kadar güzel donuk mavi gözleri, buğday rengi tatlı bir teni vardı.
Benim
kadar çirkin olmadığı için yamyam gayler arasında hemen farkedilecek ve
çok geçmeden eti yenildikten sonra kemikleriyle kenara atılacakdı.
Üstelik
sadece hoş biri olduğu için değil, taze bir et olduğu için ona öyle
davranacaklardı. Çünkü yaşı daha 22ydi ve varoluşunu ibneliği üzerine
kurmaması gerektiğini anlayamayacak kadar da şaşkındı.
İşte bu yüzden de onun istanbul'dan çıkıp gitmesi ve bir daha hiç gelmemesi gerekiyordu..
Gün
içinde arkadaşım da uyandı, birbirimizi sorduk ettik ve gece olanlardan
bahsettim. "Çocukların bir an önce gitmeleri gerektiği ve eğer gelmek
isterlerse de olumsuz yanıt vermesi gerektiği" fikrimi tekrarlayıp
durdum. Biraz şaşırdı, kem küm ederek "iyi çocuklardır" falan filan dedi
durdu.
Oysa ben iyiliklerine laf etmemiştim. Zaten iyi çocuklar
oldukları için gitmeli ve bir daha İstanbul'a gelmemeliydiler. Yoksa
buraya alışırlarsa sonuçlarının kötü olabileceğini, çünkü hiçbir şey
yaşamamış oldukları için buradaki sihrin onların gözünü çabucak
boyayacağını, bir kaç ay içinde kendilerini tamamen kaybedebileceklerini
söyledim durdum.
Ama arkadaşım dinlemedi beni, her
zamanki gibi olayları çok abarttığımı ve belkide mavigözlü'den
hoşlandığım için böyle düşündüğümü söyledi.
Şaşırdım önce, sonra
kabul ettim. Evet hoşlandım ondan, ama hoşlanmamın onun gitmesi
gerektiğini savunmam anlamına gelmeyeceğini söylemeye çalıştım. Ama o
"hoşlandın ve içgüdüsel olarak onu korumaya çalışıyorsun" falanlı
filanlı cümleler kurdu.
Evet bu doğruydu, ama geçmişim
hakkında eksik bilgisi olduğu için neden onu korumaya çalıştığımı
anlamıyordu ve bende onun bu ruhsuzluğuna karşın, tam olarak ne
diyeceğimi, neyi nasıl anlatacağımı bilmeden kem küm edip duruyordum.
Sonra tabii bu ruhsuzluğa karşın konuşa konuşa bir yere varamayacağımı
anladım. Sustum, bir şey diyemedim ve en sonunda "ne yaparsan yap, bu
çocukların buraya alışmamasını sağla. bir daha da geliyoruz derlerse
olumsuz yanıtla. yoksa geldiklerinde kalabalıkda kaybolup gidecekler"
dedim ve başka şeyler konuşmaya devam ettik.
Öğleden sonra çıkıp
eve gittim, mavigözlü ve diğer arkadaşı akşam dışarı çıkalım diye
aradılar beni ve "ya çok yorgunum, uyuycam. hiç keyfim de yok" dedim ve
telefonu kapattık.
Onlar o gece ne yaptı ne etti hiç
bilmiyorum ve ertesi gün de tekrar Erzurum'a okullarına döndüler,
böylece aradan 3 ay, hızla geçti gitti.
Bir gün ofiste
oturmuşken telefon çaldı ve cevapladım. Arayan mavigözlü'ydü. Beni
öylesine merak etmişmiş. Konuşmamız gittikçe ısınmaya başladı,
sebepsizce bana sıcak davranmaya ve işveli bir şekilde cümleleri
yuvarlayarak bitirmeye başladı. Vermek istediği mesajı aldım, ama henüz
birinin günahını üzerime alacak kadar güçlü olmadığım için sıcak
davranmamaya karar verip, onunla kuzey kutbu soğukluğunda bir ses
tonuyla konuştum ve onu hâyâl kırıklığına uğratmış bir şekilde telefonu
kapadık. Sonraki günlerde bir kaç tane "ne yapıyorsun" diye başlayıp,
sonu 3 nokta ile ... biten sıradan mesajlar attı, yine soğuk bir şekilde
"hiiç" diye kısa kısa cevaplayarrak onu sormadığım yanıtlar verdim.
Bir daha da yazmadı.
devamı için: http://hayaterkegi.blogspot.com.tr/2015/05/mavigozlu-melek-3.html
Varoluşu ibnelik uzerine kurmak değilde sanki bazen tüm günahlar ibnelikten sanıyordum bende . Kimsesiz geçen zamanlar ve soğuk arkadaşlıklar hep bundan sanıyordum , hani böyle bazen ben sokakta yururken yalnızlığımı hissederdim , benden çıkardı yalnızlığım ve bir yerlere çarpıp bana geri dönerdi hemde daha güçlü dönerdi . Oysa daha sübyandım bee .. Allahsız olma dönemlerimdi , sigarayada o zaman başladıydım zaten , pislik gırlaydı .
YanıtlaSilİnsan hayatı boyunca yalızlıkla mücadele ediyor. yanlışları da hep bundan oluyor. oysa mücadele etmeyi bıraksak, yalnız olduğumuzu ve yalnız kalacağımızı kabul etsek, kazanacağız.
YanıtlaSilzaten; kendini bir yerlere, birilerine veya bir topluma ait hissetme çabası başlı başına ilkelce. bunu farkettiğimden bu yana bir yerlere veya bir topluma ait olma çabasını tamamen bıraktım.
daha önce de bunun farkındaydım. ama gireceğim toplumun veya topluluğun beni olduğum gibi kabul etmesi karşılığında, onlara dahil olmaya razı oluyordum. şimdi ise bunu da aştım. artık hiçbir şekilde bir topluma ait olma savaşı vermiyorum. bunu tamamen bıraktım diyebilirim, bireyselliğimle var olmaya bakıyorum. gerisi sikimde değil.
(ben uçtum yine)