-->

11 Mart 2015

İnsanlara yaranızı gösterirseniz, onlarda size yaralarını gösterirler.

"Akşam sokaklarından geçtiğiniz mahallenin, pencerelerindeki perde aralarından dışarı yansıyan o huzur dolu ışık hüzmelerini farketmişsinizdir. Her evin adeta ayrı ayrı bir mutluluk balonuyla sarmalandığını, sımsıcak bir yuva olduğunu görürsünüz. Binaların duvarlarındaki o solmuş boyalara inat, içlerinde yaşayanların rengarenk hayatları olduğunu hissedersiniz.

Gece mahalleye çöken kocaman sessizliğin ardından, bazen küçük bir çocuğun geceyi aydınlatan ağlayışı, tüm mahallenin huzur içinde yaşadığını fazlasıyla belli eder.
İşte mahallem aynen böyle bir yer ve bakkalım tam da mahallenin ortasında.
Henüz kocaman binalar dikilmedi buraya ve bu yüzden en büyük binamız 5 katlı. Diğerleri ise en fazla 3 katlı küçük şirin evler. En eski ev sanırım 50 yıl önceden kalma, en yenisi ise şu an inşaat halinde ve yapılmakta.
Çok eski bir geçmişi yok bu mahallemin.

Mahallem diye demiyorum ama; herkes çok iyi. Gayet mantıklı insanlar ve kimse kimsenin tavuğuna kışt demiyor. İşte böyle bir yerde yaşıyorum" diyecektim ama malesef diyemeyeceğim. Çünkü kışt diyecek tavuğumuz yok. Zaten olsa, tavuğa kışt demeyi bırakın sikerler valla.

Huzur muzur dedim de. Aslında bunların hepsini bakkalı açmadan önce mahalleliyi tanımıyorken hissettiklerimden yola çıkarak yazdıklarım. Çünkü bakkalı açmadan önceye kadar kimseyle muhabbetim yoktu ve kimseyle selamlaşmıyordum bile. Zaten gece eve gidip, sabahın köründe de evden çıkıp işe gidiyordum. Dolayısıyla kimseyle karşılaşmadan yaşadığım için, kimseyi tanımıyordum. Kimseyi tanımayınca da herkes huzur içinde yaşıyor, bir tek ben huzursuzum sanıyordum.

Ama öyle değilmiş. Meğer solmuş duvar boyalarının arkasında yaşayanların rengarenk hayatları yokmuş, meğer perde aralarından sızan ışık hüzmelerinin masumaneliği sahteymiş.
Gerçi sahteliği, benim masumane baktığımdan da olabilirdi. Belki de görmek istediğim gibi bakınca, o duvarların içinde huzur var, mutluluk var sanıyordum. Belki de aradığım şey o olduğu için öyle görüyor, öyle sanıyordum. Çünkü bende olmayanı arıyorken, benim dışımda herkesin mutlu olduğunu sanıyordum ve gördüğüm şey huzursuzluk olsa bile, ben onu huzur diye tanımlıyordum.

Ya da huzursuz hayatımda, başkalarının mutsuzluğundan haberim olmadığı için herkesi mutlu, huzurlu, mesut sanıp kendime acıyıp duruyordum.
Ama yani öyleydi, çünkü; nereye baksam mutluluk görüyordum, baktığım her yerde huzur görüyordum ve gördüğüm için de herkesi huzurlu, mutlu falan sanıyordum.

Sanmalarım devam ederken, işte bi şekilde bu bakkalın içinde buluverdim kendimi ve buluverince de  mecburen mahalleliyle yüz göz olmaya başladım. Artık sadece sabah selamlaşmalarımız yetmedi, sağda solda karşılaşınca durup uzun uzun muhabbet etmelere başladık. Alt sokaktaki Ayla ablanın orospu olduğunu, işte o zaman öğrendim, her akşam düzenli şekilde gelip sadece 2 ekmek alan ayyaşın daha bir kaç yıl önce karısıyla çocuk kaçırmaktan dolayı hapse atıldığını çok değil daha geçen hafta öğrendim ve birde üst katımdaki hasan amca'nın bazen kadın elbisesi giyip sokağa çıktığını da işte o zaman öğrendim. Üstelik hasan amca evliydi, üstelik çocukları onu dövüyordu, üstelik üstelik üstelik...

Herkes bir diğeri hakkında başka bir bilgi verirken, kendinden de ipuçları vermekten geri kalmıyordu. Mesela Ayla abla'nın orospu olduğunu bana söyleyen Mesut abi, aslında Ayla abla'ya fena yanıktı. Ondan bahsederken gözlerinin içi öyle bir parlıyorduki; o parlayışın sadece aşıklara mahsus olduğunu bir allah bir de aşkı tatmış başka biri bilebilirdi.

Karısıyla da hep kavga ediyorlardı ve zaten seks hayatlarının olmadığını da anlatmıştı. Meğer 5-6 yıldır da ayrı odalarda yatıyorlarmış ve kavgadan kavgaya konuşuyorlarmış. Mesut abi dedi "elimde olsa eve hiç gelmeyeceğim. ama elimde değil. Zaten minibüs şöförlüğünden aldığım parayla anca kimseye muhtaç olmadan geçinip gidiyoruz."

Mesut abinin karısını çok görmedim. Göreceğimi de sanmıyorum doğrusu. Çünkü kadın topal olduğu için kendinden utanıyordu ve zaten bir iki karşılaşmamızda bile önüne değil de sakat olan ayağına bakarak selamımı almıştı. O an onun bacağıymışım gibi utanmıştım. Selam verdiğime bile pişman olmuştum. Yürüyememiştim bile. bi anda ağır ağır adım atmaya başlamıştım. O beni geçip gitsin istemiştim. Çünkü; eğer ben onu yürüyerek geçersem, kadın benim sağlam yürüyüşümden incinecekti diye düşünmüştüm. O incinmesin diye adımlarımı onun aksamalarından daha ağır atmış ve beni geçip gitmesini izlemiştim. O beni geçip önümde giderken kalçalarının sakatlıktan dolayı anormal derecede bir aşağı bir yukarı salınışına dalmıştım ve "acaba seks hayatları nasıldır" diye düşünmüştüm ve sonra da kendime küfür edip bu düşünceyi kafamdan kovmuştum.

Bu düşünce kafamdan uçup gidince, Mesut abinin bir önceki konuşmamızda söyledikleri aklıma geldi. Meğer bundan 6 yıl önce bir keresinde boşanmaya kalkışmışlar, ama topal karısının erkek kardeşleri Mesut  abiyi bir arabaya atıp şehir dışına çıkarıp bir güzel pataklamışlar, sonra da "eğer boşanırsan seni öldürürüz. sadece birimiz suçu üstlenir, seni de bok yoluna göndeririz" diye tehdit etmişler. Mesut abi yeminler etmiş boşanmam demiş, onlarda ikna olmuşlar ve onu geri getirip karısına teslim etmişler yine.

Mesut abi, düşünmüş taşınmış ve "topal karıyla ben yaparım" deyip tekrar yaşamaya devam etmiş. ama ikisi birbirinden bir kere soğuyunca, aynı yatak bile onları birbirine ısındıramamış. Onlar da bir daha denememişler bile. O gün bugündür yatakları ayrıymış.

Belkide karısının kardeşleri olmasa Mesut abi Orospu Ayla Abla ile evlenecekti. Mahalleliyi zaten sikine taktığı yok, hani Ayla Abla'da zaten takmıyor kimseyi. Öylesine sikişe gidip gidip geliyor.

Mesut abi, topal karının da aslında boşanmak istediğini söylemişti bir keresinde. Ama kardeşleri sanırım ablalarının başlarına kalmasını istemediği için onları evli tutmak seçiminden yana oy kullanmışlardı. Çünkü topal kadın abilerinin evinde kalmaya başlayınca herkes ona kötü davranmış, herkes onu itip kakmışlarmış. Öyle anlatmıştı mesut abi.

Sonra bende ona kendimden bir şeyler anlattım. İşte ufaktanda olsa nasıl bir hayat yaşadığımı, nerelerde süründüğümü falan. Çünkü onun anlatışının sebebi, benim de ona anlatmamı beklemesindendi. Çünkü biliyordumki; eğer mesut abi, benim de onun kadar mutsuz olduğumu bilirse beni kendisine yakın hissedecekti, kardeş bilecekti ve konuştukça konuşacaktı. Bende anlattım kendimi. İpneliğim haricinde her bokumu anlattım. Bir o anlattı, bir ben anlattıım. İkimizde tonlarca yükü üstümüzden atmışız gibi rahatladık.

İşte o zaman anladım; meğer insan konuştukça soyunurmuş. Ne kadar konuşursa o kadar çıplak kalırmış. Yani muhabbet ettikçe insan savunmasız kalıyormuş..

İşte biz de komşularımla, mahalleliyle böyle olduk. Muhabbet ettikçe soyunmuş olduk, savunmasız olduk, birbirimizden saklanamaz olduk.

Oysa "keşke konuşmasaydık" diyeceğim oluyor bazen, bazen de "keşke bakkalı almasaydım ve ben yine sabahın köründe işe gitmek için kalkıp giden, akşam karanlığında eve dönen malın teki olsaydım da, gerçekte mutsuz olan mahallelimi; mutlu huzurlu, kendimi ise mutsuz ve huzursuz olarak tanımlamaya devam etseydim, keşke ben o solmuş duvar boyalarının insana huzur verdiğini düşünmeye devam etseydim" diyorum.

Ama keşkeler bi boka yaramıyor. Evlerindeki o sessizliği huzur diye tanımlıyordum ya, aslında hiç de öyle değil. Çünkü insanlar evlerine kapanıp konuşmuyorlar diye huzurlu görünüyormuş. bir televizyonun karşısına oturup ölmeyi bekliyorlar.
Hepsi mutsuz, hepsinin hayatı allak bullak.

Mesela komşularımdan biri de önceki yıllarda kocasıyla aşk evliliği yapmasına rağmen şimdi kanlı bıçaklı bir şekilde ayrılıp baba evine dönmüştü. Üstelik kucağında 2 yaşında bir bebeyle. Bazen bakkala onu da getiriyor, o ısırmalık yanaklarını görmelisiniz, üstelik öyle tatlıki, öyle şirin ve sempatikki. Aguu deyişi falan bile ayrı bir alem.
Annesinin adı Neriman olsun.
Neriman abla ekmek alırken bütün ekmekleri tek tek mıncıklar ve en arkadaki ekmeği alıp öyle parasını verip gider. Geçen gün dayanamadım "ablacım hepsini elleme, gözünle seç" dedim ve keşke demez olaydım. Kadın neye uğradığını şaşırdı, adeta başından kaynar su döküldü, sanki onu bıçaklamışım gibi dondu kaldı. Sonra tabii o da bir şeyler geveledi, bende bir şeyler geveledim parasını verdi gitti.

Neriman ablanın boşandığını bizim üst kattaki Fatma abla söyledi. Fatma abla bizim mahallenin telekulağıdır. Kim ne yapar, ne eder, nerden gelip nereye gider hepsini bilir. Bi demli çay, iki de kıtlama şeker koy önüne, anında satmadığı adam kalmaz. Satmadığı demiyim de işte her bildiğini anlatır da anlatır.

Meğer neriman abla ile kocası aynı üniversite'de okurken tanışmışlar. Öyle bir sevmişlerki birbirlerini adeta bütün mahalleli aşkı hissediyormuş. Okul bittikten sonra da Neriman Abla diplomayı falan siktir edip kocasının eline bakmaya razı olmuş. Ama evlilik, okulda okurkenki gibi olmamış tabi. Adam sürekli onu dövünce artık canına tak etmiş ve çıkmış gelmiş. İlk zamanlar bayaa bi dedikodusu olmuş, hatta yediği dayaklardan dolayı kafayı da biraz tırlatmış. Ailesi o yüzden onu 2 aylığına hastaneye yatırmak zorunda kalmış. Ama sonra bakmışlar olacağı yok, evde bakarız deyip almışlar. Çocuk da varken orda kalsın istememişler, ben bunu sonradan öğrendiğim ekmekleri mıncıklamasına laf etmiştim. Keşke etmeseymişim diye hayıflandım.

Neyse şimdilik bu kadar dedikodu yeter. Allah çok yazmasın bana. Sonra yine konuşuruz. K.i.b

2 yorum:

  1. harika bir yazı. hele etikete bayıldım. :)

    YanıtlaSil
  2. Cidden alatım, her şey çok iyi. ellerine sağlık. Bu saatte okuyunca ağzı açık ayran budalası gibi donup kaldım. Aslında neredeyse birçok mahallede bulunan bir durumun okuyunca bana bu kadar garip gelmesi senin anlatımınındaki başarından dolayı kaynaklanıyor diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.