-->

27 Mart 2015

başkasından öğrendiğim 3 şey

Sevgililerimin hiçbirini kötü hatırlamıyorum. Ağzıma sıçmış olsalar bile hepsi iyiydiler. Zaten sıçmaları için ağzını açan bendim, sıçtıkları için onları suçlamaya hakkım yok.
1 günlük bile olsalar; onlardan kendimle ilgili çok şey öğrendim, öğrettim, öğrendim. Aslında öğrendim kısmı daha ağır basıyor. Bu kısım en gerçekçi olanı.

Mesela şımarmayı bile bilmediğimi daha 2010 yılında öğrendim. 2 ay gibi bir süredir bir şeyler yaşamaya çalıştığım biriydi. Diğerleri gibi o da iri yarı ve dışardan bakıldığında kale gibiydi. Yani; yıkılmaz, geçilmez ve asla boyun eğmez gibi duruyordu. Çevresindekiler genelde onu "abi" diye çağırsalarda, biz başbaşa kaldığımızda "abla" oluyordu.
 Hoşuma giden şey de buydu belki. Yani herkese abilik yaparken bana ablalık yapması. 

Az önceki okuduklarından "ensest bir ilişki" yaşamışım gibi bir algı mı yarattım?
Hayır sakin ol, bir şey yok. Ensest bir ilişki değil bu, sadece görüntülerimizin aslında ne kadar sahte olduğunu daha iyi anlatmak için az önce aklıma gelen bir kelime oyunu. Zaten başka bir şey de olamaz.

Her neyse işte, onunla her zamanki gibi sıradan bir konuşma yapıyorduk ama nedense o birden, sinirlenmiş bir şekilde bana "şımarmayı bile bilmiyorsun" dedi. Böyle söylediği anda hiçbir şey olmamış gibi konuşmaya devam ettim ama içim paramparça olmuştu bile. Sanki içime bir atom bombası düşmüş ve ruhum yok olmuş gibiydi.
O an ruhum yok olsada, bedenime hiçbir şey olmamıştı ve işte kafam güzelmiş gibi gülmeye devam ediyordum.
Böyle söylediğinde kendime de gelmiştim.
Ne bok yiyordum böyle, ne yapıyordum ben burda bu saçma sapan adamla.
Aslında iyiki de hakkımda böyle bir cümle kurmuştu, iyi ki de benimle ilgili bir anda ağzından böyle bir cümle çıkmıştı. Kendime geldim ve ipleri çok saldığımı farkettim.
Sonra yavaş yavaş nerede ne kadar gülmem gerektiğini, nerede ne kadar yavşamam gerektiğini belirlemeye başladım ve zamanla da ona karşı büyük bir buz dağına dönüşüverdim.

Sonra tabii bir gün normal bir şekilde gelişen ağız dalaşımızda bana yumruk attığında ilişkiyi bitirmeye bahane bulduğuma o an karar verdim ve ağzımdaki kanı kusmak için arabadan inip hiç bilmediğim bir mahallenin arka sokaklarında ondan koşarak kaybolduğumda, uzun zamandır özgürlüğü unutmuş olduğumu ve kim olursa olsun, hiçbir şekilde boyun eğmemem gerektiğini bir daha hatırladım..
Yani özgürlüğün ne demek olduğunu, şimdi tekrar o öğretmişti bana. Ama başta da dediğim gibi, en güzeli; şımarmayı bilmiyor oluşumu ondan öğrenmemdi. Bundan daha iyisi olamazdı da. O anki duygularımı zaten şurda yazmıştım: TIRTIKLAYIN

Ne tür ayakkabı giyinmem gerektiğini öğrendiğim an:
18 yaşındaydım ve bol bol takıldığım tek eğlence mekânı internet kafelerdi. Sohbet odalarında yarattığım karakterlere insanları o kadar iyi inandırıyordum ki, kafeden çıkarken kendimi o karaktermişim gibi hissediyordum. Mesela sohbet ederken birine tiner bağımlısı olduğumu söylemişsem, sokağa çıktığım anda sağa sola yalpalayarak yürümeye başlıyordum ve doğrusu o anlarda sanki kafam gerçekten güzelmiş gibi hissediyordum. Sanırım bu yanım biraz şizofren olduğumun belirtisi olsa gerek. Neyse şizofreni konusuna girmiycem.

İşte o günlerde tanıştığım ve mesleği palyaço'luk olan bi çocuk, beni "gece beraber bar'a gidelim mi" diye davet etmişti ve gece sokaklarda biraz gezindikten sonra bara doğru gitmiştik. Kapı daki hayvan bizi durdurup onu içeri alırken beni de hafifçe geri itmişti ve itmeden önce o hayvanın ayakkabılarıma baktığını farketmiştim.
sonrasında Palyaço'nun "biz beraberiz" demesiyle içeri girebilmiştim ve hayvanın beni geri itmesinden "bara giriş yapabilmek için iyi ayakkabı giymem gerek"tiğini öğrenmiştim. O an ayaklarıma baktığımda 15 TL'ye aldığım çakma Puma'lar vardı. Bir kaç gün sonra onları attım ve birikmiş paramla kendime bara giriş yapacak kadar iyi bir ayakkabı aldım. Ne olursa olsun, ayakkabıya para verilmesi gerektiğini o zaman öğrenmiştim.

İbne olduğumu farkettiğim an:
Sanırım 5 yaşında falandım ve mahallemize at arabasının arkasına doldurduğu oyuncakları satan bir adam gelmişti. Bütün çocuklar toplaşıp mahallenin sokaklarını gezen adamın arabasının peşinden gidiyorduk. Üstümüz başımız arabanın çıkardığı toz içindeydi ve bu hiç umrumuzda değildi. Adam mahallenin tek gölge olan yerine geldiğinde atını yönlendirerek arabasını kenara çekti ve inip biz çocuklara baktı.

Hepimiz, şimdi sokaklarda gördüğünüz Suriye'li çocuklar gibi bağrış çağrışla adamdan bize ücretsiz bir şeyler vermesini istiyorduk.
Adam, en sonunda dayanamadı ve gidip bi poşeti getirip içinden çıkardığı balonları tek tek dağıtmaya başladı. Balonu alan sırra kadem basıyordu ve ben en sona kalanlar arasındaydım. Benden sonra 3 çocuk daha vardı.

Sıra bana geldiğinde büyük bir sevinçle "bana da balon, bana da balon" diyerek elimi açtım, ama adam yüzüme tuhaf tuhaf baktı. "Bir daha de" dedi ve ben bunun üzerine az öncekinden daha coşkulu bir sesle "bana da balon ver, kırmızı olsun" dedim.
Cümlemi bitirmiştimki adam büyük bir kahkaha patlattı. O kahkaha öyle dolu dolu bir dalga geçme kahkahasıydı ki, bi anda sesim kesildi. 5 yaşında olmama rağmen sanırım yerin dibine girdim. Çünkü adamın gülüşünün ardından ortaya çıkan o "sen ibnesin lan" bakışlarını bir o, bir de ben anlamıştık. Sonra diğer çocuklara balon verdi, bende balonsuz bir şekilde eve döndüm. Elime geçen tek şey, ibne olduğum gerçeğiydi.

3 yorum:

  1. oyuncakçının ağzını burnunu kırmak istedim. küçücük çocuğa yapılır mı böyle şey! pislik herif

    YanıtlaSil
  2. açıkçası o yaşta bozulduğum şeylerden ağır basanı; bana balon vermemesiydi.

    YanıtlaSil
  3. çok duygulu anlatmışsın keşke wattpadde de devam etsen ♥ ♥ okuduktan sonra daha önce okumadığıma üzüldüm

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.