-->

31 Ekim 2014

iki küçük kahve kupası

Geçen yıl Eylül ayında tanışmıştık onunla. Yaprakların sokakları sarıya boğduğu, yağmurun caddeleri her gün bıkmadan usanmadan yıkadığı bir hafta içiydi. Tanışma anımızın detaylarını çok iyi hatırlamıyorum doğrusu. Ama o aralar mevsime fena taktığımı çok iyi biliyorum. Çünkü sonbaharı oldum olası sevmemiştim ve her sonbahar da dökülmek zorunda kalan yapraklar gibi mutsuz bir şekilde etrafta gezinip duruyordum.
Aklımda "acaba bu sonbaharda önceki yılların sonbaharı gibi mi olacak?" soruları ardı ardına sorulup dururken, onunla da app'lerden birinde yazışmaya başlamıştık..

Yazışırken de ota boka espri yapan biri olduğum için o beni; sebepsizce mutlu olan ve hiçbir şeyi kafaya takmayan malın teki olarak tanımıştı.
Doğrusu hakkımda böyle düşündüğü için onu suçlayamam. Çünkü böyle düşünmemesi için hiçbir şey yapmamıştım ve her yazdığına da komik olsun ya da olmasın "ahahaha" diye anıra anıra gülüyordum..

Yazışmamızın konularından biri de evimde hiç kahve kupası olmamasıydı. Çünkü son kupaları da önceki hafta arkadaşlarımla evde yaptığımız parti sırasında mutfakta tepsiyi düşürünce kırmıştık ve 3ü1 arada kahvelerimizi bile ince belli çaybardaklarında 3e bölerek içiyorduk.
En komiği de, sanırım sonraki günlerde arkadaşlarımdan birinin annesinin çeyizinden çalıp eve getirdiği eski tarz viski bardaklarında çabuk çorba yapıp içmemizdi.

Ben işte bu aptal şapşal ev hallerimizi konu etmiş onunla anıra anıra bana gülerken, o "öyleyse bu akşam sana gelirken kupa getireyim, özlemişsindir kupada kahve içmeyi" diyerek kendi kendini davet ettirdi. Ben de nazlanmaya gerek duymadan "tamam, getir valla. yoksa sende geldiğinde viski bardağında 3ü1 arada içmek zorunda kalırsın" demiştim.

Sonra akşam iş çıkışında 2 küçük kahve kupasıyla beraber çıkıp gelmişti bana. Fotoğrafındakinden daha tatlı bir hali vardı. Ama çirkinliği aynıydı. Bir iki santim farkla boyu boyuma denkdi, sadece bir kaç kilo fazlamdı.
Daha önce spor yapan biri olduğu için atletik bir vücudu vardı ve en çok da omuzlarının Konya Ovası gibi uçsuz bucaksız genişliği dikkatimi çekmişti. İnsan o geniş verimli omuzlara başını koydumu, anında kendinden geçip bir ömür boyu huzur içinde uyuyabilirdi.
Bir de tabii onun da benimkilerden farksız at gibi dişleri vardı. Ağzımızı açsak kıtlama şeker veya yem torbasını uzatırlardı.

Ben kahvelerimizi bardaklarımıza bocalarken o anlatmaya başlamıştı "aslında biliyor musun bu kupalara para vermedim. Çünkü geçen yıl ikea'dan eve bir şey alırken fiyatlar gözüme çok pahalı gelmişti ve ben de almak zorunda olduğum şeyleri aldıktan sonra, ikea ile ödeşelim diye bu kupaları çantalardan birine sıkıştırıp çalmıştım"
O, kahve kupalarını ikea'dan nasıl çaldığını anlatırken biz 3üncü 3ü1arada'larımızı yudumluyorduk ve artık aynı kanepedeydik.

Sonra bir ara ellerimiz birbirine karışınca "artık bu kadar kahve yeter, başka şeyler konuşalım" demiştik ve dudaklarına yumulmuştum.
Sonrasını pek hatırlamıyorum. İlk günkü buluşmamızdan tek aklımda kalan görüntü, içinde bir yerlerdeyken çıplak sırtını öptüğümdür.

Ertesi gün akşama kadar yazıştık ve akşam işten çıkınca koşa koşa bana geldi,  yarım saat sonra ise birbirimizin kucağında kaybolup gittik..
Geri geldiğimizde ise, dünyanın en önemsiz konularını, çok önemliymişler gibi konuşarak, aramızdaki çekimi normalleştirmeye çalışıyorduk, ama nerdee..

Sevişmelerimiz sonrasında, bütün ibneler gibi biz de güncel müzik albümlerinden konuşuyorduk. Gerçi benim pek konuştuğum söylenemezdi. Çünkü ben, genelde beğendiğim bir parçaya takılıp başka bir beğendiğim parça buluncaya kadar idare ederek yaşayanlardanım. Yani müzik albümleri falan sikimde değildi ve doğrusu tek taktığım şey kulaklığımdı.

Sohbetimiz o'nun yönlendirmesiyle benim müzik zevkim üzerine yoğunlaşınca, konu sevdiğim parçalara gelmişti. O günlerde Müslüm Gürses'e fena taktığım için sevdiğim parçalarını teker teker dinlettim. Bazı parçalarını sevdi, bazı parçalarını yarıda kapattırdı. Kapattırdığı parçalardan birinden sonra ise Mirkelam'ın o günlerde yeni çıkmış olan albümünü dinletti.

Sevdim o albümü ve bütün parçalarını bir kaç defa daha dinledik. O albümde en sevdiğim parça "evlenelim gel" oldu. İkimizde o parçaya fena taktık ve o gece parçayı üst üste defalarca dinleyip dinleyip seviştik.
Yani özetle; işte güzeldi onunla geçirdiğimiz o iki-üç gün ve gayet iyi eğleniyorduk.
Zaten gün içindeki sürekli yazışmalarımızdan dolayı da suratımda; gitmek bilmeyen, hiç kaybolmayan bir gülme efekti oluşmuştu ve ben bunu önleyemiyordum.
Özetle o günlerde biri beni arkamdan bıçaklasa bile, ona dönüp gülebilirdim. Çünkü çok mutluydum.

Sonraki gün ise Cihangir'de bir cafe'de buluşup bir şeyler yedirdik birbirimize. Kimseyi pek iplemedik, ama onun rahat tavırlarının yanında ben de hepten kendimden geçmiştim ve "Allahım" diyordum "bu an gerçek mi, ben gerçek miyim? şu anki mutluluğum gerçek mi? ya acaba bu da diğerleri gibi piçlik yapar mı? ya ne olur yapmasın. sapına kadar gerçek olsun. gerçek değilse bile gerçekleşsin ve ne olur allahım; eğer rüyadaysam uyandırma beni. bırak güzel bir rüya gören, çirkin olarak uyuya kalayım. çünkü uzun zamandır ilk defa her şeyiyle tam tamına uyuştuğum ve ağzımın gülmekten hiç kapanmadığı bir münasebet içerisindeyim. rabbim, duyuyorsan kabul et nooolur." diye içimden bağıra çağıra dualar ediyordum.

Ama sanırım allah beni duymadı. Ya da duydu ama iplemedi. Çünkü bir sonraki gün kahve içmek için dışarda sözleşmiştik ve üstelik arkadaşlarıyla beraber geleceğini söylemişti. Bunun üzerine ben hemen kafamın içinde "hımmm demek beni arkadaşlarıyla tanıştıracak. o zaman işler ciddiye biniyor, sanırım o da benim gibi düşünüyor. tamam ya, oldu bu iş. çocuk sadece fanfini finfon yapmak istediği birini aramıyor, beni buldu artık bırakmıyor." diye düşünmeye başlamıştım bile.

Ama dedim ya "allah galiba beni duymadı" ve akşam saatlerine doğru çocuğun sesi kesildi. Buluşma saatine kadar da ondan ses seda çıkmadı. Moralim bozuldu, canım sıkıldı. Bileklerimi gözlerimle kestim, her yanım acıdı.
Akşam buluşma saatine yakın iyice yüzsüz oldum çıktım. Gittim sözleştiğimiz cafe'nin etrafında turlayıp durdum. Hani belki bir umut arar ve "hadi biz geldik, sen nerdesin?" diyecekti ve ben de "öfff bi saattir sizi bekliyorum asıl siz nerdesiniz?" diye söylenerek üste çıkacaktım.
Ama olmadı, aramadı, yazmadı.  Döndüm eve geldim, ışıkları söndürdüm, battaniyeye iyice sarındım ve başımı yastığa gömüp kendime bağırdım..

Devamı şurada: Tık tık tıklasana

7 yorum:

  1. Ne kadar adi bi dünyaya dönüştü bu ortam :( Müzik konusunda kendimden bir parça buldum. Yeni takıntı bulunana kadar kusma derecesine gelinse bile aynı şarkıyı dinlemek. Teknoloji gelişti insanlar laçka anlık yaşar oldular :( mutluluk aşk kavramları kolay bulunan şey değildi ve artık hiç kalmadı. Ne de olsa istediğini bulup eğlenmek 2 dk > hornet :/

    YanıtlaSil
  2. Başı olmasa da sonu aynı biten duygular... Eve gel, ışıkları söndür ve battaniyeye sarıl...

    YanıtlaSil
  3. Senin 2010 dan beri yazilarini okuyorum cok tatli ve piskopatsn :D Bi kadin olrk snn yazilarini okumaktan zevk aliyorm sennle tansmk isterm (:

    YanıtlaSil
  4. 2 gün demiştin devamı???????????????????

    YanıtlaSil
  5. çok güzelsin. çok güzel. seni hiç görmeden aşığım.

    YanıtlaSil
  6. O kadar münasebetiniz olmuş bence ona nerdesin lan yarragim deme hakkın var idi. Bu yuzsuzluk olmazdı.

    Neyse olumlu yönünden bakmalı ayrılıklara.
    Belki de kurtulmak için kırk takla atacağıñ birine dönüşecekti ilerde. Masrafsizca yollar ayrılmış oldu.

    Ve son ihtimal. Senin de böyle yüzüstü bıraktığın olmuştur, onların hesabidir bu da.

    YanıtlaSil
  7. Ayrıca memlekette ne kadar inen var abi.

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.