-->

18 Ağustos 2014

bok gibi yaşayıp gidiyorum ve bu yaşantımı hiç sevmiyorum

Yarım bıraktığım yazılar, okumaktan vazgeçtiğim kitaplar, yapıp yiyemediğim yemekler ve daha neler neler. Ben bi beceriksizim. Hiçbir işe yaramayan bok herifin tekiyim.
Hiçbir şeyim tam olmuyor, her şeim yarım yamalak kalıyor.
İlişkilerim de böyle; ya ben severim, o karşımdaki sevmez, ya da karşımdaki hayvan sever ben sevemem.
Yani anlıycağın hep bir eksiklik var hayatımda ve hep olacak da.
Çünkü olmuyor hiçbir şeyi tam yapamıyorum. Beceremiyorum. Bir şeyi bitirmek, bitirebilmek bana göre değil. Yapamıyorum.
Yani aslında tam bir üretim hatasıyım, geri çağrılıp imha edilmem lazım.
Eğer çağrılamıyorsam bile fabrika ayarlarıma dönmem lazım. Sıfırlanmam lazım, kendime gelmem için yeniden başlatılmam lazım.
Bu günlerde çok sık bir şekilde dönüp kendime bakıyorum ve gördüğüm şey şu; hiçbir şeyi tam yapamadım, yapamıyorum. Üzerime yapışıp kalmış bir yarımlık var.
Hatta, sanki bir işi tamamlasam, ölücem. Sanki tamamlasam ekranımda THE END yazacak hissi.

Belki de gerçekten öyledir. Yani bir şeyleri tam yapamamak benim hayatımın amacıdır. Belki de dünyaya sırf başladığım işleri yarım bırakmak için gönderilmişimdir. Yaşamaya devam etmem için de, başladığım işleri bitirmeden öylece bırakmam lazım. Çünkü bitirdiğim an hayatımın noktasını koymuş olacağım...

Bilmiyorum ki. ama işte beceriksizin tekiyim, bunu biliyorum.
hiçbir boka yaramıyorum. hiçbir bok bilmiyorum. hiçbir hiçbir hiçbir.
Böyle mi gidecek hayatım, böyle mi olacak, böyle mi sürecek bu yaşamamım?
Yani 30 yaşına geldim. Artık bir bok olmam lazım. Bir şeyler başarmış olmam lazım. milyonlarca insanı etkilemiş olmam, hayatlarında bir değişiklik yaratmış olmam lazımdı. Ama yok, hiçbir bok yok.
Hem daha kendi hayatımda bir bok yapamamışken, milyonlarca insanın hayatında nasıl bir değişiklik yapacağım ki?
Oysa böyle miydi, böyle mi düşünmüştüm daha küçük bir ipneyken.
Güya 20 yaşıma gelmeden önce bir kaç hikâyem tüm dünyada en sevilenler arasında olacaktı, bir kaç kitap çıkarmış ve tüm dünyayı yerinden oynatmış olacaktım.
Ünlü olmayacaktım, ama kitaplarımla da büyük farkındalıklar yaratmış olacaktım. Ama olmadı hiçbir şey yapamadım.
Yapabildiğim tek şey ise; sadece kiramı ödeyebilecek bir eve başımı soktum ve hayat bana girdi.

Hayır şükürsüzlük değil bu.
Yanlış anlamayın; kimseye muhtaç olmadan hayatımı idame ettiriyor olmaktan şikayet etmiyorum. Ama yapmak istediğim şey, sadece bir eve başımı sokmak değildi.
Yani işte ne bileyim, belki de küçük bir icat yaparım diye bile düşündüğüm olmuştu. Ama bir ofisboy olup, maaş alabilmek için, orospuçocuğunun birine yavşak yavşak sırıtarak kahve götüreceğimi hiç düşünmemiştim. Çünkü bu hayat bana hep çok uzak gelmişti.

Oysa hiçbir bok olamadım ve şimdi; akşama kadar facebook'da arkadaşlarımın duvarlarına "cnm çok güzel çıkmışsn" diye yorum yapıyorum, entel dantel paylaşımları anlamıyor olmama rağmen anlamışım gibi yapıp like yapan, götün teki olup çıktım.
Hatta fikirsizken sanki siyasi bir fikrim varmış gibi siyaset yapan ucuz biri oldum çıktım. Yani özetle 30 yaşında olmama rağmen saçma sapan bir hayat yaşıyorum.

Oysa başarılı biri olamazsam, otostop çekerek dünyayı gezme fikrim vardı, ama onu bile yapamadım. Çünkü bir eve kapandım ve korktum. Oysa korkmayacaktım, gezecektim. diğer dillerden, dinlerden ve ten renklerinden binlerce insanla tanışacaktım. Mevsimlerin hangi şehirlerde daha güzel yaşanıldığına şahitlik edecektim. Yağmurun hangi toprak parçasında hangi tatda olduğunu öğrenecektim, güneşin en çok nerde tenimi yakacağını not alıp, hangi ülkede üşütmeyeceğini söyleyip duracaktım. ama hiçbir olmadı, yapamadım. Eğer bunları yapabilseydim; ilerleyen yaşlarda, gençliğimde bir bok yapamadığımın nedenini, yani başarısızlığımın nedenini otostop yaparak gezmeme atacaktım.ama o da olmadı. öyle bok gibi yaşayıp gidiyorum.

02 Ağustos 2014

Hiçbir şey hissetmediğim biriyle, hiçbir şey yapmak da içimden gelmiyor.

Rahatladım yani. Az önce evimi gerimde bırakıp çıktım ve rahatladım. Zaten uzun süredir nefes alamıyor gibiydim ve bu yüzden evden uzun bir süre dönmemek üzere çıkarken rahatladım. Oysa bu eve yeni taşındım. Her tarafını özene bezene sildim. Perdeleri asmadan önce özene bezene günlerce yıkadım, ama işte tüm bu inceliklere rağmen evden sırtımda bir çanta ile çıktım ve uzun bir süre evime gitmeyi de düşünmüyorum.

Evet kirası yatacak, faturalar gelecek ve otomatik ödeme talimatıyla ödenecek ama yinede gitmeyeceğim. Günlerce arkadaşlarımda sağda solda yatıp kalkmayı düşünüyorum. Böylece eve gitmeyecek ve Öküz Herif'le de karşılaşmayacağım. Evden çıkarken hakkını helal et adında küçük bir not bıraktım oraya. Whatsapp'den de "seninle yapamıyorum. belki 1 hafta, belki 1 ay, belkide ömürümüzün sonuna kadar sürecek bir ara verelim." konulu bir kaç cümle kurdum ve gönderdim. Ardından da "telefona ulaşamayacaksın bir süre. Çünkü çok gerginim ve her şeyden, tüm sorumluluklarından uzak kalmak istiyorum" dedim ve enter'ladım gitti.

Gerçekten soğudum ondan. Yani ona bakınca hiç heyecanlanmıyorum. Zorla değil ya ammına koyayım, ona karşı artık hiçbir şey hissetmiyorum. Kendimi zorladığımda bile bir şey hissedemiyorum.
Sanki içimden kalbimi sökmüşlerde yerine bir tuğla bırakmışlar gibi hissizim ve bu sırf bu tuğla yüzünden ona da, kendime de kötü davranıyorum. Oysa ne ben, ne de o kötü davranılmayı hak etmiyoruz. Hele ben, zaten ben kendime kötü davranmayı hiç ama hiç hak etmiyorum.

Onunlayken, geceleri bazen uyanıp yatağın sol tarafında dönüp baktığımda; sanki yanımda bi yabancı yatıyormuş gibi hissediyorum. Sanki ilk defa tanışmışız ve mecburi bir seks arzusundan dolayı o yataktaymışız gibi bir hisle tıka basa doluyum gibi hissediyorum. Öyle soğuk, öyle korkunç, öyle pis bir hiski, sırf onunla aynı yatakta olmamak için gecenin bir yarısı kalkıp bilgisayarı açmak zorunda kalıyorum..

Aslında ondan uzun süredir soğumuştum, bunu daha önce ona da söyledim. Ama o her zamanki gibi yapaylığıyla buram buram sarmalanmış olgun tavrını takınıp; benim dengesizliğime verdi.
Çünkü ben dengesizim ve şu an ondan soğumam, ona karşı bir şey hissetmemem çok normalmiş.
Dengesiz olduğumu o kadar çok tekrarladı ki; ben bile dengesiz olduğuma inandım. Beni inandırdı ve belkide bu yüzden ayrılığımız uzun sürdü.

Ama aslında dengesiz olduğumu söylerken hakaret ettiğinin farkında değildi. Çünkü ben dengesizlikten bunları yapıyorduysam, yani soğumuşsam; aslında duygularım olmadığını söylüyordu ve bunu söylediğinin farkında değildi. Ama işte o farkında olmasa da, yani duygularım yokmuş, yani ben düşünen, hisseden biri değil mişim gibi davrandı bana.

Oysa "dengesiz olmadığımı, duygularımla hareket ettiğimi" ona o kadar uzun süre anlatmaya çalıştım ki..
Üstelik saatlerce, hatta günlerce üst üste ve defalarca. Yani toplasan aylarca denilecek kadar uzun uzun anlattım. Hem anlatırken sakin sakin, tane tane anlattım ve baktım olmadı kavga ederek anlattım..
Ama yine olmadı, çünkü o beni hiç dinlemedi. Her zaman için beni susturmayı seçti. "Böyle şeyler konuşmamalıymışım. Gerçek olan tek şey onunla birbirimize ait olduğumuzmuş. bir süre böyle hissetmiyor olmamam normalmiş ve bunlar hepsi geçecekmiş" miş miş de miş miş.

Tüm içtenliğimle konuştum onunla, tüm samimiyetimle anlattım hislerimi, ama o yüzünde tek bir samimiyet ifadesi olmadan, sikindirik ucuz romantik filmlerden öğrendiği süslü teselli cümlelerini ardı ardına sıralayıp, ona sarılmam için soğuk bir ifadeyle gözlerimin içine baktı.

O, ona sarılmamı beklerken ben suratının ortasına kafa atmak, ağzını burnunu kırmak, bütün dişlerini sökmek istiyordum, ama muhafazakar bir ibne olduğumdan dolayı, bir yandan vurup kırmayı düşlerkeni diğer yandan onun bana kul hakkı geçer diye kendimi tutup dudaklarımı kemirirken, nefretten kan çanağına dönen gözlerimi de ondan kaçırmaya çalışıyordum.
Ben bu kendine hakim olma çabası ile mücadele ederken, o ise bu hareketimi utangaçlığıma verip bana sarılıyordu. Oysa utanmıyordum, çünkü biz film çevirmiyorduk ve ben eskiden onu severken, şimdi nefret ettiğim için canı'm yanıyordu. Çünkü kendimi anlayamıyordum. Yani bir zamanlar uğruna ölecek kadar sevdiğim birinden, şimdi onu öldürecek kadar neden nefret edebilirdim ki?

Bunu da ona söyledim. Hem de en içten nefretimle, en kızgın halimle ve bazen belki anlar diye en kibar, en kırılgan halimle de anlattım, ama anlamadı. Daha doğrusu anlamamazlıktan geldi. Çünkü bu hissettiklerimin hepsi geçiciymiş. Tıpkı eskiden onun beni sevmeyip şimdi aşık olması gibi. Oysa aşkı da umrumda değildi. Çünkü ben bir şey hissetmiyordum. Şimdi ise o bir şey hissetiği için onunla yaşayıp, kendime cehennem azabı çektirmemi istiyordu. Oysa ben zaten aylardır bunu yaşıyordum.

Aylarca değiştim diye durdum. Her duruşumdan sonra kavga ettik. Üstelik öyle hafif kavgalar değil, sinir küpüne döndüğüm ve delirmişcesine duvarları yumrukladığım, kendimi tokatladığım kavgalardı bunlar. Çünkü ona vurmamak için kendime zarar vermeli ve rahatlamalıydım. Yoksa elimden bir kaza çıkabilirdi, ama o bunu önemsemiyordu. Çünkü her şey geçecekti.

Ben de her kavgadan sonra özür diledim. Çünkü onun deyişiyle dengesizin tekiydim ve o bana sabrediyordu. Bu bir lutuftu ve değerini bilmeliydim. Öyle de yaptım ve zaten her kavgamızdan sonraki özürlerimin nedeni de buydu.

Ama olmadı. Olmuyor da. Bu yüzden bir süreliğine evimden uzaklaşıyorum ve böylece kendi evimi gerimde bırakıp, ondan da artık uzak kalmak için tam yol ileri diyorum. Zaten başka yapacak bir şey yok. Hakkımızda hayırlısı olsun.