-->

26 Ağustos 2013

ahh sevgilim cihangir. bana ne yaptın böyle

Cihangir'e taşınmak bana iyi gelmedi sanki. Şu bir kaç hafta içinde elime yarraktan başka bir şey geçmedi ve bu durum nereye kadar böyle devam edecek diye düşünmeden edemiyorum. Oysa buraya taşınırken, çok saf bi şekilde güzel şeyler olur ummuştum. Sanırım böyle düşünmemin nedeni; güzel şeylerin insanların eğitim seviyeleriyle alakalı olduğunu sanmamdan kaynaklanıyor. Hani bunu aslında hiç de öylesine bilinçli bir şekilde düşünmüyordum ama işte insanın bilinçaltı böyle bir algı yaratıyor ve sanki bunlar hep gerçekmiş gibi bir beklenti içine giriyorsun. Oysa dediğim gibi; buraya taşınınca hiç de öyle olmadı. Etrafım götüne tıpa arayan ibne ve kaltaklardan geçilmiyor ve bende onların en başında geliyorum. Hayır bunu hakaret etmek için söylemiyorum, bunu söylememin nedeni aslında içinde bulunduğum acınılası durumu dile getirecek başka bir kelime bulamamam. Yoksa ibne veya kaltak olmanın diğer insanlardan ne daha aşağı bir durum, ne de daha üst bir durum olduğunu hiç düşünmedim ve düşünmüyorum da.

Dediğim gibi burası bir tür adlandırılmamış cehennem ve insanlar evlerinde yalnızlıklarını asla onlarla konuşamayacak olan
bir kedi veya köpek ile yok etmeye çalışırken, yüzlerine yerleşmiş olan mutsuzluk ifadelerinin görülmemesi için, dikkatleri dışarı çıkmadan önce, süründükleri ağır makyajları ve taktıkları abartılı takılarına çekmeye çalışıyorlar. İşte durum daha dışarı çıkma aşamasındayken bile böyle olunca, arkadaşlar arasında en basit esprilere bile tüm cihangir'i inleten kahkahalarla cevap veriyorlar. Oysa o şen şakrak kahkahaların içinde saklanmakta olan "ben sadece yalnız değilim, aslında yapayalnızım ve lütfen beni bir an önce farkedin" cümlesi o kadar açıkki, duymamak için sadece sağır değil, vicdansız da olmak gerek.

Yüzlerdeki o yapay mutluluk ifadeleri o kadar belliki herkese artık bu sıradan ve normal geliyor. Çünkü yapabilecekleri hiçbir şey yok ve belkide bu yüzden gecenin sonunda soluğu torbacıların yanında alıyorlar. Oysa herkes dile getirmese de farkında; Cihangir'i kimse yenemez, ama Cihangir er veya geç herkesi yener.

19 Ağustos 2013

yani öyle böyle yaşayıp gidiyoruz

Bugünlerde çok değiştim ben. Yine eskisi gibi bol sokmalı, çıkarmalı küfürler ediyorum. Sakalımı da uzattım, saçımı da. İkisi bir oldu, ben kabasakal'a döndüm. Yani; sanki traş bıçağı henüz keşfedilmemiş gibi geziniyorum etrafta.

Ayrıca bu ara fazla duygusuz da oldum. Odundan hallice, ayıdan iyice, öküzden biraz daha kibarım o kadar. ama duygusuzum bu ara dedim ya. Yoksa neden her iltifat edenle yatıp durayımki. Üstelik artık benim beğendiklerim de beni beğeniyor ve yattıklarım da hep onlardan çıkıyor. sonra bir daha araşmıyoruz, bir daha sormuyoruz birbirimizi. ama arkadaş sitelerindeki profillerimizde yazanlar hep aynı. Yalnızlıklarımızdan şikayet edip, aşk aradığımızı ve saygı sevgi çerçevesi içinde sonsuza kadar sürecek büyük bir aşk yaşamak istediğimizi belirtiyoruz.

Birde boy takıntımı aştım. Malum götten bacaklı kısa boylunun tekiyim. Hatta kısa boyumdan dolayı arkadaşlarım arasında lakabım Sezen Aksu'dur. Yani işte o kadar kısayım. ama dedimya artık aştım bunu. Bunu aşmam da en büyük etkende; ev arkadaşım ve zürafadan biraz kısa sevgilisi oldu. Mübareklerde bi boy varki, dışarı çıktığımızda ben daltonların en kısaları olarak yanlarında yerimi alıyorum. Öyle böyle derken barıştım kısa boyumla. Sağolsunlar canlarım, beni kendi uzun halleri sayesinde kısa boyumla barıştırdıklarının farkında değiller.

Yeni ev'e taşınmak bana ne kattı diye düşünüyorum bu aralar ve cevap olarak sex hayatımın daha hızlanmasını sağlamak dışında bi bok katmadı bana. Buna üzülüyorum bazen. Çünkü aşk arıyorum deyip deyip, milletle buluşup sonra bi daha aramıyorum, sormuyorum. Onlar aradıklarında da cevap vermeyerek ölü taklidi yapıyorum. Cevap alamayınca bir kaç defa daha şanslarını deniyorlar sonra ise onlarda bir daha aramıyor.

Ama onlarla tanışırken gerçekten amacım sex değildi. sadece belkide hayatımın geri kalanını beraber geçiririz diye tanışıyorum, ama bi bakıyorum dünya görüşümüz uymuyor, hayata bakışımız uymuyor. adamlar bi tuhaf çıkıyor. 

Mesela tanıştıklarımdan biri türk faşisti çıkmıştı ve türklerin üstünlüğünden bahsedip durdu, bir başkası kürt milliyetçisi çıktı ve beynimi sikercesine her konuyu kürtlerin ezilmesine bağladı. bir diğeri sonradan avrupa görmüş köpek çıktı, avrupanın üstünlüğünü neden avrupa birliğine katılmamız gerektiğnii anlattı, bir diğeri feminist çıktı ve gün içinde kullandığı küfürlü dilin farkında bile değildi. bir diğeri homofobik bir ateist ibne çıktı ve ona kalsa dünyada kendisi dışında ibne bırakmayacaktı ve en kötüsü de şu ki; homofobik olduğunun farkında değildi. 

İşte böyle böyle olmadı yani. ama hepsiyle de aşk yapmak için değilde, aşk yaşamak için buluşmuştum. ama elimize yarraktan başka bir şey geçmedi..

13 Ağustos 2013

Nasihat gibi ama değil. Açıkçası ne olduğunu bende bilmiyorum

Unutma:

Senden farklı olanları sevmek zorunda değilsin, ama onların haklarını korumak, onların hakları içinde mücadele etmek zorundasın. Çünkü insan olmak bunu gerektirir.

Senden farklı düşünen, farklı yaşayan ve hatta hiçbir ortak yönünüz olmayan insanları takip et, onların hayatlarına duygularına dikkat et. Göreceksin senden hiçbir farkları yok.
"Onları nerden bulucam ki?" diye aptal aptal düşünmeyi bırak, senden farklı insanları internet sayesinde artık daha rahat bulabilirsin. Bi tık ötedeler.

Farklı müzikler ara, bul ve dinle. Bunları sevdiğin arkadaşlarına göndermeyi unutma.

Doğrusu şu ki; insan hiç büyümeyen bir çocukdur. O yüzden "ben artık kocaman oldum, büyüdüm" deme.

Sonu mutlu biten masallara sakın inanma..

Ölüm o kadar gerçekçiki, bazen "madem öleceğiz, neden yaşıyoruz" diye düşünmeden edemiyorum..

Yalan söylemeyi seviyorum. Özelliklede mutsuz insanlara. Çünkü mutsuzlukları hep gerçeklerden kaynaklı ve bence mutsuz birine güzel yalanlar söylemek günah olmaktan çıkarılmalı..

Allah var. Biliyorum. İnanıyorum. Beni sevdiğini de biliyorum. Hem de beni çok seviyor. Hepinizden bile en çok beni seviyor. Anladınız mı?

Biliyor musun geçen yıl adamın biriyle kafede tanışmıştık ve akşamında hemen eve kapanıp yiyişmiştik. Sonra aramızda bir şeyler olmuştu ve adam beni gecenin bi yarısı evinden kovmuştu. Nereye giderim diye düşünmeden sokağa çıkıp saatlerce yürümüştüm. İşte ben akıllanmadım ve o adam yine buluşalım dediği için bugün yine onunla buluşucaz. Ama sen sakın öyle bir şey yapma. Ya da yap gitsin. Ne olacak ki? Gurur bende -0'larda. Sen de nerde bilmem ve inan sikimde bile değil. Tek düşündüğüm şey; bu akşam buluştuğumuzda, o ilk akşamki kadar heyecanlanacak mıyım, o ilk akşamki kadar onu arzulayacak mıyım falan filan. İşte biraz da bunu görmek için buluşmayı kabul ettim. Belki de aşık oluruz ve ben sonrasında mutsuzluklarımın sebebini ona bağlarım..

Yazmak güzel, ama yazmayı sevmek için iyi bir yalancı olman lazım. Anlatabiliyor muyum?..

Gerçek hayatında doğruları söyleyen biriysen, hep yalnız kalacaksın. Yani demek istediğim şey şu: eğer iyi bir yalancıysan ve yalnız kalmak istemiyorsan; bu iyi yalan söyleyebilme yeteneğini sadece yazarken kullanma, tüm hayatına yay gitsin.

Mesela ben yalancıyım..

İşte bu kadar. Kendine iyi bak.



06 Ağustos 2013

yangın var

Geçen yılki kavurucu sıcaklarda sevdim seni.
aynı göğe bakıp, aynı şehrin kupkuru havasını soluduk, aynı bulutların gölgesi altında saklanmaya çalıştık güneşten. 
bu saklanmalarımız arasında bir kaç sekssiz gün geçti gitti.
sonra kimsesizlikten kurumuş tenlerimiz, ıslanmak için terlerimizi arzuladı.
basit sikindirik bir odaya kapandık, bedenlerimizi birbirimize sunup aynı kirli yatakta ıslandık.
tüm kavurucu yaz boyunca da devam etti tenlerimizi ıslatışlarmız.
terinle ıslanan tenim, yavaş yavaş tenine alıştırdı beni.
kanıma karıştı terin, farkına varmadan sessizce sevdim seni
ve yaz biterken, bağımlın oldum çıktım.

yaz bitti, biz ise mevsim yaz'mış gibi devam ettik görüşmeye..
sanki hava hâlâ çok sıcakmış gibi davrandık birbirimize. her fırsatta soyunup serinlettik bedenlerimizi..
bundan olsa gerek; dokunuşlarımı şehvetten sandın, ama ben hep seni sevdiğimden dokundum terine.
sen de hiç anlamadın beni, hiç haberin olmadı seni sevdiğimden.
ama ben yine de kendi kendime gelin güvey oldum
dedim ya; hep sevdim seni..

yaz bitmişti ama, tenim kavrulmaya devam ediyordu..
"olmaz böyle, konuşmam lazım seninle" dedim kendi kendime ve bu yüzden, tenlerimizi ıslatmak için buluştuğumuzda açılmaya karar verdim ve önce gözlerimle konuştum..
gözlerin anlamadı, gözlerimi.
galiba gözlerimden dökülen ilk hecede korkuttum onları ve kaçıp gittiler çoook uzağa.
bir daha eskisi gibi bakmadın bana öyle. bir daha uzun uzun dalmadın içime..
gözlerini kaçırtan gözlerimin beceriksizliğini kenara bırakıp "sözlerimle konuşmam lazım" dedim ve dilimi çözdüm.
anlamazlıktan geldin önce, sonra yavaş yavaş duymazlıktan geldi kulakların.
bende bu kez yazıyla dile geldim.
işte o zaman dilin konuştu benimle "gerek yok" dedi "bu boş aktraksiyonlara, şimdilik tek kişilik bir yatak yeterdi bize" daha büyüğü ikimizi de yakarmış.
oysa haberin de vardı, çünkü ben zaten o kavurucu sıcaklardan bu yana, için için yanıyordum sana.
sönmek bilmiyordu ateşim ve sen sırf ateşimi söndürmek için; bedeninle üzerime kapaklandığında, tenim teninle nefessiz kaldığında bile sönmüyordu ateşim.
Çünkü yanlış öğretmişlerdi sana; ateş havasız kalınca sönmüyordu, için için yanmaya devam ediyordu..
ve hiç bilmedin ama, sırf şehvetten dolayı tenime dokunduğunda daha çok yanıyordu canım. can'ım.

sonra sessizliğe büründüm. konuşmadık hiç.
hem hal'den anlamayan, söz'den ne anlardı ki zaten..
işte o zaman daha iyi anlamıştım "seni sevdiğime" inanmadığına.
elimden bir şey gelmedi, seni sikerek kendime inandırmaktan başka.

oysa o kadar açık seçik sevdim ki seni; sen de durdun arabesk halime bakıp, bıkkın bi "offf" çektin,
sonrada gözlerini üzerimden alıp çoook uzaklara diktin.
ama gözlerini kaçırsan ne fayda. çünkü etime değmişti bi kere etin, ben çoktan sana kanmıştım.

çok iyi hatırlıyorum; geçen yaz'dı,
yanında sensizlikten yandım kavruldum, ama görmedin sana yanışımı. belki de yanmamak için, ateşimden kaçtın.