-->

30 Aralık 2013

2013'ün kendisi ve bi önceki yıllar tek tek bana girmişti. Şimdi ise ben 2014'e giriyorum. Yihhuuu

O kadar çok büyük bir değişim geçirmişki anlatamam. Sürekli beni öpüp koklaması, sürekli bana sarılması (ki bu sarılmaları sonrasında evin içinde yapışık ikizler gibiyiz. Tuvalette bile sıçarken başımda durup aptal bir sırıtışla gözlerime bakıyor) tavşan gibi sürekli sevgi dolu bir şekilde sikilmek istemesi, sürekli "seni seviyorum" deyişi ile tam bir salak olmuş çıkmış. Yani bir insan neden bu kadar büyük bir değişim geçirir, nasıl geçirir anlayamıyorum. Aklım almıyor.

İşte öyle. Çok büyük bir değişim geçirmiş ve o eski Öküz Herif'den eser yok. Sanki beden aynı beden de, ruh onunki değil. Belki de ruhunu Eros'a satmıştır. Kim bilebilir.

Peki bu halinden memnun muyum? Sanırım evet memnunum, ama biraz daha ince düşünceli olmasında fayda var, yoksa bi sikim işe yaramıyor. Her neyse işte; 2014'e sevgili ile giriyorum. Darısı başınıza inşallah :)



23 Aralık 2013

Takılıp kalmış bir bant gibiyiz. Kaçıncı tekrarda olduğumuzu hiç kimse bilmiyor.

Kalorifer peteğinin önündeki minderlere oturup sırtımızı kalorifere dayadıktan sonra dillerimizi çözüp, kendimiz haricindeki önemsiz tüm şeyler hakkında bir bir konuştuk. Kargalar aslında en fazla 15 yıl yaşarlarmış, bu yıl hava hep sıcak olacakmış ve belki de hiç kar yağmayabilirmiş, geçen yılki evimin altındaki bakkal trafik kazasında ölmüş, onun bi komşusu pılını pırtını toplayıp yurt dışına taşınmış. Geçen yıl tanıştığı adamlardan biri meğer kansermiş ve yeni öğrenmiş, ailesi perişanmış. Bunun gibi, aslında bazen hayatımla uzaktan yakından hiç ilgisi olmayan ve belkide hiç ilgisi olamayacak şeyler hakkında o kadar çok konuştuk ki, yoruldum ve o son cümlesini tamamladığında, "biraz konuşmasak mı acaba?" dercesine, başımı yavaşça omuzuna yasladım. Baktım sesini çıkarmıyor, bende iyice yüz buldum başımı omzundan göğsüne, oradan da dizlerine doğru yavaş yavaş kaydırıp yorulmuş yaşlı bir kedi misali kendimi bırakıverdim. Başımı en son ne zaman böylesine birinin dizleri ve baldırları üzerine bıraktığımı hatırlamaya çalıştım. Hatırlayamadım. İçimi acınılası tuhaf bir huzur kapladı ve adeta kedi gibi mırlarcasına derin derin nefes alıp verdim bir kaç defa. Sesini çıkarır gibi oldu önce. Ama sonra sustu. Kocaman avuçiçlerini başıma koydu. Pes ettim dercesine; saçlarımı yavaş yavaş karıştırmaya başladı. İşte en sevdiğim şey de buydu. Biri ellerini hiç kaldırmadan başıma koyup saçlarımı karıştırarak okşasın ve ben yüzyıllarca öylesine kalayım..

Sonra bu güzel an öyle devam edip gitti. Biraz sonra aklımdan terbiyesiz şeyler geçti. Ellerini tutup dudaklarıma getirdim ve öpmeye başladım. Öpüşlerimin ıslaklığı artınca, acemi bir sesle "hayır böyle kalalım" dedi "tamam" dedim. Biraz daha öyle kaldık.

20dakika sonra falan "beni hiç özledin mi?" dedim, "evet" dedi, ve "insan özlüyor tabii, özlemez mi?" diye devamını getirdi.  O böyle söylenirken ben de içimden "keşke ben sormadan söylesen, konuşsan. Konuşman için illa bir düğmene basmam mı gerek. Sanki durup dururken "seni özledim, seni çok özledim" desen kıyamet mi kopacak?" diye kendi kendime içimden cümleler kuruyordum. Sonra yine sessizliğe teslim olduk. Ben soru sormayınca konuşmuyorduk. Ben soru sorunca da sadece cevaplarını aldığım bir konuşma ile ilerliyorduk.
Biraz daha bu halde kaldık. Sonra bi ara kalkıp kanepeye uzandık. Üstümü çıkarmaya çalıştım "hayır" dedi ve bi yandan da beni çekiştirerek "sadece sarılmak istiyorum" dedi. "Tamam" dedim ve sarıldım. Gözlerine baktım. Utandı önce, hemen bakamadı. Bir kaç dakika sonra ise, robot gibi gözlerini dikip yüzüme bakmaya başladı. Zaten daha önce de hep böyle yapardı. İyice konsantre olduktan sonra gözlerini hiç kırpmadan saatlerce bakabilirdi ve sonrasında da "en çok ben baktım" diye gurur duyardı bununla. Çünkü ona göre gözlerini kaçırmadan en çok bakabilen kişi, en çok sevendi. Diğeri ise az sevendi..
Zaten ben hiç bakamam karşımdakinin gözlerine. Baktığım zaman ise dolar taşarım. Yanaklarımı bir sel alır gider, burnum cız olur. Yüreğim göğe yükselmişim gibi nefessiz kalır, derin derin nefes alıp verme ihtiyacı hissederim..

Sonra bakışmalarımızı küçük bir öpücükle sonlandırıp, iyice sarıldık ve sonrasında da seviştik. Sevişmemiz bittikten sonra yine bakıştık. Boşalmanın verdiği o yorgunlukla gözlerinde bir anlam aradım ve o anlamları çok geçmeden gördüm. Gözlerinin içi parlıyor, beni sevdiğini apaçık görebiliyordum. Ama benim hâlâ sevip sevmediğimden emin olamıyordum. Çünkü ne yazıkki artık ben eskisi gibi hissetmiyorum. O ölüp bittiğim adam bu değilmiş gibiydim. İçimde hiç heyecan yok, hiçbir kıpırtı yok ve ben sadece öylesine sarılıp duruyorum.

Belki de; o her dilin en az bir kere ezbere söylediği "bütün ilişkilerin ömrü vardır" cümlesi kocaman bir doğrudan ibaretti, bütün hislerin ömrü vardır ve ömürlerini doldurduktan sonra işte böyle ölüp gidiyorlardı. Geriye ise "ya her şeye rağmen görüşelim, ne olur hayatımdan çıkma, ama artık sana karşı da bir şey hissedemiyorum" adında tortular kalıyordu.
"Kalıyor" dedim, ama belki de aslında kalan bir şey yoktu ve biz sadece yalnızlıklarımızı, tanıdığımız birinin şehvetiyle taçlandırmaya alıştığımız için böyle hissediyorduk. Böyle hissedince de ilk yalnızlık anında "acaba ben ona aşık mıydım, acaba aslında ruh öküzüm o muydu?" gibisinden saçma düşüncelerin esiri olup, dilimize pelesenk olmuş aşk sözleriyle telefonlarımıza sarılıyorduk. Bilmiyorum işte, hepsi aklımdan geçiyor..

O ise zaten sevgisini dile getiremediğini söyler. Dile getirmeye kalkışsa, kelimelerin ağırlığından dile gelemeyecek kadar zorlanır. Buna rağmen "söyle duymak istiyorum" dedim "işte seviyorum, daha ne diyim" dedi.
"Bilmem söyle işte, neden seviyorsun, neyimi seviyorsun, görüşmüyorken en çok neyimi özledin? nasıl özledin? anlat. konuş benimle" dedim. sustu ve sarıldı.
"sarılmayı özledim, seninle uyumayı özledim" dedi utangaç bi sesle.
O konuşurken gözlerinin içine baktım, mimiklerine odaklandım. Her göz kırpışına ayrı ayrı olumsuz anlamlar yüklemeye çalıştım. Olmadı.
Ve evet o cidden değişmiş. Hem de hiç anlayamadığım kadar, hiç tahmin edemeyeceğim kadar büyük bir değişim geçirmiş. Hislerinde, gözlerinin o sıcaklığında sarılışlarının samimiyetinde her şeyinde bir değişiklik var. Hepsi sevgi kokuyor, kucak dolusu sadakat kokuyor. Beni gerçekten seviyor ve öyle bir sevgi ki; hayatımda bir yerlerde saklanarak yaşamak isteyecek kadar çok seviyor.
Değişmiş olması, değişmesi çok tuhafıma gidiyor. Yani bir insanın peşinden 1.5 yıl köpek gibi koştura koştura yaşarken değişmez de, sen artık ondan ümidini tamamen kesip tekrar eski orospu ruhuna bürünmüşken o niye değişir ki? Sen artık ondan bi sikim olmayacağını kabullenmiş ve yeni bir hayata yelken açıp, diğer tüm gemileri yakmışken, o neden durup dururken sevgiyle tıka basa dolu bir limanmış gibi yine karşına çıkar ki?
Oysa her güzel şey karşılıklı yaşanmayı hak ederken, neden böyle taraflardan birinin soğukluğuyla yaşanmaya devam eder ki?

İşte böyleyim, ona karşı bir şey hissedemiyorum ve buna rağmen hayatımdan çekip gitmesin de istiyorum ve sırf hayatımdan çekip gitmesin diye, beni yalnızlığımla başbaşa bırakmasın diye ona elimdeki tek şeyi vermeye çalışıyorum; yani bedenimi.
Çünkü biliyorum seks yapmasak hayatımda durmayacak, sanki onu sikmesem tüm sevgisine rağmen dönüp yüzüme bakmayacakmış gibi hissediyorum.
ve haklı çıkmamak için de; ne ona bu hislerimi açık açık söyleyebiliyorum, ne de onu sikmeden durabiliyorum. Söylesem bi türlü, burdan okusa başka türlü.
Gitme "eskiden sevgiliydik, şimdi ne bok olduğumuz bilmiyoruz" adında bir etiketle hayatımda kal be adam. Çünkü ben hep yalnızdım, yalnızlıktan korkuyorum. Yanlışlarımı hep yalnızlıktan yapıyorum. Seni sikmiyorum diye kalkıp gitme. dur. amına koyim dur. arkadaşım ol, bir şeyim ol. yeterki kal hayatımda, yeter ki gitme bi yere. birine ihtiyacım var. seks yapmama gerek kalmayan birine ihtiyacım var..

16 Aralık 2013

dile gel ey zavallım. konuş benimle.




ve sen,
benim büyük günahkârım!
kaşını gözünü ayrı ayrı çizdiğim.
güzelliği, başına bela ettiğim..
neden bu kadar üzgünsün, neden boynun bükük?
hadi; aç avuçlarını ve kulağıma üfle tüm mutsuzluklarını..

gözlerinin doluluğunu sevdiğim.
mutsuzluğuyla mutlu olduğum, söyle bana!
benim güzel insanım..
güzeller güzelim. özene bezene yarattığım.
tüm mutsuzluklarını yüksek sesle dile getirerek bir günaha daha gir.
hadi!
günahkâr halini sevdiğim, pis et parçam!

15 Aralık 2013

ben kazandım. onu, ben kazandım.


götüm kalkmasın diye "seni seviyorum" demez. diyemez.
bunun yerine kendi içinde sessizce, sakin sakin sever beni.
söylemek ağır gelir ona. dile getirmek küfür gibi olur.
ben bile ona "seni seviyorum" desem, anasına küfür etmişim gibi algılar. kızar, köpürür, bağırır çağırır ve sinirinden yüzünü başka tarafa döner. susar. konuşmaz.
çünkü ona göre 2 kelimeden oluşan "seni seviyorum" kolay telaffuz edilebilir bir cümle değildir.
basit hiç değildir.
ağır gelir söylemek ve ağır olmalıdır da.
o da kendisine yakışır şekilde; öylesine dile getirmeden sever.
ağır, ağır.

yanisi şu ki biz dün yine barıştık öküz herif'le.
içinde bol bol "seni seviyorum"lar gizli cümleler kuruyor.
bakışları çok değil, kısa ama öz şeyler söylüyor.
diliyle hiç söylemez biliyorum, ama o beni kendinden bile çok sever.
tıpkı benim onu sevdiğim gibi.

21 Kasım 2013

evlenme hakkının verilmesi özgür olduğun anlamına gelmiyor canım

Son yıllarda dünyanın çeşitli yerlerinden eşcinsel evliliklerine izin çıktığı haberleri basında sik sik yer alıyor. (Evet izin veriyorlar, düşünsenize kocaman adamlarız ve bize ne yapmamız gerektiği hakkında izin veriyorlar. neyse zaten başından beri apayrı bi komiklik olan bu duruma girmiycem) Bu haberler eşcinseller arasında bayrammışcasına sevinçle karşılanıyor, homosever heterosexüeller arasında saygıyla alkışlanıyor, homofobik heterosexüeller arasında ise köpek dişlerinin arasından havaya yükselen "amınakoduklarımın çocukları" küfürleri arasında öfkeyle karşılanıyor.

Soru: Peki sizce ben hangi grubun duygu durumunu daha samimi buluyor olabilirim? Cevap: hiçbiri.

Neden mi? Alın size neden:
Bi kere evlilik denen şey devletlerin ayakta kalmasını sağlayan tek kurumdur. Evlilikler olmasa devletler olmaz, evlilikler olmasa sömürülecek insan sayısı yok denecek kadar azalır. Çünkü devletler; insanların birlikteliklerini sadece kendi imzalarına bağlamışken ve biz gerizekalı insanlarda bunu tıpış tıpış kabullenmişken, yani bireysel anlamda köleleştirilmeyi kabul etmişken kimse kalkıp özgürlükten bahsetmesin. Ne yazıkki özgür değiliz ve ne yazıkkı eşcinsel evliliklere izin çıkması, sevinilecek bir durum değildir. Açıkçası ne kadar acınılacak durumda olduğumuzun açık bir göstergesidir.

Evet dünya benim düşündüğüm kadar güzel bir yer değil, ama bu demek değilki ben de güzel yaşamıyorum. Evet insanlar kötülük yapıyorlar ama bu demek değilki ben de kötüyüm. (Ayrıca birinin bana kötülük yapması demek, sonucun devlet tarafından ona layık görülen cezayla verilmesi de kanıma dokunan diğer bir durumdur. Neyse bunu da başka zaman açarım, ama şimdilik başka diyarlara gidiyorum.) Hadi tutun elimden sizi de götürüyorum:

Eşcinsellik günümüz toplumunun zaten tam tersi iken, evlilik haklarının verilmesi başlı başına sorundur ve ne yazıkki biz zavallı eşcinseller bunun farkında değiliz. Çünkü dünya küreselleştikçe insanlar, kendileri gibi bir çok ibnenin daha yer yüzünde dağınık ve birbirinden habersiz yaşadığını farketti. Daha önce kendini aşağılık gören, biz zavallı erkek hastası erkekler veya kadın sevici kadınlar veya bilumum adla ayrıştırılarak, birbirine zıt olduğuna dair ilk nifak tohumlarının serpildiği farklı bedenlere sahip güzel ruhlar,  kendimiz gibi insanların dünyanın her yerinde farklı renklerde ve farklı dinlerde var olduğunu öğrenince; kendimizin de normal olduğumuzu kabullendik ve cinselliğimizin de içinde olduğu yaşam sürme haklarımızın olduğunu düşünmeye başladık. Bu düşünceler gruplaşmayı başaran ibneler tarafından dile getirildi, sokaklarda bağrış çağrışla seslendirildi vesaire falan yaniii

Neyse işte, bizim gibi farklı insanların da var olduğunu görünce; o zaman biz neden aşağılızki tartışmaları sürdü, sonra bu tartışmalar da aşıldı ve ardımızdan yeni gelmekte olan ibneler ve aileleri de olayın aslında korkulacak bir durum olmadığını anlamaya başladılar. Yani oğullarının da, kızlarının gibi başka bir erkek tarafından sikilmesi aileler tarafından normal kabul edilince aslında sorun bitti. Çünkü bu olayın sadece yatak kısmında olup bitiyordu ve aslında kutsallaştırılması gereken şey yataklarımızdı. Yani oraya dokunulmamalıydı ve her isteyen istediği kişiyle olabilirdi.
Bu anlayış toplumun farklı kesimlerinde kabul görmeye başlarken, devletler yine yarrak gibi ortaya çıktılar ve kadın erkek ilişkilerine zaten burunlarını sokmuşken, erkek-erkek, kadın-kadın ilişkilerine de burunlarını sokmaya başladılar.
Durum böyle olunca hemen planlar yapıldı ve evlilik serbestiyetleri yayınlanmaya başladı. Günümüz eşcinselleri "hobareeey" diye halay çeke çeke duruma sevine dursunlar, gelecekte köleleştirilmiş eşcinseller (sado mazo şeyleri aklınıza getirmeyin, toplumsal kölelikten bahsediyorum) olacaklarını düşünemiyorlar.

Evet evlilik kurumuna karşıyım, evet evlilik denilen şey yalan dolan ve bilumum ikiyüzlülükle dolu ve evet insanlar beraberliklerini devletlerin imzaları karşısında kazanmamalılar. Lütfen bu oyuna düşmeyin. Birliktelikleriniz sadece sizi ilgilendirir, bunu imzalamakla kendinizi köleleştiriyorsunuz. Yapmayın etmeyin. Yatakta hangi cinsiyetten kiminle beraber olduğunuz önemli değil, kiminle yatarsanız yatın; ama birinin veya bir kurumun size evlenebilirsiniz deme hakkı yok. O yüzden size evlenebilirsiniz diyenlere götünüzle gülüp geçin. Onları ciddiye almayın.Özgürlüğünüz bireyselliğinizde gizli. Devletlerin sizi korumalarında ve bu koruma karşılığında siz farkında olmadan köleleştirmelerinde değil. Lütfen buna sevinmekten vazgeçin, çünkü sinirleniyorum.

14 Kasım 2013

"sen sevdin diye elma da seni sevecek değil" biliyoruz, ama yine de insanın canı sıkılıyor beee

Barda gördüm onu. Çalan yabancı pop şarkıya rağmen, az sonra arkadaşlarıyla halay çekeceklermiş gibi sıraya dizilip yuvarlak oluşturmuşkardı. Bu hallerine bakınıp kendi kendime gülerken onu izlemeye başladım. elleri cebinde, etrafa "biri beni sevsin" diyormuşcasına etrafa bakınıyordu. Sonra yanındaki arkadaşlarının konuşmalarına daldı ve tabii ben de ona daldım.

Elleri  hep cebindeydi. Sanki çaresizliğini, yalnızlığını kabul etmiş ve kimsesizliğe teslim olmuş gibiydi. Yarım saat boyunca o yüksek müziğe rağmen sohbet ettiler. bende hiç kıpırdaman onu izledim. Üstüne sinmiş mecburi bir sakinlik vardı. Sanki sakin olmaktan başka yapacak hiçbir şeyi yokmuş gibi duruyordu. Arada sırada diğer arkadaşlarının konuşmalarına dahil oluyordu. Ağzını açıp kapamasından en fazla "evet, hayır, aynen öyle" dediği anlaşılıyordu. Bazen de başını sallıyordu. Yani konuşmalara dahil olmuyor da bende burdayım ve sizi dinlemek zorundayım havalarındaydı. Bazen gülüyordu da, ama gülüşleri zorunlu bir mütevazilik ve aptalca bir mecburiyet barındırdığından soğuk bir sırıtış gibi yer alıyordu yüzünde. Sanki orda olmak istemiyordu ama yapacak daha iyi bir şeylerde olmadığı için burdaydı.

Aynı zamanda bu gülümsemeleri karşısındakine ayıp olmasın diye yüzüne yerleşmiş olduğundan dolayı, çok fazla acınılası duruyordu. Durup yalancı mütevaizliğine bakındım, sessizliğine ve aslında burdan siktir olma hallerinin bedenine yansıyan hareketlerine daldım. Biraz daha izledikten sonra "belki de onun dikkatini çekmeliyim" diye düşünürken buldum kendimi. Yanlarına doğru bir kaç adım attım ve sanki ona bakmıyormuşcasına müziğin ritmine göre ellerim cebimde hafif hafif salınmaya çalıştım. Ama tam bu sırada onun diğer yanındaki arkadaşı kulağına bir şey söylerken o diğer tarafa döndü ve onunla sohbete daldılar. Beni görmemişti.

Sonra bir kaç hamle daha yaptım. Ama yine olmadı. Durum böyle olunca vazgeçtim ve onun dikkatini arkadaşlarının yanında çok da çekemeyeceğimi anlayıp, onu mecburi ikametiyle orada öylece bıraktım ve eve geldim. Uyuya kalmak için, bilgisayarı açtım, porno izlerken osbir çekip uyuya kaldım.

Ertesi gün sakin geçti, evden dışarı çıkmadım. Sonraki gün de öyle geçti ve o gün evde sitelerden birinde gezinirken mesaj geldi. Sade bir merhaba ve altında 4-5 kişisel fotoğraf. Bu oydu.
Büyük bir heyecanla cevap verdim. Bir kaç mesajlaşma sonrasında onu birkaç gece önce barda arkadaşlarıyla gördüğümü ve dikkatini çekmek için yaptığım şaklabanlıkları anlattım. Güldü ve "tanışmamız kısmetmiş demek" dedi. Kısmet'e inanmam dedim, peki dedi.

Sohbetimiz aldı başını gitti. İkimizde kaybolduk konuşurken. Sonra bi ara kendimize geldiğimizde buluşmalıyız dedik ve planlar yapıp 2 gün sonra buluştuk. Barda gördüğüm ilk geceden daha durgun bir ifadesi vardı. Hep gülümseyen bir surat ifadesiyle biraz yavşak gibi duruyordu ama yine de kanım öyle bir kaynadı ki anlatamam. Tanıştık ettik ve profiterol yemek için inci pastanesi'ne gittik. Profiterollerimizi yerken ellerimiz buluştu. Sürekli dokunmak istiyordu, sürekli dokunuyordu. Bakıp gülümsüyordu. Biraz yakınlaştık, caddenin kalabalığına rağmen; emanete bırakıyormuşcasına bir kaç gizli öpücük kondurduk duaklarımıza.

Sonra bu hallerimiz devam edip gitti. Kalkıp yürüdük biraz; galata, cihangir falan filan derken saat gece yarısına vardı. Saat geç olduğu için bana gittik, sevişip uyuduk. Sabah ona evin anahtarını bıraktım ve sen takıl keyfine göre, gün içinde konuşuruz dedim ve işe gittim.

Gün nasıl geçti bilemedim. Öylesine akıp geçti gitti. Akşam istiklal'de buluştuk. Salak gündüz evden çıkarken hava sıcak olduğu için montunu almaya üşenmiş ve sonrasında da anahtar onda olmasına rağmen eve gitmeyip sokaklarda üstü başı açık gezinip durmuş. Onu bu üşüyen haliyle görünce içim eridi, kıyamadım ve daha ona doğru giderken montumu çıkarıp yanına giderken üstüne atıp "üşüdün be aptal" dedim. Evet dedi sokuldu bana iyice, montun fermuarlarından tutup kendime çekip  "kıyamam" deyip öptüm. Kalabalık akıp gidiyordu. Bir kaç kişi bu hareketime güldü. sikimde değildi. O ise biraz tedirgindi. Sanırım götlerimizin sikildiğini sadece kendisi bilmek istiyordu.

Sonra sokaklarda gezindik, sağda solda kafelere oturup sıcak çayları soğutarak içtik. Onunla konuşmaktan zevk alıyordum ve sıcak çayların soğuması sikimde değildi. Gözleri belirsiz bir duygu durumuyla doluydu. Ona her baktığımda gülümsedi. Ona resmen içim gidiyordu ve o da bunu sevmişti. Bakmaya doyamıyordum. Sonra eve gittik, sevişirken uyuya kalmışız. Gece bi ara uyanıp bana saxo çektiğini hatırlıyorum, sonrası ise yarım yamalak aklımda. Sabah olduğunda yine kalkıp işe gittim, akşam olduğunda tekrar cadde de buluştuk.
Bu sefer montunu almıştı yanına üşümüyordu. Glümsemesi de yüzüne iyice yerleşmişti.  Artık yapay bir gülümseden bir kaç beden farklıydı.

 Sokaklarda turlarken neden onun için eridiğimi düşündüm, yani sonuçta tek gecelik bile olsa hayatıma daha önce girenler gibi iri yarı da değildi ki ah ohlar arasında eriyim. Üstelik yüzüne oturmuş ifadesiz ingiliz soğukluğu da vardı. Yani gülüyor mu, gülmüyor mu o da anlışılmıyordu. Ama işte hoşlanıyordum. Sonra bazı hareketlerine takıldım. Gayet normal ve olağan karşılıyordu her şeyi. Bu biraz olgunlaşmakla alakalıydı. Belki de bu hallerini sevmiştim. Onu gördüğüm ilk gece geldi aklıma o gece de böyleydi; evet aslında her şeye böyle yaklaşıyordu ve onun doğallığı, ruhuna yerleşmiş olan soğukluğundaydı. Sonra farkettimki aslında hareketleri, mimikleri, ellerini cebine atışı, yüzündeki o belirsizlik her şeyiyle Öküz Herif'in bir kaç beden küçüğüydü. Belki de ona bu yüzden alışmıştım. Belki de aslında Öküz Herif'le ortak noktaları olduğu için gözüme hoş görünüyordu. Bilmiyorum işte.

Sonra tekrar küçük bedenine bakınmaya başladım. Bedeninde beni çeken bir şeyler var mı diye? ama yoktu, hatta yatakta soyunduğumuzda bile rahatsız olacağım kadar çirkin bir bedene sahipti. Benki saxo çekmeye bayılan ben, onun sikinin eğri büğrü olmasından dolayı sikine dokunamıyordum bile, üstelik kalçaları da bir avuç kadar ya vardı ya yoktu. Sonra bunları düşündüğüm için kendimden utandım. "Sonuçta bir insanı fizikselliğiyle değil de, ruhsal güzelliğiyle sevmeliydim" dedim kendi kendime ve evet ruhsal güzelliğini düşününce pes ettim. Güzel bir ruhu vardı. Her şeye mütevazice yaklaşıyordu. Zekiydi de. Zekâ ise en çok hayran olduklarımdandır. "Hem varsın iri bir bedeni olmasın, onun yerine kocaman bir kalbi vardı ve o kalp bana yeter" diye düşündüm ve durup dururken, sokağın ortasında ona dönüp dudaklarından öpüp, tekrar uzaklaştıktan sonra derin bi nefes çektim içime. "Ne oldu be?" dedi, "hiiç öyle içimden geldi" dedim. Güldü, güldüm.

Bir kaç gün bende kaldı, bi sabah "okula gitmem gerek" deyip okula gitti. Sonra bi daha gelmedi. Telefonlarıma da cevap vermedi. Bi kaç gün sessiz sessiz durdum, sonra sevecek başkalarına bakınmaya başladım..

Geçen gün de bir ibne kafesinde karşılaştık, yüzündeki sırıtışla beraber mahcup bir edayla "nasılsın?" dedi, bende içten bir gülümsemeyle beraber "iyiyim sağol" dedim.

13 Kasım 2013

Siktir Olmak

 


Sevilmediğini bilmek; allahın siktiriboktan konular yüzünden, kafası sürekli karışık şaşkaloz kullarına verdiği en güzel hediyedir. İnan bana sevilmediğini bilmek kadar değerli hiçbir şey yoktur. Hatta sevilmediğini bilmek özgürlüktür, kimseye yalakalık yapmak zorunda olmadığını bilmek, hiç kimseye yalan söylemek zorunda olmamak ve sadece kendine dürüst olmaktır. Eğer sende sevilmediğinden eminsen, kendini ve etrafındaki insanları kandırmayı bırak ve siktir et tüm sorumluluklarını. Çünkü artık tamamen özgürsün. İşte şimdi tüm kapılar açıkken, cesaretini topla ve istediğin yere siktir ol git!

12 Kasım 2013

onlarca yıl her görüldüğüm yerde vuruldum.
yaralandım durdum, çok yoruldum.
yaralarım ıslak, sarılmaya muhtaç bekledim. kirlendim.
anlar sonra yağmur yıkadı bedenimi,
toprak örttü üzerimi, koca bir dağa dönüştüm.
sonra gökyüzüne uzandım sessizce.
bir avuç bulut toplayıp yüzüme çarptım.
sırılsıklam oldu gözlerim.
rüzgar sildi tüm yaşlarımı. kurudum, yok oldum.



05 Kasım 2013

lütfen başkalarını suçlamayalım. çünkü; yalnızlıklarımızın sebebi, götü kalkıklığımızdır...

Farkettim de yazarken hep mutsuz edildiğim anları yazmışım. Oysa ben de koca bi orospuçocuğuyum ve sadece mutsuz edilen taraf değilim. Aksine mutsuz ettiğim insanlar da var ve hatta acımasızca olacak ama dönüp siklemiyorum bile.. ve belki de bu mutsuzluklarımın nedeni onlar, belki de mutsuz ettiğim kalplerin ahını taşıyorum ve bu yüzden bi türlü iflah olmuyorum. Durum böyle olunca, birde mutsuz ettiğim insanları yazayım dedim.
Ama tek bir farkla; kendimce onları mutsuz etme sebeplerimi de yazdım. Orospuçocuğu olup olmadığıma siz karar verin..

Hulk: Olgun ve iri yarı adamların ürkütücü bakışları olur. Sanki eline geçsen seni kanırta kanırta sikip atacakmış gibi bir havaları olur. Ama aynı zamanda çok tatlıdırlar da. Sanki allah iriyarılılıklarına zıt olarak yaratmıştır bu tatlı yanlarını. Biz en erkek, en maço geçinen ibneler bile hayran hayran bakınırız onlara. Ağızlarından çıkacak tek bir cümle için günlerce peşlerinden koşarız ve hiç yorulmayız..
İşte o da öyleydi. Fotoğrafını ilk gördüğümde hayran hayran bakınmıştım. Bir insan bu kadar mı güzel olabilirdi? Hele o göz kırpışı, ağzını eğik büğük yapması. Allahım bana bir şeyler oluyordu.
Tüm bu hayran hayran bakınmalarıma rağmen herhangi bir şey yazmadım. Bunun yerine favorilerime alıp, Bir kaç gün sonra kendisi yazdığında, alttan alarak cevap verdim. Sonra konuşmamız başladı gitti ve onun ısrarla tanışalım demesini sağlayacak yönlendirici muhabbetimle buluşmaya karar verdik.

Kafelerden birinde buluştuğumuzda ben boy kompleksine girdiğim için hemen bi yere oturalım dedim ve daha doğru dürüst tanışamadan masalardan birine çöktük. Biz oturunca garson da yanımızda bitti ve menülere bakarak bir şeyler söyledik. Tam o anda farkettim; meğer fotoğraflarda sürekli kırptığı gözü aslında diğer gözünden bağımsız olarak kendi başına hareket ediyordu ve o da gözünün durumuna bağlı olarak şu an biraz utangaç bir havaya bürünmüştü. Bir yere odaklandığında şehla gibi duruyordu ama onunki şehla'lık da değildi. Daha ileri bir şeydi. Gözünün bu durumunu görünce bi anda adamdan soğudum.

Oysa kaç gündür peşinde köpek gibi peşinde dolanan bendim, götünü yalayan bendim, yazışırken yaptığı en ufak esprisine saatlerce gülen bendim. Ama şimdi sırf gözündeki sorundan dolayı adamı kendi içimde yok etmiştim ve o bundan habersiz şen şakrak bir şekilde muhabbet açıyor, konudan konuya atlıyordu. Ben de çok geri kalmamak adına sanki can kulağıyla onu dinliyordum ve hatta arada bir ahahahaha diye gülmektende geri kalmıyordum.
Ama işte dedim ya, muhabbeti hoş olmasına rağmen bir gözü sakattı ve ben sırf sakatlığı yüzünden onunla bir daha görüşmemeyi çoktan kafama koymuştum. Yaklaşık iki saat süren muhabbetimizden sonra onun bana hayran hayran baktığını farkettim, benimle bir daha görüşmek için nasıl da kıvrandığını, her tebessümüme nasıl da kulaklarına kadar varan gülücüklerle karşılık verdiğini farkettim. Ama elimden gelen bir şey yoktu. İçimdeki çocuk, bu devi silip atmıştı bile.
Sonra işte biraz daha muhabbet ettik ve kendine iyi bak'lar dileyip kalktık. Ayrıldıktan sonra hemen mesaj attı "seni çok sevdim. en kısa zamanda tekrar buluşalım" diyordu. Karşılık olarak "tabiki dostum. ne zaman istersen" dedim, o ise "dostum mu?..." diye cevap yazdı.
Ne diyeceğimi bilemedim ve birilerini de oyalamayı sevmediğim için "ya ben elektrik alamadım. ama çok iyi arkadaş olabiliriz. daha fazlası için seni ümitlendirmem yanlış olur" dedim, o ise cevap vermedi.
 Sanırım üzülmekle meşguldü. Belki de; o, onu sırf bir gözündeki sakatlıktan dolayı elediğimi, dikkate almadığımı anlamıştı. Eğer bunu hissettirmişsem, şu an kendini çok daha kötü hissediyordur.
Bu tür düşünceler aklıma gelince dayanamadım ve aradım, ama cevap da vermedi. Sonra bende bir daha aramadım. Bir kaç gün sonra mesaj attı "hakkımda ne düşündüğün önemli değil. seni çok beğendim. aslında sen de istersen çok iyi olabiliriz" diyordu. Cevap vermedim. Zaten bir kaç gündür cevapsız braktığına göre kabullenmişti. Hazır kabullenmişken cevap vererek, küçük bir ümitlendirme bile yaşatmamalıydım.
Ben cevap vermedim ama o hala yazmaya devam ediyor.
İşte biz insanlar böyleyiz, en güzeli ararken yalnızlığımızın nedenini siktir edip, değerimizin bilinmemesinden dolayı şikayet ederiz.

Balıkçı: Gay sosyal ağlarından birinde tanıştık. Bir kaç hafta yazıştık ettik. O kadar tatlıydıki ve o kadar sempatik, şirin bir şeydiki anlatamam. Sanki dersin doğduğu an da şeker çuvalına düşürmüşler. Öyle tatlıydı işte. Ama ben de varya nasıl yazıyorum çocuğa, gece gündüz zırt pırt yazıyorum. Böyle böyle bir kaç haftayı geride bıraktığımızın ertesinde çat diye hiçbir şey yazmamaya ve ben yazdığımda da "bir daha yazma bana. sana attığım fotoğraflarımı da sil" dedi. hiç uzatmadım "tamam" dedim ve cidden sildim her şeyi. Böyle böyle aradan 1 ay geçti ve bir gün çat diye seninle buluşmak istiyorum diye mesaj attı. Hayır ben istemiyorum dedim. Ama içimden de ısrar etsin diye de nasıl dua ediyorum varya, bi allah bi ben biliyoruz. Büyük allahım dualarımı kabul etti ve o ısrar etmeye başladı. En sonunda tamam buluşalım dedim, buluşma yerini kararlaştırdık. Buluşacağımız gün sakalımı incelttim, saçlarımı darmadağınık yaptım, üzerime açık mavi bir gömlek, hafif griye çalan siyah bir pantolon, üzerine siyah kemer ve altına siyah ayakkabı ile siyah çorap giyip gittim. Çünkü onun nelerden hoşlandığını biliyordum ve beni gördüğünde kısa boyuma rağmen bana fena halde çarpılmalıydı ki şimdiye kadar ne kaybettiğinin farkına varmalıydı. Karaköy'de buluştuk. Onu ilk gördüğüm anda, ona çaktırmadan içimden instagram'a küfürler etmeye başladım. Adobe firması batsın diye dualar ettim. Ama yapacak bir şey yoktu, mehaba'laşmıştık bile.
Bi yere oturup balık ekmek eşliğinde sohbet ederken, sık sık beni süzdüğünü farkettim. Farkında değil mişim gibi sağdan soldan konuşmaya, aptal şapşal sohbet konuları açmaya devam ettim. Balık ekmeklerimiz biterken "sen iyi birisin" dedi. bi an durup ona baktım ve "herkes iyidir yaw, hepimiz iyiyiz" dedim. yok sen cidden çok iyi birisin dedi. Bu sonuca nerden vardığını anlamamıştım ve üsteleyince de onun yok yok sen iyi birisin ve bunun farkında değilsin cümlesiyle "peki" deyip konuyu kapattım, o da güldü. Sonra yüzüne baktım. Tatlı bir havası vardı. Henüz kendine güvenmeyi öğrenememiş ve bu durum mimiklerinden fazlasıyla belli oluyordu. Ben yüzünü incelerken o da bana bakıp güldü. Hırsızlık yaparken yakalanmışım gibi utandım ve gülümseyerek karşılık verdim.
Sonra vapurlara falan baktık biraz, bu sırada ikimizin arasında büyük bir sessizlik vardı. Benim sessizliğim aslında bir an önce bu buluşmamızın bitmesi için konu aramakla ilgiliydi. Onunkisiyse şu cümlesiyle beraber su yüzüne çıktı "senin ev fazla uzak değildi buraya, sana gidelim mi? hem kahve sözün vardı. sözünde dur" dedi. Bir an ne diyeceğimi bilemedim ve ağzımdan "kahveyi de burda içsek olmaz mı?" cümlesi çıktı. Benim cevabıma, o "olmaz" diye karşılık verince, bende "olur gidelim" dedim.
Cümlem kendi başına yol alırken, biz de oturduğumuz yerden kalkmış bana doğru gidiyorduk. Yol boyunca fizik, geometri ve uzay bilimleri konuştuk.
üfff saçmalamayın, işte bildiğiniz sıradan şeyler konuştuk. Eve girdiğimizde, onunla eve gelmiş olmaktan dolayı pişmanlık duyuyordum. Neden hayır dememiştim ki? yani sebebi neydi. Hayır çocuktan etkilenmemiştim de. Evet tatlı bir sempatik havası vardı, ama hayır yakışıklı falan değildi ve hatta özgüvensizliği bile ayrı bir iticilik yaratıyordu. ama tüm bunlara rağmen bendeydik ve işte koltuklarda oturmuş bir şeyler konuşuyorduk.
Aslında gerçekten eve gelmeyi hiç istememiştim. Ama işte uzun süre konuşmuş olmak, yazışmış olmamızdan ötürü olsa gerek "hayır" diyememiştim ve işte evdeydik. Kahvelerimizi içerken de konuşma devam etti gitti. Bi ara bana yaklaşmak isteyince koy verdim gitti ve öpüşmeye başladık. Öpüşmelerimiz soyunmaya dönüştü, çıplak kaldık ve şehvetten dolayı sımsıkı sarıldık birbirimize. Daha doğrusu o sımsıkı sarıldı bana; durmadan öptü, kokladı, bir şeyler yaptı. Sonra bir ara iş çığrından çıkacakken durdum ve o "ilk defa biriyle sevişiyorum" dedi ve başımdan kaynar sular döküldü.
Hemen durdum ve neden daha önce söylemedin diye hesap sorarcasına bağırıp çağırdım. Yalan söylüyorsun, ortamın orospusu olmuş 21 yaşında bir ibnesin ve hiç utanmadan ilk defa sevişiyorum diyorsun diye kelimelerimle üstüne yürüdüm. Ağlayacak gibi gözleri doldu ve bağırma yoksa ağlarım dedi ve ben kendime geldim.
"Evet herkesle muhabbetim fazla samimi, fazla dejenere duruyor ama kimseye güvenmediğim için hiçbir zaman beraber olmadım. Bugüne kadar sadece bir kez yalnızca dudaktan zorla öpüldüm. Onda da zaten bağrış çağrışla beraber kavge çıkarıp ayrıldım. İnanıp inanmamak sana kalmış. Neden seninle olduğum konusunda ise; buna değeceğini biliyorum. Sen benim için değerlisin. Özelsin ve hep özel kal istiyorum" diye uzun uzun sıraladı gitti.
 Oysa beni başka bir şey teslim almıştı. Saatlerdir sevişiyorduk ve o cinselliği bir kez tattıysa sonrası kendiliğinden gelecekti. Onun adına üzülmeli miyim, sevinmeli miyim, ne yapmalıyım hiç bir fikrim yoktu ve kafam karmakarışıktı.
Aslında hayat onun hayatıydı. İstediği gibi yaşayabilirdi. Beni ilgilendirmezdi.
Ama işte beraber olmak istemiyordum. Hele ilk defa seks yaptığı biri olmayı hiç istemiyordum. Sanki onu siksem bundan sonra götünün sorumlusu hep ben olacaktım, sanki bir defa yatsak bundan sonra yatağından hep ben sorumlu olacaktım. İşte bu düşünceler arasında içim içimi yiyordu ve kendime kızarken, ona da acıyordum.
Ben böyle düşüncelere dalmış kendi içimde, kendi kendimle kavga ederken o "senin, hayat erkeği olduğunu biliyorum. blogunda yazdıklarından dolayı sana aşığım" dedi. İkinci kaynar su kovası da başımdan aşağı dökülmüştü. İyice şaşırdım ve öylece durdum. Sonra pantolonumu götüme çekip kanepede oturup sokaktan gelen bağrış çağrışa daldım. Bir şeyler oluyordu, bir gürültü vardı dışarıda. Ama aslında ne yapacağımı bilemez halde olduğumdan dolayı sadece kulaklarım gürültüyle meşguldü.

Baya uzun bir süre sonra kalkıp yanıma oturdu ve "beni sikmen için, diğer yattıkların gibi orospu mu olmam lazım?" dedi ve o zaman anladım; beni taklit ediyordu. Söylemleri, hareketleri, bakışları. Her şeyiyle sanki bendim. Tek bir fark vardı; utangaçlığı gerçekti. Sadece beni seviyordu ve gerçekten onun için özel olmamı istiyordu. Ama ben onu beğenmemiştim. Üstelik fotoğraflarda daha olgun duruyordu, bu kadar çocuksu bir ifadesi yoktu. Üstelik ilk yazıştığımız günlerde bile yaşını 25 falan sanıyordum. Oysa şimdi bir çocuk olarak görünüyordu gözüme ve eğer şehvetime uyup siksem bile kendimi kötü hissedecektim.

Kafamda düşünceler tıka basa yüklü tren vagonları gibi ard arda sıralanmış gelip geçerken, konuşmaya başladım; rica ediyorum, hiç tanışmamışız gibi yapalım. senle benden bir şey olmaz.
-olur" dedi. buna karşılık ve ben de;
-olmaz"dedim.
-niye olmasın?
-çünkü ben istemiyorum.
-ama ben istiyorum
-iyi de olması için, ikimizin de istemesi lazım. taraflardan biri istemiyorsa bu iş olmaz"dedim ve onun konuşmasına fırsat vermeden;
-"ısrar etme lütfen" diye ekledim ve o tam da söylenecekken susup bir şey demedi.
Kendini suçlu hissetmiş gibi bir ifadeyi suratına takındı ve giyinirken iyice ezilmiş bir hâlê büründü. Onun bu hâli kendimi kötü hissetmeme neden oldu ama siklemedim. Onla biz olmazdık. Çünkü fotoğraftaki kişi ile yanımdaki kişi birbirinden çok farklıydı..
Sonra giyindi gitti. Hâlâ ara sıra mesajlaşıyoruz, sanırım ya cidden aşık oldu bana, ya da çok iyi numara yapıyor. Aslında ona haksızlık etmiyim; galiba aşık oldu bana..

04 Kasım 2013

Tweets

Twitter güzel de çevresi çok konuşuyor. Hangisi güzel?
  1.  Akşam bana gel. Oturup saçma sapan şeyler hakkında uzun uzun tartışalım..
  2. biliyorum burayı okuyorsun ve sende biliyorsun: haketmesen de; ben seni, beni sevmediğin kadar çok sevdim be amınakoduğum..
  3. Biri gelse de kalsa artık. Hep gitmek için geliyorlar..
  4. en güzeli de kabullenmek.. işte o zaman insanın "can acısı" geçiyor, sadece "can sıkıntısı" kalıyor..
  5. Hepimiz çok fazla üzüldük, çok fazla kırıldık ve işte tam da bu yüzden koy götüne gitsin havasında yaşıyoruz..
  6. Bazen sırf onun telefon numarasını unutmak için bile hafıza kaybına uğramak istediğim oluyor..
  7. şimdi mecliste bir milletvekili çıkıp "ben eşcinsel'im" desin, bir şey deniycem!
  8. Allah aşkına havai fişekler ne yaa. Sünnet düğünü mü, cumhuriyet kutlaması mı anlamadım.
  9. herkes dürüstse, bu yalanları kim söylüyor?
  10. "bir yerlerde bekleyeni olmadığı için, işten çıkmayıp ofiste mesaiye kalanlarla laflayanlar"danım..
  11. biliyorum. ölümüm, mutsuzluktan olucak..
  12. aralarında sevgi yoksa, fuckbuddy olsunlar.
  13. işte o zaman daha iyi anlamıştım “seni sevdiğime” inanmadığına. elimden bir şey gelmedi, seni sikerek kendime inandırmaktan başka..
  14. ikimizin de ağzı eğri büğrü. güldüğümüzde sanki dünya yana kayıyor :)
  15. ağzınla kuşumu bile tutsan, yine olmaz.
  16. Popcorn sevenler Mısır'a gitsin!
  17. Bazen, insanların senin hakkında kötü konuşmalarını önlemek için ağızlarına sıçman gerekir.
  18. neden iyi biri olduğumu anladım. çünkü kötülük yapmaya üşeniyorum.
  19. mesafeler bana göre değil.. çünkü; seveceğim adamın, sadece sikeceğim kadar uzak olmasını isterim.
  20. Çok acı, ama gerçek şu ki: İnsan; sevgilisinin çirkin olduğunu, ayrıldıktan aylar sonra anca anlıyor.
  21. herkes bana yalan söyler, ben de inanırım..
  22. Yatakta götünü dönüp, arkadan kendisine sarınılmasını bekleyen sevgililer bitin amk!
  23. İnsanın ruhu çirkin olunca bedeni de zamanla ona benzemeye başlıyor.
  24. Bazı sabahlar hiç uyanmamam gerekirken, sanki yanlışlıkla uyanmışım gibi hissediyorum.
  25. ben "bitsin" dediğimde biten ilişkilerden nefret ediyorum.
  26. işaretli yerlerimden sev beni, incinmeyeyim..
  27. Söz benden çıkar, sana girer :pp
  28. Martılara simit atmanın neresi romantik lan? Bildiğin israf amk
  29. Ben, bugüne kadar başına gelmiş en güzel şeydim. Değerimi bilmedin..
  30.  zor kırılırım, kırıldım mı da karşımda kim olursa olsun amına koyarım.
  31. Bazen kendimi yarrak gibi hissediyorum. Dimdik, ama yine de bi ele muhtaç.

30 Ekim 2013

10 yıl sonra ilk aşk'la karşılaşmak..

10 yıl önce, yani ben daha 18 imden yeni gün aldığım ve dünyaya parmak atma hakkını elde ettiğimi sandığım yıllarda, İstiklal'de bi cafe'de tanışmıştık. Tanışmamız şöyle olmuştu: Ben sakin sakin oturmuş, 2 saattir bittiremediğim sallama çayımı soğuk çaya evirmişken, bir kaç masa ilerde birinin sürekli bana baktığını farkedince gülümsemiştim ve o da gülümsememe karşılık olarak; yeşil gözlerini japon animelerindeki gibi daha bir açmış ve bu arada da gülümsemekten geri kalmamıştı. Bir kaç bakış daha attıktan sonra kalkmıştı.  Hesabı ödeyip kapıdan çıkarken tekar bakmıştı bana ve bende bu hareketinden sonra ibne olduğuna emin olup, oturduğum yerden sakince kalkıp arkasından dışarı çıkmıştım. Benden önce çıktığı için yetişemedim ve istikal'in kalabalığına karışmak üzereyken ıslık çalarak durdurabilmiştim.
Dönüp baktığında ise koşarak yanına gidip sakin bir ses tonuyla beraber yüzüme muzipçe bir gülümseme yerleştirip "pardon ya tanışıyor muyuz?" dedim, o da bana karşılık "hayır" dedi. Gülümsedim ve dilimi hafifçe dışarı çıkarıp alt dudağıma dokundurup hemen içeri atarken üst dişlerimlede alt dudağımı hafifçe ısırıp, kaşlarımın ikisini beraber kaldırıp dudağımı ısırmamın bitişinin ardından tebessüm edip "o zaman tanışalım" dedim, o da buna karşılık "olur" deyip gülerek adını söyledi ve biz tanıştık. Sonra muhabbetimiz, kakara kikirilerimiz başladı ve gün boyunca biz yapışık ikizler gibi beraber sağda solda dolaşıp durduk. Akşama doğru gay cafelerden birine girip yer minderlerine oturup laflamaya başladık ve bir saat sonra beni öpmeye çalıştığını farkedince, gözlerine bakıp gülümseyerek "gel buraya" deyip öptüm. Bu ilk öpücükten sonrası kendiliğinden geldi ve biz artık pek konuşmadık. Gece boyunca farklı leş gay ortamlarında o kadar çok öpüştükki sabaha karşı eve giderken dudaklarımın uyuştuğunu hatırlıyorum. Başımı yastığa bırakıp uyumaya hazırlanırken "sanırım aşık oldum" dedim kendi kendime ve dudaklarım kabarmış bi halde uyuya kaldım.
18 yaşındaydım. O güne kadar hiç "aşık oldum" dediğim kimse olmamıştı. Aşkın ne olduğunu da bilmiyordum. Çünkü hiç yaşamamıştım. Sadece romanlarda derin anlamlar yüklü, kısa cümlelerden tarifini okumuştum o kadar..

Neyse işte bizim tanışmamız bu şekilde olduktan sonra bu cilveleşmemiz 1 hafta sürdü. İkinci hafta araya onun yeni iş bulması, benim bir cafe de çalışmaya başlamamla birazcık zaman girdi ve görüşemedik. İkinci haftanın sonunda mesaj atıp "sanırım ben bir şey hissetmiyorum. kendine iyi bak" dedi. Mesajı okuduktan sonra gidip cefenin tuvaletinde biraz ağladım bu sırada bir kaç kişi gelip kapıya vurdu "dolu" dedim. Tuvaletten çıktığımda içeride bir kaç müşteri ve tuvalette ne yaptığımı soran diğer garsonlar ve patronum bana bakıyorlardı. Patron hemen kızgınca yanıma gelip "ne yapıyordun lan içerde" dedi, ben de sadece patronun duyabileceği kadar yüksek sesle "sıçıyodum" dedim ve dik dik yüzüne bakarken bu arada önlüğümü belimden çözüp masaya bırakıp çıktım. Zaten 3 gündü çalışıyordum ve bu yüzden alacak paranın da bi değeri yoktu. Hem 3 kuruş peşine düşüp yalakalık yapmama da gerek yoktu. Kapıdan çıktığımda biraz hafiflemiştim. İstiklal'de bi köşeye çekilip yerdeki sigara izmaritlerinden birini alıp, yanımdan geçenlerden birinin ateşiyle yakıp kalabalığa doğru üfürerek içtim. O biterken başka bir izmariti alıp yakıyordum. Böyle böyle bir kaç saati geride bırakmıştım ve "koy götüne gitsin" düşüncesine kapılmıştım bile. Akşama kadar sağda solda oyalanıp internetten bulduğum biriyle sevişmek için beşiktaş taraflarında bi yere gittim. Adam sanatçı olduğunu söylüyordu. bi işler yapıyormuş, yakında bi albümü çıkacakmış, daha önce bir de kitap yazmış falan filan diye devam ediyordu. Oysa adam onca hengamenin içinde yalnızlıktan cayır cayır yanıyordu ve ilk bulduğu kişiye hayatının tüm detaylarını anlattığının farkında değildi. Sadece konuşmuş olmak için değil, konuşmaya ihtiyacı olduğu için anlatıyordu ve o süslü hayatının arkasında yalnız kalınca ne kadar zavallı olduğuyla yüzleşiyordu. Bense şimdi pek başkasını çekecek halde değildim. Canım sevişerek acımı azaltmak istiyordu ve şu an birinin kafamı sikmesine tahammül edecek gibi değildim. Bu yüzden "sus, yoksa kalkıp gidicem" dedim. Ben böyle diyince, o da çok konuştuğunu farkedip sustu. Sonra kahvelerimizi tazeledi, beraber pencerenin önüne  gidip boğazı izlemeye başladık. Marmara denizi başının üstünde taşıdığı yalnızlarla dolu bir sürü vapurla salınıp duruyordu. Adam yanımda dikilmiş camda hayal meyal beliren yüzüme bakıyordu. Ben de ona bakıyordum ve onun dokunmak istemesine rağmen, kendini tutması o kadar acınılasıydıki, kendi acımı da hafifletmek için kahveyi pencerenin kenarına bırakıp ona sarıldım. O da kahvesi elindeyken bana sarıldı ve siki de hemen kalktı.
Bir kaç saat sonra boşaldığımızda ikimizin de acısı dinmişti. Sonra kalkıp giyindim ve çıkıp kendi bataklığıma döndüm. Durum bu şekilde devam edip gitti. İki hafta sonra, gaybarlardan birinde anime gözlü'yle karşılaştık. Ayak üstü selam sabah ettik ve ben ona eriyip biterken "kendine iyi bak"lar dileyip ayrıldık, taaa ki geçen haftaya kadar da, arkadaşımla evden çıkmış istiklal'in arka sokaklarında oyalana oyalana gezinirkene kadar da bir daha hiiiiiç karşılaşmadık.
Aradan 10 yıl geçmiş olmasına rağmen onu gördüğüm anda tanıdım. Gözlerinin içine bakarak beni tanımasını umut ettim ve o buna rağmen tanımadı. Yanındaki kızla beraber yanımdan geçip giderken elimi koluna atıp "merhaba anime gözlü" dedim ve o hiç ummadığı bir anda, tanımadığı birinin onu durdurmasından dolayı yaşadığı şaşkınlıkla ağzını yarı açıp yüzüme baktı. Tanımasını umut ederek, pişkince gülümsedim ve "tanımadın değil mi? ben hayat erkeği" dedim. Adımı söyleyinceye kadar zaten yüz ifadesi değişmişti. Gülümseyip "tanıdım ya, tanımaz olur muyum?" dedi büyük bir sevinçle ve öyle ayak üstü şaşkın şaşkın bakıştık. Bu arada arkadaşım beni çekiştiriyordu, onun da arkadaşı onu çekiştiriyordu, bende "nasıl gidiyor"ların ardından "telefonunu versene bir ara görüşelim" dedim ve ben onun numarasını kaydederken, o da telefonunu çıkarmış "bi çağrı atsana" diyordu, ama ben sanki acelem varmış gibi onu duymamazlığa gelip "tamam kaydettim" çaldırıyım deyip telefonu cebime atıp, sonra da "kendine iyi bak"lar dileyip ayrıldık. Arkadaşıma gördüğümüz kişinin ilk aşkım olduğunu söyledim
-"aaaa cidden mi? telefonunu da aldın. sana çok fena bakıyordu. peki ne zaman arıycaksın?" dedi
-Aramıycam.
-Neden?
-Çünkü çok çirkin olmuş. Baksana boyu bile benimkinden kısa. Oysa biz tanıştığımızda o benden uzundu ve ben onu öpmek için ayak parmaklarımın üzerinde durup dudaklarına uzanırdım.
-iyi sen bilirsin" dedi büyük bir şaşkınlıkla.
Gerçekten de gözüme çok çirkin gelmişti ve sırf çirkin göründüğü için hiç de aramayı düşünmüyordum. Yüzündeki sivilceler, saçlarının rengi, hafif çürük ve sararmış dişleri ve hatta toparlak vücuduyla gözüme benden bile daha çirkin görünmüştü. Sırf çirkinliğinden dolayı kendi kendime düşünmeye başladım; ne yani ben bunun için mi ağlamıştım o kadar, ne yani bu muydu yıllardır bazen aklıma geldikçe "acaba bir daha karşılaşacak mıyız?" diye kendi kendime sormalarım. Oysa şimdi aradan 10 yıl geçmişti ve işte karşılaşmıştık. Keşke karşılaşmasaydık. Keşke onu bu çirkin haliyle görmeseydim. En azından ilk aşkım aklımda hep sarışın ve yeşil gözlü olarak kalırdı. Ama işte görmüştüm ve anime gözlü'm şimdi bir hiç'e dönmüştü. Hayallerim alt üst olmuştu. Ama yapacak bir şey yoktu. Hayat devam ediyordu. Eski sevgililer birer ibret vesikası gibi karşımıza çıkıp duracaklardı ve şüphesiz bunda bizim için nice öğütler vardı.

Ama işte konu ben olunca öğüt möğüt hak getire. Telefonunu almıştım ve kendi telefonumu da cingözlük yapıp vermemiştim. Aradan 4 gün geçtikten sonra, kendi kendime vicdan yapıp "en azından arayıp bi sorayım" dedim ve arayıp kendimi tanıttıktan sonra "bu taraflara gelirsen bi kahve içelim" dedim. O da tamam "bi kaç gün içinde o tarafta olurum. Gelince ararım" dedi ve telefonu kapadık. Telefonu kapattıktan sonra mesaj attı, mesajında " :) " sadece gülücük vardı. Cevap vermedim. Cıvımaya gerek yoktu. Çünkü cıvıtırsak bi ihtimal olayların akışı değişebilirdi ve onu bu çirkin haliyle çekebilecek halde değildim. Hem zaten iki çirkin asla beraber olmamalıydı. Çiftlerden biri her zaman daha yakışıklı veya güzel olmalıdır. Bu kural bi yerde yazmaz, ama allah bu işleri böyle yürütür. Mesela benim ilişkilerimde çirkin rolü her zaman bendedir. Asla bu rolü başkasına kaptırmam.

Her neyse işte, ikimiz de çirkin olduğumuz için çift olmamız hiçbir zaman söz konu bile olamazdı. Hem tabiatın kurallarına aykıydı. Evren'in düzenine tersdi. Nasibimde olan güzel varken, bu çirkine kalmamalıydım falan filan.
Aradan bi kaç gün geçtikten sonra (yani dün) o aradı ve "bugün saat 18:00'de buluşalım mı?" dedi, ben de "tamam" dedim ve 18:00'de buluştuk. Bi yerde oturup kahvelerimizi içerken laflamaya başladık. Konuştuk konuştuk konuştuk. Konuştukça çirkinliğinden arındı, resmen güzelleşti. Gülüşü de hiç değişmemiş. Dişleri de fazla çürük değil, sadece tane tane ve çok küçükler.
O konuştukça hayata bakışının ne kadar saf, sade ve basit olduğunu gördüm. Ne kadar iyi düşünceli bir piç olduğunu farkettim. Bi ara tutup yanaklarını sıkasım geldi, öpesim geldi ama tuttum kendimi.
Saatler sonra kalktığımızda onunla görüşmek istediğimi düşündüm. O da öyle dedi. Cumartesi veya Pazar yine bu taraftalara gelebilirmiş. Tama geldiğin zaman ara istersen, gögüşelim dedim. koluma girdi, bir şeyler konuşa konuşa Taksim Meydanı'na vardık. Sonra o arabaya bindi gitti. Yarım saat sonra da mesaj attı "seni görmek güzeldi :)" diyordu. Önce cevap vermedim. 2-3 saat sonra "seni de :) " diye yanıtladım. O bir şey daha yazdı, cevap vermedim. Cevap verirsem aramızda şey başlar ve ben sırf yanlızlığıma son vermek için artık birileriyle şey yapmak istemiyorum. Hem ikimize arkadaşlık yeter de artar bile..

25 Ekim 2013

hıçkırık


ben seni çok sevdim.
kendimden bile çok sevdim.
seni öyle çok sevdimki; hiçbir zaman tek başıma hayal bile kurmadım..

ben seni köpek gibi sevdim be ammına koyim.
seni o kadar çok sevdimki;
dünyada bizden başka kimsenin yaşamasını istemediğim zamanlar bile oldu.
ben seni işte bu kadar bencilce sevdim.

ben seni çok sevdim.
anamdan babamdan da çok sevdim seni be orospuçocuğu.
hatta bilsem günah yazmayacak "ulan ben seni allahtan bile çok sevdim" diyeceğim de, götüm yemiyor.
biliyorum burayı okuyorsun ve sende biliyorsun:
haketmesen de; ben seni, beni sevmediğin kadar çok sevdim be amınakoduğum.





20 Ekim 2013

pasif gibi sevişmek

Şu yazıda bahsettiğim çocuk yine geldi. Yine kapıdan girdiği gibi sevişmeye başladık. Piçe bayılıyorum zaten, bide öpüşürken falan hafif hafif geriye kaçmaları yok mu? Beni bitiriyor.
Bi de boyu benden uzun diye, arada sırf piçliğinden dolayı baskın olmaya kalkışması ama sonra kontrolü yine bana bırakması, ona hükmetmeme izin vermesi tam bir kudurma sebebi. ama işte ben kuduramıyorum daha bir sakinleşip yavaş yavaş ilerliyorum.
Bu sefer de öyle oldu. Koltukta yanyana oturmuş küçük küçük, minik minik öpüşüyoruz. Teninin kokusu, kollarının bedenime uzanışı, dudaklarının öpüşürkenki tadı ve salyalarının çenesinde bekleyişi arasında tişörtlerimizi çıkardık. Göğüs kafesinin düzenli spor yapmaktan dolayı şekillenmiş olması, yeni yeni sertleşmeye ve siyahlaşmaya başlamış meme tüylerinin muhteşem görüntüsü yeterince heyecanladırıyordu beni. "Öpüşmesek, koklaşmasak ben başımı göğüslerine bırakıp ölünceye kadar böyle kalsam olmaz mı?" dedim ve göğüslerini öpmeye başladım sonra da öyle sarıldım kaldım. O da bu bu arada gülüp pipime uzanmakla yetindi.

Öpüşe koklaşa baya zaman geçtikten sonra, bizim pozisyonlar değişmişti. O bacaklarını belime dolamış içine girmemi istiyordu, bense hala öpüşmeye çalışıyordum. Sonra bi anda; öf çok öptün ya, hadi içime gir, artık sik beni dedi, bende boynunu öpmeyi bırakıp "olum seni sikmeye kıyamıyorum ki" dedim ve güldük. Gülüşlermiz sırıtmaya dönüşürken "hadi artık" dedi ve ben içine girdim. 

Boşaldıktan sonra yan yana uzandık ve durup ona baktım. Yüzündeki rahatlama hissi ve şapşal gülümsemesiyle bana bakınıyordu. elimi başının altına atıp kendime doğru çektim ve dudaklarından yavaşça öpmeye başladım. Boşta kalan diğer elimle sırtına geçirdiğim tırnaklarımı yavaşça gezdiriyordum. Öpüşlerim uzadıkça salyalarım çoğalmaya başladı. Ama öpmeye de doyamıyordum ve o tam da bu sırada o "pasif gibi sevişiyorsun" dedi durup dururken. Hemen karşılık vermek yerine onun neden böyle bir cümle kurduğunu iyice anlamak için "şu an mı? yoksa genel anlamda mı?" dedim ve içimden de ona ne diyeceğimi, onun neden böyle bir cümle kullandığını düşünmeye başladım.  Ben saniyeden daha kısa bir süre içinde kendime zaman kazandırmak için onun bu cümlesine karşılık böyle sormuşken, o cevap olarak "yok genel anlamda" dedi ve ben zaten onun neden böyle dediğini anlamış, cevabını da içimde hazırlamıştım bile. Bu yüzden ona:
"haklısın. ama aslında sevişmenin aktif veya pasif gibisi olmaz. çünkü ben senin gibi sadece canım yarrak istediğinde erkeklerle beraber olmuyorum. gerçekten erkeklerden hoşlanıyorum ve bu yüzden senin gibi sadece yarrağı büyük erkek arayışına da düşmüyorum. çünkü ben hoşlandığım kişilerle beraber oluyorum ve dolayısıyla da böyle sevişmem çok normal. sen ise sadece sikilmek için bana geldiğinden dolayı, seninle tüm içtenliğimle sevişmemi, sana iyi davranmamı kaldıramıyorsun. çünkü canın sadece yarrak istiyor. arayışın sikilmekten başka bir şey değil ve bu yüzden öpülmek seni rahatsız ediyor" dedim. Bira sert gitmiş olmalıydım ki, bi anda bakışları dondu kaldı. Yüzündeki şaşkınlık izleri belli oluyordu. Ben son cümlemi söylerken, o da kendini toparlamış ve "haklısın" aslında dedi.

Sonra dışardan bir şeyler söyledik, yemekler geldi, yedik içtik, tekrar seviştik. Bu sefer gerçekten öpüşüyordu. Ama kendini zorladığı da belliydi. Bu yüzden dayanamadım ve "sırf götün daha iyi sikilsin diye numaradan öpüşme. içinden geldiği gibi öpüş. rahatsız oluyorum" dedim, güldü ve "peki" deyip sımsıkı sarıldıktan sonra öptü beni.
Gece uzadı gitti. Bir kaç defa daha seviştik, uyuduk uyandık yalaştık ve uyuduk uyandık bu sırada sabah oldu. Öğleye doğru "kendine iyi bak" dedi ve kalkıp eve gitti.
daha önce de buna benzer bir kaç durumla karşılaşmıştım ve şimdi daha iyi anlıyorum ki; insanlar sevilerek sikilmeye alışkın değiller.

07 Ekim 2013

bayrağa karşı yatır beni, tırmala beni kaşı beni

Çok sert olmasa da işte hafiften hafiften sert bi şekilde sevişip duruyorduk. Bazen o beni alta atıp üstüme çıkıyor, bacaklarımı omzuna kaldırıp içime girmeye çalışıyordu, bazen de ben onu 185'lik boyuna ve 86kg'luk cüssesine rağmen alt edip üstüne çıkıyordum. Aslında ben onu alt etmiyordum. Tam aksine o benim onu alt etmeme izin veriyordu. Hoşuma da giden buydu zaten. Çünkü kontrolün bende olmasını seviyorum, bana güvenildiğini hissediyorum ve güvenilir biri olduğunu bilmek, insana sexten daha fazla zevk verir.

Bu kaçıncı buluşmamızdı bilmiyorum. ama işte canı sıkıldığında veya götü kaşındığında bana geliyordu. Sesimi çıkarmıyordum ama sonuçta sadece kaşıntıdan kaşıntıya hatırlanmak da pek keyifsizdir. Bunu ona da söylemiştim ama pek siklemiyordu. Yaşı da benden küçüktü. Daha 22sinde ve henüz birinden ayrılmıştı. Aşk acısı gibi bir şey yaşadığını söylüyordu. Çünkü ona 6 ayını vermişti ve karşılığında sadece bir öpücükle ödüllendirilmişti. Üstelik bu 6 ay, öyle sıradan bir 6 ay değildi, her günü beraber geçirilen bir 6 aydı. Sevdiği adam ondan 3 yaş büyükmüş ve mankenlik mesleğini yapıyormuş. Eroin, esrar, koko ne dersen her boku kullanıyormuş ve bizim çıtır da onu bu kirli hayattan çekip kurtaracakmış. Bunu söylediğinde yarım saat gülmüştüm ve yarım saat güldüğüm için benim deli olduğumu sanmıştı.

Tamam deyip kendimi toparladığımda "sen koca bir aptalsın ve insanlar seni ne kadar çok üzerlerse sende o kadar hızlı iyileşeceksin" demiştim, o da "aptallık bir hastalık değilki" demişti. Yine gülmüştüm ve geçiştiren bir cevap vermiştim.

Bu sefer o beni alta atmıştı ve bacaklarımı yine omzuna kaldırıp gözlerimin içine bakıyordu. Eğer izin verirsem götümü sikecekti. Ona "olum görmüyor musun götüm çok kıllı. sırf kıllardan dolayı bile içime giremezsin" dedim. O da gülüp "deneyelim" dedi ve ben "salak, denemeni istesem zaten çoktan verirdim, ama öyle bir niyetim olmadığını sen de biliyorsun" dedim uzun uzun.
Ama beni dinlemedi, sikini tükürükledi ve götümün etrafına sürterek "hadi bir kez deneyelim. bak ben hiç sana hayır diyor muyum? hep sen beni sikiyorsun, bi kerede ben seni siksem ne olacakki? inan sen de zevk alacaksın" dedi. Buna karşılık ben "saçmalama. götüme dokunulmasından zevk bile almıyorumki" dedim ve o bu sırada bacaklarımı omzuna iyice yapıştırıp, bir eliyle de götümü okşayıp sikini sokmaya çalışıyordu. Bi ara sikini tükürüklediğinde işin zıvanadan çıkacağını tahmin ettim ve yüksek, sinirli ve efendisi olduğumu belli eden bir sesle, dişlerimin arasından "dur" dedim. Ama durmadı ve sikini götüme sürtmeye başladı ardından da "neden duracak mışım?" dedi.

Ben de "çünkü beni sevdiğin için değil, sikin kalktığı için sikmek istiyorsun. bense götümü siktireceksem; sırf şehvetten dolayı değil, beni çok sevdiği için sikmek isteyen birine siktirmeyi tercih ederim" dedim ve ben cümlemi bitirirken onun yüzü bembeyaz kesildi.  Sadece yüzü değil, kendisi de taş kesilmişti. Bi anda durmuştu ve bacaklarımı omzundan indirip yanıma uzandı.
Korkmaya başladım. Yanıma uzanmış başını yastığa gömmüş derin derin soluk alıp veriyordu. "nooldu" dedim bir şey demedi. Öylece durdu. Aradan 10 dakika geçtikten sonra beni sarmaya başladı ve "özür dilerim" dedi. "Ne oldu seni üzecek bir şey mi söyledim? Niye böyle durdun bi anda" dedim, "şimdi anladım" dedi "neyi anladın?" dedim, bana dönüp yanağımdan öptükten sonra "sen zevk bile almamana rağmen, götünü sadece seni sevecek kişiye siktirmeyi düşündüğünü söyledin. böyle söyleyince onun beni neden sevmediğini anladım. ben ona, o beni sevmemesine rağmen götümü vermeye razı olduğum için beni sevmedi ve hiçbir zaman da sevmeyecek" dedi ve bana daha bi sıkıca sarıldı.

Ben de sarıldım ona. "Siktir et onu. Zaten bu konuyu konuşmuştuk seninle. Kafaya takma, geçip gitsin. Önemli olan bundan sonrası" dedim ve konuşmamız uzadı gitti. Kendini değersiz hissetmişti.

Aslında ben ona bunu hissettirmiştim, özür diledim. "Amacım seni üzmek değildi" dedim, "biliyorum" dedi. "Ama sen bunu söylemesen, onun beni neden sevmediğini hiç anlamayacaktım" dedi.

Bir şey diyemedim. Sonra öpüşmeye başladık ve kendini bana iyice bıraktı. Bir kaç saat sonra yorgun argın uyuya kalmıştık. Sabah uyandığımızda ikimizde erekte idik ve yine duramadık. Gün böyle akıp gitti ve akşam artık eve gideyim "görüşürüz" dedi ve gitti. Kimbilir, götü yine ne zaman kaşınacak. umarım onun göt kaşıntısı tutuncaya kadar bende hayatımın aşkını bulurum ve o bir sonraki gelişinde, ona "hayatımda biri var, artık ondan başkasıyla yatmıycam. eğer istiyorsan arkadaşım olarak hayatımda kal, ama daha fazlasını bekleme" derim.

22 Eylül 2013

verme akıl verme, vereceksen huzur ver

Hayatımda bir şeyleri yoluna soktukça, daha az yazmaya başladığımı farkettim. Yani her şeyin yolunda olması güzel, ama yazamamak kötü. Çünkü aslında yoluna giren her şey, yazma hevesinin önüne bir sınır koyuyor.

Eskiden böyle değildim. Çünkü hayatım darmadağınıktı. Şimdi de darmadağınık ama bir eskisi gibi başkalarının dağınıklığı değil, kendi dağınıklığım var. Dışardan bakan birinin gördüğü dağınıklığımın içinde, aslında kocaman bir düzenim var ve ben o dağınıklığımın içinde yarattığım düzenle mutlu bir şekilde yaşıyorum.

İşte bu dağınıklığımın içindeki düzeni her seferinde biraz daha sağlarken, daha az yazmaya başladım. Çünkü kaybedeceklerinin miktarı arttı. Oysa eskiden kaybedecek bir şeyim yokken hayat daha güzeldi, daha iyiydi, daha çok mutluydum.

Bu aralar eski hayatıma dönmeye çalışıyorum. Yani; yine kaybedeceklerimin sayısını düşürüyorum. Çünkü; hayat insana kaybedeceği şeyleri verirken, aslında özgürlüğünü satın alıyor ve sen bunu geç farkediyorsun.

17 Eylül 2013

erkeklerin ağzına sıçayım, onlardan bana bi bok olacağı yok

Bu aralar canım şiddetli bir şekilde herhangi bir kadının saçlarını taramak, gözlerinin içine uzun uzun bakmak, aniden dudaklarına yapışıp kanatırcasına ısıra ısıra öpmek, doya doya sevmek, sarmak ve en sonunda da sikimle mek işi olsun istiyor.

Onunla beraber;  içinde cinsel içerikli şeylerin de olduğu aptal aptal olaylara kalkışmak istiyorum. Gece yarılarına kadar sokaklarda dolaşıp, çişim geldiğinde kuytu bir köşeye kaçıp işerken o da yanıma gelsin ve pipimi tutup beni işetirken, dudağımdan da masumca öpsün. Çişim bitse bile; pipimi de dudaklarımı da hiç bırakmasın. Hâlâ çişim varmış gibi öpüşmeye devam edelim istiyorum.

Sonra masumca bıraksın dudaklarımı, fermuarımı kapatsın "hadi gel, gidip denize girelim" desin. Gecenin bi yarısı her hangi bir yerde üzerimizdekileri çıkarıp denize girelim. Soğuk suyun içinde üşürken, ona "üşüdün mü?" dediğimde, yalan söylediğini saklamayarak "hayır" desin. Gözlerimin içine büyük bir sıcaklıkla bakıp onu dudağının orta yerinden hafifçe öpeyim.

Başkası yapsa asla gülmeyeceğim aptalca espriler yapsın bana ve ben dünyanın en komik esprisiymiş  gibi anıra anıra güleyim istiyorum.

Küçük narin ellerinden tutup sokaklarda saatlerce çekiştire çekiştire gezinmek istiyorum. Sonra yoruldum desin ve hemen bulduğumuz ilk köşeye oturup kalabalığı izleyelim, gelen geçen çiftlerin giyindiklerinin renk uyumlarına bakalım. Birbirlerinin ellerini tutuşlarını yorumlayalım, mimiklerindeki gizli mesajları birbirimize anlatalım istiyorum.

Bu aralar canım şiddetli bir şekilde her hangi bir kadının hayatına girip bir müddet orda sesli veya sessizce kalmak istiyor. Bedenimi de ruhumu da bir müddet kadınlar teslim alsın istiyorum. Bakalım erkeklerle olmayan aşk mevzularında, kadınlarla ne bok oluyor.
Gerçi kadın erkek hepimizin aynı bok olduğunu biliyorum, ama işte insan mutlu olmak adına her şeyi denemek istiyor be. Çünkü bu ara; sanki duygusal anlamda hep erkeklere odaklandığım için ve aşkı sadece bir erkekle aradığım için "gerçek aşkı mı kaçırıyor muşum" gibi hissediyorum. Belki de aşık olacağım kişi bir erkek değildir, bir kadındır. İşte bu ara hep bunu ve bir çift memeyi düşünüyorum.


04 Eylül 2013

marmara denizine yakışıklı adam mayası çaldım. ya tutarsa?

Geçen gün üsküdar'da gezinirken sahilde bir kaç kişinin yüzdüğünü gördüm ve hemen yanlarına gittim. İçlerinden biri iş güç sahibi kocaman bi adamdı ve vücüdü bayaa iyiydi, diğerleri ise 2 sarhoş, 3 tinerci ve diğer köşede balık tutmaya çalışan ihtiyarlardı. İhtiyarları boşverip yüzenlere odaklandım. Hepsi çok keyifli bir şekilde yüzerlerken, ben de tişörtümü çıkardım ve üstümdeki kot şortla öylece durup onları izleyerek güneşlenmeye başladım. Aradan bir kaç dakika geçince tinerciler "abii sende yüz" deyip durmaya başladılar. Ben "sonra yüzerim" falan diye cevap verince onlar sürekli ısrar ettiler ve bende en sonunda dayanamayıp "yüzmek isterim ama yanımda bir şey yok. o yüzden yüzemem" dedim. Ben böyle söyleyince yaşı en fazla 16 olan tinerci "abi donunla yüz, bir şey olmaz" dedi ve hepsi güldü bende "ama altımda donum da yok" dedim ve hepsi şaşırdı. Diğer tinerci "abi don giymiyor musun?" deyince, ben "yok. don giyinince canım sıkılıyor" dedim ve yine güldüler. Bu esnada iş güç sahibi adam geldi ve bizim muhabbet benim don üzerinden aldı başını gitti. Sonra bi ara toparlandık ve ben de iş güç sahibi adama iyice yanaştım. Biraz muhabbet falan ettik, karşıda oturuyormuş, canı çok sıkılmış ve kalkıp buraya gelmiş. Tam göz göze kaldığımız anlardan birinde tinercilerden biri yanıma gelip "abi sana kendi şortumu veriyim, onunla yüz" dedi. Ben de hemen atlayıp "tamam ver" dedim ve o gidip bi kenarda şortunu çıkarıp pantolonunu giydikten sonra getirip bana verdi. Ben de hemen kenarda duran tişörtümü alıp pipimi kapadım ve çocuğun şortunu giyinip büyük bir sevinçle denize atladım. Allahım suyu soğuk beklerken bir de sıcak çıkınca hepten kudurdum. Sonra hepsi atladı suya ve hep beraber eğlendik.

Bu durumumuz defalarca suya atlamalarımızla devam edip gitti. Sonra bi ara kenardaki basamaklarda oturan sarhoşların yanına oturduk ve gelip geçen kalabalığı izlemeye koyulduk. O esnada tinercilerden biri sigara sardı ve ilk olarak bana uzattı. İçmeyeceğimi söyleyince, cebinden normal sigara çıkarıp verdi. Sigaralarımızı tüttürürken sağdan soldan konuştuk. Biri gözünü sokakta açmış ve belki de sokakta kapatacakmış. Birinin aslında ailesi varmış ama ailesi onu kapı dışarı etmiş meğer, bir diğeri ise ailesinden kaçmış. Sarhoşlardan biri karısıyla kavgalıymış ve işsiz olduğu için bu aralar hep kavga ediyorlarmış. Evde kavga olunca adam eve gitmek istemiyormuş, çünkü bu gibi anlarda sokak daha huzurluymuş. Diğer sarhoş bir şeyler söyledi dinlemedim, çünkü iş güç sahibi adamın bakışlarını yakalamakla meşguldüm. Sonra bi ara yakaladım ve adamla uzun uzun bakıştık. Bakışmalarımızın uzun sürmesi üzerine, herkes daha konuşurken aniden kalkıp suya atladım. Benden sonra o da atladı. Biraz suda oyalandık. Yüzer gibi yapıp hep onu izledim. Sonra bu şekilde oyalanmakla bi sikim olmayacağını düşündüm ve artık gideceğimi söyleyip sudan çıktım.

Saat zaten geç olmuşmuş ve bu yüzden o da çıkacakmış. Ben sudan çıkarken o da ardımdan çıktı. Ben yine kenarda tişörtümle önümü kapatıp tinercinin şortunu çıkardım ve kendi şortumu giyinip çocuğa teşekkür ederek şortunu verdim. "Önemli değil abi, her zaman gel, biz hep burdayız" dedi. O esnada işgüç sahibi adam havlusuyla kurulanmayı bitirmişti. Havlusunu bana verip veremeyeceğini sordum, gülümseyerek "senin için sorun değilse, benim için hiç sorun olmaz" diyerek "al yaa istediğin gibi kullan" dedi. Bende teşekkür ederek aldım ve oramı buramı kurulayıp, tekrar teşekkür ederek verdim. Sonra biraz daha kenarda oturup sağdan soldan konuştuk ve bi ara tişörtümü giyinip kalkınca "ben gidiyorum artık" dedim ve gidip diğer elemanlarla tokalaştık.

Herkesle tokalaşmam bitmişti ki, iş güç sahibi adam da onlarla tokalaşmak için geldi ve tokalaştılar. Sonra biz onunla beraber iskeleye doğru yürümeye başladık ve iskeleye varıncaya kadar, birbirimize bir kaç saçma sapan soru sorduk. Sonra o bana "ben beşiktaş'a gideceğim" dedi, bende ona "yolun açık olsun" dedim, kabataş vapuruna bindim ayrıldık..

Ama güzel bi gündü. Hatta hep beraber boklu marmara denizi'ne atlayıp dururken, ben bi ara  "ya durun denize yakışıklı atayım, belki marmara denizi maya tutar" diye bizim iş güç sahibi adamı denize iterken video bile çekip instagram'da paylaştım. Sağolsun adam da kırmadı beni :) işte o video tıklayın!

03 Eylül 2013

Alp ve Ceren = 3 Eylül 2023

Oğlum büyümüşte, online oynanan oyunlardaki kızlara yürümeye başlamış.

Oğlum bu aralar her fırsatta instagram'a girmeye çalışınca, merak edip nedenini öğrenmek için ne yaptığına bakmak istedim ama izin vermedi. Bende bilgisayarımı istediği ilk fırsatta verdim ve o şifresini girdikten hemen sonra, ona fark ettirmeden kaydedip kenara çekildim.
Garibim meğer fake hesaplardan kendisini kandıran, ondan 2-3 yaş büyük genç kadınlara takılmış :)
Biriyle olan yazışmalarını aşağı bırakıyorum.
Bu arada oğluma ait bu yazışmanın sonunda gördüğünüz gibi, CEREN adlı Oğlumun Duygularıyla Oynayan Genç Şerefsiz Kadın'ın hesabı artık yok ve canım oğlum'da bunu fark edip kırgın bi hayal kırıklığı içinde hesap mı sorsa, fırça mı atsa ne yapsa bilmeden öylece feryat ediyor.
(ve evet, Ceren'in hesabını ben şikayet ettiğim için kapandı. Çünkü canım oğlumun fake bi hesaba takılıp ona abla mı dese, sikmek için yol mu yapsa, yoksa sadece oyun arkadaşı olarak kendini kullandırtmaya devam mı etse adındaki kafa karışıklığı içinde pır pır koşturmasına dayanamadım)

Canım oğlumun harıl harıl aynı anda 2-3 kıza yazması, ama hesapların hepsinin fake olduğunun farkında olmaması beni üzdü. Şerefsizler yavrumu oyunlarda tavlayıp, beraber oynayarak onu hep öne sürmüş halde kendinizi birinci seçtiriyorsunuz tamam da, bari siki yeni kalkmaya başladığı için kafası fazlasıyla karışık yavrucağızımın duygularıyla internetten aldığınız bi kaç fotoğrafı paylaşıp durarak oynamayın. Yapmayın etmeyin kurban olayım size, o daha küçücük. Belki henüz osbir çekmeyi bile öğrenmedi. Yazık ona. Henüz çok masum ve annesinin baskısı altında bir kertenkele gibi sürekli ürkek bi şekilde yaşamaya alışmış haliyle ne yapacağını hiç bilmiyor.
Allah'ım ne olur onu çok üzdürme. Hayatına girecek olanlar; şefkatli, merhametli ve yüreğinde iyilik olan huzurlu insanlar olsunlar. Yoluna; onu  maddi ve manevi olarak kullanmayacak, istismar etmeyecek güzel insanlar çıkart. amin. 




















02 Eylül 2013

deneme, ses kontrol deneme

Bu aralar her şey üstüme üstüme gelirken bende kendimi iyice saldım gitti. Bu salmalar arasından birinde kendimi İzmit'e giden gece yarısı otobüsünde başım yanımdaki adamın omzuna düşmüş, ağzımdaki salya adamın tişörtünü ıslattı ıslatacakken yakaladım. Yarı uykulu bir şekilde gözlerimi açıp nerdeyiz dediğim de adam hafifçe bana dönüp bir şeyler söyledi ve bende anlamış gibi yapıp "haa tamam. teşekkürler" dedim. Sonra başımı iyice kaldırıp pencereden uzaklarda umut vaat eden şehir ışıklarına bakındım. Ya izmit bu kadar büyük müydü? cümlesini sesli söyleyince yanımdaki adam, orası izmit değil, körfez orası dedi. Ben yine "aaa evet ya. ama gece daha bi güzel görünüyormuş" dedim. "Evet doğru" dedi adam ve ben az önce zar zor açtığım güzel gözlerimi sessizce kapattım.

Gözlerimi kapatınca nereye gidiyorum demeden edemedim. Gecenin bu saatinde nereye gidiyordumki böyle. Üstelik yarın ofiste bi dünya iş beni bekliyordu, ama ben hiç siklemeden kalkıp İzmit'e gidiyordum. Olmaz ki canım böyle diye diye iç dünyama daldım gitti.

Hah tamam hatırladım. gündüz adamın biriyle tanışmıştım ve adam çalıştığı şirketin eğitimine katılmak için 1 günlüğüne İstanbul'a gelip, akşam da döneceğini söylemişti. Sonra biz hepi topu 5 dakikalık bir görüşme sonrasında birbirimizden hoşlandığımızı söylemiştik ve adam bu sohbetimizden 1 saat sonra otobüs'e binip İzmit'e gitmişti. Gidince bana "keşke sen de gelseydin benimle" diye sikindirik bi mesaj atmıştı ve bende ona söylemeden kalkıp gitmiştim. Hiç haberi yoktu, süpriz yapacaktım, ama ne olacaktı, ne diyecekti bilmiyordum. Belki de ailesiyle yaşıyordu, belki de sevgilisi vardı evde, belki de evi bile yoktu. Ama ben bunları hiç düşünmemiştim ve adam "keşke sen de gelseydin benimle" dedikten 30 dakika sonra bilet alıp 1 saat sonra da otobüse binmiştim bile. ahhh çılgın ben.

Otobüs haldır huldur yol alırken onunla whatsapp'den yazışmaya başladık. Şimdi yanında olmamı istermiş, beni sevmişmiş falan.
"Bende seni sevdim galiba" diye kesinliği olmayan yanıtlar verdim. Umut vaat etmeyi hiç sevmem zaten. Herkesin hayatında hep ayak üstü bekler vaziyette dururum. Sanki biraz önce kısa bir mola için durmuşum da, kendimi iyi hissettiğim ilk anda çekip gidecekmişim gibi yaşamayı seviyorum. Hele bir de o insanla yeni tanışmışsam ve o kişiyi hayatımın neresine koyacağımı kesinleştirmemişsem sevgi sözcüklerini pek kullanamam da. Çünkü hayatımın neresinde duracağı belirsizken, hedefe isabet eden cümleler söylemek karşısındakinin sadece canını yakar. Sonra sende vebal altında kalırsın falan filan..

Otobüs biraz daha yol aldıktan sonra, İzmit sınırlarına girmişti bile. Hemen whatsapp'den İzmit'te olduğumu söyledim ve "nerde ineyim?" diye sordum. Önce şaka falan sandı, sonra lokasyonumu gönderdim ve hemen çıldırdığı belli olan mesajlar attı. Deliymişim ben, bu yapılamazmış, çılgının tekiymişim bla bla. Oysa çılgınlık falan değildi, sadece adama karşı belirsiz bir his duyup sürekli onu düşünmektense, peşinden gelip ne hissettiğimi kesinleştirmeliydim ve ben işte bunun için gelmiştim.
Çünkü sonu bitmeyen ve hatta haftalarca uzayıp giden aptal şapşal yazışmaları çocukluğumda bırakmıştım. Artık hayat felsefem: "Birini tanımak istiyorsanız, onunla yatın!"dı.


Her neyse işte. Mesajlaşmalarımızın hayret bölümü bittikten sonra bana ineceğim yeri söyledi. Otobüs zaten yol üstünde 2-3 km'de bir insanları indiriyordu. Duraklarından birinde bende indim ve onu arayıp indiğimi söyledim. Çok geçmeden geldi. Sımsıkı sarıldı bana. Bende sımsıkı sarıldım ona. Sımsıkı sarılınca farkettim, gündüz yaşadığımız heyecandan eser kalmamıştı. Sonra acıktığımı söyleyip açık olan börekçilerden börek falan alıp, yol boyunca konuşa konuşa eve geldik. Kapıyı kapatınca bana sımsıkı sarılacağını düşündüm. Sarılmadı. Sonra içeri geçip oyalandık falan ve ben börekleri atıştırmaya başladım. Börekler bittikten sonra muhabbetimiz yatağa gelmişti. Canım hiç yatağa da girmek istemiyordu, ama girdik. Uzun tatsız bir sevişmeden sonra boşaldık ve hemen uyuya kaldım. 

Bunda benim doyumsuzluğum mu, yoksa onun tatsız muhabbeti mi etkili oldu bilimiyorum ama geldiğime pişman olmuştum bile. Oysa daha önce kendime söz vermiştim; bir daha selamlaştığım kişinin ardından onlarca kilometre yol katetmeyecektim.

Sonra bir an önce sabah olması için tekrar uyuya kalmalıyım dedim kendi kendime. Ama uyku tutmadı. Onu öpmeye başladım. O da kıçını döndü ve ona sürtünmemi istedi. Öpe koklaya boşaldım ve zaten sonrasında da hemen uyuya kalmışım. Sabah 6:30da çalan alarmla kalkıp giyindim ve taksiyle otobüs terminaline gidip 10dakika sonra kalkacak olan arabaya bilet alıp İstanbul'a döndüm. bir daha yazışmadık da. Şimdi düşünüyorum da: ne anladım ben bu sikişten?

26 Ağustos 2013

ahh sevgilim cihangir. bana ne yaptın böyle

Cihangir'e taşınmak bana iyi gelmedi sanki. Şu bir kaç hafta içinde elime yarraktan başka bir şey geçmedi ve bu durum nereye kadar böyle devam edecek diye düşünmeden edemiyorum. Oysa buraya taşınırken, çok saf bi şekilde güzel şeyler olur ummuştum. Sanırım böyle düşünmemin nedeni; güzel şeylerin insanların eğitim seviyeleriyle alakalı olduğunu sanmamdan kaynaklanıyor. Hani bunu aslında hiç de öylesine bilinçli bir şekilde düşünmüyordum ama işte insanın bilinçaltı böyle bir algı yaratıyor ve sanki bunlar hep gerçekmiş gibi bir beklenti içine giriyorsun. Oysa dediğim gibi; buraya taşınınca hiç de öyle olmadı. Etrafım götüne tıpa arayan ibne ve kaltaklardan geçilmiyor ve bende onların en başında geliyorum. Hayır bunu hakaret etmek için söylemiyorum, bunu söylememin nedeni aslında içinde bulunduğum acınılası durumu dile getirecek başka bir kelime bulamamam. Yoksa ibne veya kaltak olmanın diğer insanlardan ne daha aşağı bir durum, ne de daha üst bir durum olduğunu hiç düşünmedim ve düşünmüyorum da.

Dediğim gibi burası bir tür adlandırılmamış cehennem ve insanlar evlerinde yalnızlıklarını asla onlarla konuşamayacak olan
bir kedi veya köpek ile yok etmeye çalışırken, yüzlerine yerleşmiş olan mutsuzluk ifadelerinin görülmemesi için, dikkatleri dışarı çıkmadan önce, süründükleri ağır makyajları ve taktıkları abartılı takılarına çekmeye çalışıyorlar. İşte durum daha dışarı çıkma aşamasındayken bile böyle olunca, arkadaşlar arasında en basit esprilere bile tüm cihangir'i inleten kahkahalarla cevap veriyorlar. Oysa o şen şakrak kahkahaların içinde saklanmakta olan "ben sadece yalnız değilim, aslında yapayalnızım ve lütfen beni bir an önce farkedin" cümlesi o kadar açıkki, duymamak için sadece sağır değil, vicdansız da olmak gerek.

Yüzlerdeki o yapay mutluluk ifadeleri o kadar belliki herkese artık bu sıradan ve normal geliyor. Çünkü yapabilecekleri hiçbir şey yok ve belkide bu yüzden gecenin sonunda soluğu torbacıların yanında alıyorlar. Oysa herkes dile getirmese de farkında; Cihangir'i kimse yenemez, ama Cihangir er veya geç herkesi yener.

19 Ağustos 2013

yani öyle böyle yaşayıp gidiyoruz

Bugünlerde çok değiştim ben. Yine eskisi gibi bol sokmalı, çıkarmalı küfürler ediyorum. Sakalımı da uzattım, saçımı da. İkisi bir oldu, ben kabasakal'a döndüm. Yani; sanki traş bıçağı henüz keşfedilmemiş gibi geziniyorum etrafta.

Ayrıca bu ara fazla duygusuz da oldum. Odundan hallice, ayıdan iyice, öküzden biraz daha kibarım o kadar. ama duygusuzum bu ara dedim ya. Yoksa neden her iltifat edenle yatıp durayımki. Üstelik artık benim beğendiklerim de beni beğeniyor ve yattıklarım da hep onlardan çıkıyor. sonra bir daha araşmıyoruz, bir daha sormuyoruz birbirimizi. ama arkadaş sitelerindeki profillerimizde yazanlar hep aynı. Yalnızlıklarımızdan şikayet edip, aşk aradığımızı ve saygı sevgi çerçevesi içinde sonsuza kadar sürecek büyük bir aşk yaşamak istediğimizi belirtiyoruz.

Birde boy takıntımı aştım. Malum götten bacaklı kısa boylunun tekiyim. Hatta kısa boyumdan dolayı arkadaşlarım arasında lakabım Sezen Aksu'dur. Yani işte o kadar kısayım. ama dedimya artık aştım bunu. Bunu aşmam da en büyük etkende; ev arkadaşım ve zürafadan biraz kısa sevgilisi oldu. Mübareklerde bi boy varki, dışarı çıktığımızda ben daltonların en kısaları olarak yanlarında yerimi alıyorum. Öyle böyle derken barıştım kısa boyumla. Sağolsunlar canlarım, beni kendi uzun halleri sayesinde kısa boyumla barıştırdıklarının farkında değiller.

Yeni ev'e taşınmak bana ne kattı diye düşünüyorum bu aralar ve cevap olarak sex hayatımın daha hızlanmasını sağlamak dışında bi bok katmadı bana. Buna üzülüyorum bazen. Çünkü aşk arıyorum deyip deyip, milletle buluşup sonra bi daha aramıyorum, sormuyorum. Onlar aradıklarında da cevap vermeyerek ölü taklidi yapıyorum. Cevap alamayınca bir kaç defa daha şanslarını deniyorlar sonra ise onlarda bir daha aramıyor.

Ama onlarla tanışırken gerçekten amacım sex değildi. sadece belkide hayatımın geri kalanını beraber geçiririz diye tanışıyorum, ama bi bakıyorum dünya görüşümüz uymuyor, hayata bakışımız uymuyor. adamlar bi tuhaf çıkıyor. 

Mesela tanıştıklarımdan biri türk faşisti çıkmıştı ve türklerin üstünlüğünden bahsedip durdu, bir başkası kürt milliyetçisi çıktı ve beynimi sikercesine her konuyu kürtlerin ezilmesine bağladı. bir diğeri sonradan avrupa görmüş köpek çıktı, avrupanın üstünlüğünü neden avrupa birliğine katılmamız gerektiğnii anlattı, bir diğeri feminist çıktı ve gün içinde kullandığı küfürlü dilin farkında bile değildi. bir diğeri homofobik bir ateist ibne çıktı ve ona kalsa dünyada kendisi dışında ibne bırakmayacaktı ve en kötüsü de şu ki; homofobik olduğunun farkında değildi. 

İşte böyle böyle olmadı yani. ama hepsiyle de aşk yapmak için değilde, aşk yaşamak için buluşmuştum. ama elimize yarraktan başka bir şey geçmedi..

13 Ağustos 2013

Nasihat gibi ama değil. Açıkçası ne olduğunu bende bilmiyorum

Unutma:

Senden farklı olanları sevmek zorunda değilsin, ama onların haklarını korumak, onların hakları içinde mücadele etmek zorundasın. Çünkü insan olmak bunu gerektirir.

Senden farklı düşünen, farklı yaşayan ve hatta hiçbir ortak yönünüz olmayan insanları takip et, onların hayatlarına duygularına dikkat et. Göreceksin senden hiçbir farkları yok.
"Onları nerden bulucam ki?" diye aptal aptal düşünmeyi bırak, senden farklı insanları internet sayesinde artık daha rahat bulabilirsin. Bi tık ötedeler.

Farklı müzikler ara, bul ve dinle. Bunları sevdiğin arkadaşlarına göndermeyi unutma.

Doğrusu şu ki; insan hiç büyümeyen bir çocukdur. O yüzden "ben artık kocaman oldum, büyüdüm" deme.

Sonu mutlu biten masallara sakın inanma..

Ölüm o kadar gerçekçiki, bazen "madem öleceğiz, neden yaşıyoruz" diye düşünmeden edemiyorum..

Yalan söylemeyi seviyorum. Özelliklede mutsuz insanlara. Çünkü mutsuzlukları hep gerçeklerden kaynaklı ve bence mutsuz birine güzel yalanlar söylemek günah olmaktan çıkarılmalı..

Allah var. Biliyorum. İnanıyorum. Beni sevdiğini de biliyorum. Hem de beni çok seviyor. Hepinizden bile en çok beni seviyor. Anladınız mı?

Biliyor musun geçen yıl adamın biriyle kafede tanışmıştık ve akşamında hemen eve kapanıp yiyişmiştik. Sonra aramızda bir şeyler olmuştu ve adam beni gecenin bi yarısı evinden kovmuştu. Nereye giderim diye düşünmeden sokağa çıkıp saatlerce yürümüştüm. İşte ben akıllanmadım ve o adam yine buluşalım dediği için bugün yine onunla buluşucaz. Ama sen sakın öyle bir şey yapma. Ya da yap gitsin. Ne olacak ki? Gurur bende -0'larda. Sen de nerde bilmem ve inan sikimde bile değil. Tek düşündüğüm şey; bu akşam buluştuğumuzda, o ilk akşamki kadar heyecanlanacak mıyım, o ilk akşamki kadar onu arzulayacak mıyım falan filan. İşte biraz da bunu görmek için buluşmayı kabul ettim. Belki de aşık oluruz ve ben sonrasında mutsuzluklarımın sebebini ona bağlarım..

Yazmak güzel, ama yazmayı sevmek için iyi bir yalancı olman lazım. Anlatabiliyor muyum?..

Gerçek hayatında doğruları söyleyen biriysen, hep yalnız kalacaksın. Yani demek istediğim şey şu: eğer iyi bir yalancıysan ve yalnız kalmak istemiyorsan; bu iyi yalan söyleyebilme yeteneğini sadece yazarken kullanma, tüm hayatına yay gitsin.

Mesela ben yalancıyım..

İşte bu kadar. Kendine iyi bak.