-->

16 Aralık 2012

Biz seninle birbirimizi çok ama çok sevebiliriz, ama sokakta değil. Sadece yatakta...

Dün evde çamaşırları makinaya atarken kapı çaldı. Beklediğim kimse olmadığı için ev sahibidir diye düşünerek kapıyı bi açtımki karşımda öküz herif. Elindeki kitapla beraber içeri girdi. (Tabii kitabı dışarda bırakacak değil ya, benimde kurduğum şu saçma sapan cümleye baksana.)
Neyse yarım ağız ucumla "hoş geldin" deyip işime geri döndüm. O da içeri geçip kitabını  okumaya devam etti. Ben de daha sonra yapmakta olduğum işlerimi ağırdan ala ala bitirdim ve battaniyemi alıp, sanki evde kimse yokmuş gibi odaya geçip diğer kanepe de uzanıp bilgisayarı da kucağıma alıp oyalanmaya başladım. Bu şekilde ne kadar kaldığımızı bilmiyorum. Bi ara Öküz Herif'in soluk alış verişlerinin hızlandığını hissettim ve sonra da tekrar düzenli bir şekilde nefes alıp vermeye başlayınca da dikkat kesilmekten vazgeçtim ve yine bilgisayarla oyalanmaya devam ettim. Ama o süre boyunca hiç bakmadım ona, hiç dönüp de "burda biri varmış" demedim, aslında orda olması umrumda da değildi.

Bunun nedeni aslında sadece onunla ayrılmış olmamız değildi, bunun nedeni sanırım önceki gün farkettiğim bir şeyden dolayı ona söylemediğim ve hiçbir zamanda söyleyemeyeceğim farklı bir kırgınlığımdı da. Çünkü her ne kadar ayrılmış olsak ve artık birbirimize aşkımlı yavşamalarda bulunmasak da Soner Sarıkabadayı ve Murat Boz gibi iki medeni insandık ve görüşmeye devam edebilirdik. Ama kırgınlığım ayrılığın ötesinde bambaşka bi şeydi. Neyse konuyu çok uzatmadan kısa keserek nedenini anlatmaya gelecek olursam;
Sanırım o benimle dışarda zaman geçirmeye utanıyor. Benimle yanyana durmaya, sokakta bebnimle gezinmeye utanıyor veya buna benzer başka bir şey.

Aslında önceki güne kadar, hiç böyle bir şey düşünmememiştim. Ama işte önceki gün beni arayıp "nerdesin" diye sorduğunda, ben "kanyon starbucks'da oturuyorum" dediğimde "ne zaman çıkıyorsun, gel seni eve bırakayım" demişti, bende "ne zaman çıkacağımı bilmiyorum, şu an bir şeyler okuyorum. çıkmayı düşünmüyorum. burdayım" dedim, o ise "tamam ben bir iki saat daha bu taraflardayım, gitmek istediğin zaman çağrı at, beraber gidelim" dedi, bense "burdayım şimdi, geç saate kadar da kalmayı düşünüyorum. açıkçası ne zaman gideceğimi bilmiyorum. dilersen sen gel buraya, daha sonra beraber çıkarız" dedim ve telefon onun "tamam. sonra bakarız" deyişiyle kapandı.

Sonra döndüm bir şeyler okumaya devam ettim ve aradan 2 saat falan geçince o yine aradı "nerdesin, ne yaptın" diyordu, ben de "hiç. aynı yerdeyim, oturuyorum" deyince, o "gel seni eve bırakıyım. duraktayım bekliyorum" diye sordu, bende "şimdi eve gitmek istemediğimi söyledim ya, ama sen gelmek istiyorsan buyur gel, ben burdayım" cümlelerini tekrarladım. Bunun üzerine o ise oflayıp poflayıp bir kaç saat sonraki trafiğin yoğunluğundan, bilmem kalabalığın keşmekeşinden bahsedip durdu ve son olarak da; gelemeyeceğini, ama benimle beraber eve gitmek istediğini tekrarladı. Bende "gelmek istersen burdayım. şimdilik eve gitmeyi düşünmüyorum" cümlesini tekrarladım ve telefon onun offlamaları arasında kapandı. İşte o zaman kafama bir şeyler dank etti ve elimdeki kitabı kenara bırakıp düşünmeye başladım;

Dank eden şey şuydu;
biz onunla pek dışarı çıkan, bir yerlere beraber giden insanlar değildik. hep kapalı kapılar ardında, hep karanlık saklı bir köşede birbirine sarılan sarmaşıklar misaliydik. böyle bir gizlenme, sürekli bir saklanma pozisyonundaydık. Zaten genel anlamda da dışarı doğru dürüst çıkan insanlar değiliz ve onunla olan tek eğlencemiz, flörtözlüğümüz de benim sürekli onun iş yerine yakın bir durağa gitmem ve ordan beraber eve dönüşümüzdü. Bunun dışındaysa, buluştuğumuz yerler hep sakin, kuş uçmaz, kervan sıçmaz yerlerdi. Hatta doğrusunu söylemek gerekirse o hep beni sakin bi köşede kendi ayağına çağırmıştı ve bende ayağına çağrılma olaylarını pek takan biri olmadığım için sorun etmeden tıpış tıpış gitmiştim. Ama şimdi bu tıpış tıpış gitmeler, tenha köşelerde buluşmalar, kalabalıktan nerdeyse tamamen yalıtılmış, uzak köşelerde buluşmalar değil de; onun şu an beni yine tenhaya çekmeye çalışmasıyla; aslında onunla sokakta pek yanyana durmayışımız kafama dank etmişti ve bugünde ben defalarca "burdayım, istersen gel beraber oturalım" dememe rağmen o ısrarla "trafik bla bla, şimdi oraya gelmem 10 saat sürer" falan deyip duruyordu. oysa durum böyle değildi ve bu beni fena düşündürüyordu.
ve biliyor musun, insan bir şeyi çok düşününce sonu hep gözyaşı oluyor. sonu hep "niye böyle ama" diye kendi kendine soru sormalara uzanıyor.

düşünürken birazcık üzüldüm halime ve ardından da kendime geliverdim.
Çünkü biz onunla çok çok farklıyız. hem de öyle bu cümleden önce okuduğun kadar kolay değil bu farklılık. yani gerçekten çok farklıyız ve bunu anlatmak biraz zor gibi. çünkü anlatabilmem için içime sindirmem gerekiyor.. oysa şu an onunla olan farklılığımızı anlamış olsamda, içime sindirebilmiş değilim. çünkü onunla farklı olduğumuzu yeni anladım ve sindirmem, kabullenmem biraz zaman alacak.

Farklılığımız ise şu; o tamamen beyaz bir türk, ben ise tamamen kara bir kürt. sokakta yanyana durduğumuzda beşiktaşın çarşı grubunu temsil eder gibi kalıyoruz. yani birbirimizden çok farklıyız. o giyimiyle, hareketleriyle, yaşamıyla, konuşmasıyla, yiyip içtiği, bindiği arabasıyla bile farklı, ben ise ülkenin en doğu'sundan, doğu'nun bile en alt tabakasından geldiğim için farklıyım. İşte onun söylemediği, dile getirmediği ama benimse hiç bir zaman, tenhalarda menhalarda buluşmalarımızın sebebini anlayamayışımın nedeni buydu.

biz sokakta yanyana durduğumuzda birbirine yakışmayangillerdeniz. onun kültürü, giyimi, ten rengi bile farklı, benim kültürüm, giyimim ve tenim ise daha farklı, ben kapkara bi kürt, o ise beyaz bi türk'dü. Bu yüzden sokakta yanyana duramıyoruz. hep ya benim evde yiyişiyoruz, yada işte iş çıkış saatlerine yakın onun yolu üzerindeki bir durakta durup beni almasını bekliyorum. yaptığımız başka şey de yok, sadece gizleniyoruz, hep gizleniyoruz. bu gizlenmelerimiz sadece birbirini siken iki erkeğin utangaçlığıyla alakalı değildi, bunu işte şimdi anlamıştım. biz sadece aynı yatakta yatabilirdik, dışarda aynı masada oturamazdık, aynı mekanın havasını onlarca beyaz türkün karşısında soluyamazdık. bu gizlenmelerimizin nedeni onun benimle o çok övündüğü arkadaşlarının yanında görünmek istemeyişiydi, sonra hem arkadaşları ne derdi ona; yanındaki terörist kimdi lan, dağdan inmiş de kanyon starbucks'da ne işi var falan da filan.

sonra böyle bi ihtimal karşısında, bu tür düşüncelere dalıp dalıp gidince emin oldum. Zaten diğer düşüncelerde çok geçmeden üşüştüler "ne oluyor orda gibisinden" ve kendi kendime içimdne konuşmaya başladım..
hem kabullenmekten daha kolayı ne vardı ki? Çünkü biz onunla hiçbir yere gitmiyoruz. sadece evim'e kapanıp sevişiyoruz. dışarda zaman geçirmişliğimiz bile, hiç yok gibi nerdeyse. hep bendeyiz, hep bende. bunu bir daha anlayınca üzüldüm. işte şimdi de bana gelmişti ve karşımdaki koltukta oturmuş kitap okuyordu. aslında kitap da okumuyordu, sadece okuyor gibi yapıp sürekli beni izliyordu.

sonra bi ara başını kaldırıp "bana böyle davranmanı hakedecek ne yaptım sana" dedi ve boğazını acımasız bi hıçkırık tuttuğu için de kalkıp diğer odaya gitti. önce siktir ettim "ne hali varsa görsün" dedim kendi kendime, sonra yükselen hıçkırıklarını duyunca dayanamadım ve kalkıp yanına gittim.
Bağdaş kurmuş ağlıyordu. İçim bi tuhaf oldu. Birini ağlatmış olmanın verdiği suçluluk duygusuna yenik düşüp yanına gidip elimi omzuna koyup, biraz okşadıktan sonra "hadi gel içerde oturalım" dedim ve onu kaldırıp tekrar oturduğumuz odaya geldik, ben kanepeye geçip battaniyeye sarılınca o da diğer kanepeye geçti ve bunun üstüne "buraya gel" dedim ve battaniyeyi açıp yanıma gelmesini gösterdim. gözyaşlarını silip oturdu yanıma. battaniyenin diğer ucunu onun omzuna attım ve durup baktım ona. biraz kendime çekip sardım. o ise "niye böyle yapıyorsun? ben sana ne yaptım?" diye haklılığını göstergesi olan suçlayan sorulardan bir demet soru buketi sunuyordu.
Böyle anlarda cevap vermek yerine sessiz kalmak daha iyidir. Çünkü söylenecek pek bir şey yoktur. aten söylenmesi gerekenlerin hepsini daha önce söylemiştim. Şimdi cevap vererek, tekrar aynı şeyleri söylemeye çalışarak konuşmakla onu daha çok ağlatırsın hepsi bu.
Ağlamak dedim de, şu yaşıma kadar karşımda ağlayan pek kimse görmediğim için nasıl davranacağımı bile bilmiyordum. O yüzden susmasını ve gözyaşlarını silmesini rica edip, dudaklarına acıma karışımı bir öpücük kondurmak zorunda kaldım. Bunun üzerine o ise "ilk defa bi erkek için ağlıyorum, ilk defa bi erkek beni ağlatıyor. niye bana bunu yapıyorsun" diye sert bi ses tonuyla hesap sormaya kalkıştı. İşte öpmemin karşılığını görmeye başlamıştım. Bunun üstüne "ben de senin için çok ağladım. sende bir seferlik benim için ağlamış ol. ne olacakki?" dedim ve o bunun üstüne "ne zaman ağladın?" diye sorunca, ben  "bir kaç defa ağladım. hatta sana da söylemiştim. demek unutmuşsun" diyince sustu.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Bi ara tekrar konuşurken bulduk kendimizi. Ordan burdan konuşmaya çalışıyorduk. Daha doğrusu, gergin ortamı umuşatmak, soğuk havaya yavşak bir sıcaklık yaymaya çalışıyordum. O ise terkedilmişliğin verdiği kızgınlıktan dolayı olsa gerek, kırgınlığını belli eden bir ses tonunu seçmiş sohbetin devam etmesini sağlamak için sorduğum saçma sorulara ciddi cevaplar vermekle meşguldü.. Durup bakındım ona. Gözleri hala dolu doluydu. İçimden "acaba gerçekten ağllıyor mu? yoksa numara mı yapıyor" diye düşünmeden edemedim. Ama bi yandan gözleri de göz yaşı torbalarına dönmüş ve sanki bi "siktir" çeksem hemen ağlayacak gibiydi. Durdum bi daha baktım ve gülümseyerek sarılıp başını koltuk altıma aldım. İçimden "ne yapcaz biz seninle bilmiyorum" diye başlayan tek kişilik bir sohbet aldı başını gitti.

"Sahi ne yapacaktık biz seninle. Ayrıldık biz, hemde sebebi senin beni kendine hiçbir zaman yakıştıramamandı. Beni kendine yakıştıramadığın için değer de veremiyordun. Sahi nasıl değer verecektinki? Senin yanında kapkara bir kürt olarak, biz ikimiz nasıl gezinebiliriz ki ortalıkta? Sahi söylesene bana, herkes kabullense bile sen ikimizi nasıl kabulleneceksin. Sokak henüz rengarenk giyinip şıkır şıkır gezinen ibneleri bile kabullenememişken, sen ve ben nasıl ciddi bir şekilde elele tutuşacaktık ki?
Aslında suç sen de değil, suç bende. Çünkü bunu hiç anlamadım ve hep; senin beni sevmeye zamanın yok sandım. Hep işin olduğu için bende buluşuyoruz sandım. hep yoğunsun sandım. bilemedim işte sana yakışamadığımı. bilemedim senin beni kendine yakıştıramadığını. söyleyen olmayınca insanın kendisinin anlaması da biraz zaman alıyor. zaman ise, işte böyle sakince insanın ammına koyuyor..

Artık anlıyorum, anladım. Suçlu sen değilsin. Toplum da suçlu değil, bende suçlu değilim. suçlu kim biliyor musun? suçlu bizi farklı ırklardan yaratan allah'ta. bizi niye aynı renkte yaratmamışki. Keşke sende kapkara bi kürt olsaydın. kaşların benimkiler gibi kalın ve bahtımız gibi kara olsaydı. keşke gözlerin gizli bir sürme çekilmiş gibi mühürlü olsaydı, keşke saçların sarıya çalan bir renkte değil de, kömür karasına çalsaydı. böylece sokakta elele tutuşsak bile sırıtmazdık. bizi elele gören bir daha dönüp bakmak zorunda kalmazdı. allahım neden bizi ayrı renklerde, aynı sevdada buluşturdun ki? sana ne yaptık? niye bize bunu yapıyorsunki?
Onu geç, ben sana ne yaptım. varsın bahtım kara olsaydı da, tenimi beyaz yaratsaydın olmaz mıydı? belki o zaman öküz herif elimi tutmaya korkmaz, çekinmez ve biz sadece evde buluşmak yerine sokakta bi yerde buluşurduk. niye allahım böyle oluyorki?"

Onu sarmış haldeyken kendi kendime olan bu sohbetim aldı başını gitti. tutamadım kendimi. oda bana sarıldı iyice. ayrılmış bi haldeydik güya, ama şimdi oturmuş sarılıyorduk birbirimize. güya biz ayrılmıştık ve o ağlıyordu. sonra gözyaşları dindi ve biz sarılı haldeyken çüklerimiz büyüyüverdiler. insan ağlarken bile çükü boş durmuyor. öpüşmeye başladık. nasıl olduğu konusunda bi fikrim yok. soyunuverdik ve o an kendime geldim. hayır yapmamalıydık bunu. ama durmadım, onun istediği de bu değil mi "hem bir daha yapmaktan ne çıkarki" deyince kendi kendime koyverdim gitti. çılgın bir sevişme sonrası onun ağzında patladım ve sonra kalkıp duşa girdik. güzelce bi yıkandık ve gelip koltuklara oturduk. nasıl olduğu hakkında en ufak bi fikrim yok. konu yine bizim ayrılmamıza gelmişti ve o bana sert bi ses tonuyla hesap soruyordu. durdum ona baktım, sanırım sevişmemizi yanlış anlamıştı.
"kusura bakma ama biz hala aynı durumdayız. az önceki olayımızda sen çok fazla duygusallığa bağlamıştın, bende dayanamadım ve sana sarılınca kıyamet koptu. yoksa biz hala ayrıyız. bir daha bir şey olmaz bizden. çünkü senin kendi içinde çözmen gereken sorunların var. benim içimdeyse kendi sorunlarımdan başka yerim yok" dedim ve o dondu kaldı.

"lütfen beni yanlış anlama. seni üzmek için söylemiyorum bunları. lütfen anla beni, benim için değerlisin. ama aynı değeri sende bana vermedikçe bizden bir şey olmaz" dedim ve o patladı "ne yapıyım, nasıl değer vereyim söyle" dedi. Sesi yüksekti. hemde fazlasıyla, ama ben "sesini alçalt. seni duyabiliyorum. sorun şu ki; kendini göremiyorsun, beni hayatının neresinde görmek istediğini bilmiyorsun. sen kendine orospu arıyorsun. oysa ben kimselerin orospusu olmayı kabul edemem. kaldıramam bunu. eşit olmadığımızı hissettiğim müddetçede bizden bi bok olmaz" dedim ve onun gözlerini bir sel aldı yine. o yine ağlamaya başlayınca, bende dayanamadım ve sarılmaya çalıştım. ama bırakmadı ve kalkıp giyindi. "umarım bana bu yaptıklarının kat be kat daha fazlasını da biri sana yapar. görürsün o zaman" dedi. bende ciddi bir ses tonuyla "sağol" dedim. sonra bir sürü beddua falan ede ede ayakkabılarını giyinip gitti. Bende oturup saçma sapan bi film açtım izledim.

9 yorum:

  1. En beğendiğim yazındı sanırım. Öncelikle şunu demek istiyorum, aşkta gerçekten ırkçı bi yapı olabilir mi? Yani sen her şeyi yanlış anlamış olmayasın? Belki de sadece o hala kendini başkalarının yanında ifşa etmekten korktuğu için bunları göze alamıyordur. Kürt olmandan ötürü bunların kaynaklanacağını sanmıyorum. Ama tabi bilemem bu senin hayatın.

    Her ne kadar siyah tenli biri olmasamda bende başka bir ırktan, ülkeden kalkıp buralara geldim. Ötekileştirildiğim noktalar oldu ama herhangi bi sevgilim tarafından değil. Yani zaten seni seviyosa olduğun gibi sevmesi gerekmez mi? Aşk mükemmeli bulmak değil, sevdiğini mükemmelleştirmektir demişlerdi birileri aklıma geldi. :)

    YanıtlaSil
  2. Sen beni aglattin ya allah da seni guldursun.

    YanıtlaSil
  3. Değer görmek ve bu değeri hissedebilmek çok önemli,bunu görmediğin için çok haklısın hayat erkeğii,sen yeterince değer göstermişsin belli,ağlamakla bu iş olmaz bi şeyler yapması lazım..inancını yitirmiş biri olarak Tanrının düzenini beğenmiyorum........

    YanıtlaSil
  4. yazmayı ne kadar seviyorsun sen böyle. imreniyorum bu sevgine.

    YanıtlaSil
  5. Aslında sorun adamda değil, sende. Çünkü eziksin ve hep ezik kalacaksın.

    YanıtlaSil
  6. hayaterkeği, sen kendini sevmedikçe herkes senden kaçıyor utanıyor vb. sanacaksın. bence haksızsın. ta en başından beri yazdıklarına bakarsak hep bir özgüven sorunun var senin. iyilik de kötülük de hep dışarıdan geliyor sana. ya bir dur be çocuk... bırak teori üretmeyi... o sana öyle davranıyor da sen onunla yaşadığın bütün mahrem şeyleri buraya ondan gizli yazdığın için ona karşı hatalı değil misin?

    YanıtlaSil
  7. Adsizin sen eziksin ve ezik kalacaksin yorumunakatilmiyorum neden ezik olacakmissin ! Bence sen sunu dusun bu cocukla bu sartlar altinda gorusmek istiyor musum ya benim anlamadigim neden daha iyi biri ile tanisma ihtimalini dusunmemem bi adama takilmanin anlami yok ana bazen insan bosluktan birine cok asikmis onsuz olmuomus gibi dusunebilio .. Burda sen gorussende uzuluosun gorusmesende burda karar vermen gereken surekli boyle kendine iskence yapmak mi yoksa bi kere kestirip atip bir daha asla ama asla bir iletidimde bulunmayip acili ama kesin bi cozummu .. Bana kalirsa o gece o kapiyi acmicaktin en dogrusu bu olurdu yalniz ben senin sansinin donecegini dusunuorum :) xoxo tresor

    YanıtlaSil
  8. sevgili hayat erkeği roller değişiyor ve şimdi gerçekten mutlusun. şimdi o sana hisler besliyor ve sen kaçıyorsun. hayatın bu denklem üzerinden kendini tanımlaması ne garip, belki de ne acı. karşılıklı aşk denen şey sanıyorum sadece beyazperde de mümkün. neden böyle bizler neden böyleyiz bilemiyorum. ruhumuzda eksik olan şey ne? doyurulmayı bekleyen ama eksikliğini ölünceye kadar taşıyacağımız bu gizem neyden kaynaklanıyor? dürtüler cinsellik yaşanılan seks gerçekten bir şeyleri tüketiyor mu ya da bazı durumlarda inşa mı ediyor?
    biriyle sevişmelerimiz duygularımızın azalmasına neden oluyorsa tamamlanmayacak parçalar metaforu insanın egosuyla açıklanabilir mi ? sorular sorular...

    ben hayat erkeği'nin yazdıklarını okuyunca eziklik değil, insanın karmaşasını zaman zaman da çaresizliğini görüyorum. ırkçılık hikaye bunu hayat erkeği de çok iyi biliyor.

    YanıtlaSil
  9. madem tekrar başladın. ya bu bloğu kapat ya ona söyle. gizli saklıyla aşk olur mu be hayaterkeği? sen cesur adamsın. kaçırma aşkı...

    YanıtlaSil

düşüncelerini kendine saklama, benimle de paylaş.