-->

28 Haziran 2012

sokaklar seviştiğim adamlarla dolu alakasız yerlerde gözgöze geldiğimiz zamanlarda hamamböceklerinin etrafa kaçışmaları gibi sağa sola dağılıyoruz
utangaçlık değil bizi birbirimizden kaçırtan şey,
sadece bir selam vermeye, ayaküstü bir nasılsın demeye çekiniyoruz
zaten kendimizden  başkasına değil bu kaçışmalarımız
bir sonraki kaçışa kadar arkamıza bakmadan yol alıyoruz.
gözden kaybolunca, gönülden de kaybolacağız sanıyoruz. vah. vah. vah.
ah bu sanmalarımız,
ah bu amına koduğumun sahte utangaçlıkları
ah bu kimsesiz komik hallerimiz.

sokaklar bir zamanlar aşık olduğumu sandığım yüzlerce kişiyle dolu
karşılaştığımız ilk anda, başka yöne dönüp tanınmamış olduğunu uman iki kaçağa dönüşüyoruz
yalan işte.
tanıdık birbirimizi, boşuna kaçmayalım. dur kıpırdama ödünç iki eski bakış ver, belki onlara ihtiyacım var, belki bir şeylere tutunmaya, onlarla bir kaç gü daha idare etmeye ihtiyacım var.
ah bu sahte üçüncü sınıf ahlak zırvalıkları. ah bu ilkokul çocuklarına anlatılması bile tehlikeli kendi ahlak anlayışımız. ah. ah. ah.


26 Haziran 2012

Öylesine bi' kaç cümle

Hepimiz; kara kışın ortasında, mahallenin en fakirinin evinde doğal bir derin dondurucuya dönmüş mutfağın en soğuk köşesinde, günlerdir bir kaç arkadaşıyla bekletilen ince belli çay bardakları gibiyiz. Ancak bir sonraki misafirin gelişiyle hazırlanabilecek, içimizi ısıtacak bir çayı dört gözle beklemekteyiz. Bu bekleyiş; ince bellerimize uzanacak soğuk elleri ısıtmak ile ödüllendirilecek. Zaten bizde o elleri ısıtmak için yanıp tutuşuyoruz.
Beklerken birbirimize asla sokulamayacağımızın farkındayız. Çünkü kendimizden olanı sevememek gibi bir huyumuz var. Hatta sokulmayı bırak, birbirimize dokunamıyoruz ve asla dokunamayacağız da. Çünkü ince belimizin aksine geniş ağızlıyız ve ağzımız bizi birbirimizden olabildiğince uzak tutuyor..

20 Haziran 2012

Kendimi kaybettim, hükümsüzdür.

Artık içimde büyük bir eksiklik oluştuğundan o kadar eminimki ve emin olduğum kadar da, içimdeki o eksikliğin ne olduğundan o kadar habersizim ki anlatamam.

Bana bir şeyler oldu, bende bi şeyler değişti. Kopan yaprağın bir daha hiç bir ağaca, hiç bir dala tutturulamaması gibi bir şey bu. Koptu gitti. Yaprağın koparken ağacın canını yakamaması gibi, bu durum da benim canımı yakmıyor, ama kopup gitmesinin farkında olduğum için olsa gerek sadece üzülüyorum veya buna benzer başka bir hisle doluyum. Ne olduğunu bilmediğim, daha önce hissetmediğim ve belkide hissetmekten korktuğum bir his bu. 

Zaten saftirikliğimi de kaybetmeye başladım ve aslında en gıcık yanım bu olmasına rağmen, kaybetmekten en çok korktuğum yönümde budur. Belki o yaprağın adı saftirikliktir, bilmiyorum.
Çünkü insan saftirikken hayattan korkmuyor, insanlardan korkmuyor, hiç bir şeyden korkmuyor. Hep kendi kafasının dikine, sikinin keyfine göre yaşıyor. Ama işte gitti bir şeyler. Koptu, kayboldu. Artık gelmemek üzere yok oldu gitti.

Bunu en çok önceki gün bağırta bağırta siktiğim adamın kırsaçlarının arasından aşağı doğru süzülen ter damlasının boynuna düştüğü anda farkettim. Kendimi, adamın kendi isteğiyle canını zevkten yakmaya o kadar koşullandırmıştımki, adamın canının gerçekten yanmasını sikime bile takmadım ve devam ettim.
Bu işte! insanlar bunu istiyor. Götüne giren yarrağın onların canını yakması veya yakmaması önemli değil. Sadece içlerine bir şeyler girmesini istiyorlar. Oysa bu ahlaksızlıktı ve bende sırf böyle düşündüğüm için elimden geldiğince bu hareketten kaçardım.

Ama işte bu sefer öyle olmadı. Onun çığlıkları sikimde bile değildi, sadece canını yakarak onu mutlu etmeye çalışıyordum ve onu sikerek mutlu edersem, belki benim olmaya kalkışırdı diye de düşünmedim değil bi an. Ve sanırım onun çığlıkları bana zevk veriyordu. Hayır, hayır bi dakka. Aslında zevk almıyordum. Hatta hiç bir şey hissetmiyordum ve onun çığlıklarına rağmen bir şey hissetmediğim için, bu durumum beni rahatsız bile ediyordu.
Sırf bu yüzden bi ara adamın içine girip çıkarken kendimden iğrenmedim değil. Ama çok takmadım ve adamı sikerek mutlu edip, benim olmasını umarak "pompaya devam" deyip adamın kasıklarına abandım. Şimdi düşününce iğrenç geliyor. Oysa hayatımda sex hep vardı ve iğrenç geldiği anda hep yarıda bırakıp kaçmışımdır.

İğrençlik dedim ama, aslında o anki şey iğrençlik değildi, daha çok "ben bu değilim, ben böyle değilim" duygusunun verdiği bir ruhsal rahatsızlıktı, ama yine de takmıyordum. Sonra adam boşaldığında içinden çıktım ve boşalmak istemediğimi farkettim. Kondomu çıkarıp çöpe, kendimi de duşa attım.
Sıcak suyun insanın amına koyulan tüm anlarda, en büyük yardımcısı olduğunu biliyor muydunuz? Bazen kendimden nefret ettiğimde sıcak suyun altına girip rahatlama yöntemini seçiyorum ve işte şimdi o anlardan sadece biriydi.

Duşta suyla oyalanırken adam geldi. Kır saçları, renkli gözleri, gözlerinin çevresindeki o belli belirsiz çizgiler, ses tonundaki o tatlı yılgınlık ve "hayat işte budur" ifadesi, dudağının kenarında yerleşik hayat geçmiş olan o anlamsız tebessüm, insanı ona bakarken "seni bunca yıl sikmeye nasıl kıydılar lan" diyesi geliyordu.
O anda çişim geldi ve ona "biraz kenara çekilir misin, çişimi yapıcam" dedim, o ise "dur" deyip yere uzanıp üzerine işememi istedi. Bunu daha önce söylese belki kabul etmez, görüşmezdim bile, ama spontan gelişen bu olayla beraber, ben de hiç ikiletmeyip üzerine işemeye başladım.

İşemenin bana verdiği hiç bir zevk yok, ama onun aldığı zevk tarifsizdi. Bedeninin zevkten titremesi, sikimin onun titreyişlerinin üzerine giderek küçülmesi ve benimde onun üzerine uzun uzun işeme isteğimin artması üzerine yarı kendimi tutarak, yarı tazyikleyerek işeyip durdum. Bitmeye yakın sikime uzanıp çişimden bi yudum aldı ve "owwwhh" diye kendinden geçip boşaldı, sonra da ayağa kalkıp beraber yıkandık. Defalarca köpüklenip köpüklenip suyun altına girdik ve doğrusu artık yıkanmaktan midem bulanacak hale gelmişti. Duştan çıktığımızda birer sigara tüttürdük ve hiç konuşmamaya çalıştım. O ise düşen çenesinin farkında değildi ve habire bir şeyler sorup duruyordu. Onun konuşmaları başımı ağrıtacak safhaya gelince "üff çok konuşuyorsun. biraz sus. başım ağrıyor" dedim ve o bi anda susuverdi. Bende o sırada giyinmeye başlamıştım ve tişörtümü üstüme geçirip, onun şaşkın bakışları altında hiç bir şey demeden evden çıktım.
Şimdi düşünüyorum da, sanırım kendimi hiç bir zaman bulamayacağım bi şekilde sonsuza kadar kaybettim..

14 Haziran 2012

deli diyorlar bana, desinler değişemem, desinler değişemem beeeeen

Her tanıştığım adama o kadar büyük umutla aşık olmaya kalkışıyorumki, ne yaptığımı, ne bok yediğimi bile doğru dürüst anlamadan "sen daha iyilerine layıksın" denilerek tekmeyi yiyorum. Amına koduklarım kötü olduklarını söylemiyorlar, benim sadece daha iyilere layık olduğumu söylüyorlar. Lan piç, lan orospuçocuğu benim neye layık olduğumu sen mi söyleyeceksin. Götoş. totoş, ipne.

Ben iyilere layığım siz neye layıksınız biliyo musunuz? koca bi yarrağa layıksınız.
Gerçi dur dur, şimdi siz koca bi yarrağa layıksınız deyince, size iltifat etmiş oldum. Çünkü gerçekten sadece yarrak istiyorsunuz. Çünkü cidden sadece yarrak tapıcılarısınız ve bu yüzden hepinizden nefret ediyorum. Götoşlar, ipneler. orospuçocukları.

Sizin yüzünüzden aşka olan safça inancımı kaybetmeye başladım ve artık sadece sikişebileceğim birilerini aramaya başlayacağımdan korkuyorum. Oysa sex yapmaya başladığım daha o çocuk hallerimde bile sadece beni sikecek veya sikeceğim birilerini değil, sadece beni sevecek birilerini arıyordum. Şimdi aradan 14 sene geçmiş. yaşım olmuş 28 ve elimde kendi sikimden başka bir şey yok. İşte bu çok acımasızca. işte bu çok insana koyuyo.

11 Haziran 2012

hepimizin onlarca yüzü var, ve buna rağmen yine de birbirimize "yüzsüz" deyip duruyoruz.

Bence kendini, boşu boşuna hayatına az önce girmiş olan her hangi birinin seni seveceğine inandırma. Çünkü herkes sadece arzularına göre yaşıyor. Siki kalktığı veya götü kaşındığı zaman seni sevdiğini söyleyip, götünün kaşıntısı geçince veya sikini sokacak başka bi delik bulunca da göz bebeklerine sahte bir buğu yerleştirip "üzgünüm" diye söyleniyor.

İşte geçen madonna konseri sonrasında da aynen böyle oldu. Zorba konser için buraya gelmişti ve konser sonrasında buluştuk. Bana "sevgili olmak gibi bi şansımız olmayacağını anladım.. senin hayatından çıkmıyorum. zaten istesem bile çıkamam. ama böyle uzaktan da olmuyor. biz sadece arkadaş olabiliriz, çünkü biz birbirimizden bu kadar uzakken arkadaşlık dışına çıkamıycaz. ama istanbul'a çok sık gelicem ve seninle her gelişimde buluşmak, bir yerlere kapanıp saatlerce ordan çıkmak istemiyorum" dedi. Ben de durup inanmış gibi ona baktım. Çünkü gerçekten inandım ona ve zaten o da yalan söylemiyordu. Onun için sadece istanbul'a geldiğinde arada buluşup yatacağı biri olucam. Modern dünyada buna arkadaşlık diyoruz. Çünkü her şey olduğu gibi arkadaşlık kavramı da değişti. 21inci yüzyıl büyük bir kara delik ve arkadaşlar bu delikte sadece sikişmek için var oluyorlar.

Her  ne kadar bunları söylüyor olsamda aslında doğrusunu söylemek gerekirse Zorba'nın bugüne kadar tanımış olduklarımdan, azcık da olsa farklı olduğunu sanmıştım.. Dur lan dur, hızlı hızlı yazınca araya fazla yalan kaynıyor. İşin aslı şu ki;
iyi kötü tüm yaşanmışlıklarıma rağmen, gelenleri gidenlerle hiçbir zaman eşleştirmiyorum. Çünkü herkes bir birinden farklıdır, herkesin bir diğerinden farklı bir yaşamı, farklı farklı yaşantıları var, başka başka insanlardan farklı kazık yeme şekilleri var. Durum böyle olunca, hayatıma çok önceden girip sıçanları, gelip sıçacak olanların habercileri olarak görmüyorum, hatta istesem bile göremiyorum. Görmediğim için de, hayatıma her girene veya hayatına her girdiğim kişilere karşı "bu seferki sıçmıycak, hayatıma girip sıçanların götüne koyarcasına tertemiz edecek" diyorum. Ama ııııh olmuyor, bununda o sıçanlardan hiçbir farkı yok. Hepsi gibi o da sıçıp gidiyor. Bense bu beş para etmeyen hayatıma girip girip sıçanların katmerleşen sıçıntıları içinde bir hayat yaşıyorum ve tüm bu sıçışlara rağmen, yine de hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya devam ediyorum. Oysa bazen durup kendime "artık pes et" demiyor değilim. Ama işte o kadar gerizekalı ve aptalın tekiyimki pes edemiyorum. Bir şeyler pes etmemi engelliyor. 

Oysa artık iyice anladım; hiç kimse bir diğerinden farklı değil. Hiç kimse bir diğerinden daha iyi veya daha kötü değil. Herkes masum bir şekilde dışarı çıkıp sadece, başını sokacak bir delik arıyor. Ben ise onların başlarını sokabilecekleri, siktiğim bi delik olamayınca da çekip gidiyorlar. Geriye kala kala ben ve terkedilmişliğim, bi de işte buraya yazdığım bu sızlanmalarım kalıyor. Yani geriye hiç bi sikim kalmıyor..

Zorba'ya gelince, onunla olan o son telefon konuşmasından sonra öküz herif ve ihtiyar'la yine konuşmaya başladık. Aslında ihtiyar'la çok sık olmasada zaten arada "nasılsın" adlı mesajlaşmalar ve "nasıl gidiyor" türünde anlık telefon konuşmalarımız, bi de 2 ayda 1 buluşup kahve falan içiyorduk.
Öküz Herif'le ise; onunla zaten uzun zamandır sex yapmamamıza rağmen hafta da 1 defa muhakkak buluşup bir yerlerde çay kahve falan zıkkımlanıyoruz. Aramızda duygusal olarak bir şeyler yaşamayı bıraktığımızdan bu yana daha iyi anlaşıyoruz. Kavgalarımız yok oldu, atışmalarımız ise anlık laf sokmalarından ibaretleşti. O yine sex istiyor, ama bende de işte kuru bir inat var, bir şeyler hissetmediğim kişiyle sex yapmak istemiyorum. Aslında ona karşı bir şeyler hissetmiyor değilim. Hissediyorum ama, onun benimle sadece sex yapmak istemesi aklıma gelince kendimi tutuyorum ve sadece sohbet edip duruyoruz. Ama o benim ona karşı olan duygularımın fazlasıyla farkında, çünkü onun benimle sex isteme duygusunu saklamıyor oluşu gibi, bende ona karşı olan aşk yoksa sex de yok adlı duygularımı saklamıyorum. Durum böyle olunca ben ona göre arabeskçi ibnenin teki olup çıkıyorum. O ise bana göre yarrak hastası götün teki olup çıkıyor.

Neyse işte olaylar böyle gelişip Zorba'yla aramızda bi sik olmayacağına iyice emin olduğum günün ertesinde ihtiyar "nasılsın" adlı klasik mesajını attı. Bende o an kendimi kötü hissettiğim için ona "biliyor musun. aslında çok iyiyim ama nedense seninle her konuştuğumda, bana kendimi inanılmaz değersiz hissettiriyorsun" diye yanıt verdim ve aradan 1-2 saniye geçmiştiki ihtiyar arayıverdi. Bende onun muhakkak arayacağını bildiğim için telefonu cevaplamadım ve o da bunun üzerine sürekli mesaj atıp durdu.
Abi adam benimle sadece sikişmek istediği için buluşmak, konuşmak ve ona karşı henüz tam kapatmamış olduğum kapıyı biraz daha aralamak istiyor. Bende durumu böyle ayan beyan anlayınca, bana böyle davranan herkese karşı olduğu gibi, ona karşı da kendimi inanılmaz değersiz hissediyorum. Yani sadece ona karşı değil, genel olarak sadece benimle sikişmek isteyen herkese karşı kendimi değersiz hissediyorum. Hayır yani, ihtiyar ve öküz herif benimle, sırf çok yakışıklı falan olduğum için sex yapmak istemiyorlar. Çünkü yakışıklı değilim ve yakışıklılığın tam aksine inanılmaz çirkinim. Ama işte insanların siki kalkınca sokacakları deliğin veya götlerine gireceği yarrağın sahibinin güzel veya çirkin olmasının bi önemi kalmıyor. Bende işte buna karşıyım. Ne yani bana siki kalkınca sarılacak, seni seviyorum diyecek biriyle niye yatağa giriyimki? Sexi neden sadece bedensel bir doygunlukla geçiştireyimki? Hem zaten bu aralar ruhsal doygunluğa daha çok ihtiyacım var. Neyse işte, ihtiyar "sebeb ne? neden benimleyken kendini değersiz hissediyorsun" diye ard arda sorup durunca da yanıt vermedim ve telefonu da kapadım.

Ertesi gününün akşamında iş çıkışı kitapçıları gezinirken aklıma ihtiyar geldi ve bende telefonu alıp onu aradım "ne yapıyosun, ne ediyosun" falan filan derken, kendisinin beşiktaş'ta varoş bi meyhane de, bi arkadaşıyla rakı içtiklerini söyledi. Bende "hım afiyet olsun, öylesine bi arıyım" dedim diye lafa devam edince o "sen de gelsene" dedi, bende "olur, ama rahatsızlık vermiyim" diye karşılık verince, o "yok yok gel" dedi ve 1 saat sonra falan beşiktaş'ta benim gibi varoş bir meyhane'de soluğu aldım. Biz üçümüz hemen de sohbete başladık, laf lafı açıp giderken, yanındaki adamın meğer evin elektrik işlerini yaptırdığı kişi olduğunu öğrendim. Salak ya meğer adam illa para istemem deyince o da hadi gel bi rakı içelim deyip soluğu beşiktaştaki bu ucuz yerde almışlar. Oysa ihtiyar böyle yerlere takılan biri değil. Zaten telefonda bile "yaa varoş bir meyhanedeyim, sende gelsene" demişti. İşte aslında ona kapıyı tam olarak kapatmak istemeyişimin nedeni bu. Çünkü o her ne kadar orospuçocuğunun teki olsada, içinde bi yerlerde kocaman büyük bir iyilik kaynağı var. O kaynağın önü bedensel doyuma odaklı fazla sex yapmakla tıkanmış ve o kaynağın açılıp dışarıya gürül gürül bir iyilik akması lazım. Neyse işte, sohbet ilerledi falan filan derken bunlar ısrarla rakı içmemi istediler. Bende dayanamadım ve tadına baktım. Ama ıyyyykkkk rakının tadı berbattı, kusar gibi olunca yutmadan tekrar önümdeki boş bardağa döktüm. öğğğğ insanlar nasıl içiyo hayret ediyorum. Gerçi alkol genel olarak bana dokunduğu ve her defasında kusmaya sebep olduğu için böyle düşünüyor olabilirim, ama yine de tadı berbattı ve bir daha deneyeceğimi hiç sanmıyorum. Neyse sonra ben sıkılınca "hadi kalkalım artık, sıkıldım burdan falan" deyip durdum ve o da hesabı ödeyip kalktık. Diğer adam da yanımızda gelmişti ve onu durağına bıraktık, sonrada biz konuşa konuşa beşiktaş meydanına doğru yürüdük. "Bana 'neden kendimi değersiz hissediyorum' dedin" diye sordu, bende "gel sana bi kahve ısmarlıyım" dedim konuyu değiştirip ve az ilerdeki cafelerden birine oturduk. Kahvelerimiz geldi içerken, o kendinden ne yaptığından falan bahsetti. Meğer onun 6 aydır çıkmakta olduğu çoçuk aniden nişanlanmış ve onunla 1 haftadır görüşmüyorlarmış. Çocuk nişanlanmadan önce, ihtiyarla beraber kalıyorlardı ve nişanlanınca da çocuğun kız arkadaşı eve yerleşmiş. İhtiyar ise "kız eve yerleştiği için onu 1 haftadır görmüyorum ve canım o kadar yanıyorki, sanki bedenimden bi parça et koparmışlar gibi hissediyorum" dedi ve o anda gözleri doldu. Ağlama diyecektimki, o gözlerini sildi ve bende içimden "siktir et, bırak ne hali varsa görsün orospuçocuğunun" deyip durdum. Sonra laf lafı açtı, konular ard ardına geldi ve bana alakasız bi yerde "keşke seninle olsaydım. dün gece sen "kendimi değersiz hissediyorum" deyince, seni daha iyi anladım. çok pişmanım. oysa onun beni bırakmayacğaını sanıyordum. üstelik her şey güzel gidiyordu neden bi anda nişanlandı hiç anlamıyorum" dedi. Bende "siktir et, belki böylesi daha iyi olur. sende fazla takma" dedim.

Zaten başka ne söyleyebilirimki. Bu gibi durumlarda hiç bir şey söyleyemeyem ve aslında söylemeyi de sevmem. Genelde akışına bırakmalarını söylerim ama kimse beni dinlemez. Ben yine işte "akışına bırak" tadında cümlelerle konuşmaya başlarken, o da bana telefonunu çıkarıp whatsapp'den yazışmalarını gösterdi. Ortada, cümleler dökülmüş koca bi yavarma vardı ama çocuk, ihtiyarı sadece "canım her şeyi ayarlıycam, biraz sabret" diyordu. Bense okuyup okuyup ihtiyar'a bakıyordum ve ne demem gerektiği hakkında ne ufak bi fikrim yoktu. sonra da "öff yeter artık siktir et onu, bırak ne yapacaksa yapsın" dedim "aslında haklısın. öyle yapmalıyım. ama neden böyle aniden nişanlandığını anlayamıyorum. güya beni sevdiğini söylüyordu" deyip durdu. Sonra konu bi şekilde değişti ve bana "keşke herkes senin gibi olsa" dedi ve ben araya girip teşekkür etmediğim için olasa gerek büyük bir iltifat gösterisine girdi. Uzun uzun cümleler kurdu, bende arada ayıp olmasın diye yapılan iltifatlara utanmış gibi yapıp gözlerimi kaçırdım, yanaklarımı yandırıp kızarttım ve, sonrada "ya başka şeyler konuşalım" deyip durdum.

Aradan bi 5 dakka falan geçince sohbet koyulaştı, ikimizin çişi gelinceye kadar da devam etti. Hesabı ödeyip kalktık ve sonrada beraber tuvalete gidip işedik. İçerde kimse olmadığı için o sikimi tutup beni işetti, ben de dudaklarına yumuldum onu öptüm. Böyle öpüşmeyi özlemişim. İçten bir öpücüktü. Doğal ve samimi bir öpücük. sonra çişlerimizi yaptık ve baktım onun toparlanacağı yok "hadi çıkalım, biri gelirse ayıp olur" deyip toparlanıp çıktık. Sahil boyunca biraz yürüdük ve o elini omzuma atıp biraz daha sızlandı. Sen farklısın, sen şöylesin böylesin deyip durdu, ama doğrusunu söylemek gerekirse, söylediklerinin tek bir zerresini bile anlamadım, çünkü samimi bulmadım o an. Oysa samimi bulsam, küfür bile etse noktasına, virgülüne kadar her söylediği aklımda yer ederdi. Söylenilenleri samimi bulmayınca bi anda kulaklarım sağırlaşıyor, karşımdakinin söylediği hiç bir şeyi anlayamıyorum. Durum böyle olunca da o konuştu, ben dinler gibi yaptım ve arada "teşekkür ederim" deyip durdum. Sonra kolu omzumdayken indirdim ve elini tutmaya çalıştım o ise "burda yapamam, burda birileri saldırmaya kalkışır, başımıza bir şey gelir" diye söylenip durdu, bende "sikimde değil, kimse de bir şey yapamaz. ikimizde yetişkin iki insanız, kim el ele tutuştuk diye kızabilirki?" diye söylenip durdum ve sonra o "seni amerika'ya götüreyim mi?" dedi durup dururken. Bende ne alaka deyince o "orda hayat daha farkılı. orda sadece sen sen olduğun için kabul görürsün. kişiliğinle kabul görürsün. seni herkes böyle kabul eder, orda özgür olduğunu hissedersin" gibi benzeri cümleler kurdu durdu. Bende "öyle bir düşüncem yok. Ben burdada istediğim gibi yaşıyorum, istediğim gibi rahat rahat kendimi ifade ediyorum, korkan sensin ve kendini ifade edemeyen sensin" diye karşılık verdim. "haklısın" deyip sustu ve sonrada taksim minibüslerinden birine bindik ve o bana sımsıkı sarıldı.

Minibüsde yanımızdaki adamlardan biri sürekli göz ucuyla bize bakıyordu ve ben onun bize baktığını farkedince ihtiyarın yanağından öpüp, omzumdaki elini, yanımızdaki adamın göz ucuyla bakışları arasında öpüp durdum. Sonra taksime geldik ve indiğimiz gibi ihtiyar elimden sımsıkı tutup kalabalığa doğru yürümeye başladı. Bense inanılmaz utandım ve sürekli elimi kurtarmaya çalışıyordum. Çünkü ihtiyar sırf az önceki söylediklerim yüzünden bana inat olsun diye elimi tutuyordu ve ben elimi böyle tutmasından dolayı kendimi kötü hissediyordum. Üstelik benim kendimi böyle kötü hissetmem yetmezmiş gibi, herkes de bize bakıyordu ve gittikçe kendimi inanılmaz kötü hissetmeye başlamıştım. Tüm çabalarıma rağmen ihtiyar elimi bırakmadı ve istiklalin yarısına kadar yüzüm pancar kızarıklığında ilerledik.

Elele yürüdüğümüz o an boyunca insanların bakışları, bana kendimi inanılmaz kötü hissettirdi.  Bunun nedeni iki erkek olarak elele tutuşmuş olmamız değildi, bunun nedeni biri yaşlı, biri çok genç iki erkeğin elele tutuşmuş olmasıydı, bunun nedeni; kendimi, karşımda bize bakan insanların gözlerindeki "oha adam bak, tokmakçısına bak" ifadesiydi, bunun nedeni bize bakanların gözlerinden "toplumun henüz eşcinselliği kabul edemeden, karşılarında; aralarında 15 yaş fark olan iki erkeğin elele tutuşması iğrenç bir şey" adlı bakışlardı. Bense hala ısrar edip "noolur elimi bırak noolur yalvarırım bırak" diye inliyordum, ama o bırakmadı ve sonra bi ara ben elimi kaçırdım ve onun ısrarlarına rağmen elimi vermedim. "Neden" diye soruncada "bana el ele tutuşmak çok komik geliyor. çift olduğumuz belli etmek istiyorsan elimi tutmak zorunda değilsin" diye yanıt verdim.

Çünkü cidden iki erkeğin elele tutuşması, bu akşam onun samimi olmasından dolayı bana trajikomik geliyordu ve bu yüzden elele tutuşmak istemiyordum. Ama çift olduğumuzu da (ondan hoşlandığımı da) saklama çabası yaşamak istemiyordum. O da "tamam" dedi ve elini sadece omzuma attı bende işte böyle daha iyi dedim ve elimi onun arkasından dolandırıp saracakken, piçlik olsun diye arka cebine atıp poposunu sıktım, o ise hemen gülüp "aa hayır yapma" dedi, bende gülüp "tamam ya, şaka yaptım. sende biraz rahat ol. kendini fazla kasma" deyip elimi çekip belini sararak "hayırdır nereye gidiyoruz böyle"diye sorunca, o "çok sevdiğim bi rock bar var oraya gidiyoruz" dedi ve az sonrada ara sokaklardan birindeki sanırım adı "do rock bar" olan bi rock bar'a gittik.

Dışarda herkesin siyah giyindiği, saçların uzun ve herkesin kaşında pirsing olan bir yerdi burası. Tabii uzun saç, birbirinden çok farklı olmayan dövmeler ve top sakalı da unutmamak gerekir. Sanki burdaki herkesi aynı ana baba doğurmuş gibi bir hava vardı. Böyle hepsi birbirine benziyordu. Hani çinlileri görünce ayıramazsınız ya, aynen burdaki herkes de böyleydi. Kimseyi bi diğerinden ayıramıyordunuz. Sanki kardeş gibilerdi, sanki hepsi ikiz, üçüz, beşiz gibi bişilerdi.

Neyse biz içerde sahneye yakın bi yere gittik ve ihtiyar kendine bira söyledi. Bende "bir şey istemiyorum" dedim ve ihtiyar, sahnedeki adama eşlik etmeye başladı. Adam çok güzel şarkılar söylüyordu, rockçı serpilden daha iyiydi. Tek farkı, bu adam o kadar yırtınmasına rağmen hiç terlemiyordu ve o bağırdıkça ihtiyar'da daha bi coşuyordu. Aradan bi kaç dakika geçmiştiki ihtiyar dönüp beni öpmeye başladı ve biz kalabalığın içinde kimseyi siklemeden bir kaç saniyeliğine öpüştük ve kendimi o an inanılmaz iyi hissettim. İyi hissetmek bi yana, anlık da olsa mutlu oldum.

Bize bakan bi kaç kişi yanındaki arkadaşlarını dürtükleyip çaktırmadan bize bakmalarını söylemek için birbirlerinin kulaklarına eğildiler ve siyah kuğular dönüp bize bakarken bu sefer ben ihtiyar'ı kendime çekip bir kaç öpücük kondurdum. Sonra da ihtiyar birasını yudumlayıp yudumlayıp şarkıya eşlik etmeye başladı. Biz bu halde saat 00:30'a kadar takılıp durduk ve sonra da hadi gel tekyön'e gidelim deyip çıktık. Yolda bana "bak orda insanlar bana çok samimi davranacaklar, çok yakın davranacaklar, ne olur yanlış anlama" deyip durdu ve o anda benim jeton düştüğü için ben hemen ona dönüp "hımmm benimle bugüne kadar neden tekyön'e gelmek istemediğini şimdi daha iyi anlıyorum" dedim. O da "evet aynen" dedi.

Çünkü biz ihtiyarla ilk tanıştığımız zamanlarda, ben ona "ya taksim taraflarına gidelim, gece de tekyön'e gider takılırız falan" dediğimde o "ben oraları sevmiyorum, çok kötü ve rezil yerler oralar" deyip duruyordu. İşte şimdi neden buralara gelmek istemediğini anladım, onun burda çok fazla tanıdığı vardı ve aslında düştüğü kadar düşsün dediğim adamlardan biriydi. O da benim gibi istanbul'da tanışmadığı tek bi ibne kalmamıştı ve benimle bara gelirse veya taksim'e çıkarsa o sevmediği ama, sırf siki kalktığı, götü kaşındığı için sikiştiği kalitesiz adamlarla karşılaşacaktı ve utanacaktı. Oysa ihtiyar'ın benim ne kadar rezil olduğumdan haberi yoktu ve bu yüzden bana sen "çok temiz, iyi yürekli, kocaman kalpli birisin" deyip duruyordu. Yani ben ondan kendi gerçek yüzümü saklarken, ona kendini rezil hissettiriyordum. Durumu böyle anlayınca "hayır ya manyak mısın? herkesin hayatına farklı insanlar girip çıkar, bu çok normal. benim de bir sürü tanıdığım ve tanıdığım halde sevmediğim adamlar var. lütfen rahat ol. nasıl biriysen öyle görün, kendini saklama. hiç birimizi diğerimizden daha üstün veya daha farklı değilizki. hepimiz aynı boku yiyip, birbirimizden saklıyoruz. oysa saklamak zorunda değiliz. rahat ol" deyip, buna benzer bir kaç cümle daha kurup onu rahatlatmaya çalıştım. O ise "ohh şimdi daha iyi oldu" deyip elimi eline alıp parmaklarını parmaklarıma kenetledi ve çekiştire çekiştire istiklal'den taksim meydanına doğru yürüdük. Ben de yine "ya elimi bırak. noolur  bırak" deyip durdum. Çünkü bu gece o elimi samimiyetinden tutmuyordu, sadece beni memnun etmek için tutuyordu ve bu durum bana komik olduğu kadar, utandıracak bir hareket gibi de geliyordu.

Sonra biraz daha ısrar edince elimi bıraktı ve biz yanyana hızlıca yürüyüp tekyön'e gittik. Kalabalığı açıp hemen bahçeye çıktık ve o içki falan istedi. Gelen garsonlarla öyle bir samimiydiki anlatamam, selamlaştığı herkesle öyle bir yakınlaştılarki artık midem bulanıyordu ve ben midem bulanmasına rağmen her söylenilene cevap vermek yerine sadece gülüyordum. Ben güldükçe o daha rahat oluyordu ve sonra bi ara beni böyle farkendince biraz durup bana sarıldı ve öpüşmeye başladık. Sonra bir kaç kişi daha geldi ve hep beraber önceki yedikleri bokları anlatıp anlatıp güldüler. Bense onun bu yönünü hiç bilmiyordum. O sandığımdan daha bi boka saplanan biriydi ve bokun içinde olduğunun da kendisi de farkındaydı ve bu yüzden benden utanıyordu. Oysa utanması gereken o değildi bendim. Çünkü çok iyi rol yaparak kendimin bu yönlerini saklıyordum.
Ama dur lan dur. Ben hiç bir şey saklamadım ki? her şeyi açık açık söyledim, konuştum ettim. O yine de bu yönlerinden tanıyorsa utansın ammına koyim. Çok da sikimdeydi.

Neyse işte sonra o yanındakilerden biriyle yarın buluşup sex yapmak için sözleştiler ve bizde geç oluyor deyip bardan çıktık. Onun "yarın buluşacak olmam canını sıktı mı" dedi, bende "yooo benim sikimde değil, hayat senin hayatın. yarın ne yaparsan yap" dedim ve taksiye atlayıp benim evin sokağına kadar geldik. O "yarın işim var" deyip taksiyle devam etti, bende eve gelip osbir çekip uyuya kaldım.

09 Haziran 2012

Kendime mektup

Farklı olacak diye sandığımız hiç bir şey aslında farklı olmayacak. Önceki gün, bugünün içinde yine tekrar edecek, dünkü sayıklamaların bugünde devam edecek, güneş yine doğup, yine batacak.
Yalnız yaşıyorsan bi ekmeği 2günde zor bitireceksin, evin kapısını anahtarınla açıp içeri girecek ve olmayan birini arayacak gözlerin. Tuvalete sıçmak için girdiğinde bir gören olursa ayıp olur korkusunu yaşaman gerekmediği için kapıyı ardına kadar açık bırakacaksın. duştan öylece, yani anandan çıktığın ilk günkü halinle çıkıp içerde dolanacaksın ve sonra uyuyakalıp sabah uyandığında çıplaklığını örtme telaşı yaşamayacaksın.
Bugünde hergünkü gibi olacak. hiç bir farkı olmayacak çünkü sen yalnızlıkla evlisin. Çünkü sen çok iyi birisin ve hayatına girenlerle sadece arkadaş olabilirsin.

Aşık olmak istiyorsan, yanında sana taparcasına seven biri olsun istiyorsan içinde biraz nefret olmalı, insanları sevmemeli ve biraz cinsiyetçi kişiliğin olmalı. Esmerlere bayılıp, sarışınların peşinden koşmalısın, aptalları sevip, zekilerden nefret etmelisin. Yani aşık olmak istiyorsan oyunu kurallarına göre oynayacaksın. Ama hayır sen bi sikim yapamazsın. Oynamayı bile bilmiyorsun çünkü senin kayıtsız şartsız herkese kucak açan, böyle olduğu için de beş para etmeyen bir bedenin var ve sen farkında olmana rağmen, görmezden geliyorsun ama, biliyorsunki insanlar artık kucaklaşmayı değil, arkadan kucaklanılmayı yalnız istiyor. Yanlış yoldasın dostum ve bu yüzden kendini düzeltmelisin stop.

07 Haziran 2012

bence bazen çok fazla düşünüyoruz ve çok düşündüğümüz için çok mutsuz oluyoruz

Bugün günlerden madonna konserinin olacağı her hangi bir dünya günü. Bugünü özel kılan şey madonna değil,  madonna için istanbul'a gelecek olan zorba'nın ta kendisi. Geçen haftaki o tarihi "ben uzaktan aşk yaşayamam, bizim yaşadığımız şey arkadaşlıktan başka bir şey değil" konuşmasından sonra bi daha hiç konuşmamıştık. Ta ki bu sabah konser için istanbul'a gelinceye kadar.

Oysa ben onunla olan o son konuşmamızdan sonra, aynı akşam aradım cevap vermedi, sabah aradım cevap vermedi, akşam olup güneş binaların arkasında kaybolup şehri terkederken yine aradım yine cevap vermedi, pazar günü sabah oldu aradım yine cevap vermedi, akşamında aradım yine cevap vermedi, pazartesi sabah telefonu aldım yine aramaya kalkıştımki artık vazgeçtim. Çünkü, cevaplanmayan her arayışımda telefonu kapatırken "hımmm şimdi işi vardır, müsait olunca o arar" diye kendimi kandırdım. Kendime her defasında aynı yalanı söyleyip, sonra tekrar onu aradım ama o her defasında aynı inatla aramadı beni. En son pazartesi günü artık dayanamadım ve şöyle mesaj attım dedimki;
-hi, deneme
+deneme?
-nasılsın
+iyiyim. teşekkür ederim. bunca zamandan sonra.. sen nasılsın?
-farklı zamanlarda defalarca aradım cevap vermedin.
+bi kaç defa aramak kafi diyorsun
-ben hep "sen müsait değilsin ve müsait olunca ararsın" diye düşündüm
+peki. sen nasılsın?
-bok gibiyim. sen neden hiç aramadın?
+canımın acımasını istemedim..
-o telefon konuşmasından sonra aramalarıma hiç cevap vermedin ve şimdi böyle diyorsun. keşke sadece kendini düşünmesen. cevap vermedin ve böylece senin canın yanmadı. peki cevap vermeyince benim canımın nasıl yandığını, kendimi ne kadar değersiz hissettiğimi biliyor musun?
+bilmiyorum. tahmin ediyorum ama.. O konuşmadan sonra kendimi daha hafiflemiş hissettim ben.. Ama sonra her şey daha ağır gelmeye başladı. Hani bazen "işte bu o kişi" deriz ve o kişi hep en uzak yıldız olur ya, işte sen o şekilde yer ettin benim hayatımda.
-ben seni hayatıma girdin ve hiç çıkmıycan sandım. Ama büyük bi gürültüyle girip, sessizce çıktın. Bu çok acımasızca.
+kaldığım zaman, ne nasıl olabilirdiki?
-nasıl olabileceği hakkında bir fikrim yok. Sadece kalmanı istiyordum, hemde çok.
+kalmayı çok istiyordum bende
-hem fikirler hemen ortaya çıkmaz, biraz zaman gerekir. Olgunlaşması gerekir. Belki de acele ettiğimiz için güzel şeyleriin bize yetişmesine fırsat vermiyoruz. Keşke insanlar biraz yavaş olsa, bazı şeyleri ağırdan yaşasalar.
+bana kızma.
-kızmıyorum. hem öyle bir hakkım da yok. Hayat senin hayatın, ben sadece gelip geçtim.
+Keşke geçmiş olsan.

Görebiliyor musun bilog. Hayat sadece kendisine ilgi gösterilmesini ve peşinden nefes nefese koşulmasını isteyen zorba'larla dolu. Ya bende aynı şeyleri istiyorsam ne yapcaz. Belkide sorunumuz budur. Hep bize ilgi gösterilmesini ve peşimizden koşulmasını istiyoruz. Sonrada akşam olunca tek başımıza yataklarımıza girip, siki tutmuş halde "yalnızlık çok rererö" diye söylenip duruyoruz. Olmaz böyle bilog olmaz.

Hem artık sanki bende kendim gibi birini arıyorum. Benim gibi her haltı yemiş ve yediği haltlardan pişmanlık duymayan birini arıyorum. Kendini defalarca kaybetmesine rağmen tekrar bulmuş birilerini arıyorum bilog. Öyle hayatı boyunca bir şeylerin, birilerinin peşinden koştuğu için artık yorulmuş birini arıyorum. Yenilgiyi kabullenmiş ve bu kabullenişi canını yakmayan birini arıyorum. Çünkü artık yenilgiler canımı yakmıyor ve zaten beni sadece, artık yenilince canı yanmayacak biri anlar, başkası değil.

02 Haziran 2012

Eski aşıklardan şunlar var; Ferhat'la Şirin, Aslı ile Kerem. Yeni aşıklarda bu var; ben böyle aşkın ızdırabını sikerem

aptallık keşke gelip geçici bir şey olsa. Mesela grip gibi, anlık baş ağrısı gibi veya ne bileyim işte hani hapşuruk gibi anlık falan olsa. Ama değil işte amınakoyim. Aptallık sen ölünceye kadar kalıcı olan bir şey ve yakanı ancak ölünce bırakıyor. Onun için bence ona alışarak yaşamak en güzeli..

İşte bu aralar aptallığımın zirvesindeydim ve zirvede olduğumu da farketmemiştim. Zaten ufak tefek güzel şeylere kendimi kaptırıp gidiyorum. Ama kaptırmamam lazım bunu da çok iyi biliyorum.

Neyse işin edebiyat kısmını atlayıp sorunuma gelmem gerekirse; Zorba ile telefon konuşmaları, falan filan derken her şey güzel gidiyor diyordum. Ki öyleydi de. Neyse işte dün yine onunla böyle kakara kikiri konuşurken baktım böyle aniden "tamam hadi sonra görüşürüz" deyip kısaca kesip kapattı. Bende o anda Mecidiyeköy'de sokağın ortasında öyle açıkta duran göt gibi kalakaldım. Çünkü önceki gün yine böyle olmuştu ve "ben seni müsait olunca ararım" dedikten sonra kapayıp aramamıştı. Durum böyle yine tekrarlanınca "dedim nooluyoruz" diye düşündüm taşındım ve sabah işe gelirken telefon açıp konuyu açtım;
"sanki bir şeyler eksik, sanki bir şeyler söylemen lazım ama tutuyorsun kendini. bilmiyorum işte, bir şeyler eksik ve bunu çok fazla hissediyorum" dedim. Zaten hislerimde de yanılmam. Ama keşke yanılsam. Amıma koduğumun hisleri hiç beni yanıltmadı. Hep doğru çıktı ve hep doğru çıktıkları için de onlara kızdım.

Neyse işte, ben ona böyle dedikten sonra o "haklısın. aslında açık olmak gerekirse, bi kaç gündür düşünüyorum. çünkü seninle yaşadığım şeyin bi adı yok. evet ilişki yaşadığımızı söylüyoruz, seni seviyorum ve seninde beni sevdiğini biliyorum. birbirimize karşı samimiyetimizden de şüphem yok. hatta çok uzun zamandır sana karşı hissettiklerimi hiç kimseye hissetmiyordum. ama şimdi durup düşününce ayrı şehirlerde yaşayarak bi ilişki yaşayamayız. ben seninle zaman geçirmek, seninle daha yakın olmak istiyorum" deyince, dayanamadım ve o bana söylemeden önce, ben hemen araya girip "bunları bende istiyorum. şey aslında söylemek kolay ama keşke sen buraya yerleşsen" deyiverdim ve dedikten sonra da bi anda kendimi tuttum. Çünkü cidden onun istanbul'a taşınmasını istiyorum ve belki o zaman hayat sadece Murat Boz'a değil, bize de güzel olacak. Ama o "benim istanbula taşınmam 2 yıldan önce imkansız gelemem. aslında çok çok gelmek istiyorum ama gelemem" deyiverdi. Sonra da işte klasik konuşma baloncukları belirdi gözümün önünde. O konuştu ben balonları doldurdum. Ben balonları doldururken o konuştu.

Aslında ona hak vermiyor değilim, haklı adam. Çünkü ayrı şehirlerde yüzlerce kilometre ötelerde oturup, birbirine telefon açıp yapay "seni seviyorum"ları dile getirmek kolay. Oysa ikimizde bu ne olduğunu bilmediğim siktiri boktan ilişki durumunda, bundan daha fazlasını hak ediyoruz.

O da bana "gel" demiyor değil, "gel" diyor, ama işte bende bunu daha önce çok yaşadım. Defalarca kurduğum düzeni alt üst etmeme rağmen, sonrasında az önce sikilmiş çıplak göt gibi ortada kaldım. Sorun daha önceki yaşadığım bu çirkin olaylar yüzünden ona güvenmiyor oluşum da değil, ona güveniyorum. Ama sanırım artık oluşturmaya çalıştığım bu kendi yaşam alanımda bana dahil olacak birini arıyorum. Asalak gibi birilerinin yaşam alanına dahil olmak, orda kendimi çocukluğumdaki mecburi bir yaşayış hissiyle görmek istemiyorum.

İşte böyle. onunla konuş ediş falan filan derken, telefonu "hadi görüşürüz" deyip kapadık. Ne olacak bilmiyorum. Zaten daha net cevap vermedik birbirimize, yani ne lacak, ne yapacağız bilmiyorum. Ama sanırım kısacası biz ferhat gibi, şirin gibi, leyla ile mecnun gibi yapamıycaz. Biz sikişmek, sabahlara kadar sevişmek istiyoruz. Belki sadece bunu istemiyoruz ama başlangıç olarak birbirimizin bedenini kendi ruhumuzda tüketip kabullenmeliyiz. Böyle uzaktan uzaktan hafatada 1 veya 2 hafatada bir görüşmek hem bana göre, hem de ona göre değil ve zaten o da "ben böyle yapamam" diyor. Hem boşverdim bende, zaten adettendir; güzel şey'ler kısa sürer ve belki de sırf kısa sürdükleri için olsa gerek, bu kadar güzeller.