-->

30 Mayıs 2011

Denemelik ve üstelik yetmezmiş gibi bide karmakarışık bir hikaye

Bakkal murtaza o gün karısı necmiye'nin sabah namazına kalkarken çıkardığı gürültüyle uyandı. Tek çizgi üzerinde çıkmışlar gibi, düzenli bir şekilde ard arda 3 tane kıl dönmesi bulunan çirkin götünü tavana dönmüş olduğunu farkettiğinde "cehennem çukurunda yatıyorum da farkında değilim" deyip, göbeğini kaşıyaraktan sikini tavana döndürdü. Uykusunu dağıtmaya çalışan karısının yerli yerinde yaptığı hareketlerle, murtazanın uykusu tamamen kaçtı ve "allah allah" nidalarıyla kalkıp tuvalete gitti. Gök gürültüsünden azcık daha sakin bi osuruk, tuvaletin hangi renkte olduğu belli olmayan duvarlarını yalayıp, açık olan pencereden günün ilk ışıklarına doğru yol alırken, murtaza da burnuna gelen kokudan önceki gün yediği ıspanak çorbasını çok tuzlu olduğunu anımsadı.

Çorbayı karısı değil, 3 duvar, bi tavan ve sadece ön camdan oluşan marketine her gün gelip giden, haftada bir tek kangal sucuk karşılığında murtaza'ya götünü ve pörsümüş göğüslerini elleten şaziye yapmıştı. Şaziye mahallenin en sevilen kadınıydı. Zaten niye sevilmesindiki, bu kadar ucuza götünü elleten zor bulunurdu. Herkes şaziyenin orospu olduğunu bildiğinden dolayı kimse onun dedikodusunu yapmıyordu. Çünkü herkesin bildiği sır sır değildi ve bu yüzden olayın çekici bir yanı yoktu. Şaziye'nin kocası Berke tır şöförüydü ve geçen haftadan bu yana uzun bi yola çıkmıştı.

Berke tır şöförlüğünü şaziyeyle evlendikten sonra yapmaya başlamıştı. Uzun yolları seviyordu. Sevmesinin nedeni ise her yolun, onu karısı şaziye'den uzaklara götürmesiydi. Berke 52 yaşına merdiven dayamışken, merdivenin bazı basamakları çatırdıyordu ve o da bu çatırdamaları çoktan duymaya başlamıştı. Bu yüzden  hayattan olabildiğince zevk almaya bakıyor ve yaşayacağı güzel günlerin, kara toprak altında geçireceği sonsuz günlerden daha güzel olacağının farkındaydı. Aslında uzun yolları bir tek şaziye'den uzağa gittiği için sevmiyordu, yanına aldığı muavini yüzünden de seviyordu.

Berke'nin muavini Sefa 22sindeydi. Kara kaşlı, kara kaslı ve kara gözlü. Hafif zayıf ve çelimsiz bedeni, yaşlı ibnelerde tahrik unsuru fazlasıyla etkili bir bomba gibiyken, o da hafif göbekli, hafif kıllı ve hafif şehla bakışlı erkeklerden hoşlanıyordu. Göbek onun için her şeydi. Ne olurduki allah diye isimlendirdiği şu yaratan ona da bi göbek verseydi. Ama yok. İnandığı allah'ı, sefa'ya bi göbeği çok görüyordu ve bu yüzden sefa'ya diğer göbeklere ilgi göstermesini salık vermişti. Sefa annesi necmiye'den nefret ettiği kadar, babası murtazanın göbeği hariç, tüm erkeklerin göbeğinden hoşlanıyordu.

Sefa'nın Berke'nin göbeğine aşık olduğunu, Berke ve Sefa dışında hiç kimse bilmiyordu. Şaziye'nin Murtaza'ya verdiğinden hiç kimsenin haberi yoktu ve Murtazanın karısı, yani Sefa'nın annesi Necmiye'nin, yıllardır Berke'nin karısı Şaziye'ye aşık olduğunu bi tek allah biliyordu.

24 Mayıs 2011

Yeni iş yerinden herkese helloooo

Burgercilikten geçen hafta elimi, kolumu, sikimi sallaya sallaya çıktım ve çıkmadan önce ayarladığım ofisboyluk işine de dün itibariyle girmiş bulunmaktayım. Gerçi bu yeni ofis işini ayarlamasaydım, burgercilikten nah çıkardım, ama işte ayarladım ve çıktım. Zaten önceki, göt gibi açıkta kalma tecrübelerine dayanaraktan şunun altını çizmek isterimki; bir iş yerinde çalışırken başka bi iş ayarlamadan çıkmak, pek akıllı işi değil. Gerçi ben bunu daha önce ayıp ve ikiyüzlülük olarak düşünüyordum ama işte öyle değil. Çünkü çalıştığın yer seni düşünmüyorki, sadece sömürüyor. Dolayısıyla bu şartlar altındayken kalkıp namuslu takılmanın bi anlamı yok. O yüzden sakince kendine iş arayıp, uygun işi bulduktan sonrada çalışmakta olduğun iş yerinden siktir olup çıkmak en güzeli. Ben de o yüzden bu işi ayarladığım gibi, burgercilere dönüp "nanik" yaptım.

Bu yeni iş öncekinden daha güzel. Böyle bi pasajın içinde bi yer. Her tarafta farklı insanlar, farklı işler falan var. Herkes kendi işinde, gücünde falan. Zaten kimse kimseyle de pek muhatap olmuyor. Bi tek sabah gelirken karşılaştığın konu komşuya, mutluymuş gibi sırıtıp"günaydın" deyip ofise giriyosun, akşam ofisten çıkarken de karşılaştıklarına yine mutluymuş gibi sırıtıp "iyi akşamlar" dileyip yoluna devam ediyosun. Konu komşuyla muhabbetim şimdilik bu kadar.  Güzel bi iş ya, hiç öyle diğer işlere benzemiyor. En güzel taraflarından biri de; daha önce de böyle bi işte çalıştığımdan dolayı, alışma süreci falan fistan gibi, iş hayatındaki sikimsonik ezik piskoloji hallerini yaşamamış olmak oldu. O yüzden gayet rahat rahat, paşa babamın iş yeriymiş gibi gelip kuruldum.

Çalışma biçiminde de bi sıkıntı yok. Sadece telefonlara bakıyorum, patron burdayken çayını falan filan götürüp getiriyorum, akşama kadar orayı burayı kontrol edip ortama sahip çıkıyorum, bide patron yokken biri geldimi buyur edip, patron gelinceye kadar hal hatır sorup oyalıyorum. Bu arada da işte nezaketen ağzımı yuvarlayıp "ne içördönöz" diye sorup bi isteği varsa veriyorum.

Bu istek kısmında bazı görmemişlerki varki hemen "kola alıyım" yok "soğuk bir şeyler alıyım" diye bi havalara giriyolar ki sormayın. Lan denyo bi bardak soğuk su senin neyine yetmiyo, iç suyunu işte daha ne istiyosun. Ama yok işte "yok kola alıyım, yok bilmem şunu alıyım, bunu alıyım" deyip duruyorlar. Bende o zaman "lan alışınız ne kuvvetliymiş" diyesim geliyor da, terbiyem el vermediği için tutuyorum kendimi.

Ama yeni iş gerçekten güzel ve çok kolay yaw. Hatta ohh kebap kebap. Böyle gelip işte günlük rutin işleri yapıp nete takılıyorum, gay sitelerinde dolanıp, twitter'a falan giriyorum. Ohh yan gel yat osman hesabı. Yalnız pencereler sinek bokundan dolayı çok pis görünüyor oda ayrı bi konu. Gerçi haftada bi defa temizlikçi kadın geliyormuş. Etrafta ne var ne yok, ne yapılması gerekir tarzı şeyleri not alıp kadına söyleyecekmişim. Ama hafta sonuna kadar da beklemek çok zor lan, dur ben bi silip geleyim. Hem patron gelince biraz gözüne girerim.

                                         -------------------------------------

Yarım saat sonra:
Pencereleri sildim. Anam sinek boku değil sanki dersin inek boku gibi. Mübarek nasıl yapışmışlar cama anlatamam. Dersin tezek gibi. Sil sil gitmiyo. Cam sil bitecekti az kalsın. Patron beni camları silerken görür de güzel olur diye düşündüm ama, ııh hiç gelen giden yok. Öyle pencereleri silmekle kala kaldım.

Ya onu bunu boşverinde, işte ben çalışmaya başladığımı yazmak falan istedim. Hani insan mutsuzluğunu rahat rahat paylaşırya, bide mutluluğumu paylaşıyım dedim. Güzel iş ya, sigortam da var, yemek kartım da var, maaş desen zaten burgerciden daha iyi. Sevdim ben bu işi ve yeni patronumu.Hadi herkese çok kolay gelsin.

22 Mayıs 2011

15 yaşında da olsan bir çok şey öğrenilebiliyosun. Yeterki tüm salaklığını yanına alıp, kötü insanlarla bi an önce tanış.

Yaşamak için çevremdeki hiç kimseye ihtiyacım olmadığını anladığımda 15 yaşındaydım. Sevdiklerimin, bedenime bile dokunmadan canımı en çok yakan insanlar olacağını acı bi şekilde öğrendiğimde de 15 yaşındaydım. Ne tesadüftürki hiç kimseye güvenilmeyeceği öğrendiğimde de 15 yaşındaydım.  Çevremde "ağzı ve kırpacak bir gözü olan herkesle sex yapılabilir" diye düşünen insanların yaşadığını öğendiğimde de 15 yaşındaydım.

Sanırım ilk ciddi saxolarımdan birini de işte o yaşlarımdayken, 2 gün önce tanıştığım 40 lı yaşlarında göbekli, kirli sakallı, bıyıklı ve esmer bi adama çekmiştim. Bana 10 lira vermişti. Önce (nedenini bilmediğim ama şimdi çocukluktan olsa gerek diye düşündüğüm) içimi garip bi sevinç kaplamıştı. Ama aklım başıma gelip, parayı yavaşça olduğum yere bırakıp adamın gözlerinin içine, kendi gözlerim dolu dolu bi halde bakıp arabadan inmeye kalkıştığımda aradan yalnızca 5 dakika geçmişti.

Arabadan inip yol boyunca yürümeye başladığımda ve şehir dışında kuş uçmaz kervan geçmez bi yerde olduğumu anladığımda ise sadece 10 dakika geçmişti ve ben onun arkamdan gelip yalvarmasından sonra mecbur olduğumu anlayıp, tekrar arabasına bindiğimde ise taş çatlasın en fazla 15inci dakikadaydık.

Kimseye artislik yaparak bi yere varılamayacağını öğrendiğimde 15 yaşındaydım. Kimsenin bana artislik yaparak bi yere varamayacağını öğrendiğimde de 15 yaşındaydım. Çok sevdiğim insanların aslında paranın her şeyi satın alabileceğine inanan insanlar olduklarını öğrendiğim de 15 yaşındaydım.

Çok sevdiğimi sandığım, ama aslında bi sikim olmayan insanları hayatımdan çıkarmak için her hangi bir bahaneye ihtiyacım olmadığını anladığımda da 15 yaşındaydım. Bu yüzden hayatıma sokup sokup çıkardığım insanların benim için değeri, bana verdikleri değer kadar oluyor. Ne kadar sevilirsem o kadar seviyorum, ne kadar değer verilirsem o kadar değer veriyorum. Ama aslında hep yanlış anlıyorum. Çünkü ben, aslında anlık zevkleri için sevilip değer veriliyorum. İşte bunu anladığımda karşımdakini ne kadar büyük bir yanlış anlamayla sevmiş olsamda, canım yanarak hayatımdan sessizce siktir ediyorum, yada olmadı hayatlarından sessizce siktir olup gidiyorum. Hani kimseye akıl vermiş gibi olmıyım ama; değer verdiğiniz herkesin bi gün götünüze, ağzının sularını silerek bakacağını hiç unutmayın.

17 Mayıs 2011

2 hamburgere götümü siktirecek değilim ya, verdiğin para neyse o kadar çalışırım

Hatırlarsınızki geçen aylarda, dünyanın siktiri boktan ünlü bir burgercisinde işe girmiştim. Hah işte ben o burgeciden çıktım. Çünkü işe verdiğim emek sonrası götümden akan ter ve ay sonunda aldığım parayı karşılaştırınca, geriye nerdeyse iki kuruş için götümü siktirmediğim yalnız kalıyordu. Bende bu karşılaştırmaları yapınca, içimden "sikerim işinizi gücünüzü" dedim ve vurdum kapıyı çıktım. Hatta bundan bi önceki işimden memnun değildim ya, hah inanın bu işte çalışırken onu bile havada karada görsem kapcak hale gelmiştim. Anam iki burger için çektiğim eziyet ve elime geçen para, kedi götüne sürülecek merhem kadar anca oluyordu. Gerçi bu burgerci eski işimden daha iyi kazandırıyordu, ama yani ay boyunca eşşek gibi çalışıp, ay sonunda keçi boku kadar maaş almak insana fena koyuyo. Bende böyle bu tür şeylere gelen biri değilim. Bide verilen 2 kuruş para sonrası elemanlar arası bi afra tafra vardıki, dersin sanki sarayda çalışıyoruz. Zaten çalıştığım süre boyunca müdüre  günde 10 defa "siktir len" çekmemek için kendimi zor tuttum. Hatta bi yerden sonra, aramızda öyle bi gerginlik olduki, bende gün içinde saatim dolunca, kimseye söylemeden kartımı çekip çıkıyordum. Ama benim bu hareketim bütün elemanlar arasında konuşuluyordu. Neymiş efendim ben kimsenin lafını dinlemiyor muşum, müdür falan dinlemiyor muşum, elemanlar arası huzursuzluk yaratıyor muşum falan da filan. Ammına koyduklarım sanki beni eleman olarak almamışlarda, köle izawra olarak almışlar. Bi ara bu dedikodular kulağıma gelince anladımki bana güle güle denilecek, bende işte oturdum düşündüm, bana siktir çekilmeden kendim siktir olup çıkmaya karar verdim. Hem kendim çıkarsam havalı olur diyerekten, onların bana kapıyı göstermesine fırsat dahi vermedim. Ayol bana iş mi yok, en az 2 gün sonra bundan daha fıstık, bundan daha güzel yeni bir iş bulurum.

Hem zaten bu tür burger murger işlerine girip, akşama kadar tuvalet temizlemek bana göre değil. Düşünsene kadın geliyo pedini gözünün içine baka baka, utanma arlanma olmadan kenara bırakıp gidiyo, sende güzel bi ağız tadıyla "hanım hanım al bunu anan ammına sok" bile diyemiyorsun. Üstelik ben bu tür şeyleri hemen karşımdakine söyleyen biriyim, ee tabii böyle sikindirik bi işte çalışırken kimseye bir şey diyemiyorsun ve bende bunları diyemediğim için, resmen içime dert oluyordu.

Kadınların ped dertlerinin bitmek bilmemesine, artık bi yerden sonra alışmaya başlarken, erkeklerde ise pislik olma durumu; en fazla ellerini temizledikleri peçeteyi çöp kutusuna atmak yerine oldukları yere atmaları oluyor. Zaten erkeklerin bana dert olacak başka bi yönleri yok. Adamlar tuvaleti "işe ve çık" mantığıyla kullanıyorlar. Gerçi bazı yaşı ilerde olan koca adamlar eğer lavabo kısmında başka kimse yoksa açık açık siklerini size göstererek işiyorlar. Onların sanırım üniforma, işçi tulumu gibi fetişleri olduğundan olsa gerek. Yoksa benim gibi işçi parçasına sikini ne diye göstersin hala anlamış değilim. Yani öyle yakışıklı, boylu poslu falanda değilim. Kesinlikle üniforma ve işçi tulumu fetişleri vardı. Bi kaç tane biraz yakışıklı olan sikini gösterince bende birazcık bakındım, ama daha fazla ileri gitmedim. Çünkü korktum ve eğer yakalanırsam pembe teskere alıp işten kovulmak daha kötü olurdu.

Onlar dışında birde tuvalete gelip birbirlerinin siklerini kontrol eden tiplerki varki allah allah. Bunlarda işiyor numarasına yatıp kemerlerini sıyırıp birbirlerine taşşakları dahil pipilerini gösterirler. Genelde kimsenin olmamasına dikkat ederler ve başbaşa kaldıkları ilk anda kemerler fora olur. Ben bi iki tanesini yalnız yakaladım ama diğer çalışanlardan duyduğuma göre bu tür olaylar çok sık oluyormuş ve kimse de kalkıp bir şey diyemiyormuş. Zaten kim kime ne diyecek ki? Sonuçta karşılıklı bir gönül rızası, bir memnuniyet söz konusu. Bende gördükçe  bir şey diyemiyorum. Zaten olayı farketme şekli, genelde aniden tuvalet kısmına girdiğimde oluyordu. tuvalet kısmına bi giriyorsunki, bakıyosun herkes alel acele toplanıyor ve o an farkediyorsunki meğer adamlar taşşak, sik ne varsa ortaya serip birbirlerinkine bakıyorlar. Zaten böyle anlarda ikisi beraber çıkıp gidiyorlar.  Artık nereye gidiyorlar bilmiyorum.

Neyse erkeklerde durum yalnız ibnelikle kalıyor, ama kadınlarda büyükşehir belediye çöplüğünden farksızlar. Iyyy mırtıplar. Ped med, ne varsa orta yere atıp götlerini sallaya sallaya çıkıp gidiyorlar. Bide giyinişleri, halleri, edaları yok mu? Dersin bu kadının boynuna bıçak tutsan, asla çöpünü böyle orta yere atmaz. Ama iş te hiçte öyle değiller. Bu süslü püslü kokoşlar kadar pislik kimse görmedim, duymadım, bilmiyorum.

Neyse ben bu işten çıktım ve zaten başka bi iş ayarladım gibi bile. Eğer kaza bela olmazsa bi kaç gün sonra bir ofiste işe başlıyorum. Düşünüyorumda ben bu burgerciliktense, ofis işlerini daha çok seviyorum. Gerçi yaptığımız işleri sevmesekde sike sike çalışmak zorundayız ya neyse.

16 Mayıs 2011

Bi yabancıyla çıkmanın en güzel yanı, herkesin birbirini "acaba önemli bir şey mi dedi" diye can kulağı ile dinlemesidir

3 gündür elin gavur amarikalısıyla; o köşe senin, bu köşe benim, şu köşe acaba kimin misali, kuduruk köpekler gibi dolanıp duruyoruz. Gerçi kuduruk köpekler gibi dedim ama kuduruk olan sadece benim. Elin günahkar gavurunun günahını almaya gerek yok. Çünkü o gayet efendi efendi dolanıp duruyor. Ama benim durduğum yok. Çünkü caddenin ortasında kalın kaşlı kıro bi adam olarak, yanımdaki gayet düzgün adamı yanağından öpmeye çalışıyorum, ama beyfendi önce soluklanıp etrafına bakınıyor sonra öpüşüyoruz. Oysa etrafına bakınıp kontrol eden kişi ben olmalıydım. Yanlış giden bir şeyler var behçet, anlamıyorum.

Çünkü bizim sülaleden biri, beni adamın birini yalap şalap onca kişinin içinde öptüğümü görürlerse direk alnımın ortasından vurduktan sonra, lağım çukuruna atıp üstüme tezek dökerler. Ama yok, benim tedirgin olmam gerekirken o benden daha tedirgin. Hele bi de biz, bi ara böyle farketmeden ele ele tutuşmuşuzki oohhhhoooo, karşıdan gelen direk ellerimize bakıyor ama bizde hiç farkında değiliz. Böyle sanki iki ülke arasındaki meseleleri çözüyormuş gibi harala gürele konuşuyoruz. Ne konuştuğumuzunda hiç farkında değilim. Her halde havaların neden böyle güzel olduğunu konuşmaya çalışıyorduk. Neyse işte böyle farkettirmeden el ele tutuşmuşken, ben milletin bize baktığını farkedince hooppadanak elimi çekip koluna girdim. O da olayı farkedince gülümsedi. Ben ehi ehi ehi dedim sonra yolumuza devam ettik. Şimdi böyle diyorum ama o da rahat değil cidden. Hatta bi ara bana demez mi "sokakta kötü kadını, otelde iyi kadını oynarım" bende "sittir lan" dedim. Sonra güldük.

Neyse işte, çata pata tarzanca ingilizcemle bi kaç gündür böyle onunla gülüp geziyoruz falan güzel. Bi tek harcamalar konusunda ilk gün anlaşamadık, şimdi artık anlaşıyoruz. Herkes kendi zıkkımlandığını ödüyor ve kimse kimsenin hamallığını yapmıyor. Hayır ikramı seven biriyim ama ne yazıkki ilişkilerde para işin içine girince, ben taş kesiliyorum. Sevmiyorum abi öyle başkasının cebinden geçinme şeylerini. Herkes kendi hesabına göre yaşasın mantığını düstur edindim, bundan şaşmam, karnımı da 2 gündür seviştiğim adama doyurtmam. Bu anlamda bi kaç defa nedeni sordu, ama neden söylemeye gerek yok. No no no no deyip geçtim.

Böyle böyle, aralarda hafif kavga ederek günü geçirip akşamı ediyoruz. Ama akşamda koluma yapışıp hadi otele gidelim diyor, bende "kusura bakma senin bu yeni oteli sevemedim atmosferi, lobisindekiler falan hoşuma gitmiyorlar o yüzden gelmek istemiyorum" deyip konuyu kapatıyorum. Sonra otelin sokağında yapışıp bir iki saniyeliğine öpüşüyoruz ve o gidiyor. Bende eve gelip osbir çekip uyuyakalıyorum.

Bu akşam yine görüşcez ve bu gece son buluşmamız olacak. Çünkü o yarın gidiyo, bende yine sap sap ortada kalıcam. Ayy bunu düşündükçe hafif sıyırır gibi oluyorum ama olsun, sonuçta şimdiye kadar hayatımda o olmadan yaşayıp gidiyordum, bundan sonrada öyle yaşarım olur biter diye düşünüyorum. Ki öyle de olur zaten. Çünkü fazla abartmaya, işin bokunu çıkarmaya gerek yok. Bide adamla aylar önce ilk tanıştığımız zamanları düşünüyorumda, o benim götümden ayrılmıyordu, ben kaçıp duruyordum. Şimdi ise, onun götünde ben varım ve her fırsatta gözlerine dalıp gidiyorum. Gözleri o kadar güzelki ve hafif yuvarlak öyle güzel bi göbeği varki, allahım istiklal'in ortasında ısırmamak için kendimi zor tutuyorum. Sonra kol kola girip kanka gibi dolanırken dayanamayıp bazen kolunu öpüyorum, o da durup hafif gülerek, hafif kızarak falan gözüme bakıp gülüyor.

Bide dün istiklal mado'da oturup dondurmaları yerken biraz ailesinden bahsetti. Bi halası lezbiyenmiş ve evliymiş, alesi de gay olduğunu biliyormuş. Ama tipe bakıyorum hiçde öyle gay gibi durmuyor. Yani allahım bu nasıl gay olur deyip duruyorum. Tabii o da beni gay'e benzetemiyor o ayrı konu, ama ben ibnenin önde gideniyim bundan onun haberi yok. Ya neyse de, ne bileyim böyle birinin gözüne baktım mı, kimin ne bok olduğunu şıp diye anlarım, ama buna bakıyorum "ıııh gay değil. Kesinlikle gay değil" deyip duruyorum. Allahım zaten baktıkça daha bi hayran oluyorum ve bu yüzden sürekli "owwwff" çekip duruyorum. O da bunun üzerine "ne oldu"  diyor, bende "hiiiç" diye söylenip, kırıtarak başka yönlere bakıyorum. Bu anlarda elimi tutuyor ve içimde güzel şeyler oluyor. Böyle kızgın kumlardan serin sulara atlamışım gibi, yada "sırf romantizm olsun diye buz gibi bir cornettoyu tutup götüme sokmuşum" gibi bir şeyler kıpraşıyor içimde. Böyle bi elim ayağım birbirine dolanıyor, içime sanki bi maymun kaçıyor.  Kalkıp perende yapmak, sağa sola uçan tekme falan atmak istiyorum. Böyle anlarda içimdeki maymunu zar zor sakinleştiriyorum.

Bu akşamda buluşcaz ve o yarın gidiyor. Ammına koduğum elin adamına "acaba aşık mı oluyorum?" veya "aşık mı oldum?" diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Öfff şimdi aşık olmak sırası değil. Kesinlikle aşık olmamalıyım. Hem adam türk bile değil, türkiye'de bile oturmuyor.

Aslında bazen en mantıklısının böyle bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Çünkü bizim götü kalkık türklerden ve hayatının ammına koyup ortada bırakan orospuçocuklarındansa, böyle birine aşık olup 2 ayda bir görüşmeyi daha mantıklı buluyorum. Zaten çok ileri derece bi yabancı dilimiz olmadığı için, konuşup tartışacak pek bir şeyimiz de olmuyor. Gerekmedikçe de konuşulmuyor ve gereksiz konuşmalar yüzünden kimse kimseye surat yapıp götünü dönmüyor, kendini bi bok sanmıyor, bildikleriyle kimse kimseye üstünlük taslamıyor ve bir ilişkide en önemlisi karşındaki kişi konuşurken "acaba önemli bir şey mi dedi"  diye, herkes birbirini can kulağıyla dinliyor.

Üstelik adam gayet mütevazi, kendi halinde ve üstelik dünya yıkılsa hiç heyecan, panik yapıp koşturmuyor. Allahım bide yaşı falan da güzel 33. Zaten şu 30 larında adamlar hiç bir şey yapmasınlar, sırf yaşlarından dolayı yeterince sexiler. Tek bi kötü alışkanlığı var o da sigara içmek. Bu kötü alışkanlığına bende iştirak ederek kötü olmaktan çıkardım. 3 gündür fosur fosur sigara içiyorum. Ah bide sigara içerken kendimi bi sexi hissediyorum ki sormayın. Sanki dersin elimde sigara değilde,  vibratör tutuyorum.
Yalnız adamın yaptığı hiç bir şey gözüme batmıyor. Her şeyi tatlı geliyor, sanki başka bi hava, başka bir güzellik var. Böyle hiç yabancı bi yüzü yok, al götür evde konu komşuya "emmioğlum" de, beraber sessizce yaşayın gidin.

Neyse işte, sanırım aşkta bu seferlik turnayı gözünden vurdum sayılır. Yalnız turnayı 2 ayda bir görcem o da ayrı bi konu.

15 Mayıs 2011

Amerikalıları seviyorum. Ama hepsini değil, sadece tanıştığım ve iyi olduğuna emin olduklarımı.

Önceki gece siki taşşağı sermiş canım sıkıla sıkıla bi kaç film izleyip nete takıldım. Sonra bu can sıkıntısı bitmek bilmeyince bende gecenin 1'inde kalkıp bara gittim. Zaten bu tür can sıkıntılarımda genelde yalnız kalmamak için kalabalık içine dalarım. Belki de kalabalık içine girerek yalnızlığımı saklamaya çalışıyorum. İnsan kalabalıkta farkedilmez, hayatına daha rahat devam eder gider ya, bende öyleyim işte. Kendimi her defasında insanlardan kaçarken bulsamda, bazen çok fazla uzaklaştığımı farkettiğim anda yavaşlayıp onlara geri dönüyorum. bu yüzden insanlardan kaçarken çok fazla uzaklaşmamaya dikkat ederim.

Dün gecede böyle oldu. Bende kalkıp tekyön'e, sapın götün merkezi, kimsesiz gaylerin tek açık kapısından içeri girdim. Artık midemi bulandırmaya başlayan müzikleri ve gittikçe daha bir kadınlaşan daimi tipleriyle yine aynıydı. Koca mekanda, geçen gün pazardan aldığım 5 tl tişörtüm dışında bi değişiklik yoktu. Pantolonumu anlatmaya gerek yok. O benim derim gibi oldu çıktı. Onunla teee ebemin amına kadar gidip geldim. Zaten askere gitmeden önce, cebimde son kalan paralarla almıştım. Ulan harbi ha, ben bu pantolonla askerliğimi yaptım, 153 tane sevgili, 2 cumhurbaşkanı ve 1 başbakan, yüzlerce milletvekili ve milyonlarca arkadaş eskittim. Ama bana mısın demiyor. Sağolasın terkos pasajı.

Neyse işte bara, 5 lira tişörtüm ve tüm havamla şıkır şıkır girip, salına salına eş dost, tanıdık ahbap çavuş falan, kıyıda köşede benim kadar ezik ne kadar adam varsa selamlaşıp kenara çekildim. Kenara çekilince aklıma gelen ilk şey "allahım ne kadar çok ibne var?" düşüncesiydi. O sırada duvara yansıttıkları götüntüde Charlie Chaplin videolarından birini oynatıyorlardı. Hayret hiç böyle şeyler yapmazlardı. Çok şaşırdım, hoşuma da gitti. Kenara çekilip videoyu gözümü dahi kırpmadan izledim. Çok güzeldi. Beni izleyen gaylerin neden videoyu izlediğimi şaşırmalarına şaşırdım ve video 10 dakika sonra bittiğinde dönüp artık ne yapacağını şaşırmış olan kalabalığı izlemeye başladım.


Bi ara çirkinlere çok fazla dalıp gidince, artık biraz seçici olayım dedim ve loş ışıkta "yakışıklı mı acaba bu?" diye biriyle karşılaşınca yavaşlayıp, etini budunu göz kararı birazcık süzdüm. Bir iki göz atmadan sonra gördümki çok da ahım şahım bi parça değil, içimden "yok yahu bu kadar da düşmiyim. Hani tamam, allah her tür insan yaratıyor ama yani her tür insanı yarattı diye, bende her tür insanla yatacak değilim" diye geçirdim. Böyle bi düşünceye varınca, adamı  bu yüzden boş verdim ve yine kalabalığa döndüm. Sonra adam da ona bi daha bakmadığımı görünce, yanımdan geçerken bana tavır yapıp gitti. 30larına gelmiş koca bi öküzsün, hala o karanlığa rağmen, göz bebeklerinin en derinine dalıp giden birine, bi merhaba demeyi bilmiyosan ben ne yapıyım amcık, sen git öl daha iyi.

Zaten şu koca adamların neden genç kız gibi davranıp, naz yaptıklarını anlamış değilim. İşte böyle böyle oyalanıp dururken dedim artık gideyim ve bu yüzden bende bulunduğum köşeden çıkıp dış kapıya yakın bi yerde durdum. Bi 5 dakka oyalanıp tam çıkacekken hoop bi baktım bizim aylar önce tanıştığımız amerikalı.

Ben önce onu tanımadım, daha doğrusu netten resimlerini gördüğüm denyo türklerimizden birine benzettim ve o yüzden o bana gülüp dururken önce olayı anlamaya çalıştım. Sonra gülüşü sırıtmaya dönüşünce tanıdım, hemen elimi uzatıp "merhaba" dedim. Ama bu bana bi sarıldıki dersin aylardır görmediği amcası oğlunu yeni görmüş de, özlemle sarılıyor. Neyse o sarılınca bende sarıldım ve 2 erkek vucudu bir olunca sikler bayram eder misali hoppadanak öpüşmeye başladık. Zaten özlemişim piçi, böyle bi öpüştük falan hiç duracak gibi değildik. Bi ara öpüşmekten midem bulanır gibi olunca öpüşmemiz bitti ve ayrılıp birbirimize bakıp güldük. Neye güldük bende bilmiyorum ama onu görmek güzeldi. Sanırım onu gördüğüm için gülmüştüm. Sonra müziğe ve kalabalığa odaklanıp oyalanmaya başladık ve arada yine birbirimize dönüp bakıp bakıp güldük. Baktık sürekli böyle gülüp durcaz yine öpüşmeye başladık.

Öpüşmeyi seviyorum bunda sorun yok, ama şu tükürüklü öpüşmelerden artık tiksinmeye başladım. Hele birde ağzıma türkürür gibi bol tükürüklü öpüşenler varki, dersin bana gıcık alıyorda öcünü anca böyle alıyor. Ayy dayanamadım ağzını ve çenesini bi elimle sıkı tutup, sanki romantik takılıyormuşcasına dudaklarını birleştirdim ve birazcık öyle öpüştük. Ben öyle yapınca anladı ve artık nazik nazik öpüşmeye başladı. Bide aslında hayvan gibi anlatıyorum ama adam hiç öyle hayvan gibi de değil. Gayet düzgün efendi ve dışardan bakıldığında Tekirdağ'da falan büyümüş bi denyo gibi duruyor. Zaten biz onla ilk tanıştığımız zamanda ben onu türk sanıp tanışmıştık. Sonra hello mello işin içine girince dedim tamamdır boku yedik.

Barda ayaküstü böyle bi, kaç defa daha birbirimizi yedik ve sonra "bahçeye çıkalım" dedim ve beraber bahçeye çıktık. Sigarasını çıkarıp uzattı "sağol" dedim. Sonra bana "sende alkol yok, sigara yok ohh hayat sana güzel" dedi. Elin amarikalısı bizim türk sıperstar Murat Boz'un sözünü ezberlemişde laf yapıyo, "anan ammı =) tamam ver bi sigara yakıyım" dedim. Sigarayı uzattı, bi tane alıp elimde biraz yuvarlayıp ucundan fazlalaşıp çıkan tütününü döktüm ve öyle yakmasını rica ettim. Ne yaptığımı sorunca böyle yapınca daha rahat içiliyor dedim. Ağzını büzüştürüp "hımmm hööömmm" yaptı ve o da kendi sigarasını yuvarlayıp içmeye devam etti.

Aslında bende sigara içen biri değilim ama sigaraya gizli bi sempatim falan mı var ne anlamış değilim. Sigara içmeyi sexi buluyorum. Havalı geliyor bana. Hatta sigara içen bir erkek gördüğüm zaman, tahrik oluyorum. Bide öyle herkese değil, sadece yakışıklı insanlar ve karizmatik kişilere yakıştırıyorum. Onun dışında coluk cocuk, karı kızın elinde sigara görünce midem bulanıyor, o yüzden sigara içmiyorum. Neyse işte, biz bunla böyle sigaraları içerken benimki daha çabuk bitti ve gösterip "bak gördünmü daha çabuk bitiyor" dedim. güldü. Sonra bi tane daha yakıp benim gibi yuvarladı ve yaktı. Beraber o sigarayı içtik, sonra da "hadi çıkalım" deyince çıktık.

Taksim meydanına geldiğimizde kalabalık yine aynıydı. "Ben açım yemeğe gidelim mi" dedi "siktir et ya, gel benlen" deyip kızılkayalara çektim. Islak hamburgeri ingilizceye "water hamburger" olarak çevirip bundan yiyelim dedim ve 2 hamburger alıp döndüm. Karnım aç değildi o yüzden hamburgeri bitiremedim ve o kendisininkini bitirince benimkini de verdim. Piç çok açtı ve hammm diye benimkini de bi anda bitiriverdi. Sonra meydanda dolanıp durduk ve bana "otelime gidelim mi?" dedi. Geçen sefer onca davetine rağmen gitmemiştim, bu sefer türk misafirperverliğini göstermek için tamam dedim ve gittik. Odaya çıkıp hiç oyalanmadan soyunduk ve yatakta birbirimizi kudurttuk. Bi kaç defa boşalıp durduk ve uyuya kaldık. Sabah 11 de sevişerek uyandığımızda, yeşil gözlerine bakıp, güzel burnunu öperek serçe parmağım kadar sikiyle beni sikmesini rica ettim. Ama o sikini götüme sokmadan önce, kendi serçe parmağını götüme bi soktuki ben sikilmekten o anda vazcayı verdim. Anam o neydi öyle canım yandı valla. Tuvalette bile bazen kolum kadar bokum geldiğinde canım o kadar yanar, haaa bide acı biber, aceleyle yiyip, sonra sıçmak usuluyle dışarı attığımda yanar. Başkada götüm yanmaz.

Canım yanınca, bende bamya kadar sikiyle de sikilmekten vazgeçip "beni sikme boş ver sikişmeyi, gel biz yine yalaşalım" dedim ve yine sevişmeye başladık. Bi kaç dakika sonra boşalıp çarşafların üzerine yığıldık. Sonra bi ara kalkıp duşa girdik. Güzelcene bıcı bıcı yaptıktan sonra çıktığımızda, o çantalarını alıp " ben bu oteli sevmedim" değiştircem dedi ve çıktık. Sonra daha iyi bi otele gittik. Girişte beim2 katım büyüklüğünde, hayvan gibi badigardları kapıda falan görünce girmedim. Seni burda bekliyorum deyip bide sigara aldım ve otelin dışında oylandım. O yerini yurdunu ayırıp geldi ve istiklale çıkıp bi cafede öğlen 2 de kahvaltı yaptık. Kahvaltı esnasında yan masada oturan 2 kadın yeni aldıkları evleri hakkında konuştularda konuştular. Bi ara dönüp "hayırlı uğurlu olsun, artık bi çaya davet edersiniz" her halde dememek için kendimi zor tuttum. Üstelik sessiz ve kendi aralarında konuşur gibi bir ses tonları yoktu, gayet doğal bi şekilde cafenin diğer ucundaki masayla konuşur gibi konuşuyorlardı. Üstelik kadınlardan biri evi aldığını henüz ailesine bile söylememiş ve ailesinden bu evi hep gizleyecekmiş.

Neyse işte onların hep aynı ev üzerinde giden muhabbetinden sıkılınca sigaralarımızı yakıp, yan tarafımıza gelip oturan türkiyeye fransız 3 turist hakkında konuşmaya başladık. Sonra masa masa bakıp insanların hangi milletten olduklarını tahmin etme oyunu oynadık. Eğlenceli bi oyundu. Ama ben türkler dışında hiç kimseyi bilemedim. Türkleri bilmemin nedeni de götleri kalkık ve sürekli yüksek sesle konuşmalarıydı. Daha sonra kahvaltımıza döndük. 3 ay içinde 5 ülkeyi sürekli ve mecburi gezen biri olarak türk kahvaltısının en güzel kahvaltı olduğunu söyledi. Bununla övüneceğimi sanmış olsa gerekki, gözlerimin içine bakıp bi cevap bekledi benden. Bende bön bön suratına bakmayı kesip "yes yess yesss veri nice türk kahvaltisi" dedim. Sonra başka şeyler konuştuk saatlerce oturduk ve sonra kalkıp caddede 3-5 tur attık. Sonra işte galatasaray lisesinin ordan geçerken 3 ayrı protesto grubunu, 1 er adım arayla yanyana görünce tek tek sordu.

İlk grup kadın hakları, mor çatı falan filan gibi bir sürü yazılar yazılı şeyler taşıyorlardı ellerinde, onların kim olduğunu sordu ama ingilizcem kalmadığı için sustum. Ben susutum, ama o tekrar sordu, o tekrarlatınca, bende "feminist bunlar feminist" dedim "haa okey okey now ı'm understand" gibi bir şeyler dedi.

İkinci grupda sakat bi kadın filistin sloganları atıyordu ve etrafında da bir sürü filistin bayrağı falan vardı. Yerde de bir sürü slogan yazılı kartonlar falan ve üzerlerinde rüzgar uçurup götürmesin diye taşlar falan vardı. Bende bayrak ve sloganlara bakıp "bunlarda filistin severler" dedim. "Türkiye filistinlileri seviyor mu?" dedi "evet seviyor" dedim. "neden" dedi, "geçmişten gelen bi bağları var" dedim. "peki israili seviyor mu" dedi, "evet seviyor ama" ama, ama aaa. Tıkandım orda. Devamını nasıl getireceğimi bilemediğim için şöyle bi cümle kurdum:

turkiş pipıl and veri veri veri veri lav filistin pipıl
turkiş pipıl and veri lav israil pipıl

dedim ve anlamadı. Bende bu cümleyi bi defa daha tekrarladım ve anlayıp güldü :))) ahahahaha gerçi o gülünce kurduğum cümle karşısında bende güldüm. Lan acaba cidden anladı mı yoksa anlamış gibi mi yaptı. Yani çata pata ingilizcesi bile olmayan ben, filistin, israil ve türkiye üçlüsünün sorunlarını bir amerikalıya anlatabiliyorsam, heheytt be daha ne diyim. Hatta beni alıp dış işleri bakanı falan yapsınlar :dd


üçüncü grupda işte şu dhkpc ve faan filan gruplardı işte. böyle onlarda yere karton marton sermişler birde 2-3 tanede doğulu olduğu belli olan üniversite öğrencisi sürekli slogan atıyor. "Bunlar ne?" dedi bende "bunların ne olduğunu bende bilmiyorum. anlamadım gittiler" dedim.
Bu kadar uzun cümle kurunca, tabii anlamadı, "komünist bunlar komünist" diye iki defa üst üstte söylenince, o  "haa okey komünist" dedi ve geçip gittik. Sonra cadde boyunca elinde 2 kuruşluk gazete parçası ve götünü yırtarcasına bağırırken gördüğü her doğulu üniversite öğrencisini bana gösterip "komünist komünist" deyip durdu. Ben kahkaha atıp "yes yes komünist" diye onu onaylayıp durdum.

Ay bide bakıyorum adama, bunu nasıl 5 ülkeden sorumlu yapmışlar aklım almıyor. Valla beni her hangi bi işte, 5 ülkeden sorumlu yapcaklardı o 5 ülkeninde amını götünü dağıtırdım da neyse. sonra işte böyle dolana dolana gelip meydana geldik ve "bana, otele gidelim" dedi. Bende "artık eve gitmeliyim, otele gelemem. Senin bu otel çok lüks, kapısından bile girmem" dedim. "Benle gelmiyor musun?" dedi, bende "yook gidip dinleneyim" dedim. Ağzını yüzünü ekşitip surat tavır yaptı bana. bende türkçe "şu ağzını yüzünü düzelt sikcem şimdi haaa" dedim, o da komik bir şeyler söyledim sanıp güldü. Otelin oraya gelince "tamam akşam beni ara, beraber yemeğe çıkalım" dedi "tamam seni ararım" dedim ve çıktım geldim eve yatağa uzandıım bunları yazıyorum. Üstelik yediğim parmaktan dolayı götüm de  hala ağrıyor. Anam millete hayret ediyorum, o bazuka gibi yarrakları nasıl da ıkınmadan yiyolar, hiç umurlarında bile değil valla.

08 Mayıs 2011

Cennet annelerin ayakları altındadır, peki ya anneler nerde?

Ailemi gerçek anlamda hiç bi zaman sevmedim. Aslında bunun yanlış olduğunu düşünüp, kendimi zorlayarak sevmeye çalıştığım zamanlar oldu, ama işte nedense bi türlü sevemedim. Bunları sırf laf kalabalığı olsun diye söylemiyorum, çünkü bu yaşımda bile kendimi o kadar zorlamama rağmen onları bi türlü sevemiyorum. Belkide bunun nedeni "baba" dediğim adamın babalık yapıp babam olamaması, "anne" dediğim kadının annelik yapıp annem olmaması olabilir. Çocukluğumda bile hep, sanki annem ve babam başkaları olmalıydı diye düşünürdüm. Kendimi bir türlü bu aileye ve bulunduğum topluma ait hissedemezdim. Sanki hep görünmeyen mesafeler vardı, sanki hep başka türlü davranılıyordu bana. Sanki hep bir şeyler eksik gibiydi. Belkide çocuk aklımla benim kuruntularımdı. Tabii 5-6 yaşında bi çocuk ne kadar büyük kuruntular yapabilirdiki.

Zaten çocukluğumda, aile içinde bir nedenden dolayı üzüldüğüm zaman, kendi kendime kurduğum cümleler arasında aklıma kazınanların en başında ''bunlar benim ailem değillerki'' cümlesi kadar yer kaplayan başka bir şey yok. Bu yüzden üzüntüm çok fazla büyük olmazdı. Çünkü ailem olmamalarından dolayı beni üzmelerinin normal olduğunu düşünürdüm. Ama ben ''değiller'' dememe rağmen değişen hiç bi bok olmuyordu ve zaten olmadı da. Çünkü kendimi ait hissedemesemde onlar benim ailemdi.

Annem anneliğinin gerektirdiğini hiç bir şeyi yapmazdı, babam ise...
Babam hakkında bir şey söyleyemem, çünkü fazla tanımıyordum ve zaten 6 yıl önce öldü. Doğru dürüst hiç tanıyamadan, tanışamadan.
Annem dediğim kadının annem olduğunu okula başladığım ilk günlerde anladım. Çünkü yaşıtlarımın anne diye seslendiği kadınlar farklıydı. Ve benim anne diye bildiğim kişi aslında ablamdı.

Evet rüyalarımda bile anne kavramıyla özdeşleştirdiğim ve "abla" dememe rağmen "annem" bildiğim, peşimden koşturan, beni seven, beni kollayan, çamurlu sularda oynarken gelip beni büyük bir kızgınlıkla tokatlayarak çıkaran hep ablamdı.
Ablamı 7 yaşına kadar hep annem olarak biliyordum. Okula başladığımda ablamın annem olmadığını yavaş yavaş anladığım zaman, büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım.  Kendi kendime "Nasıl yani o benim annem değil miydi? Öyleyse benim annem kim?" diye sorular sorarak, o yaşta bir kaç aylığına kimsenin farkında olmadığı bir delilik yaşamıştım.
O küçük yaşımda bile sanki kandırılmış gibi canım yanmıştı. Hayır annem evdeki adı "anne" olan o kadın değil, annem aslında ablam olmalı diyordum. Zaten "anne" kelimesi de benim için bir isim gibiydi. Yani nasılki ablamların bir ismi vardı ve ben onlara o isimlerle hitap ediyorduysam, anne dediğim kadının adı da "anne" idi. Tıpkı ayşe, fatma, perihan gibi. Hatta anlamsız bom boş bi isim gibi. Oysa "anne" kelimesi ne kadar dolu dolu olmalıydı.

Bu konuyu 14 yaşlarında falanken, bir keresinde yengemle konuşmuştuk. Yengeme "okula başlayıncaya kadar, büyük ablamdan bi küçük ablamın, aslında annem olduğunu" sandığımı söylediğimde yüzü bembeyaz kesilmişti. "Neden böyle düşünmüştün?" dediğindeyse bi cevap verememiştim. Bilmiyorum deyip konuyu değiştirmiştik.

Öte yandan sadece gerçek hayatta değil, rüyalarımda da ablamı annem olarak görüyordum. Ablamın, anne rolünü oynadığı rüyaları 15 yaşına kadar görmeye devam ettim ve zaten 15 yaşına kadar da, evde her ''en mutlu'' olduğumuz an, anne dediğim kadına ''anne ben kimin oğluyum, gerçekten senin oğlun muyum?'' diye soruyordum. O da kahkahalar atarak her seferinde ''hayır sen benim oğlum değilsin, seni evin kapısına terkedilmişken buldum ve acıyıp içeri aldım'' derdi. 

Neden en mutlu anda sorduğumu bende bilmiyorum, ama sanırım o en mutlu anda, ciddileşip ''tabiki benim oğlumsun, canımsın, yavrumsun'' demesini bekliyordum. Eğer o an ciddileşirse beni anlayacağını ve gerçekten oğlu olduğum için, kucaklayıp öpeceğini ve böylece benimde artık anne dediğim kadına sevgi besleyeceğimi düşünürdüm.
Evden kaçıncaya kadar, hep bu mutlu anları kullandım, ama annem hiç bir zaman öyle bir cümle kurmadı ve ben hep yüzümde o kocaman gülümseme varken, içimde kopan fırtınaları bastırıp farkettirmeden dışarı çıkardım. Oysa ne çok isterdim ''evet sen benim yavrumsun'' demesini. Ama demedi, yine de canı sağolsun.

07 Mayıs 2011

Sevgili allahım; beni dinlediğin için teşekkür ederim.

Dün akşam allahı tehdit ettiğimden olsa gerek, sabah bi uyandımki etraf günlük güneşlik oluvermiş. (Tehdit yazısını okumak için Tıkırdatın) Hava o kadar güzeldiki, nerdeyse beyaz slip külodumu giyip kendimi öyle sokaklara atıcaktımda zor tuttum. Valla tehdidimin bu kadar işe yarayacağını bilseydim ve hatta havaların benim tehdidime bağlı olarak bu kadar kolay düzeleceğini daha önceden bilseydim, allahı kışın ortasında, o soğuk havalarda ince battaniyenin altında it gibi titrerken, tehdit ederdim  de,  neyse artık. Zaten kış çok geride kaldı.

Sabah havayı böyle günlük güneşlik görünce üzerimdekiler sıyırıp, duşa girdim. 2 posta atıp güzel bi bıcı bıcı yaptıktan sonra, duştan çıkıp içerde çıpıldak çıpıldak dolanıp sonra nete girdim. Bir ara başımı laptopdan kaldırıp saate baktığımda saat elin körü olmak üzereydi. Hemen sucuklu yumurtamı yapıp yumuldum. Güzelcene kahvaltımı edip, giyindim ve alelacele dışarı çıktım. Sanki dersin biriyle randevum vardıda geç kalmışım gibi koşturmaklıydım. Caddeye çıkıp bir iki tur attıktan sonra, tıpış tıpış inime döndüm ve işte yine sapık sitelere girip hevesimi aldıktan sonra, işte size bu cümleleri yazıyorum.

Bu arada aslında birilerini ayartıp sevişmemek için kendimi zor tutmuyor değilim. Ama işte bu eve yerleşirken kendime "kimseyi eve atmıycağıma" dair söz vermiştim. Zaten eve getirmeye yüzüm yok, çünkü evde bi bok yok. Kırık çekyatta iki ileri, bi geri yaptığımız anda kırık çekyat yerle bir olur valla. Neyse bi gün çok büyük bi evim olursa sex partisi verip bugünlerin acısını bol bol çıkartırım. Gerçi mek danıls'ta çalışarak nasıl zengin olcam bende bilmiyorum ama işte naapalım bizimkide bi ümit işte.

Neyse ben şimdi sapık sitelerde gezinmeye çıkıyorum yine. Sizde kendinize iyi bakmayı unutmayın. Heppinizi çok kocaman bi şekilde öptüm.

Sevgili allahım, beni dinler misin lütfen!

Bu sene havalar iyice sapıttı valla. Çünkü öyle görünüyorki sıra yaz aylarına gelecek gibi değil. İçinde olduğumuz mübarek mevsim de, sanki ilkbahar değil, sonbahardan kışa geçiş yapacak aylarda duruyor. Oysa ben şu sikimsonik evde koca kışı bile, götüme dürülmeden giren ilk faturadan sonra bi kaç güne kadar havalar ısınacak diye kendimi kandıra kandıra, kalorifer yakmadan geçirdim. Hatta yakmamak içinde kendimce "ahh işte az kaldı 10 güne kadar cemre havaya düşcek, sonra toprağa düşcek, bi 10 gün sonrada suya düştümü tamamdır" adlı bahaneleri söylüyordum.

Tabii söylemekle yalnız kalmıyordum. Geceleri; sırf gelecek olan doğalgaz faturasından korktuğum için pantolon, pijama, kazak ve hatta içerde ne kadar çorap varsa üst üste giyinip, battaniyenin altına uzanıp laptopa sarılıyordum. Ama şimdi o günleri düşündükçe bakıyorum ıııh. Ben o kadar dişimi sıktım, kendi kendime "kendimi yaza atarım, ondan sonra da yazın bi tek elektrik ve su faturasını öderim, zaten sonrasında da "gel keyfim gel" der taşşakları serer yatarım" diyordum ama nerdeeee. Benim bu durumum mevsimlerin sikinde bile değil. Sanırım artık benimde kendimi yazın gelmeyeceğine inandırmam lazım. Zaten ettiğim onca bedduadan sonra cemre düşerse, havaya-suya değil, bu saatten sonra düşerse anca kötü yola düşer. Allah belasını versin cemrenin.

Ben şimdi cemreye küfrediyorum ama, inşallah bi yerim yamulmaz. Malum allah yukarda, melekler sağımda solumda, azrail zaten hazırol da bekliyor. Şimdi cemre'ye küfredince direkt çarpılır marpılırım falan "allam töbe töbe, sen affet beni" deyip kapatıyım bu konuyu.
Neyse işte, baktım yazın geleceği yok, evdeki giysileri üst üste giye giye hepsi iyice XXXXXL bedene dönecekler, tam artık illallah edecektimki, geçen çiş için tuvalete giderken diğer boş oda gözüme çarptı. Şöyle bi kez daha dönüp bakınca çok şaşırdım. Kendi kendime "alla alla, bu oda hep burdamıydı?" diye sorup kendim cevaplasamda, aslında evet hep ordaydı.

Eee tabi ev hayatım tuvalet, mutfak ve bu yattığım oda arasında geçince, evin diğer taraflarını aklımdan tamamen çıkarmışım. Çişten sonra odaya şöyle bi bakınınca, gözümde tuttu. Hem benim şu ev hayatımda da bi değişiklik olur. Zaten evin sadece bi odasını kullanıyorum, diğer oda boş beleş orda öyle duruyordu. Bide bu kaldığım oda çok büyüktü lan. Yani aslında küçüktü de, bana göre büyüktü. O yüzden kırık çekyatımı ve halımı aldığım gibi, küçük odaya taşındım.

Bu oda daha iyi. Akşam eve geldiğimde çişten sonra odanın kapısını kapatıp iki osuruyorum içeri hamam gibi oluyor. Sonra osurukların etkisi geçince, gece bi ara kalkıp kaloriferi yarım saatliğine bi açıyorum, işte o zaman içeri oluyo cehennem gibi. Gerçi kaloriferi her zaman açmıyorum. Çünkü laptop var. Zaten osuruktan sonra, yatağa girdiğimde laptopu hemen yanıma alıyorum. Laptopun da fanı var diye, yatağa girdiğimde bi kucaklıyorumki sormayın, sanki dersin amı götü varda sikiyorum. Ama laptopun fanı bacaklarımı harbi iyi ısıtıyo, o da ayrı bi konu.

Neyse işte demem o ki "allam lütfen artık yaz aylarını gönder gelsin. Yoksa açcam kaloriferleri, içeri ısınacak bende ay sonunda faturaları ödemek için götümü para karşılığında siktirmek zorunda kalcam"  eğer götümü siktirmemi istemiyosan lütfen yaz ayları gelsin artık. Yoksa bi daha uyarmam, gider çatır çatır sikişirim. Günahı vebalide sana yüklerim ona göre.

01 Mayıs 2011

Bu yazıyı yanlışlıkla yayınladım, sonra dönüp bu başlığı attım

Herkes eşit şartlara sahip olmak istiyor, herkes eşit olmak istiyor, herkes eşitlik istiyor. Biri de çıkıp "yok lan ben eşitlik falan istemiyorum" demiyor, belki de sürü piskolojisinden dolayı otomata bağlamış diyemiyor. Çünkü alıştırılmışız hakkımızı istemeye, istediğimizi alamazsak söke söke almaya kalkışıyoruz. Söke söke alamazsak, sike sike almaya kalkışıyoruz. İşte böylece haklarımız için ezip geçmeyi bir hak sanıyoruz. Oysa böylece en büyük haksızlığı yapıyoruz.