-->

26 Mart 2011

Altı üstü siktiriboktan bir hayat koşuşturması işte

En güçlü sen olsan ne olur, yenilmez olsan, hatta önüne geleni siken bi tek sen olsan ne olur? Eninde sonunda ölmeyecek misin?

Ve hatta düşünsene ölümün çarpışmaktan falan değil, siktiri boktan basit bir nedenden olmuş ve sen o büyüklenmelerini toplayıp, ananın ammından çıkarkenki yardıma muhtaç anlarındaki gibi bir halde toprağa düşüp, yokluğu kucaklıyorsun.

Hayat ne kadar tuhaf değil mi? Bugün en büyükken, yarın hiç bi bok oluyorsun.

25 Mart 2011

Hayatımdaki İnsanlar 3üncü Bölüm

Bu yazı şurdan devam edip geliyor: Tırtıkla

1inci amcam: Her şeyi bilir, bilmediği tek şey;
 ıııııımmmm sanırım bilmediği bir şey yoktur. Yani aslında her anadolu erkeği gibi, hiç bir şey bilmez ama bilmiyorum demek bizim oralardaki erkeklerin ağzına yakışmadığı için, o da aklına ilk gelen kelimelerden cümleler kurup karşısındakinin kafasını şişirir. Öte yandan aslında herkesin onun istediği gibi yaşaması sonrasında, dünya refah ve barış içinde yüzyıllarca yaşayabilir. Ama işte kendi 3 çocuğu dahil, hiç kimse onu ve ağzından çıkanları siklemediği için dünyaya barış da gelmiyor. Öte yandan aklını biraz kendine saklasa, diline azcık sahip çıksa, uzaktan bakıldığında gayet aklı başında gibi biri görünür. Ama işte ne diline sahip çıkıyor, ne aklını kendine saklıyor. Bende dil konusunda sanırım ona çekmişim. Diline sahip çıkmamak dedin mi; bi ben, bi onu sayarım başka da saymam.

2inci amcam: Genç amcam, yavşak amcam, parası olan akrabalara durmadan hoş sözler söyleyip akraba gibi değil de, akbaba gibi etrafında dolanan amcam. Paraya o kadar düşkündür ki, gözlerinin karasına biraz daha dikkatli bakıldığında,  ziraat bankasının logosunu rahatlıkla görürsünüz. Öte yandan karıya kıza düşkünlüğü hiç yoktur. Onun için dünyadaki en güzel kadın topal karısıdır. Karı da karı olsa neyse, ama topal karı amcam için Jennifer Lopez’den  farksızdır. 

Çok konuşmasına, hatta boş konuşmasına rağmen yinede severim amcamı. Bi de konuşurken kendini kaptırıp karşısındakinin yüzünü yıkadığını erken farketse daha çok sevecem, ammmmeee işte kendini o kadar kaptırıyorki karşısında onu dinlemekte olan kişiyi tükürüğüyle boğduğunu hiç farketmiyor bile.

2inci amcamın topal karısı Zilsiz Naime: Mahallenin zillisizi, beni her gördüğünde sorar, öper ve sevdiğini söyler. Şeker hastalığı vardır, ayda bir veya olmadı 2 ayda bir kesin hastaneye yatırırlar. Mahalleli her defasında karı öldü ölecek diye bir araya toplanıp “gitti gitti gül gibi karı gitti gitti” diye ağlaşır, ama topal karı “bana mısın” demez ve  1-2 hafta içinde eve dönüp, mahallelinin ziyaretlerini hasta yatağında kabul eder. Hastanede duyduğu dedikoduları, ince belli çay bardağına atılmış yarım limonlu çayını höpürdete höpürdete, çaya atılan şekerden bile daha tatlı bi şekilde abarta abarta anlatır. Hemşirelerin hangi doktorla kırıştırdığından,  temizlik personelinin hangi hemşirelerin peşinde koştuğuna kadar teferruatlı bilgiyi mahallelinin bilgisine sunar. Mahallenin en iyi dedikodularını  ilk önce o dağıtır, ondan duyulmuşsa herkese öyle yayılır yoksa kimse dönüp dedikodunun ne olduğuna bile bakmaz. Zilsiz dememin nedeni, evinin kapısına takılan zili sökmesindendir.  Çünkü karının zile alerjisi mi var nedir anlamadım. Hatta zil konusunda gittiği evlerde bile zil çalmak yerine kapıyı tıkırdatır.

Kocasıyla iyi geçinir, hatta düşünüyorum da iyi geçinmediği hiç kimse yok. Herkesle iyi geçiniyor. Valla bence devlet onu alıp dış işleri müsteşarı falan yapmalı. Öte yandan o topal haliyle kocasını nasıl kendine aşık etmiş hala anlamış değilim. Acaba büyü falan mı yaptı amcama?

1inci amcamın karısı Melek  yenge: Kara çarşafını çıkardığını hiç görmedim. Çarşıya falan gittiğinde görüş alanı daralmasın diye bi tek gözlerini açıkta bırakır, onun dışında ellerine bile çarşafının renginde eldiven takar. Erkeklerle konuşmaz, alışverişe tek başına çıkmaz ve çarşıda pazarda siktinsene biri ona seslenince dönüp bakmaz. Ama bunun nedeni kara çarşafından dolayı olabilir. Çünkü kadın kendini çarşafa öyle bi doluyorki, değil kulakları işitsin, gaz bombası atsan etkilenmez. 

Namazında niyazında müslümanın önde gidenidir. Dedikodudan uzak bir yaşam sürer.  Seçimlerde oyunu refah partisine verir. Necmetin Erbakan öldüğünde 2 gün boyunca ağladığını duydum. Öte yandan çarşafın siyasi bir simge olduğunu söyleyenlere diyorumki allah belanızı versin. Çünkü insanlar inandığı gibi yaşama hakkına sahiptirler ve bunun tartışılması bile mide bulandırıcı bir konudur. Ben nasılki götümü istediğime parmaklatınca kimse karışamıyor ve sesini çıkardığında, demokrasiden girip özgürlüğün anasının ammından çıkıyorsam, demokrasi özgürlük falan gibi şeyler bu insanlar  içinde geçerlidir. Çünkü özgürlük ve demokrasi sadece sikişmek isteyenler için değil, sikişmekten başka şeyler düşünenler içinde yaşama hakkını sunuyor.

Kaldıki evet çarşaf bir simge olsun, ne olacak? Kim ne diyebilir? Lan ben ibnenin önde gideniyim, simgem olan gökkuşağı renginde olan her şeyi alıp kullanırken ve ibne olduğumu belli etmek için yanımda taşırken, o kadın niye çarşafını giyinip, kendi düşüncesini açık açık belli etmesinki? Devleti mi yıkmak istiyor, demokrasiyi mi yok etmek istiyor, siktirin gidin ordan ammınoğulları. Devlet bu kadın için de var, demokrasi onun için de var ve o kadın devleti yıkmak istese bile, devlet her şeyden önce ona insan olduğu için tüm yaşama haklarını göz önüne alarak yaklaşmalıdır.
Değil devlet, hiç kimse birine giyiminden dolayı, tercihlerinden dolayı ikinci sınıf muamelesi yapamaz. Yapma hakkına sahip değildir ve onu kısıtlayamaz. Neyse işte, bu siktiri boktan laflarla sözü fazla uzatmıyım, karı zaten karıncaya zarar vermez, rüzgar esse sırf rüzgarın esişine engel olmamak için kenara çekilir. Lan böyle bi karı sevilmezde ne yapılır. Ayy ben kurban olurum onun, ağlamak için bahane arayan gözlerine. Ay ben kurban olurum onun kırış kırış ellerine.  

2 sokak ilerdeki komşumuzun kızı oruspu Asiye: Doğu dedinmi akla, alnındaki çizgiler yarık gibi duran esmer insanlar gelir. Kaşlarımız kalın ve kalın olması yetmezmiş gibi bi de kapkaradır.  Sadece kaşlarımız kara değil, bahtımızda kaşlarımızın karalığındadır. Fakirlik doğunun kaderidir. Doğuluysan zaten hayata  10-0 geriden başlamışsındır. Hele  birde kız çocuğuysan, sikecek amcık bulmadığı için kedi köpek siken ergenlerden, eşşek siken amcanlara kadar herkesin göz hapsindesindir. O amcalar, abiler “namusumuzu koruyoruz” derler ama, kendi kızlarıyla bacılarıyla bile ilk yalnız kaldıkları anda parmak atmaktan geri kalmazlar. Miden bulanır kendinden, miden bulanır çevrenden...

Biz doğulular da biraz büyüp götümüz göbeğimiz serpilmeye başladığında, siz batılılar gibi fakirlik canımıza tak ettiği an kolay paraya göz kırpmaya başlarız. Sanırım Asiye’de öyle orospuluğa alıştı. İlk zamanlar bi gazoz, olmadı bi lolipop için sadece mahalledeki ergenlerle kırıştırırdı. Sonra göğüsleri biraz büyüyüp, götüde iyice salınca şehir geneli için çalışmaya başladı. Herkes onun orospu olduğunu bilir, dedikodusunu yapar,  ama kimse de  ona selam verip almaktan geri kalmaz. Yani bizim oralarda orospu olabilirsin bu ayrı bi konudur, ama selam allahın selamıdır, alıp vermek zorundasındır.

Asiye’nin orospu olduğunu herkes bilir ve herkes Asiye’nin peşinden koşar.  Ama Asiye herkesle yatmaz. Sadece subaylar, öğretmenler ve her hangi bir dairede masa başında çalışan memurlarla yatar. Çünkü onların düzenli bir maaşı ve kredi kartları vardır. Asiye ilk zamanlar acemiliğinden olsa gerek, her düzenli maaşı olanla yatardı. Sonra insanları tanımaya ve ceplerine göre ayırt etmeyi öğrendi. Geç olmadı ama yediği yaraklar yanına kâr da kalmadı.
 Bide biliyor musunuz Asiye hiç okul okumadı. Çünkü babasının onu okula gönderecek hali yoktu. Anası Türkçe bilmeyen, bildiği dili bile konuşmaya utanan biridir. Babası geçen yıl öldü, anası hala çat pat tarzanca türkçesiyle yaşamına devam ediyor.

Abileri var, kardeşleri var. Var ama fakirlik, abi kardeş dinlemiyor. İnsanın mutfağındaki  tencerede kaynayan bir şey yokken, namus kaç para ederki?  İnsanın karnı aç olunca bi yemek parasına yapmayacağı şey kalmıyor.  Son yıllarda kontör karşılığı sikişen gençler,  sikiş piyasasının fiyatlarını düşürsede, Asiye gençkızlığından bu yana sikiştiği adamlar ve onlar sayesinde tanıştıkları sayesinde fiyatını biraz yukarda tutuyor. Duyduğum dedikodulara göre Asiye kaliteli orospudur,  kimsenin hakkı üzerinde kalsın istemez ve aldığı paranın hakkını verir.  İyi biri midir, bilmem ve doğrusunu söylemek gerekirse artık kim iyi, kim kötü herkes gibi benimde sikimde değil.  Asiye sadece orospudur, onu iyi veya kötü diye tanımlayacaksam kafamda önce onu ve orospuluğunu birbirinden ayırmam lazım. Öte yandan orospu kötü olsa ne yazar? Kime göre ne kadar kötü olabilirki. Ahh Asiye, allah amının zarının hesabını kime soracak çok merak ediyorum. Sana mı soracak, fakir yarattığı için kendine mi soracak, yoksa sana iyi bir gelecek vermedikleri için anana babana mı soracak, yoksa devlet dediğimiz bu siktir boktan sistememi soracak. Ahh asiye hakkını helal eyle…

Karşı komşumuz Kemal abi: Kemal abi önceki dönemlerden birinde bi partinin milletvekilinin bilmem nesi olunca, köşeyi dönüp Ankara’ya yerleşmek zorunda kaldı. Durum böyle olunca mahalleye de ayda yılda bir geliyordu. Hatta yalan olmasın Ankara’ya ilk yerleştiğinde, bayram seyran falan bahane edip çok sık geliyordu. Sonra zaman içinde sadece tek bir bayramda yalnız gelmeye başladı, sonra da bu gelmeler  iyice düştü ve Kemal amca hiç gelmemeye başladı. Aradan 6-7 yıl falan geçtikten sonra, bi gün çoluk çocuk toplanıp geldiler. Bütün mahalle ne olduğunu anlamaya çalışıyordu? Kemal amca neden Ankara’dan apar topar gelmişti. Hatta pılını pırtını da getirmişti. Mahallenin dedikoducuları iş başına düştü, ama kimse nedenini bulamıyordu. Amcamın karısı Zilsiz Naime bile bunun sebebini öğrenememişti. Zaten o öğrenemediyse imkanı yok hiç kimse öğrenemezdi.

O zamanlar ülke gündemi hizbullahtı, ama hizbullah bizim mahallelinin sikinde bile değildi. Çünkü mahallenin gündemi Kemal amcaydı. Allah allah neler oluyor nidaları her evden yükseliyordu. Mahalleli toplanıp hoşgeldine gittiğinde ağzını aramışlar ve Kemal Amca “büyük şehrin insanı yok ettiğini ve değerlerini çaldığını” söylemişti. Çocuklarının geleceği , örfünü adetini tam öğrenmeleri için bu doğup büyüdüğü güzel şehre geri dönmüştü. Üstelik tayin falanla değil, istifasını verip gelmişti. Mahalleli bunu duyunca Kemal amca bi kahramana dönüştü. Aylarca onun bu güzel düşüncesi konuşuldu, konuşuldu, konuşuldu, konuşuldu ve bi gün balon patlayıverdi.

Meğer Kemal Amca bi gece Ulus’a  kurtlarını dökmeye gidiyor ve kurtlar fazla olunca da bi travestiyle anlaşıp, arabayı şehir dışında  yol kenarına çekiyorlar. Devletin resmi plakalı arabasının yol kenarında park etmiş olduğunu gören görev başındaki Türk Polisi, acaba bir şey mi oldu diye arabayı kontrole gidince bi bakıyorlarki Kemal Amca ve travesti kurtları döküyorlar. Türk polisi durur mu, gözünü başarı hikayesi bürümüş Kemal Amcanın yalvarmalarına kulak tıkayıp, olayı telsizle amirine bildiriyor ve olay gümlüyor. Sonra tutulan tutanaklar falan derken, Kemal Amca sevgili vekili tarafından örfünü adetini tam öğrenmesi için, gerisin geri şehre postalanıyor.  Kemal amcanın eğitim hayatı hala devam etmekte. Sikine düşkünlüğü olmasa, kimbilir belki  şimdiki başbakanımız bile olmuştu,  ama işte naaaparsın,  gözü körolmayasıca Kemal Amca 2 dakkalık zevkü sefa yüzünden kayan yıldız gibi yok olup gitti.

22 Mart 2011

Hayatımdaki insanlar 2 inci bölüm

Hayatımdaki insanlar 1inci bölüm için tıkırdatın =)

Diğer abim: Doğulu bi aile olduğumuz için, bizde bi kadının kadın sayılabilmesi için sokağa rahatça salabilecek en az 10 tane çocuk doğurması şartı var. Bu şart her hangi bi yerde yazmaz ama var diyorsam da inanın var. Neyse işte bu şarttan dolayı bende de abi ve abla çoktur. En küçükleri de benim işte. Neyse bu abim beni en çok döven abimdir. Onun yüzünden saçımı 3 numaraya vuramıyorum. Nedeni altta yatan kırık çıkıklardır ve bu kırıklarda hep bu abimin güzide eserleridir. Elleri dert görmesin dövdümü, tekme tokat artık elinden ne gelirse hakkını da fazlasıyla verir.

Bi keresinde beni banyoda şarkı söyleyip hoopidi hoppidi dans ederken görmüştü de "ne yapıyon lan ibne" diye sorup, daha ben cevap vermeden girmişti bana. Bi 5 dakkalık dayak faslından sonra "ağzı burnunu yıka içeri gel, bi daha görmiyim bu hareketleri" demişti. Sonra ben güzelce bi ağlamadan sonra elimi yüzümü yıkayıp içeri gitmiştim. Lan bi keresinde de çarşının ortasında dövmüştü beni. Sebebini hatırlamıyorum ama önemli de değil zaten. Ama hatırladığım şey, utandığımdan dolayı 1 ay boyunca, dayak yediğim o caddeden geçmemiştim. Şimdi düşünüyorumda ne malmışım lan. Sanki beni dövdüğü yerde millet yolumu mu gözleyecekti de ben 1 ay boyunca o yolu hiç kullanmayıp, kendimi unutturmaya çalışıyordum. Neyse zaten çok geçmişte kaldı. Ama bu abimde iyi biridir. Karı kız ayağı fazlacadır ve arkadaşlarından duyduğuma göre karıları götünden sikmeyi seviyor. Din iman işlerini sikine takmayan bi yapısı vardır ve genelde üniversiteli kızların peşinde koşar.

Son abim (artık başka abim kalmadı, eldeki son abi buydu): Bu abimde işte amerikan askeri gibi bir şey. Ben nasıl esmersem, ben nasıl bi zeytin tanesiysem, o da benim tersime sarışınlığı bi yana, yetmezmiş gibi bi de mavi gözlüdür. Keretayı severim hemde çok severim. Sanırım yaşı bana yakın olduğu için seviyorum. Karı kız ayağından çok sessizdir. Bazen telefonunu karıştırdığımda, öpüştüğü kızların videolarını çekip hafıza kartına saklıyordu. Din iman işlerinde biraz zaman ayırır, ama doğrusu ne kadar zaman ayırır hiç bir zaman anlayamadım. Öte yandan orospuçocukluğunun alasını yapar da hiç çaktırmaz. Ama işte nasıl diyim, biraz kıskançlığımda yok değil ona karşı. Piç miç ama severim onu da. Küçükken çok kavga ederdik. Özellikle yaşı bana yakın olduğu için karşılıkta verirdim. Gerçi eninde sonunda dayağı yiyip ağzı burnu yer değiştirilen ben oluyordum ama olsun, yine de ondan korkmayıp her kavgada köpek gibi boğuşurdum.

Komşumuz Huri Teyze: Allahım bi kadın 5 vakit farz namazı gibi, günde 5 vakit dayak yemesine rağmen nasıl ve neden bi kocaya tahammül eder anlamadım gitti. Her kavgada evin bi penceresi inerdi aşşağı. Çok da fakirdiler ve zaten kavgaların nedeni de kocasının eve yiyecek bir şey getirememesinden dolayıydı. Hatta bizden daha fakirdiler diyim siz anlayın durumlarını. Hele bi de kadının o genç yaşına rağmen, kendinden 30 yaş büyük annemle adeta yarış içine girmiş gibi ardı ardına çocuk dünyaya getirmesi yok mu, höh yemin ederim mahalleyi bırakın, bütün şehir konuşuyordu. Kadın her 9 ay 10 günde bir adı Musa, İsa yada Musap olacak bi çocuk dünyaya getiriyordu. Gerçi kadının da, kocasının da yapacak başka işleri olmadığı göz önüne alındığında, bu kadar çocuk az bile sayılırdı, ama işte o zamanlar yinede tuhaf bi durumdu. Kadın çok iyi bi kadındı da, kocası fakirdi.

Huri teyzenin kocası: Adam yapacak iş güç olmayınca günün 21 saati evde karıya abanıp ya çocuk yapıyorlardı, yada kavga ediyorlardı. Genelde pencereleri indiren kocası olurdu, attığı her hangi bir şey karısının kafasından sekip cama denk gelince camlar yerlere dökülürdü ve biz karısına söylediği bütün küfürleri işitirdik. Yalnız karısı da atatürk gibi karıydı valla. Evinde bütün mahallenin bildiğinden fazla dayak yer, o kadar hır gür olurdu ama dışarı çıktı mı yine gülümserdi, sanki az önce dayak yiyen kendisi değilmiş gibi dedikodusuna kaldığı yerden devam ederdi. Aslında karı dediğin onun gibi olacak ama neyse, zaten bu konuya bi ara gelcem. Neyse işte huri ablanın kocası kel mel bi adamdı. Karısıyla yan yana durduklarında ancak bi bacağının boyu kadar boyunun olduğunu rahatlıkla görebiliyordunuz. Ama işte ne demişler kısa boyludan korkacaksın. Adam evde şeytan oluyordu, dışarı çıkınca melek. Bide adamın boyuyla, az önce evden gelen bağrışları karşılaştırınca "o ses bu adamdan mı çıkıyordu, çıkıyorduysa neresinden çıkarıyordu" diye düşünürken küçük dilinizi yutuyordunuz.

Hemen yan komşumuz Hafize abla: Küçük bi bahçesi vardı. Bahçedeki domatesleri, hıyarları, maydanozları falan, bahçenin hemen alt tarafından geçen şehrin boklu deresinden tenekeyle taşıdığı suyla sulardı. Valla yalan olmasın, maydonozların tadını pek hatırlamıyorum ama, dometesler hıyarlar çok lezzetliydiler. Bide bahçe çitinin hemen dibinde kendi kendine büyüyüp serpilen bi erik ağacı vardı, o erik ağacınıda bizden çok severdi. Mahallelinin içine pek girmez, tığını mığını, oyasını filan alır balkonunda kendi kendine zaman geçirirdi. Sesi de güzeldi. Hayır şarkı söylerken dinlemediğimden değil, hıyarları çalmak için bahçesine girdiğimde bağrış çağrışlarından hatırlıyorum. Allahım sanki kadın bağırmıyor, mahalli şiveyle opera falan okuyordu.

Alt katımızdaki muallim: Adam imam hatipde öğretmendi. Klasik bidliğin gözlüklü mözlüklü, saçları yana taralı öğretmen işte. Bide duba gibi bir karısı vardı. Hey maşallah, karının bi sofraya oturuşu vardıki dersin kap kacağıda beraber yiyerek demir eksikliğini giderecek. Kaç yıldır evli olmalarına rağmen, bence iyi sikişemediklerinden, ama mahalledeki diğer dedikodulara göre de deliği tam tutturamadıklarından dolayı çocukları olmuyordu. Yalnız 5-6 yıllık bir zorlamadan ve hayırsever mahallelinin yardımıyla çocuklarını kucaklayıp tayinlerini istediler. Çocuk kız olmuştu, umarım bizim mahalleden birine çekmemiştir. Hadi hayırlısı.

Mahallemizdeki bakkal amca: Valla iyi biriydi ama, çocukduk diye o kadar bayat ürünü nerden getirip satıyordu bunun sırrını bütün mahalleli bi türlü anlıyamadık. Hayır bayat üründen dolayı mahallede kimse de ölmedi ama ne biliyim, belki benim ibne olmamın sebeplerinden biri de o bayat pisküvilerdir. Gerçi pisküvileri bi tek benim yemediğim düşünülünce, mahallenin topunun ibne olması da gerekiyor ama 5 kişi haricinde, onca adam dışında bi bozukluk görmedim, duymadım, bilmiyorum. Allah ölümünü geç göstersin ama, bi adamda artık bunca yıl sağlıklı sıhhatli nasıl yaşar hala şaşkınım. Artık öl be adam diycemde allahın işine karışmak istemiyorum.

Devamı için tırtıkla

18 Mart 2011

Hayatımdaki insanlar 1inci bölüm

Bugünlerde kafama sürekli "acaba ben deli miyim?, belki de deliyim kimse farkında değil, belki de tüm dünyada bi tek ben akıllıyım herkes deli, belki de delirmek üzereyim" gibi abuk sabuk şeyler geliyordu. Hatta geçen hafta kesinlikle deli olduğumu düşünüyordum, ama bu hafta henüz bu konuda düşünmeye başlamadım. Yalnız bazen cidden delirmiş olduğumu, ama deliliğimin tam olarak ne ben, ne de bi başkasının farketmediğini düşünmüyor da değilim.

Neyse işte, ben "acaba kafayı mı yedim" adlı düşüncelerimin meyvesini geçen attığım tweetlerlede tüm kamuoyuna açıklarken, bi arkadaş bana dediki;
"Bu kızgınlığın, hayata karşı bilmem nelerin falan için yardımcı olayım sana. O yüzden hayatındaki insanları listele ve karşılarına onlar hakkındaki düşüncelerini yaz. Böylece belki neden onlara kızdığını ve neden kendini böyle hissettiğini anlarsın." dedi. Bende hemen atlayıp "tamam" dedim ve sonra bi kaç gün boyunca hayatımdaki insanları düşünerek, listelesem karşılarına ne yazıyım diye düşünmek zorunda kaldım. Şu düşünme aşamaları çok zor bir şey. Hatta sanırım düşünmek, benim gibi biri için hayatımdaki en zor şeylerden biridir. O yüzden ilk başlarda kimseyi yazmak istemedim. Çünkü hem sıkıcı, hemde çok uğraştırıcıydı. Sonra yazmak falan derken, bende dedim en azından bloga yazıyım yazı çıkar yazıyım gitsin ammına koyım. İşte hayatımdaki insanlar:

Ev sahibim: İyi biri yahu. Bana bıkmadan usanmadan yemek getiriyor, kiramı geç ödüyorum sesini çıkarmıyor, bazen gelip evimi temizliyor, elektrik faturamı, suyumu falan ödüyor ben ona aylar sonra ödüyorum. O iyi olmasında ben mi iyi olayım.

Annem: Bazen bana annelik görevini yapmadığı için ona içimden kaltak maltak diyorum ama, sonuçta 60 yaşında bi kadın ve gözlerini köy yerinde hayata açmış ve eğitim öğretim görmeden bi şekilde bugüne kadar yaşamış. Kadın bir şey öğrenmemişki bana öğretsin. O yüzden bence ona da "iyi biri" yazmalıyım.

Abim: Dünyadaki en büyük orospuçocuğu olsada, sonuç olarak o kadar yoksulluk içinde yaşayıp, türkçeyi bile askerde 24 saat dayak yiyerek zorla öğrenmiş bi adam. Zaten sürekli dayak yiyen bi adamdan bana başka nasıl bi abilik yapmasını bekleyebilirimki? Mecbur o da hayatı askerlik gibi görecek ve her şeyi ya seve seve, ya sike sike yaptıracak. Mecburen ona da "iyi biri" yazmalıyım.

Diğer Abim: Hayatı sürekli başkalarından öğrenmiş bi adam. Ev almak için o kadar sıkıntı çekti, iş kurmak için o kadar sıkıntı çekti. Adam onca sıkıntının içinde birde bana baktı. Bence fazlaca "iyi biri"

En büyük ablam: Okul okutulmadı, bir eğitim almasına izin verilmedi. Gerçi izin verilmedi değil. Köy yerinde hangi okula gidecektiki? Hiçççç, sanki okul vardı da okutulmadı mı? 13 yaşında evlenmeyip ne yapsaydı. Bi kaç yıl sonra üstüne gelen kumaya ses çıkarmayıp ne yapsaydı. Belinden sopa, sırtından sıpaları eksik olmayan en "iyi" bana "en yabancı" ablam, köy yerinde ahırda yatıp kalkmasaydı da ne yapsaydı. Sanki babam mı sahip çıkacaktı, anam mı "gel kucağıma yavrum" diyecekti. "Kocan kaderindir sus" dediler, "çocukların allahın nimetleridir şükür et" dediler susturdular. Zavallı ablam, bana yabancı olsada, 5-6 yılda bir görüşsekde, ablam olduğunu bilmem, o kömür madeninde çalışmış gibi çatlak ve her çatlağın çizgisinin kaderin kara yazısı gibi duran ellerini tutarken içimi parçalasada, nedensiz bir duyguyla severim ben onu.

Ah be kadın, sen kimden hakkını nasıl alacaksın hiç bilmiyorum. Yazık değil miydi 13ünde evlendirildin. Kocan denilen o öküz seni anlamazken nasıl sessiz kaldın. Ahh be canım ablam, kimsesiz ablam, daha 13ünde gelin giderken, düğününde yoksulluktan dolayı gelinlik yerine en yeni fistanı giydirilmiş zavallı ablam benim. O fistan düğünde gelinlik diye giydirildi sana, ama sende farkındaydınki aslında o senin kefenindi. O yüzden sessiz kalacaktın, kimsesiz kalacaktın. Hakkını kimlere, nasıl helal edeceksin? Kim senden hangi yüzle helallik isteyecek be ablam. Ahh be ablam, hakkını helal et olur mu ablam. Sen bence hayattaki "en iyi" olabilirsin. Ama işte birbirimize yabancıyız be ablam, tanımıyorum ki seni isminin karşısına "iyi biri" diye yazıyım. Tanısam iyi biri derim ama, tanımıyorum o yüzden "sessiz biri" desem yeter belki.

Bi küçük ablam: Oda okutulmadı, zaten köyde okul yok, zıkkımın kökünü mü okuyacaktı. En büyük eğlencesi; ceviz ağaçlarına çıkıp eğlenmek, köyün ortak ceviz ağaçlarından sabahın erken saatlerinde gidip ceviz çalmak, hayvanları otlatmak, ahırı temizleyip köyün merasına götürüp getirmek. Bide amcamlara gidip bir şeyler dilenmek işlerini yapan ablam.

Ablalarımın içinde, kendisinden büyük ablam erken evlendiği için evlilikten korkan ablam. Kız oğlan kız kalan ablam. Onu istemeye gelenleri kara lastikleriyle kovalayan ve bu kovalaması yüzünden cümle alemin diline dedikodu malzemesi olup yıllarca konuşulan ablam. Zaten çok da göz açıktır, hiç öyle lafını falan da esirgemez kimseden. Ağzına ne gelirse söyler, sonrada "ohşşş içim rahat oldu, ben içimdekini söyledim rahatladım gerisini siz düşünün" der. Şimdi yaşı kırklarına falan geliyor ve hala evlenmemeye kararlı. Bazen keşke evlense, çoluk çocuğunun anası olsa, kocasının bi tanesi olsa derim ama, bi yandan düşünüyorum da, o olmasa kim beni büyütecektiki? Ben yıllarca kimi annem sanacaktımki??

Zaten o olmasa, hepten yalnız olduğumu düşünürdüm. Kimseye söylemedim ama ben ablamı 8-9 yaşında kadar annem sanırdım. Rüyalarımda bile annem olarak hep onu görürdüm. Böyle hep beni koruyan, gözetleyen, pataklayan oydu. Ben daha küçük, sümüklü bi çocukken berbere gidecek para bizimkilerde olmadığından dolayı saçımı eline geçen ilk makasla o keserdi. Sünnetimde bana eteği o giydirmişt.
Hastayken en çok benle ilgilenen, sinirli bile olsa her daim gelip beni kontrol eden, sevgisini anlık nefretiyle beraber sunan çilekeş ablam benim.

Kontöre para vermemek için, aile bireyleri dışında herkese çağrı atan ablam benim. Çektiği yoksulluktan dolayı, kontörü bile 6 ayda bir alıyor. Öylede tutumludur. Yemin ederim ülke ekonomisi onun elinde olsa varya tüm ülke karneyle ekmek alır, yemeğini ısıtmak içinde tüp alamaz bu yüzden osuruklarımızı tutuşturup yemeklerimizi ısıtmayı öğrenirdik. Hiii anam anam anam. Ablam kadar cimrisi, ayy pardon tutumlusu bir daha dünyaya gelir mi bilmem ama, onu Türkiye Cumhuriyeti Ekonomi Bakanı olarak düşünüyorumda, hiiiiiiiii aman allahım, kanım çekiliyor. Ülkenin bütün ambarları tıka basa dolu olmasına rağmen hiç kimseye ihtiyacı dışında zırnık koklatmaması falan aklıma geliyor.

Bide çocukluğumda hatırlıyorumda eve gelen misafirlere ikram edecek bir şey olmamasından dolayı konu komşuya gidip çay, şeker falan dilenen hep oydu. Allahım sen her şeyi onun gönlüne göre ver. Bazen onunla kavga ettiğimizde birbirimize ana avrat düz gitsekde "iyi biri" dir.

Bu cimri ablamın, bi küçüğü olan ablam: Ayy allahım, yemin ederim yahudi zekası dedikleri şey ondan başkasında yoktur her halde. Hey allahım hey. Bazen acaba anam, babamı bi yahudiyle aldattı da, bu ablam o kyahudinin kızı falan mı diye düşünmüyor değilim.
Aman nasıl ince hesaplar yapan, nasıl sessiz durup olayları kendi lehine çeviren, nasılda hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi numaralar yapıp fitne fesad işlerini yürütür varya. Yemin ederim onu tek başına sal Amerika'nın içine, ortalığı karıştırır da Amerikalılar ne oluyor, ne boklar dönüyor demeden ülke yok olur gider. Tarih bile Amerika diye bi ülke olup olmadığı hakkında ikilemlere düşer.

Ama bazen düşünüyorum da, aslında biraz da onun gibi olmak lazım. Çünkü insan fikrini şıppp diye orta yerde söyledikçe hiç bi yere varamıyor. Aynı bok, aynı tas, aynı siktiri boktan kafayla hayatta kalıp gidiyor. Ailede örnek alınacak erkek göremediğimden dolayı, bu ablamı bazen kendime örnek almışlığım olmuştur. Acaba örnek alırken fazlamı örnek aldım, ne oldu bilmiyorum ama, onun güzelliğini de kıskanmıyor değilim. O da diğer ablam gibi evlenmiyor kız oğlan kız kalmaya yeminli yaşayıp gidiyor. Belediyenin kursları onun en büyük eğitim öğretim yeridir. Zaten 30 yaşında bi kız oğlan kızı mavi önlükle ilk okulda görmek tuhaftırya neyse. Ama bu ablam, amanın allah korusunki kafayı birine taksın, allah korusunki hafifden bi laf sok ona. O an sana öyle bi laf söylerki, seni ananın ammından çıktığına pişman ederde, neye uğradığını şaşırırsın. Girecek delik ararsında, bulamayınca buhar olup yok olsam diye düşünürsün.

Öte yandan o da okul olmadığı için işte böyle kendi çapında hinlikleri, laf sokmalarıyla aile içinde yaşamını devam ettiriyor. Ama ablalarımın içinde en çok sevdiğim de ondan başkası değildir. Hemde fazlasıyla iyi ve gerçekçidir. Hiç öyle duygusal takılayım havalarında akıl veren biri  de değildir. Zırt diye lafı söyler ve köşesine çekilir.

Bu ablamdan da küçük olan zayıf çelimsiz ablam: Ahh canım benim, zayıf, kısa boylu ablam benim. İlk okula kadar beraber okuduk. Ondan sonra işte doğulu kızların kaderi olan "siktir git evinde otur para bulursan çeyiz hazırla, okul okuyup ne yapcan" denilen ablam. O da mecbur evde oturdu. Zaten sesini çıkarsa ne olacaktıki "okuyup başımıza orospu mu olacaksın" denilerek sesi kesiltiliverirdi. Hem ben bile en fazla orta okula kadar okumuşken, çelimsiz ablam mı ilkokuldan fazla okuyabilecekti. Zaten ilk okulu bile okuması büyük bi şansken. heheytt be.

Bu ablam da son bi kaç yıldır millete laf sokmayı öğrendi. Daha öncesine kadar vur başına al elinden lokmasını tarzında yaşamına devam ediyordu. Seviyorum ablamı ya, askerlik öncesinde bana o 50 tl'yi veren işte bu ablamdır. Beni benden çok seven ablam, o iyi olmasın da ben mi iyi olayım. Fazlasıyla "iyi biri"dir.

1 numaralı yengem: Amanın ortalığı karıştırmakta üstüne yoktur, ama zeytin yağı gibi de üste çıkma konusunda da onun gibi kimseyi tanımıyorum. Namazında, niyazında olması bi yana, sürekli yüzü gülen ve girdiği her ortamı kendi sohbet konularına bi anda çevirmekte ve millete kahkahalar attıran biridir. Ama iyi biridir, ayrıca fazlaca da anaçtır.

2 numaralı yengem: Ayy bu yengem kadar sessiz, sakin, kendi halinde birini görmedim. Yemin ederim elindeki ekmeği alsan, döner sana "afiyet olsun" der. Böyledir, sevilesidir. Güleç yüzlüdür, onca yoksulluk çekmesine rağmen daha üzgünken, surat asmışken görmedim.

Hayatımdaki insanlar 2inci bölüm için tıkırdatın =)

15 Mart 2011

Adnan Hiçler - Kavgam

Bugünlerde dedim şöyle artık cahilliğimi kenara bırakıyımda biraz kültürleneyim. Kültürleneyim derken param yoktu diye, bende geçenlerde bi arkadaşımla Kadıköy'de turlarken, yapıştım ona ve kendime zorla Adolf Hitler'in Kavgam kitabını aldırttım. Tabii ona da kitap tavsiyesiyle İskender Pala'nın Babilde Ölüm, İstanbul'da Aşk kitabını aldırdım. O da hemen sevdi kitabı, zaten okulda bir kaç hocası ve arkadaşı da tavsiye etmiş falan. O böyle diyince, ben daha bi havalara girdim "tabii olum, okudumda diyorum, kesinlikle okumalısın. Hele senin gibi biri muhakkak okumalı bence" falan diyede vın vın vın diye gazladım da gazladım. Sonra Kavgam'ı çantama atıp biraz da şirinlikler yapıp gönlünü falan aldım. Allahım ne pis adamım varya, bi kitap aldırmak için nerdeyse götümü siktircektim.

Neyse şimdi, benim kitap konusuna dönecek olursak, ammına koyım kitabı 2 haftadır otobüste, metroda, metrobüste falan filan elimden düşürmüyorum ama okuya okuya daha 150 sayfasını anca okudum, geriye 530 sayfası kaldı. Ammına koyım oku oku bitmiyor. Ama bi yandan da işte bende kuru bi inat var, madem başladım, kesinlikle okumadan bırakmamalıyım diye devam ediyorum. Ulan keşke biraz basit bi kitap falan olsaydı, nasıl ağır bi kitap, nasıl pis bi kitap varya anlatamam.

Ama yani Hitler'inde nasıl bi orospuçocuğu olduğunu işlemiş olduğu büyük günahlardan dolayı zaten biliyorsunuz. Ammına koduğumun piçi kitabı nasıl ağır yazmış varya. Resmen okumak için tüm hücrelerimi seferber ediyorum. Gerçi zaten hücrelerimde sayılı ama işte naparsın idare ediyoruz. Kitapta o kadar kalınki, yemin ederim sadece sayfalarına anca o kadar para verilse sayfalarının maliyetini anca karşılar. Gerçi kitapçının dediğine göre kaçakmış, yoksa 12,5 tlye asla satamazmış. Dur bakalım okumaya başladım allah bilir ne zaman bitiririm.

Bundan önce Elif Şafak'ın Pinhan'ını okumaya kalkışmıştım, arada 10 kitap götürdüm, Pinhan'ı anca 1 senede okudum. Gerçi canım kitap da bu arada kitap olmaktan çıkıp, bakkalın veresiye defterine döndü ama işte bende de inad olunca, çantadan çıkarıp bi kenara bırakamadım. Zaten bitirince de bi ara gidip kurban falan kesmeyi düşünmedim değil. Çünkü Elif Şafak'da döktürmüşde döktürmüş. Yani kitap resmen ben yazdım havasında olmaktan öteye gidememişti. Ama yinede okudum. Allah o kitabı okuyanlara, okumaya kalkışanlara büyük sabırlar versin. Hele o boş laf kalabalıkları, hele o bom boş lafı uzatmalar artık midemi bulandırıyordu. Yemin ederim öffleye pöfleye okumuştum o kitabı. Aman neyse okudum geçti gitti ya o yeter.

13 Mart 2011

Babam ölmeden önce hastalığının ilerleyen evrelerinde olduğundan dolayı yürümek, konuşmak ve bizi tanımak dahil hiç bir şeyi tam yapamıyordu. Tabii bir tek bunlar değildi, çişi geldiğinde tuvalete gidemiyor ve altına işeyip, bokunu da olduğu yerde yapıyordu. Ben daha hastalığının başlangıcında bi kaç gün beraber yaşamıştım. O zamanlar hafızası çok fazla gidip gelmiyor, kelimeleri ise bazen düzgün ve yerinde kullanabiliyordu. Ama en kötüsü yalnız olarak sokağa çıktığında, evin yolunu bulamaması ve günün sonunda bizim panikleyerek şehir genelinde onu aramalarımızdı.

Bu kayboluş anlarından birinde, babam yine bize misafirliğe gelmişti. O zamanlar sanırım 13 yaşlarında falandım. Bize derken, ben abimle yaşadığım için oda bi kaç günlüğüne abimlere gelmişti. Bi gün böyle sokağa çıkıp akşama kadar gelmeyince, yengemde panik halinde arayıp "baban sabah çıktı hala gelmedi" demişti ve bende o an kızgınlıkla "ne diye dışarı bırakıyosunki" diye söylenip telefonu kapamıştım. Sonrada sokak sokak onu aramaya çıkmıştım. Sokaklarda kafayı yemiş halde onu ararken, kendi halimi düşünmeye başlamıştım. Ya bende yaşlanınca böyle olursam..

Aradan bi kaç saat geçip babamı hala bulamayınca, yengem tekrar arayıp "baban geldi burda" demişti. Sonra bende eve gitmiştim. Eve geldiğimde babama baktım, hiç bir şey olmamış gibi orda öylece oturmuş önüne bırakılan yemeği yiyordu. Ne kadar zavallı, ne kadar ilgiye muhtaç biriydi. Yaşı 60 üstüydü ve artık birileri olmadan yaşaması imkansızdı. Tıpkı bir çocuk gibiydi.

Sonra işte saatler ilerleyip abim geldiğinde, yengem gün içinde olanları abime söyleyince, abim de bana dönüp "öfff yeter yaww, hep böyle uğraşacak mıyız? yarın sabah ilk işin bi arabaya atıp eve göndermek olsun" demişti. O anda kanım donmuştu lan. Böyle "ciddi misin?" gibilerinden abime bi bakış fırlatıp cevap bekledim, ama abim hala öfleye pöfleye söyleniyordu. Bende dayanamadım "heeee tamam oldu, yarın sabah ilk işim bi arabaya atıp göndermek olacak. Sanki bi paketten bahseder gibi konuşuyorsun. at arabaya gitsin" diye yüksek sesle söylenip, odadan çıkmıştım.

Diğer odaya gidip düşündüm, yani tamam babamı bende sevmiyorum ama ne biliyim yani böyle ilgiye muhtaç, altına sıçan birine de böyle davranılmaz. Hele birde babansa, ondan bi paketmiş gibi bahsedip duramazsın. Hani tamam sevmezsin ama yani sevmiyorsanda, böyle bir hitabı haketmezdi. Ya da ne biliyim ulan bana örnek olman gerekiyor, hani ben sevmiyorum, babam için orospuçocuğunun biri diyorum kendi içimde, ama sen benden büyüksün bana örnek olacaksın nasıl böyle konuşuyorsun, ne diye böyle "at arabaya gönder gitsin" derken onu kansız, cansız bir eşyaymış gibi adlandırıyorsun.

Sonra düşündüm, acaba bende bi gün yaşlanıp bi hastalık geçirdiğimde çoluk çocuğum olursa bana böyle mi davranacaklar, siktir eder gibi, başından def eder gibi, kim bakarsa baksın mantığıylamı yaklaşacaklar. Tabii bi tek bu değildi. Mesela babam altına sıçtığında boku küfürler edilerek temizleniyordu, üstü başı falan türlü şekillerde değiştiriliyordu. Bu gibi durumlarda genelde soluğu dışarda alırdım. Kaçardım böyle, görmek istemezdim o anları. Midem bulanmazdı, sadece yanlış giden bir şeyler olduğunun farkında olduğum için kaçardım. Çünkü orda durup müdahale etme şansım zaten yoktu, bir şeyde gelmiyordu elimden. Bende kaçmayı seçiyordum. Sokaklar güzeldi ama bedenim sokaktayken, aklımın içinde babamla konuşurduk;
Ya bende yaşlanınca senin gibi olursam, ya bende altıma işersem, ya bende altıma kaçırırsam ne yapcam. Kim bakacak bana, kim ilgilenecek benimle. Yemeklerimi kim yedirecek bana, kim konuşacak benimle. Bu konuşmalarım her defasında eksiksiz ama fazlaca böyle devam edip giderdi. Düşünürdüm, düşünürdüm, düşünürdüm.
ammına koyım kim bakacak ki bana. Hiç kimse. Zaten insanın kendi çocuğu tiksinerek kendisine bakarken, elin oğlu mu gelip ilgilenecek, elin kızı mı ilgilenecek, elin orospuçocukları mı ilgilenecek. Cevapsız sorulardı bunlar. Televizyonlarda bakım evleride hep böyleydi zaten. Dayakla yıkanan yaşlı kimsesiz insanlar falan. Ama hayat buydu. Başka ne olacaktıki?
Bu yüzden bende kendi kendime eğer olurda ölmezsem ve yaşım 50 üstüne falan çıkarsa hala yaşıyorsam, bi gün kafama sıkarım olur biter demeye başlamıştım. Hala da öyle düşünüyorum. Belkide o yüzden sıkış tıkış bi hayat yaşamaya çalışıyorum. Sanki herkesten çok şey yaşamalıyım hızında bi yaşamım var. Hiç bir şeye yok demiyor, adeta bi çocuk gibi korkusuzca içine giriyorum. Acemice olması önemli değil, o işi, o olayı bi an önce deneyimlemeliyim diye düşünüp dalıveriyorum. Acaba diyorum böyle koştura koştura yaşamayı seçişimin nedeni o 13 yaşlarında falan gördüklerim sonrasında düşündüklerim ve bilinç altına işlediklerimden midir. Olabilirde, olmayabilirde. Ama sikimde olan tek şey, evet ne olursa olsun hiç bir şeyden korkmadan hoop diye içine girebilmeliyim. Sonunda sadece ölüm olmayacak mı? Öyleyse ne diye çok fazla seçenek varmış gibi yaşıyoruz ki?

Bu yaşlanma mevzusunda böyle düşünüyorum. Neyse işte abime "heee tamam arabaya atayım gitsin, sanki bi paketten bahsediyorsun" diye kendimce fırça kayıp odaya giderken kendi kendime düşünüyordumki bi baktım abim geldi. Hoop kapıyı bi hışımla açıp üzerime saldırdı. Gecenin sonunda, bol tükürük ve bi kaç tokatla günü kurtarsamda, içimden geçenleri söylemiş olduğum için pek acı macı hissetmedim. Abim beni bi güzel pataklayıp, beni olduğum yerde hayvan gibi ağlarken bırakıp diğer odaya gittiğinde, bende ağlaya ağlaya uyuya kalmışım. Sonra aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama saatler her halde gece yarısına gelmiş olmalıki bi ara yine birinin beni dürtmesiyle uyandırıldım. Dedim nooluyoruz, ben babamdır her halde yatağını karıştırdı odaları geziniyor diye düşünüp yerimden kalkacakken, hoop diye yanağıma gelen tokatın ardından odanın içi birden aydınlanıverdi. Ama nasıl bi tokat varya. allahım ben o tokadı ömür boyu bi daha yemedim. Sonra tokadın biri gidip diğeri gelirken ben de sessiz kalmayı tercih ettim. Tokatlatlar üst üste gidip gelirken, canım yanmıyordu ama böyle yanağım pişmiş gibi hissediyorum. Bende yüzümü iki elimle avuçladım. Ama ben o halde ağlarken bi kaç tokat daha geldi sonrada içeriyi bi sessizlik kapladı. İşte o anda abim yine konuşmaya başladı. Yarı uykulu olduğum için ne dediğini anlamıyordum, ama her halde her zamanki küfürlerinden bi kaçını sayıyordu. Orospuçocuğunun biriydi işte. Nefret ediyorum ondan.

Sonra abim siktir olup odadan çıkınca, bende duvara yaslanıp biraz daha ağladım ve düşündümde; hayatım aslında hep böyle olacak. Bundan daha fazlası ne varki? Ne olmasını bekleyeceğimki. Sikiyim ammını zaten herkesin hayatında bunlar olup bitmiyor mudur? Kendimi herkesin hayatında böyle şeyler oluyor diye kandırıp, biraz sakinleştim. Ama sonra dayanamadım biraz daha ağladım ve sonrada allaha beni böyle sahipsiz bıraktığı için kızdım. Madem yaratıyorsun niye korumuyorsun, ne diye yarattın beni, dayak yiyim diye mi yarattın. O zaman sen gel döv. Böyle o yaşta kendi kendime bunları düşünürken uyuya kalmışım. Sabah uyanıp hiç bir şey olmamış gibi hayatımıza kaldığımız yerden devam ettik. Ben bi kaç gün hiç konuşmadım, yemek yemedim kendi kendime bi sonraki dayak faslına kadar trip attım.

Daha sonra babam öldüğünde askerdeydim ve abim arayıp normal bi şekilde "baba öldü" dediğinde sadece "tamam" dedim ve telefonu kapadım. O anda komutanımla çarşıya alışverişe çıkmıştık ve ben onun şöförlüğünü yapıyordum. Şöför olduğumdan dolayı yanımızda cep telefonu taşımamıza izin veriliyordu ve zaten komutanlarımızda telefon numaralarımız vardı. Biz çarşıya çıkıp görev esnasında geç kalınca veya acil bir şey lazım olunca arayıp yol üstünde bi marketten şunları da al falan derlerdi.

Komutanımla 

08 Mart 2011

Rahmetliyi nasıl bilirdiniz?

Bu yazı şu yazının devamıdır. ŞU YAZI

Ben evden kaçıp sokaklar bana sirk alanı, sokaklar bana bayram yeri olmuşken, bizimkilerde ortalığı ayağa kaldırıp, ömürlerinin en rezil dönemini, konu komşuya ne derizin en berbat durumunu açıklamakla meşgullerdi. Eş, dost akraba toplanıp beni bir kaç gün aramalarına rağmen bulamıyorlar. Sonra tabii işin içine polis falan da giriyor ama benden hala iz yok. Ben yer yer götümü siktirip siktirmeme kararsızlıkları içerisinde, yer yer özgür oldum ama şemsiye nereme girdi diye il il dolanırken, kafa bi milyon olmuş bir şekilde aile eş dost falan gibi kavramları tamamen unutmuştum.Gerçi çokda sikimde değillerdi.

Zaten kendimi bildim bileli hep evden kaçmak istiyordum, kaçmalıydımda. Çünkü öyle bir yaşam bana göre değildi. Ne okulun var, ne doğru dürüst bir işin, ne ailen tarafından sahiplenilmişsin kucaklanılmışsın, nede aileden birine karşı besleyeceğin sevgin var. Gerçi o yaşta sevgi nedir bilmiyorsun, sadece birileri benlen ilgilensin yeter. Hep ilgilenilen olayım havalarındasın ve bu yüzden yüzüne her güleni, sana sonsuz sevgi besleyecek olan biri diye görmeye başlıyorsun. Evde bunları görmeyince ilk fırsatı değerlendirip, onlardan en uzağa gidebileceğim bi yere gidiyorum. Neresi olduğu önemli değil, sadece onlardan uzak bir yer olsun...

Ben işte böyle bu kafayla onlardan uzaklaşıp aradan bir kaç gün geçince, bizimkiler benden hiç haber alamıyorlar. Zaten devlete başvurunca, amına koduğumun devleti de beni arama işlerini o zamanlar bildik prosedürlerle yapıyor. Bizim oralarda, o yaşta biri evden kaçtımı devlet ailenin nasıl bir yapıda olduğuna bakmaksızın, örfünü, siyasi bakış açısını sikine takmaksızın, evden kaçan er kişinin terör örgütüne katıldığını söyleyip aileyi terör örgütüne destek olmakla suçlar. Kızlarda zaten başlık parası ödenmemek için kaçırılır falan.
Aile devlet tarafından böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalınca, genelde ses çıkarmaz ve her şeye "he" çekip el pençe durur. Çünkü her şeye "he" demese, bu sefer ailedeki herkes suçlanır ve içeri misafir olarak alınıp analarından emdikleri süt, burunlarından getirtilir.

O mantıktaki devletin amına koyım ve devlet adına o mantıkta çalışan orospuçocuklarınında ecdadını sikiyimki, ne yazıkki benim içinde bunları düşünüyorlar. Güya ben evden kaçıp terör örgütüne katılmışım falan. Eee tabii devlet kurumlarında çalışan bu mantıktaki orospuçocukları aileyi bu tür suçlamalarla sessizleştirip evine yollarken, ailede aslında beni tamamen kaybetmediği için sevinmeye başlıyor. Çünkü onlara göre bu varsayım, benim hala yaşıyor olmam anlamına geliyor.

Neden böyle düşündüklerine gelince, bunun nedeni aslında bizimkilerin önceki haftalarda hizbullah ile yaşadıkları zekat adı altındaki haraç isteğini olumsuz yanıtlamalarıydı. Bizimkiler zekat adı altında istenen haraç parasını vermeyince, bunun üzerine benim hizbullah tarafından kaçrıldığımı düşünüyorlar. Hele bir de o günlerde, akşam haberleri, gazete sayfaları falan hizbullahın asit kuyuları, domuz bağları falan filan diye habire durmadan bu konularda haber yapıyorlar ve bizimkiler bu haberlerin ardından iyice benim kaçırıldığıma inanmaya başlıyorlar. Hizbullah kaçırdığı kişileri öldürüp bir yere gömüyor ve bi daha haber alınamıyor. Hatta bırak haber almayı, cesedine bile ulaşılamıyordu. Ulan allah için adam kaçırıp cesedini yoketmek hangi dinde vardırki?

Zaten o dönem islamiyet bu orospuçocukları yüzünden herkese, savaş, cinayet, katliam dini olarak dayatılıyor. Ki bunu hala öyle kabul eden binlerce gerizekalılar var. Neyse o konuyu geçip benim kaçırılma olayına gelirsek;
İşte bizimkiler cesedim olmamasındansa, bir gün bi yerde gireceğim bir çatışmada öldürülüp cesedimin ortaya çıkmasını daha doğru kabul edip ses çıkarmıyorlar ve devlet adına çalışan bu kötü, pis düşünceli orospuçocukları topluluğuna "he" deyip çıkıyorlar. Sonra işte eve gelip durumu söylüyorlar ve bakıyorlarki yapacak bir şey yok. Sonra zaten bizimkiler, eş dost toplanıp durumu konuşuyorlar. Durumu konuşurken bi kaç hafta önce gerçekleşen zekat adı altındaki haraç konusunu da anlatıyorlar ve o anda olan oluyor. Eş dost hizbullahın haraç isteme olayını duyunca, benim çoktan öldüğümü kabullenip yakın eşraf falan hemen bizim evde toparlanıp ruhuma bir kaç fatiha okuyup dağılıyorlar. Çünkü onlara göre nasılsa artık ölmüşüm ve bu yetmezmiş gibi cesedimde bulunamayacak. Durum işte böyle. Yani şu an ben daha ölmeden önce fatihası okunmuş biriyim.

Aslında bu iyi bir şey. Ama bi yandan insan düşününce kendini çok değersiz görüyor. Düşünsene lan, senden ümid kesilmiş, kimse seninle artık ilgilenmiyor. Bir insansın, ailen denilen insanlar var ama senin ölümün kabullenilip fatihan bile okunuyor. Yaşıyorsun ama kimsenin sikinde değilsin ve zaten senin ölümün bir anda kabulleniliyor. Şimdi o günler aklıma geliyorda, bi yandan çok komik bulup gülüyorum, bi yandan kendimi çok değersiz hissediyorum. Belkide böyle değersiz, tam oturmamış bir kişilik, silik biri olmamın nedenleri arasında buda vardır. Bilmiyorum ve açıkçası sikimde de değil. Ama bildiğim tek şey, beni benden başka kimsenin dikkate almaması. Bunun farkında olmak da güzel tabii. Ama işte böyle ezik silik bi çocukluk yaşamış olmak insana çok koyuyo beee

Neyse işte o evden kaçma hikayemde böylece bitti.
Edit: Hep bitti bitti diyorum ama arada hey heylerim gelince açıp yazıyorum. Devamı için TIRTIKLA

07 Mart 2011

Kuşumu altın prezervatife soktum, illede "tırtıllı ve ultra ince olsun" dedi

Bazen büyük bir derdin olurda karşında anlatacak onca kişi varken, söze nasıl başlayacağını bilmediğinden dolayı cümleye başlayamaz, derdini içine taaa en derinlerine atarasında, üstüne toprak örter gibi unutur gidersinya işte bugünlerde öyle bi haldeyim.  Hayır işin enteresan tarafı hiç kimseye söyleyemedim ve nasıl söyleyeceğim bilmiyorum bile. Çünkü ben; utanmaz, terbiyesiz, ahlaksız herifin tekiyken böyle bir sıkıntıyı nasıl olurda söyleyemiyorum onu anlamadım. Aslında tam olarak söyleyemiyorum demek de doğru olmaz, çünkü o anda aklıma gelmiyor. Yani sorunum söyleyememek değil, umrunda olamıyacak kadar unutmuş olmak da olabilir.

Efendim neyse konuya şimdi azcık bu cümlelerle ısınmışken böyle ilerleme kaydedeyimde, kaç zamandır sikimin doğru dürüst çalışmadığını cümle arasında söylemiş olayım. Evet ne yazıkki sikim doğru dürüst mesai yapmıyor. Hayır bilmiyorum acaba içinizden biri sikiş sokuş hikayelerimi okuya okuya bi hal oldu da, gidip büyü falan mı yaptırdı, sikim kalkmasın diye muskamı yaptırdı, yoksa kaç zamandır yiyişemediğinden dolayı beddua mı etti naaptı veya nooldu bilmiyorum. Yok, tık yok valla.

Normalde ben evde yalnız kalınca osbire dayanırım, pornoya veririm kendimi, ama ıııh onlar bile yok. 3 hafta boyunca osbir çekmeyi bile unuttuğum oldu da, geçen aklıma gelince girip wcde deneme çekişi yapıp çalıştığını görünce bi rahatladım ki sormayın. Ama oda hiç zevk vermedi. Hele birde benim ayılıp bayıldığım, eskilerden biri Ercan vardı, ben onu düşününce bile aniden sertleşiverirken, geçen onunla bi kaçamak yapalım dedim, ama ıııh olmadı öpüşürken sanki avuç içimi öpüyormuşum gibi bir hisse kapıldım, koltuk altını öperken, sanki dersin kendi dirseğimi yalamaya çalışıyordum. Böyle bi tuhaf aktraksiyon durumlarına girdik ki, adama ne diyeceğimi şaşırdım. Ona hissettirmemeye çalıştım ama yok anacım, zevk falan filan hak getire. Baktım olmuyor boşaldım ve ölü gibi kenara çekildim.

Sözün özü son bir aydır cinsel çekişten inanılmaz düştüm. Geçen internette karşıma çıkan cıbıl bedenlerden olmasa, 3 haftadır osbir çektiğimi bile hiç hatırlamayacaktım. Kimbilir belki osbir çekmeyi bile tamamen unutup, sonrasında da sikimi sadece çişimi yapmak için kullanacağım ve belki de bundan sonra öylesine bir vucut aksesuarı gibi orda sallanıp duracak.

Gerçi bişi söyliiim mi bende bu sikiş sokuştan bıkmıştım. Böyle kendimi sanki yarrak makinası gibi görmeye başlamıştım. Lan geçen oturdum düşündüm de "acaba benim sikişmekten başka hayatımda neler oluyor bitiyor" diye söylenip, sonrasında hayatıma bakındım ama bir şey bulamadım. Abi hayatım sikiş sokuştan ibaret olmuş. Böyle o gün biraz kendi kendime düşünüp durmalıyım demiştim. Acaba diyorum bilmeden bilinçaltıma mesaj yollayıp sikime laf mı geçirdim ne yaptım??
Hayır yani olabilir,  neden olmasın ki?? Birde ulan son zamanlarda çok çorbacı olup çıkmıştım. Resmen her önüme gelenle yatıp kalkıyordum. Sonra dedim "ulan ne buya sırf erkek diye, sırf azcık kıllı diye herkesle yatcak mıyım? Dur lan biraz seçici ol" Böyle böyle derken karşıma çıkanlara da biraz afra tafra yaparak uzak durmaya başladım ve zaten teee o günden bu yana bar'a da gitmiyorum.

Gerçi artık kesin kararlıyım, öyle istediğim ölçülerde, görüntüde karşıma biri çıkmadıkça bi halt yemiycem. Hatta ilk adımı onlar atmadıkça hiç siklemiycem ve eğer aramızda aşk yoksa, yatak da olmayacak. Sikmişim en yakışıklısının tadını. Aşksız girdiğim yataktan artık zevk almıyorsam kendimi neden zorlayıp durayım ki? Dur bakalım zaman neler gösterecek.