-->

30 Kasım 2010

En'lerin mimiği

Geçenlerde Vanilyam ve Draleye  mim yazmışlar ve pası bana atmışlardı. Mimiklerin bende kuruyup, nesillerinin devam edememesi gibi bir soruna rağmen hala mimiklendiğime sevindim doğrusu. Daha önce dediğim gibi bende ölmelerinin nedeni, tamamen böyle eften pöften mimikleri sevmemem, yoksa başka bir açıklaması yok. Zaten bunu daha önce şurda yazmıştım. Neyse madem mimik geleneklerine göre gelen mimi aldım, bi eksiklede olsa gereğini yapıyım. Mimik de "en" lerle ilgili olduğu için en en en en en diye devam ediyor. Buyrun:
                                                              En sevdiğin kelime..?
Sevdiğim herhangi bir kelime yok. Benim için hiç bir kelime diğerlerinden farklı değil. Ama geçmişe dönersek AFFERİN kelimesini çok duymak isteyen biri olduğum için, bu kelimeyi diğer kelimelerden ayırt edip başüstünde taşırım.

                                                                                                         Nefret ettiğin kelime..? 
Sevdiğim bir kelime yoksa, nefret ettiğimde yok. Ama kelimeleri anlık olarak, bulunulan durumun içindeki ses tonlarına göre ayırt edip, tepki verebilirim. Her zaman normal karşılayabileceğim bir kelime bazen o kadar farklı bir ses tonuyla söylenirki, ondan nefret edebilirim. Mesela "anaskim" kelimesi her zaman için normal bi kelime gibi gelir bana, ama bide üstüne basa basa "ananısikiyim" kelimesi vardır, hiç de normal gelmez. Böyle diyen birini kıbleye doğru domaltıp, günde 5posta götünden kuru kuru çükmek istiyorum.

Seni ne heyecanlandırır..?
Biriyle yalnız kalmak, başlı başına bir heyecandır. Hele birde hoşlandığım biriyse, sık sık yutkunurum, nefes bile alamam, bol su içerim. Yakınlaşmaya başlarsak ve olacaklar hakkında bi fikrim yoksa, o an ölüp, bok yoluna giderim.

Heyecanını ne öldürür..?
Heyecanım genelde bi iş üstündeyken ölür. Mesela bi iş için biri kalkıp "o öyle değil, böyledir" dediği an, heyecanım biter. Artık "sikerim gelmişini geçmişi" havasında yaşamaya başlarım. Bu halim 1-2 gün devam edebilir. Taki kişiye göre iş değil, olması gerektiği gibi iş yapılmaya başlanıldığına kadar. Yada ben sike sike işe dönmek zorunda kalıncaya kadar.

En sevdiğin ses..?
Bizim mahallede bekçi Murtaza var. İnşaatın önünde durup gelen geçenin gözünün içine bakıyor. Mesela gece geç vakitte eve döndüğümde, inşaatın en üst katından başını uzatıp yola doğru bağırı "looooo ne yapersen ordeeee"
Murtaza'nın sesini seviyorum. Yaşı geçmemiş olsaydı belki geleceğin imparatoru olabilirdi.
 
Nefret ettiğin ses..?
Kavga anlarında götten çıkan sesler, dalga geçen ses tonları, küçük dilin bile görüldüğü o bazı iğrenç kahkahalar. Bide çok komik bir şey gördüğüm zaman kahkaha atarken farkında olmadan götümden çıkan yüksek sesden nefret ederim. Götümden öyle ses çıkmasın diye, götümdeki kılları bile kesmiyorum. Ama ııııhhh çok güldüğüm zaman sesli osurmaktan kendimi alamıyorum.

Hangi mesleği yapmak istemezsin..?
 Devlet memurluğu.
Allam o ğımbıl, ölü toprağı serpilmiş kadir kıymet bilmez dangalakların yerinde olmaktansa, gidiyim Karaköy'e sikiş için gelmiş 60 yaşındaki  amcalara bacak arası yaptırıyım daha iyi. Hem adamlar öldü ölecekken, yüzleri güler, bende artı (+) sevap kazanırım.

 Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdin..?
Piyasadaki en pahalı, en kaliteli ve en iyi kokan parfüm gibi bi osuruğum olsun isterdim. Koklayan derin derin nefes alarak içine bol bol çeksin. ohhhh misss
Kendin olmasaydın, kim olmak isterdin..?
Hiç kimse olmak istemezdim. Ne eder eder yine kendim olurdum. Başkasının hayatını yaşamak isteseydim zaten şimdi bu halde olmazdım. Sıkıntılarımla, bazılarına göre anlık iğrenç mutluluklarımla, sevgilisiz ve sürekli sevgili arayışlarımla kendimi seviyorum. Kendimden nefret etmeyi bile seviyorum. Kendimi değersiz bulduğum, o hiç bi boka yaramadığımı söylediğim anlarımı bile seviyorum. Kendisiyle barışık, mutlu biri değilim, ama kendimi bu küs halimle bile seviyorum. Sevdikçe eksikliklerimi farkediyorum. Eksikliklerimi başkası çözüp ne yapıcak, ben kendimi çözmeye çalışıyorum. Tüm salaklıklarıma rağmen kendimi seviyorum.

 Nerede yaşamak isterdin..?
Bi yere bağlı yaşamayı seven biri değilim. Şu an karnım İstanbul'da doyuyor ve ben burda yaşıyorum. Zaten dünyanın bir kağıt parçası üzerinde belirlenmiş sınırlara bölünmesine karşıyım. Ammına koduğum aç gözlü devlet büyükleri. Ceplerine daha hızlı ve daha fazla para girsin diye ellerinde kalem, imza atacak yer arıyorlar. Ahh o kalemi alıp götlerine sokmak vardıya neyse.

En önemli kusurun..?
Kendime çabuk kızmam, kendimi değersiz bulmam. Herkesi kendimden önemli bulup, ezikliğimi hemen belli etmem ve tüm bunların farkında olmama rağmen hiç bi değişiklik yapmamam.

Sana en fazla keyif veren kötü huyun..?
Birine çok çabuk tutulmam, güvenmem, ne edip edip bi şekilde peşinden dünyanın öbür ucuna gidebilecek zayıflıkta biri olmam. Ammına koyım daha benim peşimden gelen olmadı, ama ben ha bire peşlerinden oraya buraya gidiyorum. Hakket haaa ne malın tekiyim yawww.

 Kahramanın kim..?
Bi kahramanım olsaydı, sürekli bi arayış içinde olmazdım. Sikiyim kahramanları. Ama keşke bi kahramanım olsaydı. En azından kendimden kaçtığımda, yalancıktan ona sığınırdım.

En çok kullandığın kötü kelime..?
"ananammı" kelimesi benim için en kötüsüdür. Ama pek kullanmam, daha çok "şerefsizindölü, oruspununevladı" falan var. Ya aslında kötü kelimelerim çok fazla ve hepsini de sinirlendiğim anlarda kullanırım. Yani öyle en çok kullandığım diye ayırdığım bi kötü kelimem yok, sonuçta hepsi kötü ve bence hepsi eşit derecede can yakar.

Şu anki ruh halin..?
Uykusuz, yorgun ve açım. Dolayısıyla boktan bi ruh hali.

Hayat felsefeni hangi slogan özetler..?
Herkesi boş ver. Sen ne istiyorsun o önemli. Yanlış yapıyorsan bile senin yanlışın olsun. (Babam demişti.)

 Mutluluk rüyan..?
32sinde falan, hafif göbekli, benden 10cm uzun, döşü hafif kıllı, kirli sakallı, kısa saçlı, esmer veya sarışın farketmez, yeterki gözlerinden ışık saçan bi adam olsun. Bu benim mutluluk rüyam.

Sence mutsuzluğun tanımı..?
İstemediğin şeyi yapmak. Iyyyy allam sen kimseyi yapmak istemediği şeyi yaptırtarak mutsuz etme. Bence çağımızın en büyük sorunu budur. Yapmak istemeyeceğin şeyi yaparak mutsuz olmak. Herkes mutlu olacağı şeylere odaklanırsa savaşlar bile son bulur. Tabii aç gözlülüğüde bırakmalıyız. (burda canım "şerefsizoruspuçocukları" diye alakasız bi küfür sallamak istedi.)

Nasıl ölmek isterdin..?
Başıma sıkılan tek kurşunla. Ani, acısız ve habersizce. Acı çekip günah çıkarmak kısımlarını atlamak istiyorum. Yaşarken zayıftım, ama ölürken zayıf görünmemeliyim. Bok yoluna giderken bile, gıkım çıkmamalı.

Öldüğün zaman cennete gidersen, Allah’ın sana ne söylemesini istersin..?
Allah'ın sakin bi ses tonuyla "gel bakalım, anlat hele ne bok yedin orda?" deyip beni dinlemesini isterim. Acaba dinler mi? Acaba yarattığı şu ben'e dönüp bakacak mı? Yoksa yeryüzüne kovduğu gibi, orda da siktir çekecek mi?

Bir sigaran var mı..?
Sigara kullanan biri değilim. Daha çok yarrağı tercih ediyorum. Ağzımdan hiç düşürmemeye çalışırım. Size de tavsiye ederim, ciğerleri çürütmüyor, çevreyi kirletmiyor ve ağzından düşürmedikçe büyümeye devam ediyor.

26 Kasım 2010

Biz sevdik mi; cüzdanımızın şişikliği kadar değil, kalbimizin büyüklüğü kadar severiz.

"Kadınların 2inci sınıf, eşcinsellerin 3üncü sınıf insan sayıldığı bir toplumda yaşıyorum" Kaşlarım, bazılarınızın kendi aranızdakilerinden bile daha kaliteli eğitim gördüğü, okullarınızdaki kara tahtalardan daha kara bir kürdüm. Gözlerimde her an ağlamamı sağlayacak çocukluktan kalma bir eziklik, yarınları belirsiz bir gelecek, sırf eğitim görmüş olduğu belli olsun diye, ülkem denilen her milletten insanın kanıyla sulanmış bu topraklarda okumuş oranı yüksek görünsün diye, elime alelacele tutuşturulmuş bir orta okul diplomam yalnız var. Bana layık olduğunu düşündüğünüz o basit mecburi eğitimden dolayı, ne olmayı planlayabileceğim bir yaşamım olamadı. Şimdi küçük bir ücret karşılığı çalıştığım yerlerde zar zor akşam ediyor, gecenin sonunda paranızla satın alamayacağınız kadar hayal kurup, onlarla mutlu olmayı bilerek uyuya kalıyorum.

İnsanız ya, insan olmamıza rağmen görmezden geliyorsunuzya, buna rağmen biz de sevmeyi biliyoruz. Gezmemizi bile bakışlarınızla yasakladığınız sokaklarınızda, başımız dik yürürken bizi görmezden gelsenizde, her defasında görünmeyen sınırlarınızı çiğneyerek var olduğumuzu belli etmeye çalışıyoruz. Farkında değilsiniz ama, dışarı verdiğimiz nefeslerimizi, bizim gibi sizlerde derin derin içinize çekiyorsunuz.

Bizi, sevdiklerimizle beraber sokaklarınızda gördüğünüz zaman tuhaf bir biçimde dikizlerken,  tiksinir gibi bakan gözlerinizi, o dehşete kapılmış yüz ifadenizi umursamadan sevdiğimizin gözlerinin içine bakarak "seni seviyorum" demeyi biliyoruz. Bize yakıştıramasanızda, gerçek aşkı önceliklerimiz arasında tutuyoruz. Sevince,  sizin gibi kendimize engel olamıyor, markasız giysilerimize bakmadan, kendimizden beklenmeyen kalitede sevdiklerimizi sokaklarınızın ortasında sarmalayıp öpüyoruz.

Sizler, gözyaşlarınızı sevdiklerinizden zayıflık göstergesi olarak saklarsınız, ama biz onların karşısında yanaklarımızda iz bırakmasını umursamadan dökülmesine umarsızca izin veririz. Sizler gibi eğlenemiyor olabiliriz, sevdiklerimize altın kolyelerden sahte mutluluklar sunamıyor olabiliriz, ama inanın sevdiğimiz zaman, dünyayı bile iplemeden hepinizin toplamından daha çok severiz...

(Yazının başındaki tırnak içinde yazılan cümleyi Gaykedi'de görmüştüm. Zaten bir çok şeyi özetliyor.)

25 Kasım 2010

sen de benim gibi bu kafadayken lise okusaydım ortalığın mına koyardım diyor musun ?

formspring.me/hayaterkegii sayfasına gelen soru ve verdiğim o can sikici uzun cevap burada da dursun. Konu hakkında gerekli açıklamam budur.
Valla bu kafayla değilde, o zamanki yarrak gibi kafayla bile okutsalardı razıydım. Ama bizimkilerin de, diğer çocukların aileleri gibi gözlerini para bürümüştü "çalış, eve para getir" demekten başka bir şey bilmiyorlardı. Biz doğulu çocuklar sik kadar boylarımızla, kendi maliyetlerimizi çıkartır, ailelerimize yük olmamaya zorlanırız. Ki öyle yapmak zorundasın zaten, yoksa kapı dışarı edilirsin, yoksa sürekli tartaklanır köpek gibi dövülürsün. Zaten küçük yaşlardayken belimizde odunlar kırılır, tuzağa yakalanmış vahşi bi hayvan gibi iyice evcilleştiriliriz. Yaşımız kemale erince, akşam eve dönüşte pazularımızın şişkinliği kadar ceplerimizde para yoksa, adam yerine koyulmayız. Herkes suratını, boyası dökülmüş o pis, leş gibi duvara döner. O pis denilen duvar senin yüzün'den bile temizdir onlar için, kimse yüzüne bile bakmaz. Selam verirsin, selamın havada buz tutup yere düşer...

Büyütürken boynumuza görünmeyen zincirler vurmuşlardır. Göremediğimiz için çoğumuz ölünceye kadar farkına bile hiiiç varmayız. Öyle orda doğar, orda büyürüz, sikimiz iyice kalkıncaya kadar bi yere kıpırdamayız.

Sikimiz kalktığı zaman devlet baba el atar götümüze "gel evladım zoraki askerlik var" der. Devletin eli tatlı gelir bize, çünkü o zamana kadar hiç doğru dürüst sıcak yemek, sıcak yatak, sıcak su bile görmemişizdir. Zaten askerlik olmasa doğduğun yer dışında, bi yere doğru dürüst kıpırdıyamazsın. Askerlik olmasa çoğumuz orda doğar, orda büyür, orda ölürüz...

İyiki de askerlik var lan, iyiki de devlet baba yaş 20 olunca götümüze el atıp yokluyor. Yoksa dediğim gibi orda kendi bokumuzla kavrulup gideriz. Askerlik bitince de gidecek yerimiz olmaz. Gözlerimiz azcık açılmıştır ama, hala evcilizdir, aile olmadan nefes bile alamayız. Zaten kulaktan kulağa duydukları bir Allah'ları, Allah'larının gönderdiği ama okumayı bilmedikleri bir kitapları, birde Allah'larından çok sevdikleri peygamberleri vardır. Burası da onun ocağıdır diye gönderirler. Peygamberi de kulaktan kulağa bizde duyarız, ses etmeyiz, ilk duyduğumuzda iman etmişizdir zaten. Peygamber ocağı diye geldiğimiz yerde götümüzden yarrak eksik olmaz, her siki kalkan bize postasını koyar. Bunun üzerine içimizden "ulan gelmeden önce burası için PEYGAMBER OCAĞI dediler, ama götümüzü siken sikene. Yoksa peygamberler adam mı sikiyordu??" diye düşünmekten kendimizi alamayız, ama büyütülürken "sessiz ol, sus lan köpek" dedikleri için kimseye gıkımızı çıkaramayız. Herkes haklıdır, biz haksısız gözüyle bakmamız öğretilmiştir.

Akşama kadar siken sikene olmasına rağmen ses edemeyiz. Çoğumuz konuşmayı anca orda söker, çoğumuz yazmayı anca orda öğrenir. Götümüzden çıkan bi ses tonuyla konuşmayı bile, anca orda öğreniriz. O zamana kadar sadece başımızla selam vermek öğretilmiştir...

Dedim ya askerden sonra da bi yere kıpırdayamayız, sikimiz kuyruğumuzmuş gibi bacak aramızdayken, karşılarına çıkıp karılarımız gibi "ben sana mecburum" deriz. Askerlikten en fazla 1 yıl sonra yakın akrabadan biriyle evlenip çoluk çocuğa karışırız. Sonra da ordan başka bi yer görmeden, zincirlerimiz boynumuzdayken ölmüş oluruz. Kıramamışızdır, çünkü nerden nasıl kıracağımızı öğrenmemizi engellemişlerdir...

Neyse. İşte böyle bi toplumun içinde büyüdüğüm için, okumaya izin çıkmadı. Eşşek yerine koyup sürekli "çalış çalış çalış" dediler.

Ben erkek olduğum için şanslıydım, ortaokula kadar okudum. Ama erkeklerin şansı da orta okula kadar olur zaten. Erkek olduğumuz için oruspu olmamızdan korkulmaz, sikilirsek bile çocuk doğacak değilya. Her neyse sessiz ol, çıt çıkarma oku okulunu işte. Fazlasını ne yapıcaksın denir. Çünkü orda orta okul bitince, eğitim de biter. Bazen bu yüzden "keşke zorunlu eğitim üniversiteye kadar olsa" demiyor değilim. Hatta orta okulda bu konuyla ilgili bi komposizyon yazmıştım da yakışıklı Türkçe hocam bizzat tebrik edip, tüm okulun önünde kendisi okumuştu. O gün götümün kalktığını, renginin mavi olduğu rivayet edilen gömleğimin düğmelerinin kabaran göğsümden dolayı koptuğunu falan çok iyi hatırlıyorum. Çünkü doğuda zaten zoraki eğitim var diye, ailelerimiz bizi okutuyor. Yoksa nah kalem kağıt görürüz.

Mesela kendim için konuşmam gerekirse, ortaokul sonrası yaz tatilinden dolayı eşşek gibi sağa sola koşturup, göze girmeye çalışıyordum. Hani cinin tekiyim ya, ailemin "ulan çocuk akşama kadar eşşek gibi çalışıyor, bari okula gönderelim" diye düşünür sanıyordum. Ama ne oldu, tüm yaz eşşek gibi çalışmamın karşılığını okullar açılınca "siktir len, okuyup ne yapcan, işte işin gücün var çalış burda" diyerek aldım. Lise okumak için bi kaç gün ağladım, zırladım, yemek yemedim ama ıııh kimseye dinletemedim. Baktım okutmuyorlar, bende mecburi olarak okumaktan ümidi kestim. Sonra biraz daha çalıştım "sikerim işinizi" deyip kapıyı vurdum çıktım.

Bu uzun beyin sikici cevabımı şu video ile noktalıyorum: http://www.vidivodo.com/462117/sonunu-dusunen-kahraman-olamaz

Sabah ilk işim işemektir, sonra bacaklarımın arasından yukarı doğru çıkan buharı içime çekerken biraz düşünürüm

Dün akşamki o kuş gibi hafifleme meselesinden sonra sabah alarmla beraber uyanıp çişe gittim. Klozetin o buz gibi soğukluğu, battaniyenin altında geceden bu yana tutuşmuş olan götümle birleşince cısssss diye bi ses çıkmadı, ama tüm tüylerim o an diken diken olmadı da değil. Hatta o an açıkta olan götüme balon değse diken diken olan kıllardan dolayı pat pat diye patlarlardı. Çişten sonra klozetin ısındığını farkedince  kalkmadım, dedim madem ısıttım dur bi de sıçıyım. Tuttum bi güzel sıçtım. O an kilo verdiğimi hissetmedim değil. Tüy sıklete doğru adım adım gidiyorum :Pp

Yalnız çişin o ılık havası beynime vurup %1 kapasiteye sahip düşünce gücümü harekete geçirince, bende tüm hayati meseleleri, gözden geçirmeye karar verdim. Önce dün akşama daldım gittim. Dedim ulan mal herif ne yapıyosun, bi kendine gel. Zaten adamın gece gündüz sikiştiği biri var, sen kalkıp umut besliyorsun. Hadi bunu geç, son günlerde iyice kudurdun kaldın. Sanki ibnelik de olmasa, yaşama nedenlerin ortadan kalkacak gibi davranıyorsun. Eee hadi bunları da geç, amcık bi silkelen kendine gel. Ne bu kudurganlığın, aç vidyo sitelerini çek bi kaç posta osbir, yığıl oturduğun yere. Ama yok, osbir çekmeyide azalttım, bu da yetmezmiş gibi abazanlara taş çıkartırcasına siki elime almış sokacak delik arıyorum.

İşte böyle böyle kendime biraz nasihat ettim, sonra sıçma esnasındaki ıkınmalarla da gaza geldim, gaza gelmekle kalmadım karar verdim biraz kendime çeki düzen vericem. Zaten iyice abarttım ammına koyım. Böyle bi kendimden geçmişim, bi kendimden geçmişimki, ben ben olmaktan çok uzağa düşmüşüm ammına koyım. Böyle bi havalanmalar, bi götü kalkma halleri, tüm alemi ben yarattım halleri hasıl olmuştu bende. O yüzden durulmaya karar verdim.

Allahtan havalar biraz soğuyunca çişin buharı iyice kendini gösteriyor ve göstermekle kalmayıp burun deliklerinden girip beynin hava almasını kolaylaştırıyor. ohhhh missss. Yoksa bu mal halimden hiç kurtulamayacaktım. Sikmişim duygulsallığını. Bundan sonra öyle davranmak yok. heyyyooo çekilin, duygusallıktan kurtulmak ve kendime gelmek için bi kaç posta osbir çekicem üzerinize sıçramasın.

24 Kasım 2010

Allam sana sesleniyorum; ne işler çeviriyorsun yine, ne yaptın bana??

Dün gece yağmur falan vardı, o yüzden planlanan buluşma gerçekleşmedi, yanisi buluşamadık. Ama bugün telafi ettik buluştuk. Gayet hoş, efendi ve kendi halinde biri. Beklentilerin üstünde, ama daha öncede dediğim gibi sevgilisi var. Çok efendi çok, böyle insancıl biri. Melek gibi adam vallahi. Hatta bi ara gerçek mi lan bu diye özellikle dikkat ettim gerçekti. Hiç öyle kasıntı, götü kalkık falan değil. Kara kaşlı, kara gözlü, kirli sakallı, siyah saçlı ve güleç yüzlü. Gözlerinin içinde de yıldızlar falan var, böyle yanıp sönen cinsten. Boyu uzun ama hiç de helak olacak kadar değil. Seside çok hoş lan, böyle sus o konuşsun sende bi kenara kıvrıl yat. Ama nedense susamadım. Dilimi tutamadım, konuştumda konuştum. Sanki kafama silah dayamışlar da "konuş lan köpekkk" diyorlarmış gibi bülbül gibi şakıyıp durdum. Onun konuşmasına herhalde anca 1-2 defa izin verdim. Onun dışında gıkını bile çıkarmasına izin vermedim.
Bilmem böyle tuhaf bişi oldu bana. Güya bi yerde oturup konuşalım falan dedik ama konuşamadık. Çünkü sadece ben konuştum. Lanet olsun ki çeneme hakim olamadım yine. Bi ara bol bol saçmaladığımı farkedince sustum, ama iş işten geçmişti. Böyle şimdi eve gelince farkettim bende bi tuhaflık falan var. Böyle yüzüm yanıyor resmen. Dişlerim vuruyor birbirine. Vücudumda bi titreme var lan. Miğdem gurulduyo ama açlıktan değil. Alla alla diyorum acaba adam gerçekten var mıydı? Biriyle buluştum mu? yoksa kafayı yedim, bunlar ilk belirtiler mi? Yoksa ben kendi kendime hayal falan mı kurdum.

Ama yok lan vardı gerçekten. Çünkü dokundum, hatta bi ara eve dönerken arabada elimi tutunca bende dayanamadım uzandım öptüm. Tutamadım kendimi. Lanet olsun bana. Sadece o olsa neyse yine konuşmaya başladım. Ahh ben şu dilimi koparıyım saçmalamaktan bi an önce kurtulayım, ahh ahhh ben artık büyüyüp dilime söz geçirebileyim. Az önce de eve girince aradı ama "bi daha rahatsız edemeyeceğini ve bu yüzden kusura bakmamamı" söyledi. "Allam ne kusuru lan?? sen değil, ben kusurluyum" dememek için kendimi zor tuttum. Gerçi bişiler saçmaladım ama ne dediğimi bilmiyorum bile. Belki de gerçekten "kusurlu olan sen değil, benim" demişimdir. Yani sadece konuştuğumu hatırlıyorum o kadar.

Şu an çok tuhafım lan, sanki beynim yok, sanki vucudum falan yok, sanki balkondan kendimi aşşağı bıraksam, kanat çırparak gökyüzüne çıkar dolanır da gelirim. Öyle hafif mafif hissediyorum kendimi. Bide "hiç aşık oldun mu?" diye sormuştu "yok" dedim. Lan acaba aşık falan mı oldum? acaba bana başka bi haller mi oldu. Töbe allam sen aklıma mukayet ol. En iyisi uzun bi ara vermek, yoksa kafayı yerim lan, sürekli onun hakkında yazmaya kalkışırım. Bak bu satırları yazdım hiç ne yazdığımdan bile haberim yok. Burda kesip ne yazdığıma bakıyım da yayınlıyım. Sizde kendinize iyi bakın. Uzun bi soluk olacak, toparlanayım biraz. Allam sana sesleniyorum; ne işler çeviriyorsun yine, ne yaptın bana.

23 Kasım 2010

Aslında hepimiz prezervatif gibiyiz. O'nunda girip çıktığı yerlerin bi önemi yok? sonuçta çöpe atılacak

Başlık seni aldatmasın okuyucu. Bu ilginç bi yazı değil, hele dolu dolu bi yazı hiiiiç değil. Zaten önceki sıçmıklarımdan hiç bi farkı da yok. Sadece yazmalıyım diye parmaklarıma işkence ederken çıktı ortaya. Sanki yazmasam bi günümü sizlerle yaşamamış gibi oluyorum. Alıştım buraya, alıştım lan size allahsızlar. Neyse şimdi zırlamalarıma geçiyorum:

Nihayet beklenen gün geldi çattı. Patronla dün 3üncü Dünya Savaşına girmeyi planlamıştım ama olmadı. Adamın bazı işleri yolunda gitmediği için bir kaç küçük aksilik çıktı ve O'da gün boyunca bi kaç defa "sanki" sadece bana bakarak öfledi pöfledi. Bende konuşmaya korkup sikimi kuyruğummuş gibi bacaklarımın arasına alıp, paraya ihtiyacım olduğunu söyleyemeden tıpış tıpış akşamı ettim. Akşam da bol bol sokakları arşınlayıp küçük emrah gibi boynum bükük eve döndüm.

Özet olarak dün öyle olmuştu, ama geniş anlamda şöyle oldu: İş çıkışım 18:30 gibi oldu. Eve gitmeye yüzüm yoktu, çünkü ev sahibim kesin bana kapı açacak, elime bi tabak yemek falan tutuşturacaktı. Bende altında ezilip ehi ehi yapacaktım. Bu sahneleri yaşamamak için işten çıktığımda kendimi caddelere, sokaklara attım. Tıpkı bol bol sikilip, sıcak bir duş alınmasına izin verilmeden kapı dışarı atılmış kevaşeler gibi yorgun bedenim, etrafa bakan boş gözlerim ve yüzümden düşen bin parçayla şehrin bu sperm kokulu sokaklarını gezdim. Caddeleri arşınlarken sağdan yürümeye de özellikle dikkat ettiğimi söylememe gerek yok her halde. Hatta karşıma çıkan ilk sağ sokağa gir gibi. Böyle böyle Beyoğlu'nu alt üst ettim. Planlarıma göre bi kaç gün daha böyle gezersem gözüm kapalı bir şekilde Beyoğlu'nun tüm binaları dahil, sokaklarını caddelerini kağıt üzerinde çizip, nerde ne olduğunu tek tek söyleyebilirim. Hatta işi biraz ilerletip profesyonelliğe dökersem belki bundan para kazanmaya da çalışabilirim :Pp

Öff tamam iyice baydım. Konuya geçiyim hemen. İş çıkışı çıktım sokakları gezdim biraz. Bayağ bi oyalandım ama saatler geçmedi. Harbi ilk defa saatlerin geçip gitmesini, bi an önce gecenin 1'i falan olmasını istedim. Ama götüne soktuğumun akrebi, üzerine işediğimin yelkovanı hareket etmiyorlardı. Sanki bu akşam saatlere işimin  düştüğünün onlarda farkındaydılar. Sanki birbirlerini durdurmuşlardı. Kocaman bi engel gibiydiler birbirlerinin önünde. İşte öylesine ağır ağır geçti zaman.

Saat 21:00e doğru bi yerde yemek yiyip dayanamadım döndüm evin yolunu tuttum. Apartmanın önüne geldiğimde saklanmıyordum. İçimden "sikerim ta ammını utananın. Biraz yüzsüz ol lan, ne bu böyle tevazu göstereyim derken kibirlenmeler. Dur sende, herkes gibi biraz 3kağıtçı ol amcık" dedim. Böyle ellerim cebimde caddenin ortasında yürüyerek sokağa girdim. Başımı kaldırıp apartmanın giriş kapısına baktığımda üst kattan ev sahibinin perdelerinin hareket ettiğini gördüm. Uyyy anam kadın harbi ordaydı. biraz titreyerek apartmanın kapısını açıp içeri girdim. Kapıya kimse çıkmadı koşar adım çıktım merdivenleri ve eve girdiğimde soyunup neti açtım, tuvalete gittim doyasıya işedim. Mutfaktan elma doğradım alıp zıkkımladım. Sonra geldim msn açtım, tanıdıklarla çetleştim.

Çetleştiklerimden biri geçen barda karşılaştığım arkadaşımdı. Hani beni biriyle tanıştırmıştı ve bizde "ooooo toprak naber" demiştik ya işte O. Zaten konu çok dolanmadan beni o tanıştırdığı kişiye geldi. "Ne oldu, aradın mı?" dedi "yok" dedim. "hımm seni sordu" diye yanıtladı falan. Sonra işte anlattı meğer hani onun yanında o gece sevgilisi vardı ya, işte onlar gecenin sonunda kavga etmişler falan, ayrılmışlar. Daha doğrusu zaten araları limoni olunca, bunlar da kavga etmek için bahane arıyorlarmış gibime geldi. Gecenin sonunda sevgilisi sarhoş olup arabaya kusunca patlamışlar birbirlerine. Sonra da ertesi gün O'da bara yalnız gelmiş ve benim arakadaşa beni aramasını söylemiş. Arkadaş da telefonum onda olmadığı için arayamamış ve o gece öyle geçmiş. İşte dün gece msn'de onların ayrıldığını falan çıtlatınca tamam dedim sen bana onun msn adresini ver. O'da verdi ve ekledim.

Bu sabah işe geldiğimde msn i açtım ve O'nu online görünce selam verdim. Kimsin gibilerinden bölümünü atlayınca tanıştığımıza tekrar memnun olduk. Biraz sohbetten sonra bugün buluşmaya karar verdik. Zaten adamı barda ilk gördüğümde beğenmiştim, O'da beni beğenmiş bakalım neler olacak. Akşam 21 veya 22:00 gibi Taksim'de buluşcaz. Hadiii hayırlısı. Bu arada patron para verdi kirayı ödüycem bugün :)) çok sevinçliyim valla :))) Allam çok saol.

Dur gitme, yada gel gitme, yada bilmemki ne yazsam başlık olarak bu yazıya


Az önce msn'de bi ara yavşadıklarımdan biriyle konuşurken söylediği "çabuk unutulmuşuz" lafı üzerine O'na ilk mısrayla cevap verdim. O da "aa negzel yazdın" dedi. Bende "hee laa güzel oldu, negzel yazmışım ben" deyip aldım altına devam ettim.

Yetmedi sonra bloga da atıyım kenarda dursun dedim. Resim olarak da biraz duygusal bişiler olsun diye anca bunu buldum.
Siz gülücüğe odaklanıp şiiri okurken, ben de artık geç oldu zıbarıyım diyorum.
Zaten buraya yazmaya başladığımdan bu yana kendi kendime konuşmak adet oldu bende.
Dur bakalım ne zaman gömleği giyip lülülülülü yapcam size. Neyse işte sonuç olarak şiir dediğiniz bu sıçmık ortaya çıktı:

arkamı döndüm mü unuturum herkesi
bi daha kimse gelmez aklıma
ilk gördüğüm kişiye takılır giderim
ardımda kalanlarda beni unutur
ödeşiriz sessizce

dur beee nedir bu böyle karı gibi sızlanışın
kulaklarıma kurşun gibi geliyor zırıltın
2dakka sus da biraz kendimi dinliyim
herkese zaman ayırırken, bi kendimi atlamışım

öfff beeee, hadi tamam asma yüzünü bu kadar,
gel avuçla yanaklarımı,
düşlerin için malzemen olsun en azından
hani ben gibi hayal kurmayı bile unutmuşsun ya;
belki "ulan sevmek diye bir şey de vardı. Hangi oyunda, ne zaman ütüldüm ki ben onu?" diye, benim için de kendine sorarsın

21 Kasım 2010

Sıçsam kilo almıyorum, sıçmasam kilo almıyorum. Bu yediklerim nereye gidiyor?

Bu aralar kilo almak için bir şeyler yapıp duruyorum ama nafile. Götüm dakkasında yediğimi sıçıyor, sikim bana mısın demeyip ne içsem dakka başı işiyor. Zaten erkekler için eli sikinde diyenler, beni görseler ne derler artık tahmin bile edemiyorum. Neyse işte götümle, sikime laf geçiremeyince dedim bari yemeğe abanıyım. Abanınca olurya kilo alırım falan diye düşündüm. Hatta bununla kalmadım yediklerim yarasın diye, yemekten sonra hemen bi yerlere oturup, oturduğum yerden de saatlerce kalkmıyorum. Hani insanlar oturmaktan kilo alır, götü göbeği yağ bağlardı. Ama ıııh bende hiç bi sikim yok. Onca zaman yedim içtim, oturdum sıçmadım, gram kadar yağ bağlamamışım. Bunu nerden biliyorsun derseniz, dün gece bi arkadaşın doğum günüydü, kız dedi ki "falanca bardayız sende atla gel". Hoop tamam dedim gittim.

İçerde işte bi kaç kişi daha vardı, tokalaştık falan derken o arada daha önce tanıştığımız benden bile kısa boylu, hatta boyu sanırım 1 metre anca ya vardı, ya yoktu öyle biri moralimi bozdu. Benden kısa dememin nedeni ise, biz yanyanayken kafa tası göbek deliğime, ağzı da sikime denk geliyordu. İşte biz bunla tokalaştık falan derken bana "sen bayağ zayıflamışsın" dedi. Sevinmiş numarası yapıp "ehi ehi saol" dedim, ama içimden de "yuh artık, yarrak daha yeni merhabalaştık, dur bi önce nefes alalım sağdan soldan konuşalım da, ondan sonra bu tür konulara girelim" demekten kendimi alamadım. Bide söyleyiş tarzı o kadar iticiydi ki, nerdeyse üstüme kusarak söyledi gibime geldi. Bide cidden çok kızdım, ben kilo almaya çalışıyorum, o kalkmış bana zayıfladın diyor. Sonra işte biraz laylaylom yaptık, doğum gününü kutladık. Nihayet aradan 1 saat geçti, dedim çıkıyım artık. Gerçi 90ların parçaları iyiyydi ortamda güzeldi ama canım sıkılmıştı zaten. Ben de doğum günü kızına "gitmem gerekiyor kendine çok iyi bak, nice senelere" deyip çıktım. Sanırım kilo almanın ilaçlı gibi, başka yollarınıda bulmalıyım. Yoksa sadece yiyip içip sıçmayarak da kilo alamıycam. Gerçi sebze meyvede hormon var diyorlar ama, onların da hala bi sikim etkisini göremedik ya neyse.

19 Kasım 2010

Bu yazının tamanını okuyanın bütün dilekleri gerçekleşiyorMUŞŞŞ :Pp

Bu yazıyı daha önce buraya yazmıştım, sonrada worde atıp orda bayağ uzun eklemeler yapmıştım. Yazıya dönüp bakınca "siktir len destan mı yazıyosun amcık" deyip, bütün bu yazdıklarımı silmiştim. Ama burda, taslaklardan silmeyi unutmuştum. Şimdi görünce bari bu haliyle yayınla gitsin dedim kendi kendime. Olurda okursanız bu yazı sayesinde hepinizin beyni sikilmiş olucak. Gerçi bilinciniz kapalıysa bu yazıyı rahat rahat okuyabileceksiniz. Sonra bilinciniz bu siktiri boktan yazı sayesinde tamamen kapanacak bitkisel hayat girip artık hiç kendinize gelemeyeceksiniz demedi demeyin.
                                        -----------------------------------------------------
Kendi kendime uyguladığım 4 günlük ev hapsi cezasını bi önceki gece bitirip sokağa çıkmıştım. Aklımda sadece dışarı çıkmak yoktu, önce yemek yerim ardından turlarım ve sonrasında belki bara giderim diye düşündüm. Bu düşünceler arasında yırtık kot ve kenara atılmış tişörtlerden birini, üzerine de montumu giyindim. Adidassız sokağa çıkmak olmaz. Allam sen adidası 30lu yaşlarında bi adam yap koynuma sokıyım da olsun bitsin. Neyse ayakkabı fetişliğini geçiyim şimdi.

Apartmanda inerken o kadar sessizdimki ev sahibinin kapısında geçerken nerdeyse ayakkabılarımı çıkarıp elime alıcaktım. Kadın o kadar korkutmuş beni işte. Sonra parmak uçlarıma basarak sinsi sinsi çıktım apartmandan. Sokağa çıktığımda da her zamanki gibi binalara sürtünerek geçmeyi düşünüyordum ama, nah sürtündüm. Apartmanın altındaki bakkal dışarıya kasa falan atmış, diğer taraftaki manav da dışarıya reyon yaptırmış "sokağa çıkmayalı mahalle ne çok değişmiş" diyesim geldi, kendi kendime. Dışarı çıkmayalı mahalle bu kadar şey olduysa, Taksim yıkılıyordur diye düşünmekten kendimi alamadım. Yarım saat sonra Taksim'e vardığımda hiç bi bokun değişmediğini gördüm.

Her şey aynıydı, pilavcılar, simitçiler, çay satanlar falan filan ve bide 24 saat ordan eksik olmayan kalabalık. Pilavcıyı görünce kaç gündür ağzıma su, meyve, ekmeğe sürdüğüm reçel ve bal gibi zıkkımların  dışında bir şey girmediğini anımsadım. Canım fena nohut pilav çekti. Yanaşıp bol biberli bi nohut pilav aldım. Oysa yaklaşık bir yıl öncesine kadar acıyı hiç sevmezdim. Ama şimdi bayağ bayağ sevmeye ve hatta onsuz nohut pilav yememeye başladım. Artık alışmış olmalıyım, çünkü acılığı pek etki de etmiyor ya mübarek. Daha önce ufacık bi acı biberle gözlerim 24 saat boyunca Küçük Emrah'ın anasını, amcası tarafından sikilirken gördüğü andaki kadar dolu dolu olurdu. Burnuma zaten o anlarda karışmıyordum o alır başını giderdi. Şelale misali adeta beynim burnumdan boşalırdı. Tuhaf işte insan bedeni de her şeye alışıyor demek. Bu arada pilav çok soğuktu ve tadı hiç güzel değildi, ama yinede yedim.

Meydandan İstiklal'e doğru akan kalabalığa karışırken, cebimden bi kaç tane first portakallı çıkarıp ağzıma attım ve o arada cebimde 15 tele yalnız olduğunu anımsadım. Bu yüzden gitmekte olduğum yönü bankaya çevirdim.  Bankamatikten para çekip kalan bakiyeye baktığımda 62 teleydi. Moralim bozulmadı, çünkü kaç gündür böyle eve hapsolmamın, böyle kendi kendimi yememin nedeni paraydı. Çünkü geçenlerde patrona durumumu bi güzel anlattım ve oda tamam hallederiz dedi. Ama sadece doğalgaz faturasına yetecek kadar para verdi. Ulan insan yok veremiyorum falan der, yada der ki "kardeşim kusura bakma ayağını yorganına göre uzat ben sana aylık maaşın dolmadan para veremem" eee adam  böyle de demiyor, başka bi çıkış yolu aramama gerek duymadan günümü geçirtmeye sebep oluyor, yumurta göte dayanınca da böyle uzak kaçıyor. Zaten elde avuçta biriken 2.500dü onunla evi anca tuttum. Ammına koyım kimseye gökten yağmıyor biliyoruz ama, gökten yağıyormuş gibi de her şeye "evet" denilmesin. İşte buna kızmıştım ve kendimi eve kapamıştım. Ama bayram sonrası patronla büyük bi kapışma yaşıycaz dur bakalım.

İşte böyle kira ödeyemedim diye düşünerek kendi kendimi strese sokma kabiliyetim var. Aslında gece evden çıkmamamın nedenlerinden biri de ev sahibine görünmemekti. Lan gündüz çıkarsam ve olurda karşılaşırsak kadının yüzüne nasıl bakarım, kadın "kiram nerde" derse ne derim. Zaten karşılaşıp göz göze gelmeyelim diye kendimi eve hapsetmiştim. Bide karşılaşırsak ve bana bunu derse öliyim daha iyi ammına koyım.

Neyse işte gecenin bi yarısı çıkınca biraz rahatladım. İşte bankadan parayı çektim ve biraz kalabalıkta turlayıp bara gittim. Bi iki tanıdık gördüm bayramlaştık, sarıldık, hal hatır sorduk. Ama keyifleri yerinde değildi  ve bayağ canları sıkkın görünüyorlardı. Bi kaç defa hayırdır gibisinden şeyy ettim ama geçiştirdiler. Bende işte böyleyim kendi derdimi kimseye anlatmam, milletin derdini dinlemeye bayılırım. Gerçi son bir yıldır, bende artık "sikerim derdini" havalarında dolanmaya başladım da, daha tam alışamadım. Sanırım kendi derdime çare bulamadığımdan olsa gerek, başkalarının da derdini çok takmıyorum. Lan aslında bende amcığın tekiyimde haberim yok. Neyse işte öyle arada bir onlarla da selamlaşaraktan etrafta gezindim biraz. Sonra benim Ercan'ı gördüm. İyiyidi bayramlaştık. Biraz sırnaşmaya çalıştım ama ıııh olmadı.

Ercan yüz vermeyince bende etrafta dolanmaya devam ettim. Sonra tanıdıklarımdan biri beni arkadaş grubuyla tanıştırdı. Aslında "bu da senin memleketlin" diyerek sadece biriyle tanıştırdı. Biz ikimiz de "oooo toprak naber" ayağıyla tanıştık. Hoş biriydi, oda benden hoşlanmış ve o yüzden tanıştırmış bizi. Ama adamın yanında sevgilisi vardı ve hiç yakışmıyorlardı. "Ayrılsın benle çıksın" dedim arkadaşımın kulağına :)) yok lan şakasına demiyorum cidden hiç yakışmıyorlardı birbirlerine. hööhh adama bakıyorum ohh 1.90 boy yanındakine bakıyorum benden bile kısa. Adama bakıyorum, hafif göbekli, kirli sakallı, çizgili gömlekli ve götü kalkık ama kendi sınırlarını bilen, gayet şirin, yanakları sıkılası sempatik, insancıl bi profil, sevgilisine bakıyorum burnundan kıl aldırmıyor ve öflenip pöflenip oraya buraya dönüp duruyor. Neyse deyip geçiştirdim.

Arkadaşla sağdan soldan konuştuk ve onlardan ayrılıp bi kenarda dikilip telefonla oynamaya başladım. Ben telefona daldım ve az önce içerde dolanırken 2inci bi defa dönüp baktığım biri geldi yanıma dikildi. Bayağ hoştu. Sonra çaktırmadan bana baktığını hissettiğim bi anda dönüp ona baktım aniden ve O'da bunun üzerine gözlerini kaçırdı. Her halde "olur" diye geçirdiki içinden, böyle gülümsemek ile gülümsememek arasında bi yüz ifadesi gidip geldi suratında. Bu sefer böyle durdum tepeden tırnağa bi güzel süzdüm. Üzerinde deri siyah bi mont vardı, kirli sakallı, kısa seyrek saçlı ve yüzünde tuhaf piç bi ifade vardı. Böyle hani kaşınan tipler vardırya dolanırda dolanır öyle bi tip, ama çok tatlı.

Böyle böyle bi kaç defa yasadışı bir şey yapıyormuşuz gibi tuhaf hareketlerle birbirimize bakıp önümüze döndük. Sonra biri geldi ikimizi süzdü, bizde biribirimize bakıp gülümsedik. Kalın dudakları, kocaman dişleriyle gülüşü suratındaki masumluğa yakışıyordu. Boyu benden uzun olmasa dönüp bakmam zaten. Sanırım boyu 1.85 üstüydü. Ben ise kıp kısa boyumla O'nun yanında korkuluğa konmuş karga gibi duruyordum. Sonra bi arkadaşı geldi ve "nasıl keyifler iyi mi?" diye sordu O'da bana bakıp "iyi takılıyoruz" dedi gülümsedim. Arkadaşı gidince birbirimize bi kaç defa daha baktık ve ben laf olsun diye "yanlız mı geldin" dedim "yoo işte arkadaşımla geldim" dedi. Gülüp "hımm anladım, ama onu değil, yani yalnız mı takılıyorsun" dedim "aaa evet" diyip gülümsedi. Gülmek harbiden yakışıyordu piçe. Bide şivesi falan çok güzeldi, düzgün ama seslerin kalın olduğu bi türkçe ile konuşuyordu. Hayır ses tonu ayrı, bide harfler çok güçlü çıkıyordu ağzından ve buda apayrı bi güzel geldi bana.

Sonra O'da bana aynı soruyu sordu. Soru sorarken boylarımız eşit olmadığı için bayağ eğiliyordu. Kulağını dudaklarıma yakınlaştırdığı zaman yanağını yanağıma sürtüyordu. "Sende yalnız mı geldin" deyince bu sefer bayağ, sol yanağıma değil dudaklarımın bitiş yerine dudaklarını sürdü ve o anda bende cevap verirken hafifçe geri çekildim dudaklarımız değdi birbirine. Hoooop burda olay bitti zaten. Artık konuşmak yoktu, iş olsun diye aptal şapşal sorular sorup aptal şapşal cevaplar vermek yoktu. Öpüşmeye başlayınca bi anda biribirimize tam döndük ve bayağ sikici bi şekilde 2-3 dakka devam ettik. Dudaklarımı vantuz gibi çekiyordu. Sonra yorulup ayrılınca ben dudaklarımın ağrıdığını hissettim, ağrıyı hissederken sağ elimle çenemdeki salyaları siliyordum. O anda buraya tuzak kurmadan önce kesiştiğim adamın bize bakıp bayağ açık seçik güldüğünü farkettim. Biraz sert bi şekilde ona bakınca başka bi yöne döndü.

Neyse işte biraz nefes alınca, durduk sağa sola bakıp oyalandık ve sonra o bana dönüp "kuytu bi yere gidek" dedi "tamam" dedim. Başka bi köşeye çekildiğimiz gibi hooppp yine yumulduk birbirimize. Allam çok tatlıydı lan bu. Yani böyle hani ben diyorum ya uzun boylu, şöyle şöyle olsun diye hah işte öyle bişi. Böyle böyle biribirimizi cimcire cimcire bayağ bi zaman geçince arkadaşı geldi ve gitmek istediğini söyledi. Saat zaten 3dü ve mail adresini verip gitti. Tamam seni eklerim dedim muck yaptık ayrıldık. Sonra ben bahçeye çıktım. Arkadaşım hala ordaydı, suratından düşen bin parça. "Ne oldu, çocuk nerde?" dedi "arkadaşıyla gelmişti gittiler" dedim . Sonra ne yapıyorsun? falan filan derken konu bizi tanıştırdığı kişiye geldi. Adam da benden hoşlanmış ama ben adama, ondan hoşlandığımı çaktırmamalıymışım. Yoksa bu iş olmazmış. Yani anlıycağınız bu kadar hafif olmamalıymışım, biraz ağır olmalıymışım çünkü hooooop diye atlarsam kaçırırmışım "hımm tamam" dedim ağır olurum.

Sonra işte adamın sevgilisi yanında olduğundan zaten bende uzak durdum. Dedim "ayrılsınlar ne bu yahu hiç yakışmıyorlar zaten"  : )) O'da "evet galiba ayrılıcaklar" falan dedi. Zaten araları kötüymüş, sürekli işte limoni falanmış. Öyle öyle konuştuk sonra bana onun telefonunu verdi. Bende alıp kaydettim "bi ara dönerim ben O'na" dedim. Aslında aramayı düşünmüyorum ama kendi sağım solumu kendim bile kestiremediğim için hiç belli olmaz. Aramam dedim ama adamın telefonunu alıp kaydettim. Hani aramayacaksam niye kayıtlı kalsın ki? Belki silerim diye düşünüyorum. Ama bi yandandan içimde bi ses "yok lan silme, adam çok hoştu sende beğendin daha ne istiyorsun?" deyip duruyor. Neyse işte kalsın hele, bakalım nolucak

Sonra böyle böyle ben iyi geceler deyip çıktım. Caddede biraz oyalanıp evin yoluna düştüm. Mahalleye girmiştim ki hoop dakka bir gol bir, bi polis arabası önümde durdu ve şöför olan polis pencereden başını uzatıp nerden geldiğimi sordu. Bende bardan geldiğimi söyledim. "Evin nerde?" diye sorunca "şurda" diye karşı apartmanı gösterdim. "Tamam, iyi geceler" deyip gittiler. Oysa evim 2 sokak yukardaydı. ahahaha hadi evine git dese boku yiyip, at siki gibi ortada kalcam. Ama ne yapıyım işte bende sallamak için öyle dedim. Desem 2 sokak arkada, inanmayacak ve tutucak bir sürü soru sorcak, yok üstümü aramak bahanesiyle götümü elliycek, yok çatık kaşlarıyla iki saat beni süzcek. Siktir git amcık gecenin bi vakti seni mi çekcem. Neyse işte onlar gidince ben hooop hemen tüyüp evin sokağına girdim.

Apartmanda hayalet casper gibi hareket ederek merdivenleri çıktım ve benim kapıya geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Anahtarı çıkarıp o kadar sessiz bi halde kapıyı açtım ki adeta ev sahibim arkamda bitecek sanıyordum. Allam ne kadar kötü bi his bu böyle. Sonra içeri girip kapıyı içerden kitledim ve soyunup bilgisayarı açtım. Bir kaç siteye baktım, barda tanışıp birbirimizi yediğimiz çocuğun mailini facebook'da arattım bir isim falan bulamadım, belki msn kullanıyordur diye msn'e kaydettim. İçimden "tüh çocuğu kaybettim, bak gördün mü?" diye hayıflanırken, her zamanki şarkıyı açıp, yatağa geçtim. Başımı yastığa koyduğum gibi uyumuşum.

Sabah uyandığımda bi kaç kişiyi aradım bayramlaştık. Sonra çocukluk arkadaşım aradı "hadi gel buluşalım bayramlaşalım" dedi. Zaten gece telefonu barda açınca onlarca arama ve siktiri boktan bayram mesajları falan bayağ gelmişti. O'da dün onlarca defa arayanlar arasındaydı. "Tamam buluşalım ama nerde buşuşucaz" diye konuşurken "şimdi bi arkadaşımdayım" dedi. Ben "zaten evden 1 saat sonra anca çıkarım. 1 saat sonra tekrar görüşüp yer belirleyelim, ben Taksim'e gidiyorum" dedim "tamam" dedi ve kapadık. Telefonu kapayınca giyindim elma doğrayıp yedim ve tam çıkacakken ev sahibinin yemek getirdiği tabakları gördüm dedim bari bunlar iyice birikmeden götüriyim. Hem bayramlaşırız böyle kaçarak olmaz. Aldım tabakları tin tin tin indim aşşağı çaldım zili, hanımefendi geldi bayramlaştık, kırış kırış ellerini öptüm, yüzüne bi daha baktım da, allam bu kadın 60ını geçmiş en üste nasıl çıkıyor dedim bi kere daha. Sonra da hemen maaşımın yatmadığını söyleyip kirayı pazartesiye kadar geciktireceğimi söyledim. O'da he he he  heç bişe olmaz, verirsin kurban bişe olmaz dedi. Allam bi rahatladım sorma.

Sonra kızını sordum içerdeymiş yatıyormuş. İyi allah rahatlık versin ben kaçıyım dedim ve hadi tekrar iyi bayramlar teyzem diye ekledim. O'da bağırdı "dur hele dur sana şeker vermedim, şekerini al öyle bayram olsun" deyip içerden bi tabak şeker getirdin. Bi tane alınca ikincisi içinde ısrar etti. İki tane şeker alıp çıktım. Taksim meydanına vardığımda heykeli tavaf edenler bayağ kalabalıktı. Gölgesine oturdum ve biraz böyle etrafı izledim. Yanıma bi şipşakçı oturdu aradan bi beş dakika geçmiştiki biri daha oturdu. Bunlar başladılar ordaki satıcıları çekiştirmeye. Amcıkların 2si Chp  bilmem nesinde görevliymişlerde, bugünkü bayramlaşma çok sıkıcıymış da, falan da filan. Öyle bide kızgınlar. Sonra partiyi bi güzel çekiştirdikten sonra orda elinde tesbih filan satan bi adamı çekiştirmeye başladılar, yok bu ajanmıymış, yok bu bilmem ne idüğü belirsizmiş, yok bu nerden çıkmış allah bilirmiş. O tesbihçi gitti bu sefer simitçiyi çekiştirmeye başladılar. Dönüp ters ters ikisine baktım. Ama onlar daha bi sert bana baktılar ve ben kalkıp istiklale doğru yürümeye başladım. Amcıklar işte naaapıyım.

Caddede turlarken İstiklal Kitabevine girdim, rafları gezerken Küçük Prens diye bi kitap gördüm. Kitabı daha önce bi kaç kişi oku diye önermişti. Dedim bakıyım ne sikim var. İlk bi kaç sayfasını okudum hoşuma gitti. 
Kitap hoşuma gidince, dedim şöyle D&R gibi oturaklı bi kitabevine gidiyim de, bizimki arayıncaya kadar kitabı okuyum. Bu düşünceler arasında bizimkini tekrar aradım "ne oldu arkadaşından çıkmadın mı?" dedim "yok daha oturcaz" dedi "tamam" dedim. Telefonu kapayıp D&R'a girdim. Rafları gezdim ama kitabı bulamadım. Ordaki kasiyere sordum kalmadığını söyledi. Sonra Mephisto kitabevine gittim ordada bulamadım. İçimden "yedim boku keşke İstiklal kitabevinde ayaküstü okusaydım en azından 5-10 sayfasını daha okurdum" diye geçirdim.

Sonra böyle oyalanınca baktım kitabı bulamıycam, arkadaşımda hala çıkmadı aldım mesaj attım ona ve dedim ki "benim işim çıktı gelemiycem, sonra görüşürüz. Soranlara selam söylersin bye" böyle yazıp mesajı attım ve telefonu kapadım. Kafamda küçük prens takıntısı oluşmuştu okumalıydım kesin. Döndüm eve geldim amacım netten bi yerden indirip okumak. Google'a Küçük Prens yazınca zaten hemen sitesi çıktı karşıma http://www.kucukprens.org/ açtım okumaya başladım ve bitirdim.

Kitap bitince nette boş boş dolandım ve msn'i açtım. Sonra Facebook'da dolanıp bi kaç kişiye laf yetiştirdim. Laflardan sonra döndüm bu satıları yazmaya başladım ki bi baktım biri msn den bişiler yazdı. "kimsin" diyordu, güldüm ve "tanıyamadın mı?" dedim. "Tekyön den mi?" dedi "yess" dedim güldük. Sonra ne yapıyorsun falan filan derken "müsait misin?" diye sordu, "hayır ailemle yaşıyorum" yalanını uydurdum. Ne yapıyım adamı eve çağıracak değildim ya. Sonra o "sen bana gel, müsaitim" dedi. "Olur. Ama yarım saat sonra anca çıkabilirim" diye yazdım. Adresini verip bide telefonunu ekledi ve "gelince bi çağrı at" dedi. "Tamam" dedim. Sonra ben yine işte bu yukardaki satırları yazmaya devam ettim. Bu arada o msn den yine yazdı "bana bi çağrı atsana şimdi" dedi. Bende çağrı attım ve "tamam mı?" diye sordum "evet" diye yanıtladı ve msn i kapattım. Sonra biraz daha oyalanıp giyinip çıktım.

O esenlerde oturuyordu. Esenleri sadece otogardan ibaret sanan ben için, dünyanın öbür ucu ve Esenler aynı şeydi. Sonra hoop diye bayık kafayla güya plan yaptım. Önce burdan aksaraya gidiyim ordan metroyla tramvayla falan giderim. böyle bu düşünceler arasında Şirinevler'e giden minibüse atlayıp, Aksaray'a kadar gittim. Ama orda söylediğim adresten gidemeyeceğimi anlayınca bu sefer gelen bi otobüs şöförüne sordum O'da "gel atla, ben seni oraya yakın bi yerde indiririm. Ordan bi başka araçla gidersin" dedi "he olur" deyip ikiletmeden atladım. Heyy allahım şöför sarhoş çıkmaz mı :)) ikide bir bayram şekeri ikram ediyor ve hal hatır soruyor. Sonra telefonla konuşup servise bugün erken başladığı için arkadaşlarına dert yanıyor, dert yanarken biri siktir et, yahu iş çıkışı kafaları çekelim demiş olacakki, saat belirlediler. Bizim şöför biralar senden o zaman diye sorup bide bi güzel yemine verdirtti telefonun öteki ucundakini. Yol boyunca bi kaç telefon görüşmesi daha yaptı ve zaten beni de indirmesi gereken yerde indirmeyi unutmuş. Amcık güya arkasında oturtup hemen indirecek ibne. Neyse boşver yakın bi yerlerde indir bari dedim bende. İçimden güldüm falan. sonra adam mahçup mu kaldı neyse artık böyle memleketin durumundan falan konuştuk. Böyle sanki şehirler arası yolculuk yapıyormuşum gibi geldi bana. Zaten bi ara o kadar çok konuştuk ki akraba çıkcaz diye korkmadım değil. Sonra "dayı artık beni indir de gidiyim geç oluyo" dedim. Saolsun 2-3 durak sonra indirdi.

Yalnız benim tipimde ibnenlik mi var nedir anlamadım, böyle durumlarda milletle hemen kaynaşabiliyoruz. Mesela bu adamla valla nasıl bu kadar muhabbet ettik şaştım kendime. Gerçi adam baya kafayı bulmuştu belliydi ondandır. Ama bilmiyorum işte kendimde de bi ibnelik aramıyor değilim hani. Neyse dayı beni nihayet bi durakta indirdi. Bende baktım olacak değil, gittim bi taksiye adresi sordum ve eğer "10teleden fazla tutuyorsa götürme" dedim. Adam da gülüp "yok yok tutmaz" dedi.

Hooop bindim, taksicide benden dertli çıktı. Adamın 3 senedir felekten yemediği kalmamış. İşi gücü, evi arabası falan derken varını yoğunu kaybedip en son 7 ay önce taksiciliğe başlamış. Ama saolsun 13 yıllık evliliğinde karısından gördüğü desteği sayesinde bu 3 yılıda atlamış. 12 yaşında ve 6 yaşında 2 erkek çocuğu varmış. Alkoliklikten bile karısı kurtarmış öyle dedi. Neyse benim adrese geldik ve gerçektende 9.5 tl tuttu. parayı verip indim. Tabii ben bu adrese gelinceye kadar benimki yol boyunca onlarca defa aradı ve bende dayanamayıp en sonunda otobüsteyken telefonu kapattım. Dedim nasılsa oraya gidince ben ararım ve şarjım bitiyor derim. Öyle böyle değil, çocuk da durmadan zır zır zır arayıp durdu. Hayır tamam hoşlandım öldüm bittim ama yani yoldayız geliyoruz dedik diye de bu kadar olmazki.

Sonra işte inince arayıp "ben üçyüzlü karakolunun ordayım hadi gel" dedim. Hoopp bi baktım 5 dakka sonra geldi. Merhabalaşıp muck muck yaptık ve eve doğru gittik. Sonra köşe başlarındaki toplaşan çoluk çocukları gösterip "bu itlerden bizim buralarda çok var, böyle köşe başlarını tutup köpek gibi zaman öldürürler" dedi. Böyle böyle onun rehberliğinde evine geldik. Ailesiyle yaşıyormuş ama ailesi şimdi köydeymiş. O yüzden ev boşmuş falan, sonra biz içeri girdik oturdum. O'da gitti diğer odalardan birine baya oyalandı, castara castara müziklerden falan açtı böyle hoppidi parçalar falan, sesinide abartarak açtı bende kalkıp noooluyo gibilerinden gittim yanına. Ben gidince, O "ben geliyorum" deyip odadan çıktı. Bende dedim bilgisayarın sesini kısıyım. Bilgisayar Özal döneminden kaldığı için ses ayarını zor bulmadım değil. sonra ben sesi kaparken o çıktı geldi hooop arkama sürtünüp müziğin ritmine göre hareketler yaptı. Bende müziği iyice kısıp ona döndüm ve hooop olay koptu. Çırılçıplak kalıncaya kadar soyunduk ve bu arada dudaklarımız hiç ayrılmadı.

Ammına koyım çok güzel dudakları vardı. hele birde iri dişleri uwffffs neyse işte biz soyunup böyle olaya girince bayağ bi hayvanlaştık. Böyle tırmıkladık birbirimizi. sonra işte olay bitince hoop ben bunun kollarındaki dövmeleri, falçata izlerini falan böyle görmeye başladım ve işin tuhaf tarafı çocuk gözüme daha bi çekici gelmeye başladı. Sağ kolunda işaret parmağımın uzunluğunda 5-6 tane falçata izi alt alta vardı ve falçata izleri öyle basit izler değildi, kalındı. bu izleri yapmak için falçata attıktan sonra tuz döküldüğünü bilirim. Çünkü izler tuz sayesinde dışa doğru şişip daha bi gösterişli hale geliyorlardı. ama bunun izleri çok abartılı ve gösterişli değildi. Normal tadında falçata izleriydiler. Ve dışa doğru şişkinlikleri çok ürkütücü değildi. Dövmeleri ise zaten çok boldu ama en büyükleri aklımda kaldı. Bi tanesinde büyük harflerle BENA HOL yazıyordu. Anlamını sordum kürtçeymiş ve "her şey daha iyi olacak" anlamına geliyormuş. Bu dövme, sol kolun dışına büyük harflerle simsiyah bi şekilde yapılmıştı. İç tarafında ise şu linkteki sondan 8inci dövme vardı ve çok da biçimsizdi. Ama yani dövmenin büyüklüğü diğer ufak tefek dövmeleri kaybetmişti. Ben o falçata, jilet izleri ve bu dövmelerden, hafif kıllı vüfüdündan sonra salyalarıma mani olamıyordum. Allam bu nasıl bişi böyle diye söylenecektim.

Zaten dün gece elleşirken hayran kalmıştım ama bide böyle görünce oowwff bittim resmen.  Böyle orda mal mal onu izleyip giyinirken, O'da giyindi ve hadi balkona geçelim dedi. Balkona geçtiğimizde gördüklerim sayesinde iyice mallaşıp kaldım. Resmen balkonda bi esrar çekme sistemi vardı. Kocaman su dolu bi kova, kovanın içinde şu 1,5ltlik şaşal suların dibi koparılmış peti ve onun ağız ucuna yerleştirilmiş, nargilenin közünün konulduğu şeylere benzer birşey, ama çok küçük. Böyle bu cebinden bi gazete tomarı çıkardı içinden esrar çıkarıp döktü üstüne, sonra cebinden bi paket sigara çıkarıp, içinden birinin ucunu kırıp tütününü de döktü üstüne ve çakmakla yaktı. Bir kaç saniye sonrada o nargile ucunu kaldırıp petten çıkan dumana kafayı dayadı. ohhh bi güzel içine çekip dışarı verdi. Bende biraz böyle ne bu falan gibi sorular sordum. İşte anlattı böyle böyle falan diye. "Bunu hangi piç bulmuş bilmiyorum ama iyikide bulmuş" dedi :))

Sonra işte konuşmaya başladık. 22 yaşında ve askerden 6 ay önce gelmiş. O askerden yeni geldiğini söyleyince bende yüzünde zaten hala asker ifadesi var :) deyip kikirdedim, O'da güldü. Yanılmıyorsam Kars'ta yaptım dedi askerliğini. Askerden önce baya dağınık bir yaşamı varmış. Hırsızlıktanbi kaç ay yatmış, 30 kilo esrarla yakalanmış 2 yıl yatmış falan, baya olaylar anlattı. Sonra yaptığı hırsızlıkların hepsinin boşuna olduğunu söyledi. hmm iyi falan dedim. O anlattıkça ona daha çok hayran oluyordum. Sanki evet işte yapmamız gereken şey bu falan diyordum içimden. Ne biliyim böyle piç olması, hırsız olması, dövmeleri, falçata jilet izleri falan çocuk gözümde resmen bir dev oldu.  Zaten anlattıklarını dinlemiyordum ki, öyle orda bana küfür etse farkında değildim. Apışıp kalmıştım sonra bi ara kendime geldim ve içimden "olum dur lan napıyosun? çocuğun içine düşcen biraz yavaş ol" dedim de durdum.

Ama ıııh fazla sürmedi bu durmam. Sonra bana şu an aşık olduğu çocuğu anlattı ama çocuğun hiç haberi yokmuş bundan. Resmini falan gösterdi. Zaten göstermeden önce "sana çok çirkin gelebilir" dedi. Gösterince "ohaaa bu ne?? Ya bırak ya, bunun nesine tutuldun be adam" deyiverdim. Ki bunu bi tek ben söylememiştim. Dün gece yanında bulunan arkadaşıda bunu hep söylüyormuş ve hatta o çocuk buna kör kütük aşıkmış. Ama kendisi O'nu arkadaş olarak görüyormuş ve aralarında asla böyle bir şey olamazmış. Sonra çocuğun bi kaç fotoğrafını daha gösterdi. Bi tanesinde çocuğun annesiyle çekilmiş fotoğrafları vardı ve O bunun üzerine "anasını siktiğim piç" deyiverdi. Güldük sonrada konuyu değiştirdik. Allam yani insan olarak güzel biri, hani yarattıklarından sual olunmaz ama valla yakışmıyo, yemin ederim yakışsa tamam ohh güzel güzel derim ama yok öyle böyle değil, cidden hiç yakışmıyordu.

Neyse işte biraz daha ıyk mıyk çekip tekrar balkona geçtik. Ama ıııh bana göre ıyk olan ona göre dünya güzeli. bide çocuk bundan para söğüşlemeye çalışıyormuş. Dün geceki arkadaşı az da olsa gözünü açmış, yoksa ammına koyucakmış bunun. Öyle falan derken, biz geçmişte yaptığı hırsızlıkları evlere girişini falan konuştuk. Bazen bir gün içerisinde 6-7 eve girdiğini söyledi. "Oha dedim naapıyorsun biraz yavaş ol. Siktin milletin anasını avradını, ne bu böyle" deyince O'da "yahu para pul yoktu ne yapıyım yapabildiğim tek şey buydu. Parasız kaldıkça hırsızlık yapıyordum" dedi. "ee bi günde 6-7 ev fazla değilmi?" deyince "yok lan evlerde doğru dürüst bir şey çıkmıyordu. Millet hep fakir zaten. 3-5 lira anca çıkıyordu. Hani ilk girdiğim evde iyi bi para çıksa  diğer evlere girmezdim ama para çıkmıyordu ki"

Böyle böyle biz konuşuyoruz falan, bu açıldıkça açılıyor bende o anlattıkça mal gibi dalmışım. Allam normalde çenemin hiç susmaması gerekirken bende niye böyle sadece ağzımı açıp gülebiliyordum ki? Bunun bi sebebi olmalıydı. Sonra hooop bi böyle başka şeyler anlatmaya başladı. Daldan dala atlıyoruz ammına koyım. Ev sahibinin bi kızı varmış ve kız buna yanıkmış. Ama kız çirkin ve üstelik şişman olduğundan dolayı bu da yüz vermiyormuş kıza. Yoksa kız biraz zayıf olsa, kızla evlenip ömür boyu sikecekmiş de hayatı kurtulacakmış. Ama yok kızın kiloları varmış. Gerçi kilolarının yanında parası varmış, hani şu bulundukları bina ve diğer yandaki bina onlarınmış ve üstelik kızın kuaför salonu varmış ve ordan balya balya para vuruyormuş. Ama işte kilolu olunca, kilolar bunun gözünde parayı pulu sıfırlıyormuş. Biraz daha gevezelik ettik ve ben "artık geç oldu" deyip bi kaç defa saati sordum üst üste hani geç kaldığımı iyice belli ediyorum hesabı.

Sonra hoop "ben kalkıyım artık geç oluyor" dedim. Öyle öpüştük falan çıktım geldim. ama ses tonu o kadar tatlıki bi kendine iyi bak deyişi vardı, sanki dur lan gitmiyorum ömür billah yanındayım diycektim. Hele bide bi şivesi vardı töbe yarabbim gözlerini kapat o konuşsun. Böyle tatlı bi Türkiye karma şivesi. Valla o konuşurken sesini kaydet, sonra yokluğunda tak kulaklıkları dinle. Ne dediğinin ne önemi var ki, o konuşuyor yeter. Yok lan öyle hani beğendiğimden değil, barda ilk tanıştığımızda da böyle şaşırmıştım, hani ağzını eğip büğüp numara mı yapıyor falan diye dikkat kesildim, ama yok lan çocuğun konuşması böyle tatlı zaten. Acaba bi daha görüşür müyüz. Valla bu şerefsizi tanımak isterim. Böyle o salaş tarzı, rahat konuşması, ağzını büzmeden konuşması, sadece kendi olabilmesi çok tatlıydı. Hiç öyle bir ruh karmaşası içerisinde değildi. Bi ara 69dayken "seninki biraz küçük olsa almayı denerdim ama alamam bunu, canım yanar diye korkuyorum" dedi :)))
                  -----------------------------------------------------
Bu arada ev sahibim dün yine 6 katı çıktı geldi. Önce "kapıyı açmıyım gitsin, bi daha gelmez" diye düşündüm ama sonra dayanamadım "lan yazık buraya kadar çıktı bari bakıyım ne diyor" diye kapıyı açtım. Açmamla yerdeki tepsiyi görmem bir oldu zaten. Yine bana yemek getirmiş. ahhh kadın kendini bana öldürtücen, çıkma bu kadar katı. Naaapıyosun bi dur yerinde be kadın. Ama yok lan ben ölüyorum onca katı çıkarken bu hiiiç takmıyor. Neyse yapıştım, öptüm falan "teyzem ne yaptın? niye çıktın, yazık değil mi sana?" dedim ama nerde beni dinleyen. Hiiiiç umursamadı bile "yok yok heç bişe olmaz, ağzına biraz sıcak yemek girsin diye getirdim" diyerek o tatlı şivesiyle lafı ağzıma tıktı. Allam ben yokken gelip evi mi kontrol ediyor, ne yapıyor bu kadın? Daha önce anahtarı alıyım diyordum ama, anahtarı alırsam da ayıp olur artık :))) valla bu gidişle teyzeyle başım belaya gircek.

Bu arada bana pilav üstü kavurma ve bol etli yahni getirmiş. Yemekleri kendi yaşından dolayı tuzsuz oluyor ama olsun :))) Yinede çok güzel yemekler yapıyor ellerine sağlık teyzem benim.

18 Kasım 2010

Keşke göt olduğumuz andaki yüz ifadesini bu kadar iyi saklayamasak


Bu aralar bunalımdayım ya, aslında bu halim nettede öyledir. Hatta her yerde böyledir. Görüştüğüm insanlarla arama mesafe koyarım ve adeta odun gibi yaşarım. Beni tanıyan birileriyle buluşmam, kimseyle konuşmak istemem ve olabildiğimce tüm tanıdıklarımdan uzak dururum. Çünkü konuştuğum zaman ses tonum bile sıkıntılıdır ve zaten herkes her şeyi çabucak anlayıp sorgulamaya başlıyor. Ben ise böyle sorguları sevmiyorum. Çünkü hepsi bana yapmacık geliyor, hepsi iğrenç derecede ikiyüzlü ve iğrenç derecede sıkıcılar. Gerçekten öyle, hele ses tonlamalarındaki o “ben sana yardım edebilirim” ikiyüzlülüğüne sahip o baskıcı konuşma istekleri yok mu? öff miğdemi bulandırıyor.

Daha önce böyle değildim oysa biri ne oldu diye soracak olsa götümün içindeki kıla kadar hayat hikayemi anlatırdım. Anlatmayı severdim ve aslında hala seviyorum. Ama işte sonra ben anlattıkça aslında insanların öğrenmek istediği şeyin mutsuzluğumun, sıkıntımın nedeni değil sadece beni dinleyerek bana yardım ettiklerini sanıp kendi kendilerini ruhsal doyuma ulaştırmak istemeleri ve  huşu içinde davranmaları. Tabii bende zamanla çenemi yorduğumu ve onların beynini siktiğimi düşündüm. Ama ben böyle düşünürken onlar sanki beni dinlerken günahlarımı çıkartıyormuş gibi davranmaları daha tuhaftı. Büyüklenmeleri ve beni teselli etmek için yaptıkları her hareketlerinden dışarıya kibir saçmaları. Zaten böyle davranarak beni değil kendilerini rahatlatıyorlar. İçlerinden  “yaşasın ben onu dinledim, o bana açıldı, o hiç kimseye söyleyemediklerini bana söyledi, sıkıntısının nedenini bir tek ben biliyorum, çünkü ben O’nu anlıyorum ve O bana açılıyor” diyerek kendilerini iyi bir dinleyici gibi görüyorlar. Hele o anda karşımda numara yaptıkları yüzlerinden belli olmuyor mu? böyle bir surat ifadesi, böyle bir ses tonlamaları olmuyor mu? Bi bıçak alıp kafa derilerini yüzmek istiyorum, sonrada yüzdüğüm kafa derilerine 10 günlük tuttuğum çişimi yapmak istiyorum.

İşte bu tür davranışları sevmediğim için, hiç kimseye anlatamadığım ve anlatmaya korktuğum şeyleri anlatmaak için açtım blogu. Çünkü anlatamadıklarımız, anlattıklarımızdan daha çok olur ve aslında o anlatılamayanlar hayatımıza yön verirler. En azında kendi hayatım hep böyle oldu ve sanırım hep böyle olacak. Burda sikiş sokuş hikayelerimi anlatırken arada geçen bazı bilinç altı döküntülerinden kendimi çözüyorum. Neye nasıl bi tepki verdiğimi yazdıkça daha iyi anlıyorum. Bu 3üncü sınıf sex hikayelerinin yazmamın nedeni, bi şekilde sadece kendi psikanalizimi yapmak gibi bir şey. En azından yazarken kendimin ne bok olduğunu az çok anlıyorum, zaten burda başka başka bi sikim yok. Dedimya yazdıkça kendimi, başkalarından daha iyi tanıyorum.

Yazarken aklıma ilk gelen kelimelerle yazıyorum. Böylece en azından biraz olsun kendime dürüst oluyorum. İyi oluyor yazmak ve aslında yazdıkça daha iyi oluyorum. Daha kabullenici, daha sakin, daha yapıcı biri oluyorum. Çünkü yazdıkça, olayların üzerinden bir daha, bir daha, bir daha geçiyorum ve görüyorum ki aslında olaylara karşı koyduğum tepki çok yersizmiş. Yada aslında daha sert bi tepki vermeliymişim, yada aslında o olayı görmemezlikten gelip hayatıma devam etmeliymişim. İşte buna benzer kafa sikici bir çok şeyi yazdıkça daha iyi anlıyorum.

Değer verdiklerim, değer vermediklerim ve benim nazarımda öncelikleri olanları yazdıkça; bendeki sıraları, öncelikleri, bendeki değerleri değişiyor. Neyse işte böyle böyle yani. Yazdıkça rahatlıyorum ve sanırım rahatlamak içinde hep yazmaya devam edeceğim. Zaten yazmaktan daha güzel ne olabilir ki? Yazmak insanın içindeki o pis zehri, o bitmeyen nefretini boşaltmasını sağlıyor. Herkesle orta yerde güreşmeyi bırakıp kendi köşene çekilmeni ve sadece hayatı izlemeni sağlıyor. Yazmak bana; boşu boşuna kırdığım kalplerin aslında kırılmamaları gerektiğini hatırlatıyor. Ama bi yandan da "artık olan oldu, kabul et tüm olanlarıda biraz daha dikkatli ol. Bak zaten dönemiyorsun geriye, kırıkları onaramıyorsun ve zaten onarsan bile asla izi geçmiyor, ama en azınan bugünden biraz daha dikkat et ve kırdıklarının sayısını her gün biraz daha  aşşağıya çek” anlamına geliyor.

“Ha bi köle gibi her şeye olur deme, konuşurken içinden o anda geçen can acıtıcı doğruları söyle, ama en azından bunu anlık hırsınla yapma. Sonra pişman olmaktansa, o anda karşındaki kişiye yenil gitsin, ne olucak dünyanın sonu değil ya” diyorum kendi kendime. Öyle öyle rahatlıyorum. Yazmak istememin bir diğer nedeni de; aslında beni üzen, beni üzdüğü için izi bende kalan bir çok olayı birilerine anlattığımda aslında hiç kimsenin sikinde bile olmamasıydı. Çünkü insanlar seni siklemiyorlar sadece kendi ruhsal orgazmlarını yaşamanın peşindeler ve senin o basit olaylara karşı bu kadar yakınman çok anlamsız geliyor onlara. İstediğin kadar derinlere inip inci çıkarıp sun onlara, yüzüne karşı üzgünken içlerinden götleriyle gülüp geçiyorlar.

Hani “seni anlıyorum” dedikleri an varya, işte o en büyük yalanlarıdır. Aslında hiç bi bok anladıkları yok, sadece seni anladıklarını söyleyip senin yüz ifadenin değişmesinin ardından kendi doyumlarını yaşamak istiyorlar. Oysa senin sadece yüz ifaden değişiyor, ama içinde hala kocaman bi fırtına kopup duruyor. Böyle anlarda kendi başıma olduğumu bir kez daha anlıyorum. Bana benden başka yardım edecek hiç kimse yok. “Sus ve her şeyi anlatmayı bırak” diyorum  “bırak karşındaki ruhsal doyumunu yaşasın, seni anladım diye mutlu olsun ve sende siktir ol git” diyorum içimden kendime. En yakın bulduğum insanların bile aslında beni anlamadıklarını ve aslında siklerinde bile olmadığımı farkettiğim zaman, anladımki aslında ne kadar konuşursam konuşuyum kimsenin umrunda değildi. Sustum bende susmak en güzeli aslında. Hiç konuşmamak ve herkes gibi bir maske takıp gülümseyebilmek.

Dünya; insanoğlunun işlediği tek bir kabahatten dolayı, tanrının "siktir olup gitsinler" diye sürüldüğü yere denir


Bayrammış, şuymuş buymuş hiç takmadan küçük bi sorun yüzünden kendimi o kadar dolduruşa getirdimki kaç gündür evden bile  çıkmadım. Böyle bilgisayar başında, yada yatağımda, yada olmadı klozette en büyük abdestimi ıkınırken ölüp gidiyim diye dua edip durdum.  Kendi kendimi dolduruşa getirip sinir olduğum zaman hep böyle yaparım. Adeta  yaşamıyormuş gibi, hiç bir şeye tepki vermem, her şeyden uzak dururum. Bu anlarımda bi ölüden tek farkım mecburi nefes almak, arada su içmek ve çişim geldiğinde kalkıp işemektir. Telefonumu kapatırım, maillere bakmam ve saatlerimi sağ elimden düşmeyen mouse ile bilgisayar başında boş boş oturarak geçiririm. Kendimi dolduruşa getirdiğim zaman hep bu ruh halinde olurum.

Ailem dediğim insanlarla yaşadığım zaman, cidden büyük tartışmalar yaşardık ve ben bu tartışmaların ardından günlerce yemek yemez, sadece su içerdim. Kendimi mi cezalandırıyordum, yoksa onları mı? Hiç bilmiyorum, ama her bu durum sonrasında bana söylenilen tek şey şımarık olduğumdu. Oysa çok istememe rağmen hiç şımartılmamıştım. Doğrusunu söylemek gerekirse fazlasıyla şımartılmak istemişimdir. Zaten hangi çocuk istememişdir ki? Ve hangi çocuk şımartılmayı neden hak etmemiştir ki? Sanmıyorum bir çocucuğun en büyük besinidir şımartılmak ve bende hep şımarmak istemişimdir. İnsan ailesi tarafından şımartılmaz mı ya?? Bi çocuğu besleyen şey şımarmak değil midir?

Bence budur. Bir çocuğun ihtiyacı olan şey ekmek, su gibi şeyler değildir. Ailesinin sabahlara kadar çalışmasının onun nazarında değeri ne olabilir ki? O’nun ihtiyacı olan tek şey şımartılmaktır. Ekmeğini, suyunu hep ondan alır. Bende belki şımartılmak istiyordum ve bu yüzden tartıştığımda günlerce yemek yemeyi bırakıyordum. Bazen çok kızdığım zaman, kendi kedime 1 ay boyunca bir şey yemeyeceğim diye büyük yeminler ederdim ama ııh en fazla 4-5 gün dayanabiliyordum.



Bunlara rağmen onlara göre ben; ailenin tek sorunlu çocuğuydum. Bir tek ben sorunluydum, herkes hatasızdı doğruydu ama ben sorunluydum, sanırım üretimimde bi problem vardı. Kim bilir belki babam annemi sikerken başka birini düşünüyordu o an, yada babam değil belki annem başkasını düşünüyordu, belki de ben yanlış spermdim. Bütün spermler birleşip intihar ederken, beni Allahın insanı siktir ettiği dünyaya atmışlardı. Yoksa benim kadar şımartılmak istenen bi gerizekalı nasıl dünyaya gelebilirdiki?? Nasıl en hızlı ben olabilirdim ki? Ama evet doğruya hızlı olan, zekidir anlamına gelmezki. Dünyaya bir gerizekalı daha gelmişti ve tek derdi şımartılmaktı. Cidden kendimi dışlanmış hissederdim, çünkü aile içindeki tek sorunlu kişiydim. Sürekli karşılaştırmalar, sürekli yaptığından daha fazlasını beklemeler ama hiçbir zaman bir teşekkür bile edilmeyen.

Oysa yaptıklarım için afferin kelimesini ne kadar çok duymak istemişimdir. Hani tamam dünyayı kurtarmıyordum ama en azından insan bi iş olsun, laf olsun torba dolsun misali de ortalıkta dolanıp duran çocuğun başını okşayıp "afffeeerin" demez mi yahu?? Iıııhh yok afferin bile denilmezdi. Bence ailece en büyük sorunumuz afferin kelimesiydi ve zaten ev içinde konuşulan sayılı kelimelerin içinden seçilip alınmış, çoktaaaaaan tedavülden kaldırılmıştı. Sadece “tamam” kelimesi vardı. Örneğin ben "şunu yaptım” dediğimde soğuk bi ifadeyle “tamam” denilirdi. Oysa ben sadece aferini bekliyordum. Hani böyle dalga geçer gibi bi afferin kelimesi de yeterdi bana. Ama ııh gıkları bile çıkmazdı. Belki bu yüzdendi (yada başka yüzlerce nedeni de olabilir) sokakta büyüklerimle zaman geçirmeyi, onlarla beraber olmayı tercih edişim ve bazen akşam olmasın diye saatlere karşı kendimce serzenişim. Evde bulamadığım ilgiyi dışarda gecenin ilerleyen saatlerine kadar oynayarak arıyordum. Sonra büyüdükçe yaşıtlarımla mutlu olamadığımı hatırlıyorum, büyüdükçe hep kendimden daha büyük insanlarla ilgilenişim, onların dikkatlerini üzerime çekme çabalarım.

Yaşım ilerledikçe artık kendi yaşıtlarımdan çok, benden büyük insanlarla takılmaya başladım. Tanımadığım insanlar bana hep iyi davrandı, tanıdıklarım bana bu kadar yakın olmalarına rağmen çatık kaşlarıyla uzak dururken tanımadığım insanlar bana hep gülümseyerek baktılar. Sevdiler bende hep sevdim. Çocuktum karşılıksız seviyorlardı ve çocuktum diye seviyorlardı, hoşuma gidiyordu bu durum ve ben evde ailemle zaman geçirmektense, onlarla daha çok zaman geçirmek istiyordum. Evde sürekli asık suratlar ve şımartılmamak vardı, dışarda el üstünde tutulmak, birde üstüne üstlük şımartılmak vardı. Kimse sana kaşlarınıda çatmıyordu, buda sokağın bonusuydu.

Tabii hep sonu iyi biten el üstünde tutulmalar olmazdı, çünkü çocukda olsanız kendinizin ne bok olduğunuzun farkındasınızdır. Ama dışarda mutlu olmanın bedelini de insan çocukta olsa biliyordu. Zaten bir şey alacaksan, değeri her zaman için olduğundan fazladır. Buna katlanmak zorundasındır. Mecbursun çünkü bi çocuk her şeyden önce ilgilenilmek ister. Kaç tane mavi boncuk olduğuyla ilgilenmez, bir tek mavi boncuğun olduğunu ve o mavi boncuğun yalnızca kendisinde olduğunu düşünüyordur.

Şimdi böyle yazıyorum ya aslında çocukluk ne kadar kötü ne kadar iğrençmiş diyorum kendi kendime. Ve hala içimde haps olmuş. Hiç büyümemiş. Hala şımartılmak istiyor. Belkide bu yüzden sürekli yazıyorum ve aslında yazdıkça onu beslediğimi de farketmeye başlıyorum. Evet içimdeki çocuğu yazarak şımartıyorum, zamanında görmesi gereken ilgiyi, şimdi ben yazarak kendi kendime ona göstermeye çalışıyorum. Bak seninle ilgilenenler var, bak sen aslında değerlisin diyorum ona. Bak sen buralardasın seni görüyorlar. Bak seni seviyorlar ve sevdiklerini söyleyerek seni şımartıyorlar. Ben yazdıkça şımarıyor ve o şımardıkça büyüyor. Bunu hissediyorum, sanki eskisine nazaran daha bi kendimle barışığım, daha bi zayıf yönlerimin farkına varıp kendimle başa çıkabiliyorum.

O şımardıkça büyüyorya, ben kendimi daha iyi hissediyorum. Öte yandan bilemiyorum, belkide bunların hepsi bi ilgi açlığıdır. Doyumsuz bir ruh vardır içimde, sürekli farklı şekillerde açlığını doyurmaya çalışıyordur. Bulduğu her yöntemle bunu gidermeye çalışıyordur, ama doğrusu ne hiç bilmiyorum. Belkide içimdeki çocuk bir hasta, ama ben dışında herkes farkındadır. Bende yazdıkça farkına varıyorum.

Öte yandan çocukluk ne kadar da, hem masum ve hem iğrenç aslında. Evet masum olduğu kadar iğrenç. Nefret ediyorum çocukluğumdan. Keşke annemin ammından bu yaşımda sakallı bıyıklı olarak doğsaydım diyorum. Keşke hepimiz böyle kocaman çocuklar olarak doğsak, hiç yaşamasak çocukluğumuzu. Hiç aferin beklemesek ve o aferinlere bu kadar aç olmasak.

Çocukluk ne kadarda kötü aslında, çünkü geleceğini bilinçsizce daha o çağda şekillendiriyorsun, davranışlarınla sana davranmalarını istediğin şekliyle ileriki yaşlarını daha o ilk günlerinden sen kendin şekillendiriyorsun. Sonrada büyünce, halinden memnun kalmayıp  önüne gelen herkese saydırıyorsun. Onlar kötü ben iyiyim diye söylenip duruyorsun. Acaba gerçektende iyi olan kim?? Çok kafama takılıyor hemde çok. Ya ben kötü olansam, ya aslında suçlu olan bensem. Ya herkesi suçlamalarım aslında yaptığım şeylerin sorumlusunun sadece ben olmamdan kaynaklanıyorsa. Ve ben sadece başkalarını suçlayarak kendimi temize çıkarmak istiyorsam. Bence suç yine bende, yani çocukluğumdaydı, hayır diyebilmeliydim, o yaşta bazı insanlara karşı çıkacak bilince ulaşabilmeliydim. Şu anki bilincim yedi yaşındaykende olmalıydı. Sahi şu an çok mu bilinçli biriyim? Şimdi düşünüyorum da, artık ne  kadar bilimçli olduğumun ne önemi varki. Çok veya az, ne kadar bilinçli olduğumun şimdi geçmişime ne faydası olacak, kime yarar?? siktir etsene geçmişini siktiğim, siktir et artık yok say. Anandan bu halinle doğmuş olduğunu varsay ve hepsi bitsin. Ama yok olmuyor.

Ahhh çocukluğum takılıp kamışsın ardıma ve hiç yalnız bırakmıyorsun beni. Seni ne yapmalıyım ki, keşke bir bedenin olsa öldürsem seni, paramparça etsem ve kimselere göstermeden atsam bi kenara. Ah keşke bir bedenin olsa seni götürüp öldürsem ve tüm yaraların açıkken kimseler görmeden biyere terk etsem. Benden uzakta yok olup gitsen. Sen benden , ben senden kurtulsam. Sonra hiç bir şey olmamış gibi yaşamıma dönsem,  bu yaşımda doğmuş olsam. Geçmişim olmadan, sen olmadan yaşasam. Herşeyi yeniden keşfetsem. Konuşmayı, gülmeyi, sevmeyi ve sevilmeyi, kime nasıl dokunmam gerekitğini kendi kendime bu yaşımda yeniden öğrensem. Ama hepsini de doğrusuyla, olması gerektiğiyle öğrensem...